ESKİDEN BEYOĞLU’NA ÇIKANA KIZ VERİLMEZDİ

Son dedikodulara göre, Osmanlı’da ilk rakı fabrikası Sultan Abdülhamid tarafından kurulmuş; ilk umumhane de onun zamanında açılmış.
11 Mart 2019 Pazartesi
11.03.2019

Son dedikodulara göre, Osmanlı’da ilk rakı fabrikası Sultan Abdülhamid tarafından kurulmuş; ilk umumhane de onun zamanında açılmış.

Son zamanlarda sağda solda Osmanlılarda ilk içki fabrikasının ve umumhanenin Sultan II. Abdülhamid devrinde açıldığına; padişahın Yahudi bir banker ile fâiz işi yapıp borsa oynadığına dair iddialar dolaşıyor. ‘Dindar dediğiniz’ padişah, neler yapmış meğer…

Evet, Sultan Hamid, şehzâdeliğinden beri Londra, Paris, Viyana gibi dârülharb memleketlerinin borsasında muamele yaparak para kazanırdı. Böylece servet elde edip, bunu hem hizmette, hem de saltanatını muhafazada kullanmıştır. Bu işi elbette bir banker yapacaktır. O zaman da bu işler Yahudilerin elindedir. Dârülharbde, Müslüman olmayanların parasını bu gibi yollardan rızasıyla almak şer’an caizdir.

Müslüman memleketi bile olsa, bir yerde alkollü içki fabrikasının açılması gayet tabiîdir. Zira dârülislâmda gayrı müslimler alkollü içki imal edebilirler, alıp satabilirler, içebilirler. Şer’î hukuk bunlara o hakkı verir. Hükümet müdahale edemez. Osmanlı nüfusunun yarısı gayrı müslimdir. Ancak Müslümanların alkollü içki içmesi, imal etmesi ve alıp satması mevzubahis değildir. Zira bu fiiller, Müslümana haramdır. Şu kadar ki gizli kapaklı yaparlarsa da bunu takip etmek kolay değildir.


Cadde-i Kebir - Beyoğlu

Kerhane Yönetmeliği?

Gelelim fuhuş meselesine: Güya İstanbul’da ilk yerleşik umumhaneler 1812 yılında açılmış. Resmî olarak 1884 yılında Sultan II. Abdülhamid’in izniyle ve ‘kerhane yönetmeliği’ ile Galata ve Pera’da açılmış. Arkası gelmiş. Bunlar, tamamen uydurmadır.

Fuhuş, insanlık tarihi kadar eskidir. Umumhaneler de gayrı resmi olarak her zaman her devirde mevcut olmuştur. Bilhassa şehirlerde bu gibi sosyal meselelerin önünü almak kolay değildir. Hele tabiatı itibariyle gizli kapaklı cereyan eden fuhuş ile devletin mücadele etmesi çok zordur. Padişahın umumhane açtığını söyleyene ise ancak lâ havle denebilir.

Osmanlılar, fuhuş ve gayrı tabiî temayüllerle öteden beri mücadele ederdi. Bunun için kadınların tam tesettüre riayeti ve erkeklere karışmaması için lâzım gelen tedbirleri alınmıştır. Kadın ve erkekler vapurlarda, kayıklarda, tramvaylarda ayrı seyahat edebildiği gibi, sinema ve tiyatrolarda bile ayrı zamanlarda veya salonlarla oturabilirdi. Lokantalarda, çay bahçelerinde bile kadınlarla erkeklerin karışması yasaktı. Kadınların çarşıya inmesi, hatta câmiye cemaate gitmesi bile mümkün değildi.


Cumhuriyet devrinde Beyoğlu

Eyüb’ün Kaymağı

Eyüb’ün kaymağı meşhurdur. Vaktiyle kaymakçı dükkânları hakkında şaibeler ortaya çıkınca; kadınların bu dükkânlara girip çıkması men edilmişti. Taşradan İstanbul’a gelen bekâr erkeklerin, kaldıkları han ve odalarda fuhuş yapması, kavgaya karışması, kargaşa sırasında yağmaya girişmesi endişesiyle, 1826’da bekâr erkeklerin şehre girmesi yasaklanmıştı.

Şehir, kasaba ve köylerde, vatandaşlar birbirine zimmetlidir; komşular birbirinin kefilidir. Herkes komşusunun ne halde olduğunu takip etmeye; etrafında olup biten anormal hâdiseleri hükümete bildirmeye mecburdur. Hükümetin her evin kapısına bir zaptiye dikecek hâli yoktur.

Bütün bu tedbirlere rağmen, bilhassa kadınla erkeğin rızasıyla gayrı meşru münasebete girişmesinin ayıp karşılanmadığı Avrupa ile ticarî ve sosyal münasebetlerin arttığı XIX. asırda, başta İstanbul olmak üzere liman ve ticaret şehirlerinde yaşayan ecnebiler arasında fuhuş ve benzeri faaliyetler doğdu. Buna gayrı müslim, hatta müslüman vatandaşlar da gizli kapaklı iştirak etti.


Cumhuriyet devrinde Beyoğlu

İtalyan Şehri Galata

Öteden beri bir İtalyan şehri manzarası arzeden Galata’nın üzerinde Beyoğlu, nam-ı diğer Pera semti teşekkül etmiştir. Beyoğlu XX. asır başlarından itibaren bir Avrupa şehri gibidir. Avrupa’daki gibi kârgir apartmanlar, iş hanları, sokaklar, mağazalar, pastaneler, lokantalar, gazinolar ve eğlence yerleri arz-ı endam eder.

Esas İstanbul sayılan Suriçi’ndeki Müslüman halktan buraya giden gelen çok azdır. Gözü açık gençlerden buradaki ışıltılı havanın lezzetini alanlara iyi gözle bakılmaz; ‘felancanın oğlu Beyoğlu’na çıkıyormuş’ damgası yapıştı mı, kolay kolay kimse kendisine yüz/kız vermezdi.

Sultan Hamid’in devri yıkılıp Jön Türkler iktidara gelince, sosyal hayattaki gevşemeye paralel olarak Beyoğlu’na çıkmak daha rahat hale geldi.  Sadece edip ve şairler, gazeteciler değil, politikacılar, paşazadeler, yeni zenginler burada arz-ı endam etmeye başladı.

Her gün pastanelerde oturup çay içip pasta yemek moda oldu. Ama aslında kimse çay ve pasta için bu zahmete katlanmıyordu. Esas sebep buraya ecnebi kadınların serbestçe gelip gitmesiydi. Kaç-göç devrinin kaideleri, burada esniyordu.


Cumhuriyetin ilk yıllarında Beyoğlu sokakları

Emraz-ı Zühreviyye

Kırım Harbi esnasında İstanbul’a ekserisi asker olmak üzere çok sayıda ecnebi geldi. Bununla Beyoğlu’nda fuhuş arttı. Zamanla Yeni Çarşı ve Hayriye’den Tophane’ye inen daracık yol, bir batakhaneye dönüştü. Şapkalı şık erkekler, bu kibar evlerin müdavimi oldu.

Gizli kapaklı bu lüks batakhanelere Fransızca ev manasına maison denirdi. Sahipleri ecnebi olduğu için, diplomatik imtiyazlardan istifade eder; polis kolay kolay kontrol kuramazdı. Çalışan kadınlar da ecnebi asıllıydı. Yoksa resmen ruhsat ile bir umumhane açılması mevzubahis değildir.

8 Mart 1884’de çıkarılan Sıhhiye Nizamnâmesi ile tabiblere, umumi kadınları da muayene ve tedavi etmeleri emredilmiş; böylece zührevî hastalıkların önlenmesi hedeflenmiştir. 1915’te de Emrâz-ı zühreviyyenin men-i sirâyeti nizamnâmesi çıkarılmıştır. Bunlar, kerhane açıp fuhşa izin vermek demek midir?


Sodom ve Gomore

Sadece Beyoğlu’nda değil, başka semtlerde de fuhuş gizli kapaklıdır. Ahmed Rasim ve Reşad Ekrem bu zamanları pek canlı tasvir eder. Bunlara bakarak çokları eskiden fuhşun yaygın olduğunu zanneder. Halbuki bir şeyin çok anlatılması, nadir olup bu sebeple alâka çektiğini gösterir. Vak’a-ı âdiyeden olsaydı anlatılmazdı.

Bu devirde neredeyse tamamen ecnebilerin yaşadığı Beyoğlu, bir sefahat merkezi olarak bilinmiştir.  Eskiden Rumların aşağı tabakasının da dadandığı bir yerdi. ‘Galata’dan geçme seni vururlar’ diye türkü bile yakılmıştı. Batakhaneler fuhuş yanında, içki ve uyuşturucunun da merkezi olmuştur. Polis bununla mücadele etmiş; başa çıkamayınca da göz yummuştur.

Cihan Harbi, serveti de, sefaleti de arttırdı. Ahmed Rasim’in tabiriyle fuhş-i atik yerine fuhş-i cedid ortaya çıktı. Beyoğlu’nun sefahat merkezi hüviyeti, sosyal hayatın alt üst olduğu mütareke devrinde daha bariz bir hâle geldi; Avrupaî hayat tarzının resmî politika olduğu cumhuriyet devrinde giderek arttı.

Beyaz Rus mültecilerin de rolü bulunan mütareke devrinin ahlâk zaafını, Yakub Kadri, Sodom ve Gomore romanında anlatır. Bunlar, gayrı tabiî alışkanlıkları sebebiyle helâk edilen Filistin’de iki şehirdir.

Bu batakhanelerde çalışan kadınların neredeyse tamamı ekalliyetlerden ve ecnebilerden, ekserisi de Rumdur. Beyoğlu’nda Müslüman bir kadının fuhuş yaptığı işitilmemiştir. 1930’da fuhuşla mücadele kanunu ile umumhanelerin faaliyetleri tamamen men edilmek istendiyse de, 1933’te resmen izin verildi. Beyoğlu’nun en parlak devri de bu oldu.