ATEŞ İSTİDASI

Osmanlı Devleti’nde bir derdi olan, memurlardan şikayeti bulunan kimse, son çare olarak, Cuma namazına giderken padişaha bir dilekçe verirdi. Burası, son kapı sayılırdı.
24 Aralık 2008 Çarşamba
24.12.2008

Osmanlı padişahlarının her hafta Cuma namazı kılmak maksadıyla câmiye çıkışları, imparatorluk hayatının en debdebeli merasimlerindendi. Adına Cuma Selâmlığı veya Selâmlık Resmi denilen ve her safhası inceden inceye teşrifat kaidelerine bağlanmış olan bu merasimler siyasî cihetten de büyük bir ehemmiyeti haizdi.
Padişah saltanat arabasının içinde, sağlı sollu merasim bölüklerine mensup askerlerin arasından câmiye gider, bu arada halk sokaklara dökülmüş bir halde,  “zamanın bu en haşmetli hükümdarını” dünya gözüyle görmeye çalışırdı. Sadece halk için değil, o anda ülkede bulunan ecnebiler için de görülmeye değer bir hâdise idi.

O arada padişahtan bir talebi olanlar da meydanda birikirdi. Bu sebeple Cuma Selâmlığı Osmanlı tarihinin gölgede kalmış en mühim sahnelerinden biridir. Padişahın hayatta ve ayakta olduğunu gösteren en ehemmiyetli gövde gösterisidir.

Ateş gibi yanmak

Padişah Cuma namazını kılıp da dışarı çıktığında halkın ellerindeki istidalar, sır kâtibi adındaki hususi memur tarafından toplanarak padişaha takdim edilirdi.
Bazen bu kalabalığın arka saflarında bulunanlar kendilerinin de şikâyeti olduğunu göstermek için yanmakta olan bir hasır parçasını veya içinde yanan bir paçavra bulunan tasları elleriyle yukarı kaldırırlar, böylece kendilerinin de unutulmamasını memurlara hatırlatırlardı.
Bunlar aynı zamanda şikâyetçinin ateş gibi yandığını sembolize ederdi. Bu usule zamanla “ateş istidası” veya “başa hasır yakma” denildi. Halk arasında memurların gadrine uğradığını düşünenler “ateş istidası veririm” veya “hasır yakarım!” ihtarında bulunurlardı.  
Geçmiş devirde, mahkemede gadre uğradığı kanaatine varan bir Osmanlı hanımının söylediği manzumedeki şu mısralar dikkat çekicidir:
“Yakayım başıma bir eski hasır,
İşte kadı, işte divan-ı vezir.”

Şair Azmizade Haletî demiş ki:
Od yanar başımda gamdan sabra takat kalmadı
Bûriyâlar yakmağa ol şaha hacet kalmadı.” (Bûriyâ = Hasır)

Yıldız Hamidiyye Câmii'nde Sultan Hamid'in Cuma Selâmlığı

Müşkil-Küşâ

Ateş istidası vermek, Cuma Selâmlığı’na mahsus değildir. Kimi zaman Yalı Köşkü’ne indiğinde, kimi zaman ise Alay Köşkü’nde iken, kısacası padişaha nerede tesadüf edilirse orada ateş istidası verilebilir. Bu âdet Bizanslılar zamanında da vardı. İmparator Ayasofya Kilisesi’ne veya bir başka yere gezmeye giderken idareden ve hâkimlerden her hangi bir şikâyeti olan kimseler imparatora bunu arzedebilirlerdi.
Osmanlılar zamanında, memurlardan şikâyeti olanlar yahut haksızlığa uğradığını düşünenler veya mahkemelerin verdiği hükümden tatmin olmayanlar, hatta herhangi talep sahipleri, önce valiye gider. Burada bir netice alamazsa İstanbul’daki Divan-ı Hümayun’a müracaat eder.

Buradan da bir netice çıkmazsa, en nihayet padişaha müracaat eder. Bütün memurlar, aslında onun vekilleri olduğu için, padişah, her problemin halledildiği bir merci olarak görülür. O, sıkıntıda olanların müracaat edeceği son kapıdır, müşkil-küşâdır, müşkülleri çözendir. Padişaha müracaat edip de, meselesi şöyle veya böyle çözülmeyen kimse kalmaz. Bu hususta, kadın-erkek, müslüman-gayrımüslim, hür-köle arasında fark gözetilmez.

Son kapı

Verilen istidalar padişah tarafından tetkik edildikten sonra gereği yapılmak ve neticesi kendisine arzedilmek üzere alâkalı mercilere havale olunurdu. Umumiyetle bu istidalar veziriazama gönderilir ve ardı takip edilirdi. Osmanlı arşivleri, böyle arzıhaller ve bunlara dair yazılan fermanlarla doludur.

1648 yılında yedi tane İngiliz ticaret kalyonu, İstanbul’a mal getirmişlerdi. İki memleket arasındaki ticaret anlaşmasına göre bunlardan % 3 gümrük vergisi alınması icap ederken, yanlışlıkla mükerrer vergi, yani % 6 gümrük vergisi alınmıştı. Ayrıca malların bedeli olan 15.000 kuruş da henüz ödenmemişti.

Gemi sahipleri nereye gittilerse, netice alamadılar. Bu defa ne yapacaklarını bilemediler. İstanbul’daki İngiliz sefiri Şövalye Thomas Bendysh kendilerine bir yol gösterdi. Kalyonlar, Galata önünde deniz ortasında beyaz bayrak çekti. Bütün mürettebatı güverte üzerine dizildi. Başlarına birer bakraç içindeki zifti yakıp bağrışmaya başladılar.

Hâdise Topkapı Sarayı’ndan görüldü. Derhal gemilere adam yollanıp dertlerinin ne olduğu soruldu. Zamanın padişahı Sultan İbrahim, Çavuşbaşı İbrahim Ağa’yı Sadrazam Hezarpâre Ahmed Paşa’ya göndererek haksızlığı düzelttirdi.

 

Saltanat kayığı ile Cuma selâmlığına çıkan padişahı görmek üzere sokaklara dökülmüş halk

Son selamlık, son istida

Her şeyden haberdar olmaya verdiği ehemmiyetten olsa gerek, Sultan II. Abdülhamid, bu âdeti çok ciddiye alırdı. Cuma Selamlığı’nda halk elindeki istidayı gösterirdi. Üniformalı ve çantalı bir memur bunları toplayıp padişaha arzederdi. Padişah, bu istidaların tetkiki için Gazi Osman Paşa’yı vazifelendirmişti. Ayrıca kendisine sarayda geniş bir daire tahsis etmişti.
Padişaha istida verme usulü, halifeliğin kaldırıldığı tarihe kadar devam etti. Sonra tarihe karıştı. Bugün halkın cumhurbaşkanlığına ve meclise dilekçe vermesi de bu âdetin bir devamı sayılabilir.
Osmanlı tarihinde son selamlık merasimi 29 Şubat 1924 tarihinde oldu. Münevver Ayaşlı anlatıyor: “Son Halife Abdülmecid Efendi’nin Dolmabahçe Câmii’ne gidişini gördüm. Birkaç şehzâde, birkaç gazeteci ve meraklı aşağı yukarı 30 kişi kadar bir kalabalık toplanmıştı. Bu sahnenin faciasını hiçbir klasik edip, hatta meşhur Şekspir bile yazamaz ve sahneye koyamaz.
Halifenin yüz ifadesini unutamam. Hazin, metin ve küskün... Herkes şaşkın ve işin vahametini daha anlamış değiller… Herkeste bu, hiçbir zaman hakikat olmayacak gibi garip bir kanaat var. Fakat bu dramın zirvesi ve en patetik tarafı, hiçbir şeyden habersiz halktan yaşlı bir hanımın, âdet olduğu üzere Halife’nin arabasına arzuhal atması oldu. Yani bugünki tabirle milletten bir kadın, Halife’ye bir dilekçe verdi. O Halife’ye ki, bütün hakları elinden alınmıştı. Hatta vatandaşlık hakkı bile!”
3 gün sonra Halife ve bütün Osmanlı hanedanı, Ankara hükümeti tarafından vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürgün edildi.