OSMANLI DEVLETİ KURULUŞUNDA DA EHL-İ SÜNNETTİ

Osmanlı Devleti’nin başta Şii olduğu; Yavuz Sultan Selim’in halifeliği almasından sonra siyaset icabı koyu bir Sünniliğe büründüğüne dair bazı müfrit sözler işitiliyor.
2 Aralık 2019 Pazartesi
2.12.2019

OSMANLI DEVLETİ KURULUŞUNDA DA EHL-İ SÜNNETTİ

Osmanlı Devleti’nin başta Şii olduğu; Yavuz Sultan Selim’in halifeliği almasından sonra siyaset icabı koyu bir Sünniliğe büründüğüne dair bazı müfrit sözler işitiliyor.

Bir zamandır Osmanlı Devleti’nin başta Şii olduğu; Yavuz Sultan Selim’in halifeliği almasından sonra siyaset icabı koyu bir Sünniliğe büründüğüne dair bazı müfrit politikacıların, hatta tarihçilerin beyanlarına rastlanıyor.

“Evvel yoğidi bu rivayet yeni çıktı” fehvasınca bu iddianın ne maksada hizmet ettiği bir tarafta dursun; kuruluş gayesi ve yıkılışına kadar biricik emelinin, ehl-i sünnete hizmet ve bu itikadın muhafazası olduğu herkesçe müsellem bulunan Osmanlılar hakkında bu ithamın ne kadar garip düşeceği izahtan uzak değildir.

Yeniçerilik-Bektaşilik

Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda Hacı Bektaş Veli’nin rolüne dair rivayetler bu iddianın başlıca mesnedidir. İkisi arasında bir irtibat olamaz. Bir kere Hacı Bektaş Veli, 1271 senesinde vefat etmiştir. Yeniçeri ocağı Orhan Gazi’nin son veya Sultan I. Murad’ın ilk zamanlarında kurulmuştur.

Kanun-ı Yeniçeriyan’da, acemi oğlanı toplanmasına dair kanunun, Hacı Bektaş evlatlarından Timurtaş Dede ve vezir Bektaş Paşa’nın reyiyle yapıldığı ifadesi, bu yanlış rivayete yol açmış olsa gerektir. Mamafih Osmanlı hükümeti, şan, şeref, toprak, ganimet ve esir değil; i’lâ-i kelimetullah, yani Allah’ın adını yeryüzüne yaymak mukaddes misyonunu daima hatırlatmak üzere, ocakta tasavvuf kültürünün hâkimiyetini hedeflemiş; bir tarikat şeyhi, ocakta hizmet etmiştir.


Hacı Bektaş Veli

Eserlerinden ve mensuplarının yazdığı menakıbnamelerden anladığımıza göre Hacı Bektaş Veli’nin Şiilikle hiç alakası yoktur. Bugünki Alevilerin kendisini ve müridlerini sahiplenmesi bu hakikati değiştirmez. Ahmed Yesevi halifelerinden Lokman Parende talebesidir. Geyikli Baba, Dôlu Baba, Postinpuş Veli gibi bu devirde yaşamış evliya da Bektaşi bile olsalar ehl-i sünnettir.

Başka bazı tarikatler gibi, Bektaşilik de zamanla Hurufilerin ve Safevi dâîlerinin propagandalarıyla Şii tesirine girerek tefessüh etmiştir. Bu da, her Bektaşi tekkesi için söylenemez. Mamafih bu tefessüh yeniçeri ocağına da tesir etmiştir. Başta Sünni itikadın hamisi olarak kurulan ocak, bilhassa XVIII. asırdan itibaren bu karakterini kaybetmiştir.

Bugün de olduğu gibi, bazı müridlerin taşkınlıkları veya cahillikleri, mensup oldukları tarikate mal edilemez. Nitekim Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya’da diyor ki: “Bir nehir ne kadar saf olsa, çerçöp de beraber akıp gelir. Anadolu’ya gelen ulema ve evliya arasına giren işsiz güçsüz serseri takımı, derviş kılığına girerek ve tasavvuf ıstılahlarını suiistimal ederek halkın fikrini bozmaya çalıştıysa da, daha Orhan Gazi zamanında hususi memurlar tayin edilerek medrese ve tekkeler daima teftiş edildi; bu gibiler memleketten çıkarıldı.” Türk İslâmı sloganı altında din telakkisini değiştirmek ve dinde reform yapmak isteyenlerin bu iddialara bel bağladığı pek bellidir.

Şeyh Edebali

Şeyh Edebali, Karaman’da Hanefi fakihi Necmeddin Zâhidî’den, ayrıca Şam’da Sadreddin Süleyman bin Ebu’l-İzz ile Cemaleddin Hasîrî gibi zamanın öne gelen Sünni ulemasından yetişti. Ayrıca Vefaiyye tarikatinden feyz aldı. Osman Gazi’nin hocası, kayınpederi ve devletin ilk müftüsüdür. Şeyh Edebali’nin aslında Şii olduğu sözüne ancak la havle denir.

Vefaiye tarikatinin kurucusu Ebu’l-Vefa Harezmî adında 1107 tarihinde Bağdad’da vefat etmiş bir ehl-i sünnet âlimidir. Irak, Suriye ve Anadolu’da yayılmış; bazı Türkmen aşiretleri arasında da rağbet görmüştür.  Vefai halifelerinden Ebu’l-Beka Baba İlyas, XIII. asırda Horasan’dan Anadolu’ya gelip Amasya’ya yerleşmiş; Anadolu halkı arasında güçlü bir otorite kurmuştu.

Karamanlı veya Kefersudlu (Malatyalı) bir Rum çocuğu olan müridlerinden Baba İshak, Selçuklu Devleti’ne karşı eski Rum topraklarında müstakil bir idare kurma sevdasına kapıldı. Hocası Baba İlyas’ın adını kullanarak, hatta onu Baba Resul adıyla bir mehdi gibi tanıtıp, saf halkı ve Rumları aldatarak Güney Anadolu’da isyan bayrağını çekti.

Baba İlyas, sözde talebesine haber gönderip nasihat ettiyse de dinletemedi. Bu sefer yenilmesi için bedduada bulundu. Baba İshak, Selçuklu hükümet kuvvetlerine yenilip öldürüldü. Babai isyanı diye bilinir. Ancak isyanla alâkası olmadığı halde Baba İlyas da suçlu pozisyonuna düşerek tevkif edildi. Amasya Kalesi’ne kapatıldı. Ardından da idam olundu.

Nitekim torunu tarihçi Aşıkpaşazade böyle anlatıyor. Babai adında bir tarikat olmadığı gibi Baba İlyas da bazı modern eserlerde tanıtıldığı gibi bir Rafızi dedesi değildir. Şu halde, yüz sene evvel cereyan etmiş Babai hadisesinden dolayı Şeyh Edebali’nin de Şii mi olması icab eder?

Bilecik'te Şeyh Edebali Külliyesi

Fakihler

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda rol oynayanlar sadece Horasan erenleri denilen Yesevi dervişleri değildir. Şeyh Edebali başta olmak üzere, fakihlerin, yani fıkıh âlimlerin rolü azımsanamayacak derecededir. Dursun Fakih, Edebali’nin damadı ve Osman Gazi’nin bacanağıdır. Devletin ikinci müftüsü ve ilk kadısıdır.

İshak Fakih, Osman Yahşi Fakih, Molla Taceddin Kürdî, Molla Davud Kayserî, Molla Hattab Karahisarî, Cendereli Molla Kara Halil gibi nice Sünni ulema, devletin hamuruna maya çalmıştır. Bunlar Mısır, Şam, Karaman, Konya, Niğde, Bayburt, Diyarbekir, Kayseri ve diğer Sünni beldelerde okuyup yetişmiştir. Orhan Gazi, İznik’te ilk Osmanlı medresesini kurarak Davud Kayserî’yi müderris tayin etmiştir.

Üç sınıf

Selçuklu ve Osmanlı devrinde halkın sosyolojik karakteri yerleşik, yarı göçebe ve göçebe olmak üzere üç sınıftı. Şehir ve köylerde yerleşen Türkmenler ile yarı göçebeler sağlam bir Sünni inanç ve amel sistemine bağlıydı. Türklerin İslâmiyete girişi 700’lerde başlamış; X. asırda neredeyse tamamlanmıştı. Safeviliğin zuhuruna kadar Şiilikle hiçbir sosyal temasları olmamıştı.

Bilakis Selçuklulardan itibaren Abbasi halifesini esir eden Büveyhiler başta olmak Şii fırkalarıyla mücadele etmiş; bu da Türklüğü, ehl-i sünnetin tabii müdafii mevkiine oturtmuştur. Artık bu pozisyonuyla tanınmış bir topluluğu temsil eden Osmanlılar için, “Başta Şii idiler, sonra siyaset icabı Sünnileştiler” demek, trajikomik bir iddiadır.

Ancak henüz yerleşik hayata geçmemiş göçebeler, sosyal şartlar itibariyle dinî bilgiden mahrum oldukları için, bunlar arasında eskiden kalma bazı dini inanç ve an’aneler devam ettiği gibi; İran ajanlarının propagandalarına inanmaları da kolay olmuştur. Sosyal ve siyasi hayatta hiçbir rolü bulunmayan bu toplulukları, Osmanlı cemiyetinin esası kabul etmek çok yanlıştır.

3 Osman, 2 Muaviye

Osmanlı Devleti ismini kurucusu olan Osman Gazi’den almıştır. Osman, Şiilerin asla koymadığı bir isimdir. Bunu iddia sahipleri de bildiği için, bu ismin aslında Otman olduğu, sonradan Osman’a dönüştürüldüğünü söylüyor; Avrupalıların Ottoman dediğini delil gösteriyor. Ancak Osman Gazi’nin gerekse Orhan Gazi’nin bugün elimizde olan paralarında Osman ismi açıkça görülüyor. Kaldı ki 4. ve 8. padişahların isminin Bayezid olmasına ne denir? Bayezid, Ebu Yezid’den gelir ve Hazret-i Muaviye’yi ifade eder.

Ehl-i sünnet harici teşekküllerle sadece Sultan Selim’den itibaren mücadele edilmiş değildir. Börklüceli ve Torlak isyanları, Çelebi Sultan Mehmed devrinde bastırılmıştır. Gulat-ı Şia’dan (Şiiliğin aşırı kollarından) olan ve Kur’an-ı kerimin, harfler vasıtasıyla öğrenilen bir bâtınî manası olduğuna inanan Hurufiler, Fatih Sultan Mehmed tarafından tesirsiz hâle getirilmiştir. Eğer devletin ilk zamanlarında bunlar hâkim idiyse, nasıl oluyor da hükümet bunlarla mücadele ediyor, hele Yavuz Sultan Selim zamanında nasıl birden devletin topyekün siyaseti hâline geliyor, doğrusu söz götürür.