MİLYONLARIN KÂTİLİ İSPANYOL

I. Cihan Harbi’nde 8,5 milyon asker ölmüştü. Ama “İspanyol Gribi” en az 50 milyon insanı dünyadan götürdü. Mustafa Kemal Paşa ve Nazım Hikmet de bu hastalığa yakalananlardandır.
8 Nisan 2019 Pazartesi
8.04.2019

I. Cihan Harbi’nde 8,5 milyon asker ölmüştü. Ama “İspanyol Gribi” en az 50 milyon insanı dünyadan götürdü. Mustafa Kemal Paşa ve Nazım Hikmet de bu hastalğıa yakalananlardandır.

Çokları, grip ile nezleyi bugün bile karıştırır. Nezlede, boğaz ağrır, burun akar, sonra burun tıkanır, biraz da öksürtür. Grip, ateş yakar; halsiz bırakır; başı ve adaleyi ağrıtır.  “İstirahat etmezsen yedi gün; edersen bir haftada geçer” derler. Öyledir ama nice ağır bilinen hastalıktan daha amansızdır. Hele cemiyete, ekonomiye zararı çoğundan fazladır. Hele bugün 100 yaşında bir İspanyol Gribi vardır ki, nice belalara rahmet okutmuş; cihan harbindekilerin kaç misli can almıştı.

Eskiden bu hastalık tabiplerce küçümsenirdi. Sayısız salgınlar olmuş; her birine zamanın hayal gücüne göre isimler verilmiştir. Tak, Horion, Jando, İngiliz Vebası, Kuzey Koketi, Küçük Kurye ve nihayet Enfluenza. 1657’deki salgın esnasında gribe sevimli bir isim takılmıştı: Moda hastalık. Bir ara Fransa’da hastalığa yakalananların öksürüğü, tavuk gıdaklamasına benzediği için Tavuk Hastalığı denmişti. Bugün grip için kullanılan enfluenza, İtalyanca ‘tesir etmek’ fiilindendir. Grip ismi, 1889’daki salgında verildi. Almanca greifen, yakalanmak demektir.


İlâve-i Memuriyet

I. Cihan Harbi, ikincisine nazaran daha felâketli olmuştu. Evet, ne silahlarla tayyareler o derece yakıcı ve yıkıcı idi; ne de ateş ikincisindeki gibi dünyayı sarmış, beş kıtanın altını üstüne getirmişti. Fakat ilkinde tifo, tifüs, kolera ve İspanyol Gribi, istenmeyen bir ilâve-i memuriyet olarak insanları kırıp geçirmişti. Hatta bir istatistiğe göre, yalnız gripten ölenlerin sayısı, muharebe meydanlarında can verenlerden (8,5 milyon) kat kat fazla idi.

1918-1920 tarihleri arasında ölümcül bir virüs öyle yayıldı ki, 18 ay içinde 50 ile 100 milyon arası insanı yere serdi. İspanyol Gribi veya Nezlesi diye bilinen bu hastalık, insanlık tarihinin en büyük salgınıdır. Dünyanın her tarafına yayılmış ve nüfusun %5’ini silip süpürmüştür. 1,5 milyarlık dünya nüfusunun üçte biri bu hastalığa yakalanmıştır. Hâlâ daha sır perdesiyle örtülü olsa da, dünyada kalıcı tesirler bıraktı.

İlk vaka haberi 9 Mart 1918’de Kansas’taki bir askerî kamptan geldi. Virüs, kuşlardan domuzlara geçmişti. Başta kimsenin ciddiye almadığı bu hastalık, kim bilirdi ki insanlığın üzerine büyük bir kâbus çökecek? Milletin şevki kırılmasın diye halktan saklandı.

O zaman harbe girmeyen İspanya’da Madrid ve Barselona’daki can kayıplarından sansürsüzce bahsedildiği için, hastalığa İspanyol Gribi adı verildi. Mamafih İspanyollar, Fransa ile aradaki tarihî husumete uygun şekilde, mevsimlik Fransız demiryolu işçilerinin getirdiğini düşünerek hastalığa başta Fransız Nezlesi demişti. Sonra Soldado de Nápole (Napoli Askeri) adını verdiler. Zira o zamanlar pek meşhur olan bu şarkı da bulaşıcı hastalık gibi yayılmıştı. İngilizler, kendilerine mahsus espri telakkisiyle ve insanlığı ne gibi bir felâketin beklediğinden habersizce, hastalığa cilveli bir isim takmışlardı: ‘Spanish Lady’ (İspanyol Hanım). Bir de ‘Kimse bu leydi ile dans etmek istemez!’ diyerek alaya almışlardı.


Dünya turu

Bu da önceki salgınlar gibi Uzak Doğu menşelidir. 1917 sonlarında Çin’in ortasındaki Cong-King şehrinde görüldü. O zamanki bir tarife göre, “Sanki yer yarılmış, içinden çıkmıştı”. Buradan Japonya’ya, oradan Hindistan’a, sonra da Orta Doğu’ya geldi. Bir kol Sibirya üzerinden Rusya’yı sardı.

Baltık üzerinden bir kol okyanus aşıp Amerika’ya geçti; diğeri bir kol Fransa’ya indi. Amerika’dan Avrupa’ya asker sevk ediliyordu. Avrupa iki ateş arasında kaldı. Burada ilk vaka Nisan’da Fransa’da görüldü. İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz ve İtalya hastalığa gömüldü. Sonra doğuya döndü, Yunanistan’ı esir aldı. Artık bütün Avrupa yeni canavarın elindeydi.  Sadece Antarktika yakınındaki Saint Helene adası ile Pasifik’te kaybolmuş Gilbert ve Ellice, Yeni Hebridler ve Yeni Gine’de hastalık görülmedi.

Tam bir dünya turu yapan hastalığın önü bir türlü alınamadı. Her ay binlerce kişi ölüyordu. Orduların yer değiştirmesi, hastalığın yayılmasını tetikliyordu. ‘Yaz gelsin, havalar ısınınca biter’ dediler, ama nafile. Ağustos’ta hastalık iyice azdı. Bu 2.dalga sayesinde herkes, tarihte görülmemiş bir salgınla karşı karşıya olduğunu anladı. Gençler, biner biner ölmeye başlayınca, Avrupa’da harb aleyhtarlığı doğdu. Bu dalga, Kasım’da harbi bitirdi. Hiçbir devletin doğru dürüst ordusu kalmadığı için, küçük birlikler tutup, gerisini dağıttılar.


Bilanço

1919 başında gerileyen hastalık; Şubat’taki 3. ve sonuncu dalgayla tekrar şiddetlendi. Daha evvel kurtulanlar; hastalığa yakalandı. Hastalık, milyonlarca can aldıktan sonra gerilemeye başladı. Sıra hastalığın bilançosunu yapmaya gelmişti.

Hindistan’da birkaç ay içinde 17 milyon insan ölmüştü. Fiji adalarında yaşayan kimse kalmadı. Eskimoların %60’ı öldü. Hastalık, Avrupa ve Amerika’da 2’şer, Afrika’da 1,5 milyon, Japonya’da 300 bin kişiyi götürdü. Fransa'da 400, İngiltere'de 300, Almanya'da 800 bin insan, çoğu genç olmak üzere, hayatını kaybetti. Çin ve Rusya’dan sağlıklı bir rakam alınamamıştı. Bu sebeple son zamanlarda sayının 100 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir. Bu, cephede ölenlerden kat kat fazla idi. Askerlerin çoğu bu hastalıktan ölmüştü.

Hastalığa, halkın eve kazanç getiren en sağlam grubu (20-40 yaş) yakalandı. Böylece geride kalan çocuk ve yaşlılar sefalete düştü. Ölenlerin ekseri erkekler ve hamile kadınlardı. İnsan, ilk karşılaştığı virüse karşı mukavemet kurar. Ama grip virüsleri devamlı değişmektedir. Virüste H ve N diye bilinen iki antijen vücuda girdiğinde, mukavemet sistemi tarafından antikor imal edilir. Bu salgında ilk karşılaşılan virüs (H3N3), sonrakinden (H1N1) farklıydı. Yaşlılar, 1830’larda yaygın olan H1 ve N1 antijeni ile tanışık olduğu için, fazla tesir görmedi. Bu sefer muafiyeti (bağışıklığı) güçlü olanlar yenildi.


Dikkat, maske!

Hastada evvela teneffüs güçleşiyordu. Yüzü kızıl kahveye, sonra maviye dönüyor; ölünce simsiyah oluyordu. Saç ve diş dökülmesi, baş dönmesi, uykusuzluk, görme ve işitme kaybına rastlanıyordu. Hastalar sokakta düşüveriyordu. Şiddetli baş ve mafsal ağrısı, yüksek ateş ve ciğerlerin iltihaplanması ile hasta birkaç gün içinde ölüyordu. Ölüm sebebi gribin kendisi değil; virüs yüzünden ciğerde açılan yaralara yerleşmiş bakterilerin yol açtığı zatürree idi. Hastalıktan kurtulan, psikolojik çöküntüye düşüyordu. Bugün bile kalp krizleri ve felç, vücudun gribe iltihabî reaksiyonundan meydana gelir.

Harb ve memleketler arası gerginlik sebebiyle hastalıkla hakkıyla mücadele edilememişti. Elde doğru dürüst ilaç da yoktu. Yapılan şey antiseptik, kalb kuvvetlendiricisi, kanamayı önleyen ilaçlardan öte geçemedi. Halka, sadece öpüşmemesi ve korunmak için yüze tülbent maske takması tavsiye edildi. Günde birkaç diş sarımsak yemenin veya içki içmenin, mikropları öldüreceği düşünülüyordu. Sinemalar ve mektepler kapandı; maskesiz gezmek ve toplu halde bulunmak yasaklandı.


Sadece fakirler mi?

Ölü sayısı memleketlere göre farklılık gösteriyordu. Bunun sebebi sosyo-ekonomik farklılıklara bağlanıyor. Paris’te en yüksek ölüm nisbeti, zengin mahallelerinde görülür. Ama ölenlerin çoğu, ev sahipleri değil; soğuk çatı katlarında kalan hizmetçiler veya talebelerdi. Her yerde hastalığın en fazla vurduğu, kötü beslenen, kötü evlerde oturan, doktora gidemeyen fakirler ve mülteciler oldu. Hastalık kapanların çoğu iyileşti ama, diğer grip salgınlarından 25 kat fazla insan öldü.

Eskiden salgınların esas itibariyle alt sınıflara ve “geri ırklara” tesir ettiği; bunun da kendi suçları olduğu düşünülürdü. İspanyol Gribi, bunu boşa çıkardı. Kimse hastalıktan muaf değildi. Bu da 1920’lerden itibaren halk sağlığı politikalarının değişmesine yol açtı. Daha iyi bir hastalık takibi ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz arzı ehemmiyet kazandı. Sadece Güney Amerika’da ebeveynlerini kaybeden çocuk sayısı 500 bindi. 1920'lerdeki yüksek doğum nisbetini İspanyol Gribi salgına bağlayanlar vardır. Anne karnında bu enfeksiyona maruz kalanların, iyi bir hayat kurma imkânı düşmüş; suç işleme ihtimali artmıştır. Bu da iki harb arası sosyal buhranı izah eder.

Meşhur kurbanlar

Fransız meslektaşı Pycot ile Orta Doğu’yu paylaştıkları gizli anlaşmayla bilinen İngiliz diplomat Mark Sykes, sessiz sinemanın meşhur aktörü Harold Lockwood, Amerikan otomobil sanayicisi Horace Elgin Dodge ve kardeşi John Francis Dodge, Mısır umumi valisi Lord Edward Cecil, Arabistan Kralı Suud’un en büyük oğlu Prens Turki bin Abdilaziz, Tonga Kraliçesi Anaseini, Brezilya Cumhurreisi Francisco de Paula Rodrigues Alves, İtalyan Prensi Umberto, İsveç Prensi Erik, sosyolog Max Weber, ABD başkanı Trump’ın dedesi Frederick Trump, Fransız şair Guilliaume Apollinaire ile Cyrano de Bergerac yazarı Edmond Rostand da İspanyol Gribi’nden ölenler arasındaydı. Kimse gribi yakıştırmadığı için olsa gerek, Rostand’ın ölüm ilanında zatüree yazıyordu. Zaten vakaların %85’i akciğer komplikasyonuna yol açıyordu. Yakın Hristiyan tarihinde ‘Fatima’nın Sırrı’ diye bilinen hâdisenin kahramanı üç çocuktan ikisi, Francisco ve Jacinta, İspanyol giribinden öldüler ve yıllar sonra azizlik mertebesine yükseltildiler.

Dünyanın en zenginlerinden aktris Mary Pickford’u Beverly Hills’de yatağa sokan hastalık; sarayları da dolaştı. İspanya Kralı XIII.Alfonso ve bazı bakanları, Danimarka Kraliçesi Alexandrine; Habeş İmparatoru Haile Selasiye, Bavyera Prensi Maximillian, Alman Kayzeri II.Wilhelm, İngiliz başbakanı Lloyd George, ABD başkanları Woodrow Wilson ve Franklin D. Roosevelt, Çek yazar Franz Kafka, aktris Greta Garbo, Walt Disney, çok sayıda politikacı, artist, sporcu bu hastalığı geçirdiler.

Sultan Vahideddin hastalığa yakalanmış; Âdile Sultan’ın zevci Damat Salahaddin Bey, İspanyol’dan vefat etmişti. Fenerbahçe Klübü’nün kurucusu Ayetullah Bey de, 31 yaşında İspanyol Gribi’nden öldü. Yaveri Cevat Abbas’ın anlattığına göre, Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a gitmeden az evvel bu hastalığa yakalanmış, ama atlatmıştı. Nazım Hikmet de gripten kurtulanlardandır.

Bizde İspanyol Gribi

İstanbul gazeteleri, Temmuz 1918’den itibaren “İspanyol Nezlesi”nden bahseder. Darülfünun Tıb Fakültesi müderrisi Dr. Akil Muhtar, hemen hastalıkla alakalı birkaç akademik makale neşretmiştir. İlk vaka Nusaybin sahra hastanesinde 6 Ağustos’ta görüldü. Askerler, muhacirler ve tacirler vasıtasıyla diğer vilayetlere yayıldı.

Kalabalık ve insanların toplanma noktası olduğu için en çok kaybın verildiği İstanbul’da halkın yarısı hastalığa yakalandı; 13 bin kişi öldü ki, nüfusun % 2,5’udur. Ölenlerin çoğu 1919’daki 2. dalgaya aittir. Hüseyin Rahmi’nin Hakka Sığındık romanı o günleri alaylı bir dille anlatır.

İspanyol Gribi sebebiyle, İngilizlerin muntazam birlikler toplayamayıp, Yunanlara yardım edememesi yüzünden Anadolu hareketinin muvaffak olduğunu söyleyenler vardır. Buna göre İspanyol Gribi olmasa harb bitmez, Amerika evine dönmez, Almanlar teslim olmaz, Türkiye kurulamazdı. Şu halde İspanyol Gribi tarihi değiştirmiştir.