VAKTİYLE SAKALSIZLARI ADAMDAN SAYMAZLARDI

Bir asır öncesine kadar memur ve zâbitler dışında herkes sakallıydı. Bunlardan da yüksek rütbede olanları mutlaka sakal koyuverirdi. Kırkını geçip de sakal bırakmayana rastlanmazdı.
25 Ağustos 2010 Çarşamba
25.08.2010



Bundan yüz sene evvel kimsenin aklına bir zaman gelip erkeklerin neredeyse tamamının matruş bir suratla gezeceği gelmezdi. Erkekler çıkmaya başladığı andan itibaren sakal bırakır, hiç kesmezdi. Sakal bırakmayanlar ayıplanır; hatta alaya alınırdı. Sakal Müslümanlar için sünnet olmakla beraber, hemen herkes sakal bırakırdı. Resmî sicillere vergi ve askerlik mükellefi olmak itibariyle erkekler yazılır; onlar için de sakallı veya şâb-ı emred (tüysüz genç) diye kayıt düşülürdü.

Sakalını elimize alırız

Yavuz Sultan Selim ve Sultan Vahideddin dışında bütün padişahlar sakallıdır. Rivayete göre Yavuz Sultan Selim tahta çıktığında vezirler bu zorlu padişahla ne yapacaklarını düşünmüş. Malum Sultan II. Bayezid mülâyim bir padişah idi. Sonra “Babası gibi onun da sakalını elimize alırız” demişler. Sultan Selim bu sözü işitince sakal bırakmamış.

Benzeri, Sultan Vahideddin için de anlatılır. O da ağabeyi Sultan Reşad’a benzeyip İttihatçıları sevindirmemek için sakal bırakmamıştı. Sultan Selim de son zamanlarına ait bir minyatürde sakallı gözüküyor. Belki de sakalsız olduğu doğru değildir.

Son zamanlarda damatlar da sakal bırakmazmış. Hatta arzusu hilafına bir sultan ile evlendirileceğini işiten Muhtar Bey, sakal koyuvermişti. Yeniçerilerin sakal bırakmadığı söyleniyorsa da, pek muhtemel değildir. 

Sultan Hamid devrinde sakal bir itibar ve terfi vesilesi iken, son devirde sakalsız sadrazamlar ile vardır. Talat Paşa, İzzet Paşa, Salih Paşa, Ferid Paşa sakalsızdır. Hadım sadrazamlar sayılmazsa galiba yegâne sakalsız sadrazamlar onlardır.

Sultan Mahmud zamanında, Mekkizade’nin şeyhülislâmlığı mevzubahis olduğunda, ‘hiç değilse sakalına birkaç ak kıl düşse’ demişler; liyakatin aksakalda olmadığını bilen Mekkizade, sakalını tütsületip birkaç kılını ağartarak bu makama oturur. Galib Kemali Bey, 1900’de Bükreş sefareti başkâtipliğine sakal bırakmadan kavuşamamıştı.

Meşhur muharrir Ahmet Râsim Bey 1892 senesinde Manastır’da bekâr bir memurken “Rasim Efendi, artık ricalden oldunuz. Sakal bırakmanız icab eder” demişler; o da sakal bırakmıştı. Aynaya bakıp kendisini 10 yaş yaşlı görünce “Benimle kim evlenir?” diye telaşlanmış. Vâli Rıza Paşa’ya dert yanmış. O da “Kes be çocuk!” diye izin verince kesmiş. Bu sefer padişaha şikâyet etmişler. Yaşını başını almış herkesin sakallı olduğu bir zamanda, sakal bırakıp da kesmek çok mânâlara gelirdi. Jurnalden bir şey çıkmamış olacak ki Râsim Bey bu hâliyle evlenebilmiştir. Şair Şinasi saçkıran olup sakalını kestirince, Sadrâzam Âli Paşa bunu bahane edip kendisini azletmişti.

Aşk-ı Memnu muharriri Hâlid Ziya Bey, İttihatçılar tarafından Sultan Reşad‘a başkâtip tayin olunmuştu. Sultan Reşad, bembeyaz sakalı ile güzel bir simaya sahipti. Etrafındakilerin de sakallı olmasını arzu ederdi. Hâlid Ziya Bey’e birkaç defa ima etmişse de dinletememişti. Bir Cuma selâmlığı sonrası binek taşında imam efendiye dönüp “Hâlid Ziya Beyin sakal duasını yapıverelim” dedi. Bu emrivâki üzerine Hâlid Ziya Bey sakal bırakmak mecburiyetinde kaldı. Sünnette bir yeri olmamakla beraber, bir sünnetin ifâsına delâlet ettiği için halk arasında sakal bırakanlar bir meclis tertipleyip, sakal duası yaptırır; ayrıca eşe-dosta yemek verir veya şerbet ikram ederdi. Duası yapılmamış sakala, dudak bükülür ve gazil diye hafife alınırdı.

Sakala dair nice tabirler vardır: “Sakalı ele vermek” veya “Sakalı kaptırmak”; “Sakalından kıl koparmak”; “Sakalından utan!”; “Sakalım yok ki sözüm dinlensin!”; “Aslanın yelesi, erkeğin sakalı!” gibi. Eskiden haysiyetten düşürmek için kabahatlilerin sakalını tıraş ederlerdi.

II. Meşrutiyet’ten sonra sakala rağbet azaldı. Bıyık hükmünü muhafaza etmekle beraber, bilhassa gençlerde sakallı kalmadı. Yeni devirde sakala hiç itibar edilmez oldu. Sakallılar, gerici görülüp aşağılandı. 1960’lardan sonra çıkan hippi modası sayesinde gençler sakala rağbet etti. Şimdi erkeklerde, üşengeçlik alameti birkaç günlük sakala çok rastlanıyor. 

OLGUNLUK ALÂMETİ Mİ, YAŞLILIK MI?

Sakalın ağarması bazıları için olgunluk alâmeti olarak görülüp memnuniyetle karşılanır; bazıları için de yaşlılığa delâlet ettiği için üzüntü vesilesi olurdu. Bunlar sakalını boyardı. Dindarca olanlar sakalını yağlar, güzel kokular sürerdi. Abdest alırken yıkandığı için, umumiyetle eskilerin bıyığı da, sakalı da temiz olurdu. Kılları zedelemeden, koparmadan bu erkeklik alâmetine intizam verilirdi. Tarakçılık da fevkalâde itibarlı bir sanattı. Damada verilen düğün dürüsünde mutlaka sanatlıca imal edilmiş sakal-bıyık tarağı olurdu.

Sakal diğer cemiyetlerde de yaygındı. 18. asırdan itibaren Avrupa’da erkekler arasında sakal kesme moda oldu. Yine de Avrupa krallarının, soylularının çoğu sakallıydı. Meselâ Kraliçe Elizabeth’in 1936’da ölen dedesi V. George sakallıydı.

Şark Hıristiyanları arasında bu âdet devam etti. Ortodoks papazları ve Yahudi hahamları sakalsız olamaz. Türklerin deli dediğimiz Rus Çarı Piyotr sakal yasağı getirmişti de, en evvel “Sakal-bıyık Allah’ın erkeğe hediyesidir” diyerek oğlu karşı çıkmıştı. Çar çok kızıp oğlunu zindana attırdı. Fikrinden dönmeyen delikanlı kırbaç işkencesi altında öldü. Hayli Rus, sakal kesmemek için vatanını terk etti. Hatta bir grup Osmanlılara sığındı. Hükümet onlara Manyas’ta yer verdi. Asırlarca burada yaşadılar da birkaç sene evvel Rusya’ya döndüler. 

SAKALIN DA ÇEŞİDİ VAR

Sakalı güzel olmak bir iftihar vesilesiydi. Seyrek sakallılar mahçup gezerdi. Herkesin fizikî hususiyeti değişik olduğundan, bıyık gibi, sakalın da çeşitleri vardı. Keçi sakal, teke sakal; çember sakal, top sakal, torba sakal, değirmi sakal, tahta sakal, köse sakal, kaba sakal, didon sakal, Bektaşî sakalı, helvacı sakalı, bedevi sakalı, süpürge sakal, kıvırcık sakal, çatal sakal, yanak sakalı, Mormon sakalı, bıyıksız Nordik sakalı, Garibaldi sakalı…

Osmanlılarda en çok rastlanan iki sakal türü vardır. Top sakal, yüzü karpuz gibi çevreleyen sakaldır. Daha kabasına çember sakal denir. Sultan Mecid ve Sultan Aziz devri ricalinden Mütercim Rüşdi Paşa, Giritli Mustafa Naili Paşa, Yusuf Kâmil Paşa, Ziya Paşa, Ahmed Vefik Paşa, hatta Cemal Paşa hep top sakallıdır. Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Hamid’in sadrazamları İbrahim Edhem Paşa, Cevad Paşa ve Tunuslu Hayreddin Paşa, Muallim Naci çember sakala misaldir.

Yüzü hafifçe sardığı için yüz örten denilen sakal türüne, sadrazam Fuad Paşa ile Said Halim Paşalar ile bestekâr Rahmi Bey verilebilir. Buna hilâlî sakal da denir. Gür ve muntazam sakalına çok iyi baktığı bilinen Sultan Mahmud’un iki oğlu Sultan Mecid hilâlî, Sultan Aziz de hafif sivri düz sakal bırakmıştı. Sultan Hamid ve Sultan Reşad top sakal bırakmış; Sultan Reşad üstüne üstlük pos bıyık bırakmıştı. Sultan Hamid, sakalını boyardı ki, dinen makbul görülmüştür.

Göğüse kadar uzanan sakala, biraz alaylı, tahtasakal veya makas değmez denirdi. Sakalın dudağın alt ucundan bir kabza (tutam) bırakılması sünnet olduğundan, bundan uzun veya kısa sakal tasvip edilmezdi. Meşhur fıkradır: Birisi kitap okurken “sakalın bir tutamdan uzun olması ahmaklık alâmetidir” diye okumuş. Kendi sakalını tutup uzun görünce, ucunu muma tutmuş. Sakalı tutuşup, yüzü gözü yanmış. Sonra kitaptaki bu cümlenin kenarına “tecrübe ile sabittir” diye yazmış. Gazi Edhem ve Serasker Rıza Paşa’nın sakalı böyleydi. Sultan Vahideddin böyle sakala helvacı sakalı dermiş.

Sultan Hamid’in yaveri Çerkes Mehmed Paşa, kabasakal unvanıyla anılırdı. Sultan Hamid’e dair herşeye derin bir nefret duyan Şair Akif, “ocak süpürgesi şeklinde bir sakal!” diyerek Paşa’yı alaya alır. Seyrek sakala, halk arasında maydonoz tarlası; sadece çene ucundaki uzun sakala keçi sakal; saçı sakalına karışanlarınkine ise ayna sakal denirdi.

Sultan Hamid sadrazamı Avlonyalı Ferid Paşa, Trablus’u kaybeden sadrazam Hakkı Paşa, şair Abdülhak Hamid, Meclis-i Mebusan reisi Ahmed Rıza sivri sakallıdır.  Suikastle öldürülen sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın dört köşeli tuğla sakalı vardı. Levantenler (Osmanlı memleketine yerleşmiş Avrupalılar) arasında çatal sakal yaygındır. 

Sakalın, çene ucuna doğru uzayanına didon denirdi. İbrahim Sârım Paşa, hatta bir ara Âli Paşa’dan başka, hukuk profesörü Ebulûlâ Mardin, felsefeci Mehmed Ali Aynî, şeyh Kenan Rifai böyleydi. Fransızlara ve bunlara benzemeye çalışanlara İstanbullular didon derdi. 1854 Kırım Harbi’nde Fransızlar birbirine dis-donc (azizim) diye hitap ettiği için, bu isim İstanbul lehçesine yâdigar kalmıştır. Fransızlar buna barbiş der. Leyla Hanım’ın şarkısında “Didonun elinde burgu/Hanım didona vuruldu” diye geçer.

Çenede sakal, züppelik olarak görülür ve keçi sakal diye alaya alınırdı. Yakın zamanda da Fevri Ebcioğlu, Bedri Koraman, Erol Simavi gibi bazı gazeteci ve sanatçılar didon sakala rağbet etmiştir. Vehhabîlikte sakal kesmek haram olduğu için, süsüne düşkün Suudi Arabistanlılar şimdi yalnız çenede sakal bırakarak haram işlemediklerini düşünüyorlar.


SAKAL KAVGASI 

Sultan Hamid zamanında sakal hâlâ mühim bir alametti. 1908’den sonra aniden sakal gitti; bıyık kaldı. 1910’larda Enver Paşa’nın modelliğini yaptığı uçları sürgü gibi yukarı doğru kayzer bıyığı moda idi. 1920’lerde badem bıyık, yani Hitler bıyığı tutuldu. Bunda siyasi bir mesaj da vardı. I. Cihan Harbi’nin ikinci yılından itibaren zehirli gaz yayılmıştı. Bundan korunmak için bilhassa askerler, günlerce, aylarca gaz maskeleri kullandı. Bıyıklar uzunsa, gaz maskesinden içeriye gaz sızdığı için, bıyıkların uçları yandan kısaltıldı. Sonradan harbde çok acılar çektiği imajını verebilmek adına badem bıyık muhafaza edildi.

1930’ların Amerikan filmleri sayesinde matruş (sakal ve bıyıksız) surat moda oldu. 1930’ların alameti buydu. Bir kesim, Kemalizm’in altın çağı olan bu yılları hatırlattığı için, bugün de sakal ve bıyığa şiddetle muhaliftir. Bu sebeple 1968’e kadar kibar çevrelerde sakal ve bıyığın izine rastlanmaz. Bu tarihte sakal, siyasi bir sembolik manaya büründü. Devrimci gençler, hippilerden ilhamla dağınık sakal ve bıyık bırakmaya başladı. 1971 darbesinde askerlerin sokakta ve üniversitelerde berber tezgâhı kurup, bu tip gençlerin sakallarını traş ettiği vâkidir. Bu zamana da kadar da bu sakal kavgası pek sona ermiş değildir.

Cumhuriyetin, sakalsızlığı Avrupailik olarak dayatmasına mukabil, köylüler, küçük memurlar ve taşra esnafı sakalını kesti; ama bıyığını muhafaza etti. Böylece sakalsız bıyık, Türk fizyonomisinin alamet-i fârikası oldu. Türklere her cihetten benzeyen komşu Yunan, Ermeni, Gürcü, İranlılarda ilk göze çarpan şey bıyıksız olmalarıdır.