İSVİÇRE NEDEN HİÇ İŞGAL GÖRMEDİ?

Kime sorsanız, “bankalar” diye cevap verir. Ama İsviçre’yi işgalden koruyan tarihî, fizikî ve sosyal sebepler vardır.
30 Eylül 2019 Pazartesi
30.09.2019

 İsviçre’nin, Avrupa’nın ortasındaki bu küçük ama müreffeh ülkenin neden asırlardır onca hengâmeden işgal ve tahrip görmeden sağ çıktığını merak edenler çoktur. Saati, çikolatası, peyniri, çakısı ve en mühimi de milletlerarası bankalarıyla meşhur İsviçre, iki asırdır tarafsız bir memlekettir.

Fiyakasını, önünde kimsenin duramadığı Hitler bile bozamamıştır. Ateş olsa cirmi kadar yer yakacak bu küçücük memleket, asırlar boyu kimsenin kafa tutamadığı,  küçük görmeye yeltenemediği bir memleket olarak kaldı.


Değer mi?

İsviçre’nin asırlardır tarafsız ve sakin yaşamasının sebebi, yalnızca milletlerarası hesaplara sahip bankalar değildir. Bundan evvel tarihî, fizikî ve sosyal sebepler üzerinde durmalıdır. Bir kere İsviçre’nin hiçbir tabiî zenginliği yoktur; yani işgale değmez. Üstelik Avrupa’nın en dağlık arazisine sahiptir. Rakımı yer yer 4000 metreyi bulan dağları aşmak kolay değildir.

Yerli halkı eskiden beri yol kesmekte mahir ve dağlarda mücadele etmeye alışık bir halktır. Muhtemel bir harbde işgalcileri ovada tutup, kendisi dağlara çıkarak müdafaaya girişir. Dağlardan ateş eder, top yağdırır. İkmal yolu kesilse, dağların altında mühimmat depoları vardır. İşgalciler, şehirlere, köylere girene kadar yollarda pusuya uğrar. Girse de şehirleri, köyleri bomboş bulur.

İsviçre hükümeti, bu dağlar arasındaki geçit, tünel ve demiryolu köprüleri her an infilâke hazır tutar. Otoyollarda bile dinamit kuyularının yerini görmek mümkündür. Yol, köprü yapılırken, en kısa ve kolay nasıl infilak edileceği de hesaplanır.

İşgalcilerin yerli hava meydanlarını kullanma ihtimaline karşı, dağların içine tayyareler mevzilendirildiği hava üsleri kurulmuştur. Buraya nereden girilip nereden çıkıldığını ancak İsviçreliler bilir. Bundan dolayı ilk taarruz inisiyatifi de onların elindedir. Düşmanın ani hava baskını ihtimali yoktur.


Evler silah deposu

İsviçreliler, tarihî âdetler ve fizikî şartlar icabı “asker” bir halktır. Her evde silah ve en az 1000 adet mermi vardır. Yarım milyondan fazla silah bulunduğu halde, suç nisbeti yok denecek kadar azdır. Şimdi mermiler, ihtiyaç hâlinde halka dağıtılmak üzere umumi depolarda saklanıyor. Her evde nükleer sığınak bulunur. Resmî binalardakiler sayılacak olursa, 8,5 milyon kişiyi, alabilecek kapasitededir.

İsviçre, Sovyetlerden çok çekinirdi. Bunun için -bizdeki özel harb dairesine benzeyen- P26 ve P27 adı verilen gizli milis teşkilatları kurulmuştu. Soğuk Savaş bitince, parlamentoda bu yeraltı ordularının kime hesap verdiği soruldu. Bilhassa solcular çok üzerine gidince, tahkikat komisyonu kuruldu. Arkasında ABD değil ama, haberleşme sahasına münhasır olmak üzere İngiltere ile zayıf bağlar tesbit edildi.

İsviçre ordusu güçlüdür. Silahları hep Amerikan standardındadır. Alpine denilen bir usulde fevkalade kalifiye birlikleri vardır. Hatta başka devletlerin askerlerine bu hususta hususi ders bile verirler. Ecnebilerin dalga geçtiği bisikletli birliklerle İsviçreliler övünürler. Papa’yı koruyan askerler, üniformalarını Michelangelo’nun planladığı meşhur İsviçreli muhafızlardır.

İsviçreliler Hitler’e karşı dikilemeyeceklerini biliyorlardı. El altından şehirleri bırakıp dağlara çekilerek gerilla muharebeleri yapma tehdidinde bulundular. Mussolini’ye göndereceği mühimmatın geçişine göz yummak mukabilinde işgalden kurtuldular. Aksi halde senelerce uğraşır, o zamana kadar İtalya cephesi çözülebilirdi.

Hiç düşmanı olmayan İsviçre, dünyanın en kalabalık ordularından birini besler. Buna rağmen, Avusturya, Fransa, Almanya ve İtalya arasında sıkışmış bu memleket devamlı teyakkuzdadır.  Askerlik mecburîdir. Şimdi bilhassa gençler “200 sene savaşmamışız; niye milyarlık ordu besliyoruz” diye sorsalar da, 2001’de yapılan bir referandumda, askerliğin kaldırılması teklifi % 77 nispetle reddedilmiştir.

Sır kutusu

Herkesin bir arada sulh içinde yaşadığı İsviçre, Avrupa’da çok rağbet görürdü. Merkezî olmadığı ve kimsenin inancına karışılmadığı için, mesela Protestan Fransızlar gelip Basel’in meşhur kimya fabrikalarını kurdu. İsviçre’nin refahı, biraz da adem-i merkeziyet ve liberalliğinden gelir.

Alp dağları, popüler bir spor ve turizm mekânıdır. İlk keşfedenler de İngilizlerdir. İngiliz zenginler -hep kayak kayacak değil ya- başka milletlerden zenginlerle de bir araya gelir; iş bağlardı. Böylece İsviçre giderek bir finans merkezi oldu.

İsviçre bankacılığının esası, sıkı sır saklama esasına dayanır. Hatta buna aykırı davranan küçük bir memur da olsa para ve hapis cezasıyla karşılaşır. Ekonomi bakanı Mertz, “Bankacılık sırrı çok mühimdir. Kimseye feda edemeyiz. Isırmaya kalkanın dişi kırılır” demiştir.

Bern sefiri (1942-1949) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İsviçrelilerin karakterini, sadelik, doğruluk ve çalışkanlık olarak hülasa ettikten sonra, milli gurur, israf, gösteriş ve şatafat bilmeden yaşadıklarını, bu sebeple eli sıkı bilindiklerini, ama gerçek demokrasinin ne olduğunu da dünyaya öğrettiklerini anlatır ve der ki: “İsviçreli, memleketini kıtanın en küçük, en ehemmiyetsiz memleketlerinden biri telakki ederek her vesile düştükçe, burası ufacık bir yer, ayağımızı yorganımıza göre uzatmak mecburiyetindeyiz, der. Yeraltı mahzenlerinde kim bilir kaç bin ton altın yığınları bulunan milli bankanın müdürü bir gün söz arasında bana, biz ki fukara bir memleketiz, demiş ve yüzüne hayretle baktığını görerek, evet evet, fukara bir memleket. Toprağı dağlık taşlık. Ne madeni ne buğdayı var. Her şeyi dışarıdan satın almak ıztırarındadır (zaruretindedir), sözlerini ilave etmişti. Ama alabiliyorsunuz, her şeyi, her istediğinizi hiç kimseye borçlanmadan alabiliyorsunuz. Bu da bir zenginlik alameti değil midir, sualime de şu cevabı vermişti. Onu da dünyanın bize karşı beslediği emniyete borçluyuz. Kasalarımızın tıklım tıklım altınla doluşu bu manevi faktör sayesindedir. Fakat Alman mevduatını Amerika’nın siyasi baskısıyla müttefiklere teslim ettiğimiz günden beri korkarım ki yegâne varlığımızı teşkil eden bu sermaye terakümü (birikimi) de suyunu çekmeye başlamasın.” (Zoraki Diplomat)

Yakup Kadri, İsviçre’nin işgale uğramamasının sebebini şunlara bağlıyor: 1-Alman erkân-ı harbiyesindeki fikir ihtilafları. Çünki İsviçre’nin topografik zorlukları ve ordusunun teknik mükemmeliyeti, bir gerilla harbi demektir. 2-Başta Göring olmak üzere Alman ileri gelenlerinin altınları, antikaları ve kıymetli tablolarının İsviçre bankalarının kasasında olması. 3-Alman hava kuvvetlerinin İsviçre précision aletleriyle Ren havzası fabrikalarının İsviçre elektriğine muhtaç olması.

İsviçre, bankalarında kalan II. Cihan Harbi mağdurlarının paralarını ödemekte isteksiz davrandı. Bunların da baskısıyla ABD, vatandaşlarının vergi kaçırmasına yardımcı olmakla suçladığı meşhur İsviçre bankası UBS aleyhine dava açtı. Bunun üzerine çok kimse akıbetinden korkarak paralarını çekti. Banka yan yattı; hükümet elinden tutmasa batacaktı.

Bunun üzerine İsviçre, ABD ile pazarlık yapmak zorunda kaldı. Arkasından Avrupa Birliği aynı mevzuda baskı yapmaya başladı. İsviçre direndi. Ticaretinin üçte birini yaptığı AB gümrükleri kapattı. İsviçre dize geldi. Şimdi İsviçre’nin bankacılık sırrı ABD ve AB’ye sökmüyor. Yalnız Afrika’da, Asya’da gariban ülkelerin diktatörlerinin karanlık paraların yattığı hesaplar, bu prensibin koruması altındadır.

Biz karar verdik

Bizim İsviçre dediğimiz Helvetia mıntıkasında yaşayan Kelt kabileleri, Milattan Evvel 58 yılında Iulius Caesar’a yenilip, 5 asır boyunca Roma hâkimiyetinde yaşadı. Buraya MS V. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığı kabul etmiş Germen kabileleri yerleşti. XI. asırda kanton adıyla feodal devletler hâline geldi. XIII. asırda da Avusturya hâkimiyetine girdi. Alman birliği parçalanınca, İsviçreli savaşçı köylülerle birkaç şehir arasında bir birlik kuruldu. Kendilerine Eidgenossen (Müttefikler) dediler.

1291’de üç kantonun birleşerek Habsburglara karşı kurduğu bu ittifaktan İsviçre Konfederasyonu doğdu. Adını birleşen kantonların en büyüğü olan Schwyz’den alır. XIV. asırda Luzern, Zürich, Glaruszug ve Bern, ilk kurulan üç kantonla birleştiler. 1481’de birliğe Fribourg, Solothurn, 1501’de Basel, 1513’de Appenzell katıldı.

Askerî gücünü geliştiren İsviçre, tarafsızlık politikası takip etti. 1648’de Vestfalya Kongresi ile İsviçre’nin istiklâli resmen kabul edildi. Fransızlar 1798’de memleketi işgal etti. Napoléon kantonları birleştirerek bir federasyon hâline getirip Helvetia Cumhuriyeti’ni kurdu. Napoléon’un yenilmesinden sonra kantonlar birliği bozulmadı. İsviçreliler, “biz deklare ettik”; Avrupa büyükleri “biz karar verdik” dese de, 1815 Viyana Kongresi’nde İsviçre’nin tarafsızlığı kabul edildi.

1847’de iç savaş patlak verdi. Bazı kantonlar bir konfederasyon kurulmasını istiyor; bazıları ise değişikliğe gerek görmüyordu. Yapılan muharebeleri konfederasyon tarafdarları kazandı ve 1848’de İsviçre Konfederasyonu kuruldu. Konfederasyon, zayıf bağlarla bağlı devletler birliği demektir. Federasyonda bu bağlar daha sıkıdır. İsviçre, bu sistemin bugün dünyadaki tek numunesidir. I. ve II. Cihan Harbi’nde de tarafsızlığını koruyan İsviçre, herhangi bir bloka bağlanmadı. Ama hep liberal blok ve ABD yanında yer aldı. Ama AB azası bile değildir.

Resmi adı Confoederatio Helvetica olduğu için, CH milletlerarası kodudur. Başşehri ve devlet reisi yoktur. Bern, fiilen başşehir muamelesi görür; 7 azalık bir konsey sırayla bu işi üstlenmiştir. Dünyada sadece İsviçre ve Vatikan’ın bayrağı karedir.

8,5 milyonluk nüfus, Alman (%64), Fransız (%19), İtalyan (%8) ve Romendir (%1); gerisi yabancıdır. 4 resmî dil vardır. Doğrudan demokrasinin işlediği tek ülkedir. Herhangi bir vatandaş 100 bin imza toplayarak anayasa değişikliği teklif edebilir; kanuna karşı dava açabilir; bazı kararlar halkın reyine sunulur. Meclis hükümeti denilen bu demokrasi, bizde 1920 meclisinde tatbik edilmişti.