ESKİDEN DÂVÂSI OLAN ÖNCE MÜFTÜYE GİDERDİ

Osmanlılarda müftülerin görüşünü bildiren fetvâ, adaletin tecellisinde çok mühim rol oynardı. Hele şeyhülislâm fetvâsı, bir nevi anayasa mahkemesi kararı idi. Sadece ibâdetlerde değil, boşanmadan alışverişe kadar müftünün verdiği fetvâ ihtilafı çözer; artık nizânın mahkemeye intikaline ihtiyaç duyulmazdı...
23 Eylül 2009 Çarşamba
23.09.2009

Osmanlılarda müftülerin görüşünü bildiren fetvâ, adaletin tecellisinde çok mühim rol oynardı. Hele şeyhülislâm fetvâsı, bir nevi anayasa mahkemesi kararı idi. Sadece ibâdetlerde değil, boşanmadan alışverişe kadar müftünün verdiği fetvâ ihtilafı çözer; artık nizânın mahkemeye intikaline ihtiyaç duyulmazdı...

Fetvâ, bir meselenin şer’-i şerifteki hükmünü bildiren görüş demektir. Fetvâ verene müftî (halk dilinde müftü), fetvâ sorana müsteftî denir. Müftü, müctehid ise ictihadını; değilse mezhebinin bu husustaki hükmünü nakleder. Fetvâ, fıkıh kitabındaki bir ictihadın müşahhas (somut) hâdiseye tatbikidir. Günümüzde mahkemelerde bir mesele sâbit olduktan sonra, kanunun hangi maddesine girdiğini araştırıp bu istikamette hüküm vermeye benzer.

Divanda oturan Şeyülislâm, sağındaki ders vekili, solundaki vakâyici, ayakta duran başçuhadar.

Anayasa Mahkemesi gibi

Önceki hukukumuza göre, her beldede insanların mürâcaat edip fetvâ sorabileceği bir müftünün bulunması, farz-ı kifâyedir. Yani bir kişi bu işi üzerine alırsa, diğer Müslümanlar bu vecibeden kurtulur. Bu sebeple, hükümdara her beldede böyle bir müftü bulundurma vazifesini yüklemiştir.

Osmanlılar zamanında da hemen her kazâda maaşını devletin karşıladığı bir müftü bulunur; kendisine mürâcaat edenlerin dinî ve hukukî suallerini cevaplandırırdı. Müftü olmayan yerlerde kâdılar kazâ (yargı) vazifesinden ayrı olarak müftü gibi fetvâ verirlerdi. Eskiden müftü bugünkü gibi sadece dinî mevzularda değil; hukukî meselelerde de halka yol gösteren birer hukuk müşaviri idi.

Sadece şahıslar değil; hükûmet de icraatının meşruluğu bakımından şeyhülislâma fetvâ sorardı. Bu fetvâlar umumiyetle kanunnâmeler, harb ilanı, sulh akdi, isyan tedbirleri, vergi tarhı, suçlu görülen vezirlerin idamı gibi hususlarda olurdu. Hazret-i Ebû Bekr’in halifeliğinden, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar, her meselede, şer’-i şerife göre davranabilmek adına, fetvâ alınmadıkça icraata geçilmemiştir.

Dirâyetli şeyhülislâmlar, icabında hükûmetleri yönlendirmiş; hukuka aykırı gördükleri hallerde fetvâ vermeyerek sert padişahlara bile karşı durabilmiştir. Bu tür fetvâlar, bir nevi anayasa mahkemesi kararı hüviyeti kazanmıştır. Fetvâ bağlayıcı değildir. Buna uymak vicdanî bir meseledir. Dolayısıyla hükûmetin de fetvâ sormak mecburiyeti yoktur. Ama tasarruflarının meşruiyetini amme efkârında göstermek için hep fetvâ alınmıştır.

Hukukî meselesi olanlar, bir müftüye mürâcaat ederek fetvâ sorar. Müftü, günümüzdeki hukuk müşâvirlerinin istişâre beyanına benzer. Müftü, soranın anlattığına göre ve hâline bakarak cevap verir. Mahkemede ise hâkim, iki taraf hazır olmadan ve delillerle ispatlanmadan karar veremez. Fetvânın hükmüne iki taraf da râzı olursa, mesele biter. Osmanlı halkı ihtilâflarını umumiyetle mahkemeye gitmeksizin, müftüden fetvâ sorarak çözmeyi tercih ederdi. Râzı olmazlarsa, mahkemeye gidebilirler ama, bu da ayıp karşılanırdı. Fetvâda, vaziyet lehine görünen taraf, bunu mahkemeye ibrâz edebilir. Kadı da tereddüd ettiği hususlarda müftüden fetvâ sorabilir. Buna uymazsa, temyize gidildiğinde, yüksek mahkeme Divan-ı Hümâyun, kadıya fetvâyı niçin nazara almadığını sorabilir. Bu bakımdan hele şeyhülislâm fetvâsına açıkça aykırı hüküm vermek, kadılar için pek kolay değildir.

 El-Cevab: Olur!

 

Fetvâ, iki kısımdan teşekkül eder. Başta çözülmesi istenen hukukî mesele sual biçiminde yer alır. Altta müftünün cevabı, yani meselenin halli, çok kısa olarak (evet veya hayır; olur veya olmaz şeklinde) yer alır. Önüne Allahü a’lem (Allah en iyisini bilir) kaydı düşülür. Cevabın yanında bunun hangi kitaptan alındığı yazılır. Altında müftünün imzâ ve mührü bulunur. Sol köşede soranın ismi, işi ve memleketi ile tarih yazılır.

Fetvâ, kısa bir dua ile başlar. Bazen tamamlayıcı sual ve cevaplar da yer alır. Fetvâda mesele dâimâ formüle edilir. Klişe ifadeler ve isimler yer alır. Stilize edilmiş fetvâda, meseleyle alâkalı gerçek şahısların yerine, erkekler için Amr, Zeyd, Bekr, Bişr; kadınlar için Hind, Zeyneb, Hadice; gayrimüslimler için de, Nikola, Yani, Mihal, Marya, Matruka gibi isimler geçerdi. İngiltere’de de örnek mahkeme kararlarında, dâvânın tarafları için hep John Doe ve Richard Roe isimleri kullanılır. İ

lk devrin şeyhülislâmları cuma günleri namazdan sonra fetvâ verirdi. Ali Cemâlî Efendi, Zeyrek’teki evinin penceresinden aşağı içine herkesin sualini koyabileceği bir zembil sarkıtıp, cevabını da aynı kağıda yazarak yine bu zembille indirdiği için Zembilli diye tanınmıştır. Zamanla fetvâ işi artmış; şeyhülislâmlar günde ortalama 200 fetvâ verir olmuştur. Ancak rekor, sabah 1412 ve öğleden sonra da 1413 fetvâ ile Ebussuud Efendi‘dedir. Bu işi artık şeyhülislâmlıkta fetvâhâne denen ciddî ve kalabalık bir büro yürütmektedir.

Yeşil Torba - Kırmızı Torba

Şeyhülislamlığın fetvâ verme prosedürü hayli enteresandır. Fetvâ soran kişi müftülüğe gelerek müsevvide derdini anlatır. Müsevvid (müsveddeci), anlatılanları, eski tabirle efrâdını câmi, ağyârını mâni bir şekilde formüle edip fetvâ eminine verir. Şeyhülislâmın yardımcısı olan fetvâ emini, meseleyi muteber kitaplardan bulup şeyhülislâma götürür. Onun da tasvibini aldıktan sonra mübeyyiz fetvâyı beyaza (temize) çeker. Olurlar yeşil; olmazlar kırmızı atlas bir torbaya yerleştirilip, şeyhülislâma arz edilir. Şeyhülislâm cevabı yazıp mühürler. Deftere kaydedilip sorana cüz’î bir ücret mukabilinde verilir. Fetvâ soran, şifahî cevapla da yetinebilir.

Şeyhülislâmlar, verdikleri fetvâları mecmualarda toplamış; bunlardan haylisi basılmıştır. Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetâvâ-yı Alî Efendi; Feyzullah Efendi’nin Fetâvâ-yı Feyziyye, Yenişehirli Abdullah Rûmî Efendi’nin Behcetü’l-Fetâvâ ve Dürrîzâde Mehmed Ârif Efendi’nin Neticetü’l-Fetâvâ adlı eserleri, Fetvâhâne tarafından en muteber tutulan fetvâ kitapları idi. Osmanlı Devleti’nde, şer’î hukukun nasıl tatbik edildiğini yakından görmek, fetvâ mecmualarına ve mahkeme sicillerine mürâcaat ile olur.