CEPHEDE ŞEHZÂDELER

Osmanlı şehzâdeleri, bütün cephelerde fiilen askerlik yaparak, şerefli hizmetler gördüler. Cesaretle nam kazandılar; yaralandılar. Sonunda karşılığını acı bir şekilde gördüler.
18 Mart 2019 Pazartesi
18.03.2019

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren şehzâdelere vezirlik, sonra da sancakbeyilik verilerek tecrübe kazanmaları temin edilirdi. İlerleyen devirlerde 12 yaşlarına gelince vali olarak sancaklara gönderilir; burada bir askerî birliğin de kumandanı olarak vazife görürlerdi. Sultan III. Mehmed zamanında şehzâdeler yaşça küçük olduğu için sancağa çıkarma usulüne son verilmiş; bundan sonra sarayda oturarak taht sıralarını beklemişlerdir.

Bu devirde padişahların da sefere iştiraki azaldı; XVII. asır sonundan itibaren başında sefere çıkmadılar. Aynı devirde, Avrupa’da da artık krallar orduya bizzat kumanda etmiyordu. Asker-hükümdar tipinden; devlet adamı ve diplomat-hükümdar tipine doğru bir değişiklik meydana gelmişti. Artık harblerde teknik ve taktik; şecaat ve kuvvetin önüne geçmişti. Üstelik artık bir meydan muharebesiyle harbin nihaî neticesi alınır olmaktan çıkmıştı. Aylarca, yıllarca sürüyordu.

Avrupa hânedanlarında primogenitur (hükümdarın en büyük erkek soyunun tahta geçmesi) usulü câri olduğu için, XIX. asırda veliahd dışındaki prensler hükûmette veya orduda vazife yaparlar; ekseriya vâliliklere tayin edilirlerdi. Osmanlı Devleti’nde ise her şehzâde hükümdarlık sırasında olduğu için, Avrupa’daki gibi bürokratik memuriyetler tercih edilmemiştir.


Şehzâdegân (Harbiye) Mektebi'nde şehzâdeler. Sağdan 1.Orhan 2.Âbid 3.Abdülaziz 4.Ali Vâsıb 5.Abdülkerim Efendi (1919)

Kontrol

Tanzimat’tan sonra şehzâdeler Mekteb-i Harbiye’de diğer talebelerle beraber okurken, sonradan Sultan Hamid zamanında, Mekteb-i Harbiye’nin Ihlamur’da şehzâdelere mahsus leylî (yatılı) bir kısmı açıldı. Abdülkâdir, Nuri, Burhaneddin, Tevfik, Ziyâeddin, Hilmi, Abdürrahim, Abdülhalim, Osman Fuad, Ömer Faruk, Abdülaziz, Vâsıb, Şerefeddin, Tevhid, Âbid ve Abdülkerim Efendiler daha ağır dersler ihtiva eden bu mektebde tahsil gördü. Burada İran, Afgan, Mısır hânedanlarından da prensler okuyordu.

Meşrutiyet devrinde, Enver Paşa, sultanları Jön Türk gençlerle evlendirdiği gibi; bütün şehzâdelerin harbiyede okuyup askerî memuriyetler almasını mecbur tutarak hânedanı kontrol altına almayı hedeflemiştir. Osman Fuad, Abdürrahim, Nureddin, Abdülhalim, Ömer Faruk, Şerefeddin Efendiler, ayrıca Almanya’ya askerî tahsile gönderildiler. Kayzer’in hassa alayında staj gördüler.

Bunlar, cephede cesaretle hizmet etmiş askerliğe meftun şehzâdelerdi. Osmanlı hânedanı ferdlerinin hepsinde müşterek olan hususiyetlerden birisi de fart derecedeki cesarettir. Sultan Aziz donanmaya meraklı olduğu için olsa gerek, onun oğul ve torunları umumiyetle bahriye zâbitliğini tercih etmişlerdir.


Harb Mecmuası'nda asker şehzâdeler. Abdülhalîm, Osman Fuad, Ömer Faruk, Abdürrahim, Nureddin, Şerefeddin Efendi

Osman Fuad Efendi (1895-1973)

Sultan V. Murad’ın torunudur. 16 yaşında çarpışmak üzere Trablusgarb’a gönüllü gitti. Almanya’dan dönerken bindiği denizaltı İngiliz denizaltılarınca vuruldu. Şehzâde, başından yaralandı. Adriyatik sahilindeki bir Avusturya askerî hastanesinde ameliyat edildi. İyileşince İstanbul’da yaver-i şehriyarî unvanıyla maiyet-i seniyye kumandanlığına getirildi. Filistin, Süveyş, Suriye cephelerinde harbetti. Cephede başındaki yara açılınca tedavi olmak üzere Haleb’e geldi. Burada Binbaşı Mustafa Kemal Bey ile karşılaştı.

1918’de denizaltıyla Libya’ya giderek İtalyanlara karşı harbi sürdürdü. 1.ferik (orgeneral) rütbesinde ve Afrika Orduları Başkumandanı sıfatıyla burada 300-500 kadar Osmanlı zâbit ve neferi ile 15.000-30.000 arasında Libyalı gönüllüden müteşekkil bir orduya kumanda etti. İstanbul’da iken Pera Palas’ta sık sık görüştüğü Mustafa Kemal Paşa, Trablusgarb’a gidince istiklâlini ilan etmesini tavsiye etmişti.

Ancak 60.000 kişilik teçhizatlı İtalyan ordusuna dayanamadı. Bingazi kanadı 1917 Nisan’ında teslim olmuştu. Osman Fuad Efendi, Mondros Mütârekesi imzalanınca, teslim olmayarak mücadeleyi mahallî birliklerin mücadelesi haline dönüştürdü. Ancak mütâreke sebebiyle kendilerine erzak ve cephâne temin eden Alman denizaltıları denize çıkamayınca çok müşkül vaziyette kaldı.

İtalyanların eline düşüp harb suçlusu ithamıyla kurşuna dizilmektense, büyük bir maceraya atıldı. Kumandayı mahalli zâbitlerden Abdülkâdir Paşa'ya bırakıp yanındaki Osmanlı kuvvetiyle beraber İtalyan menzilinden develerle uzaklaşarak güneydeki çöle daldı. Bir yandan da dizanteriden muztarip idi. Tunus hududuna Fransızlara esir düştü. İtalyanlara verilmemeyi şart koştu. Fransızlar bunu kabul etti; ama ancak 17 gün sonra Fransızlar kendisini yanındakilerle beraber İtalyanlara teslim etti.

İtalyanlar, esirleri Trablus’a sevk ederek Alman askerlerinin bulunduğu esir kamplarına dağıttı; kurşuna dizmekten çekindikleri Şehzâde'yi de bir gemiye hapsetti. Birkaç ay sonra 7 yıldır Libyalıların elindeki İtalyan esirlerin serbest bırakılması mukabilinde serbest bıraktı.  Vatana döndüğünde binbaşı rütbesiyle İstanbul İstanbul merkez kumandanı oldu. Sultan Vahîdeddin, sık sık kendisiyle istişarelerde bulunurdu.

Sürgün edildiğinde Mustafa Kemal Paşa, Libya’dan tanıdığı silah arkadaşı Şehzâde’ye askerî kurye vasıtasıyla bir mektup gönderip, “Çok esef ederim. Anavatan dışında kalışınız için istisna yapamadım. Kanun umumî idi,” demiştir.

Alman Mareşali Rommel, II. Cihan Harbi’ndeki Libya harekâtında, Şehzâde’nin daha evvelki harekâtını tedkik ve çöl muharebe usulünü taklid etmiştir. Bu sırada Fuad Efendi İskenderiye’de idi. II. Cihan Harbi’nde İngilizler albay rütbesiyle ve tam salâhiyetle Almanlara karşı Libya’da komando muharebesi teklif ettiler. Çünki şehzâde Libya’da hâlâ çok popüler ve Libya halkı da kendisine bağlı idi. Ancak eski silah arkadaşları olan Almanlarla dövüşmek istemediği gerekçesi ile teklifi reddetti.

Buna rağmen, Şehzâde’nin şerefli askerlik mazisini bilen eski asker Fransa Reisicumhuru de Gaulle, kendisini takdir ederdi. Onunla daha mukavemet hareketinin başında iken şahsî dostluk kurdu. General, sonradan Fransa’nın başına geçince, Şehzâde’ye destek oldu.

Üniformasının göğsünü dolduran çok sayıda nişan ve madalyadan başka Legion d’Honneur nişanı hâmili idi. Sürgünde fakir bir otel odasında ömür geçirdiğinde, “Madalyalar karın doyurmuyor,” diye latife ederdi.


Osman Fuad Efendi Libya'da

Abdürrahim Efendi (1894-1952)

Sultan Abdülhamid’in oğludur. Çanakkale, Galiçya ve Filistin Cephelerinde topçu alayı kumandanı olarak savaştı. Kayzer’den Almanya’nın en prestijli madalyalarından Eisernes Kreuz’un birinci rütbesini aldı.

Tümen kumandanlığına tayini teklif olunduysa da erken bularak kabul etmedi. Filistin Cephesi’nde 8. topçu alayı kumandanı iken, İngiliz hücumuna karşı cephanesi tükenince, yağmur altında ve çamur içinde toplarının hiçbirini kaybetmeden karargâha kadar getirmeye muvaffak oluşu, ordu kumandanı Cevad Paşa başta olmak üzere herkesin takdir ve hayranlığını kazandırdı.

Yurt dışına giderek, diplomatik münasebetlerde de bulundu. Mütâreke devrinde Osmanlı hükûmeti, memleketin vahim vaziyetini düzeltmek için şehzâdelerden istifade etmeyi düşündü. Rum eşkıyalık hareketlerini yola getirmek üzere teşkil edilen iki Heyet-i Nasîha’dan birinin reisi oldu. 1919’da Anadolu’ya gidecek heyetin başına Abdürrahim; Rumeli heyetinin başına da Cemâleddin Efendi getirildi.

Bu heyetlerin gönderilmesi, görünüşte selâm-ı şâhâneyi halka tebliğ edip; pâyitaht ile taşra arasında manevî bağın takviyesi ve aslında mukavemet unsurları arasındaki ahengi temin maksadına matuf idi. Böylece iki şehzâde, memleketi karış karış taradılar. Şehzâdeler gittiği her yerde tezahürat gördü. Halk, yolları doldurdu.

Gerek Müslümanlar, gerek gayrı müslimlerle yaptığı temaslar, müsbet bir tesir hâsıl ederek gergin havayı yumuşatmaya yardımcı oldu. Bu vazifelerindeki muvaffakiyeti ile herkesi hayran bıraktı. Her iki şehzâde de Ankara hareketine yakınlık gösterdi; yardımcı oldu. Saltanat devam etse idi, Mustafa Kemal Paşa’nın mülayim tabiatlı bu şehzâdeyi tahta geçirmeyi düşündüğü söylenir.

Cemâleddin Efendi (1891-1946)

Sultan Abdülaziz’in torunudur. Libya Cephesi’nde bulundu. Mısır’da İngilizlere karşı gerilla faaliyetleri yürüttü. Mirliva rütbesiyle Cihan Harbi’ne iştirak edip çeşitli cephelerde savaştı. Seddülbahir’de ateş hattında bilfiil çarpıştı. Burada hastalanarak geri hizmete çekildi. III. Ordu Talimgâhlar Kumandanlığı vazifesi ile Sivas’a gönderildi. İki sene orduya efrad yetiştirmek suretiyle takdirleri kazandı. Batum’un zaptından sonra, talimgâhın nakledildiği Batum’da çalıştı.

Mütâreke devrinde Heyet-i Nasiha reisi olarak Rumeli ve Karadeniz sahilini dolaştı. Anzavur İsyanı’nın bastırılmasında rol oynadı. Kâzım Karabekir, günlüklerinde Şehzâde Cemâleddin Efendi’den bahseder. İdealist bir asker olan Cemâleddin Efendi, zâbitlerin hâlini beğenmez; padişahın bilfiil kumandan olmasını müdafaa ederdi.

Nezâket ve dürüst muameleleri ile askerin ve ahalinin kalbî muhabbet ve hürmetini kazanan Cemâleddin Efendi, Anadolu’ya geçmek istedi ise de, mukavemet hareketinin başında popüler ve muktedir bir şehzâdenin varlığı, Ankara’yı telaşlandırdığı için kabul edilmedi. Bununla beraber Ankara hükûmeti, 1919 senesi sonlarında bir ara kendisini nâib-i saltanat ve Şeyh Sünûsî’yi de şeyhülislâm ilan etmeyi düşünmüştür.


Çanakkale Cephesinde şehzâdeler. Sağdan 1.Abdürrahim Efendi 2.Vehib Paşa 3.Osman Fuad Efendi. Arkada 1.Abdülhalîm Efendi 2.İsmet (İnönü)

Abdülhalîm Efendi (1894-1926)

Selim Süleyman Efendi’nin oğludur. Gönüllü olarak Balkan Harbi’ne katıldı; yaralandı. I. Cihan Harbi müddetince miralay rütbesi ile otomobil kıtaları kumandanlığında hizmet etti. Harbiye Nâzırı ve devletin bir numaralı adamı Enver Paşa’nın kayınbiraderi olduğu için, popüler bir şehzâde idi. Ankara hareketini destekledi. Hatta çok arkadaşının Anadolu’ya geçmesine yardımcı oldu.

Çanakkale Harpleri esnasında, Mehmed Muzaffer adında Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) talebesi bir ihtiyat zâbitinin (yedek subay), birliğinin ihtiyacı olan kamyon lastiğini satın alabilmek için yaptığı ve üzerine “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır” yerine “Bedeli Çanakkale’ye tesviye olunacaktır” yazdığı 100 liralık bir banknotu karşılığını vererek satın aldı; Polis Mektebi’ndeki Emniyet Müzesi’ne teslim etti.

Ömer Faruk Efendi (1898-1969)

Halife Abdülmecid Efendi’nin oğludur. Defalarca cepheye gönderilme talebi yaşının genç olması sebebiyle geri çevrildi. Nihayet Galiçya, ardından da Verdun Cephesi’nde kanlı çatışmalara katıldı. Almanya’nın iki büyük madalyasını aldığı gibi, Kayzer kendisine altın bir tabaka ile imzalı fotoğrafını yolladı.

1918 baharında Bakü’yü işgal etmek üzere tertiplenen ordunun kumandanlığına Enver Paşa evvelce Şehzade Ömer Faruk Efendi’yi düşünmüş; fakat onu, şahsiyet itibariyle Azerbaycanlılar üzerinde otorite kurabilmekten uzak gördüğü için bundan vazgeçerek 29 yaşındaki kardeşi Nuri Bey'e bu işi vermişti.

Enver Paşa’nın çok tuttuğu bu şehzâdeyi tahta çıkarmayı düşündüğü söylenir. Ankara’nın davetine işgal kuvvetlerinin veliahd dairesini sarması sebebiyle icabet edemeyen Abdülmecid Efendi, 1921’de oğlunu gizlice Anadolu’ya gönderdi. Bir geminin ambarında seyahat etti. Ancak bir şehzâdenin karizmasından çekinen Ankara, kendisini daha İnebolu’dan geri gönderdi.


Ömer Faruk Efendi Potsdam Harb Akademisi'nde

Saray ve Kampanya

Hânedanın bütün efradı, Yunan Harbi’ne maddî ve manevî elinden gelen yardımı yapmış; şimdi bazılarının iddia ettiği gibi, zevk ve safa içinde yaşamak şurada dursun; kalbi hep vatan ve milletin kurtulması için çarpmıştır. Buna rağmen şehzâdelerden Anadolu’ya geçmek isteyenleri Ankara kabul etmekten kaçınmıştır.

İstanbul işgal altında olduğu için Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) adına bir yardım kampanyası başlatılmıştı. Hânedanın yürüttüğü bu kampanya, büyük alâka gördü. 25 Mayıs 1921 tarihinde bizzat Sultan Vahîdeddin, Anadolu’da Yunanlılarla çarpışmakta olan askerlere harcanmak üzere 10 bin Osmanlı lirası teberruda bulundu.

Saray mensupları 3 bin lira; Veliahd Şehzâde Ab­dülmecid Efendi bin lira, hanımı da 200 lira teberruda bulundular. Bu­nun üzerine İstanbul halkı memuruyla, işçisiyle, kadınıyla, çocuğuyla bu kampanyaya iştirak etmiş; hatta Ramazan ayı sebebiyle halkın fitrelerini askerin iaşesine sarfedilmek üzere buraya vermesi istenmiştir.

Sakarya Harbi’ni müteakip kampanya alevlenmiş; tekrar harekete ge­çen Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti yardım toplama işini hızlan­dırmıştır. Cemiyetin fahrî reisi olan Veliahd Şehzâde Abdülmecid Efendi 500; Sultan Vahîdeddin kendisi için 5 bin ve zevcesi için de bin lira ol­mak üzere 6 bin lira; Şehzâde Ömer Hilmi Efendi 100, Ayşe Sultan da 35 lira olmak üzere teberruda bulunmuş; Sadrıâzam Tevfik Paşa ve Heyet-i Vükelâ (kabine) mensupları 575 lira teberru etmiştir.

1 Eylül 1922 Cuma günü câmilerde yardım toplanmış; Veliahd Şehzâde Abdülmecid Efendi ile oğlu şehzâde Ömer Faruk Efendi’nin de katıldığı Fâtih Câmii’nde namaz­dan sonra 500 lira toplanmıştır. Zamanın İkdam ve Vakit adındaki ga­zetelerinin topladıkları yardımlar da binlerce lirayı bulmuştur.


Yusuf İzzeddin Efendi Çanakkale cephesinde

Haksızlık

Çanakkale ve Kafkas cephesindeki hizmetleriyle tanınan Vehib Paşa, 19/VIII/1933’de el-Ehram’da neşrettiği bir yazısında, “Şehzâdelerin, Harb-i Umumi esnasında bütün milletle yekdil ve yekvücud olarak mukaddes gayeye doğru canlarıyla ve başlarıyla nasıl çalıştıklarını unutmak, haksızlık olur” dedikten sonra yukarıda isimleri verilen şehzâdelerin hizmetlerini tek tek sayar.

Sonra der ki: “Zamanın veliahdi Yusuf İzzeddin Efendi, Çanakkale muharebesinin bütün şiddetiyle devam ettiği bir günde, Seddülbahir ve Arıburnu cephelerini teftiş etmiş; oturaklı ve sâkin hâliyle askere ruh ve kuvvet vermişti. [Hatta bu teftişte gördüğü yanlışlıklar ve haksızlıklar üzerine Enver Paşa’yı ağır tenkidi, hayatına mal olmuştur.] Askerlik yaşında olmayan şehzâdeler ise, büyük cihad demek olan askerî ilim tahsili ile meşgul idiler. Askerlik yaşı geçmiş şehzâdelerden, fiilî hizmet beklemek insafsızlık olur.” Bu şehzâdeler, 1924’te topyekûn sürgün ve sefâlete mahkûm edilerek, hizmetlerinin mükâfatını gördüler.