AYASOFYA, ARTIK MÜZE DEĞİL!

Tarihi eserleri ayakta tutmak bir insanlık borcu olduğu gibi; hukukun özünü teşkil eden mülkiyet hakkına hürmet de medeniyetin icabıdır.
13 Temmuz 2020 Pazartesi
13.07.2020

Kimi müze olarak kalsın dedi. Kimi inkılaptan evvelki hâline bakarak cami; kimi de yapılışını nazara alarak kilise olsun dedi. Kimi güya orta bir yol bularak, yarısının cami, yarısının kilise olmasını teklif etti. Belki içinden sanat galerisine dönüştürülmesini, hatta yıkılıp yerine otopark yapılmasını bile geçirenler oldu.

Nihayet Danıştay, 5 asırlık Ayasofya Câmii’ni ibadete kapatıp müzeye dönüştüren 1934 tarihli bakanlar kurulu kararını iptal etti. Böylece 70 senedir devam eden, açılırdı açılamazdı düelloları nihayet bularak koca mabede tekrar cami olma yolu gözüktü.

İşi sağlama almak

Danıştay, 2016 senesinde buna benzer talebi reddetmişti. Bu talebin mesnedi, camiyi müzeye dönüştüren 1934 tarihli bakanlar kurulu kararının altındaki reisicumhurun imzasının sahteliği, dolayısıyla kararın hükümsüzlüğü üzerine kurulmuştu. Evet, reisicumhurun imzası, garip bir şekilde atılmıştı. Ama o devirde Gazi’den habersiz hiçbir şey olamayacağı gibi; fiilî vaziyetin devamı da bu rızayı göstermektedir.

Bu sefer kararın hukuka aykırılığına istinaden dava açılmış; Danıştay da bunu kabul etmiştir. Esasen hükümet, bir kararname ile Ayasofya’yı açabilirdi. Çünki bir idari tasarruf, aynı derecede başka bir idari tasarrufla geri alınabilir. O zamanki bakanlar kurulu kararnamesi yerine, şimdi cumhurbaşkanlığı kararnamesi geçmiştir. Ama hükümet bu yolu tercih etmedi. Zira ileride bu kararnamenin de iptal mevzuu yapılacağından çekinip, işi Danıştay’a havale ederek sağlama almak istedi.


Ayasofyanın cami olduğu günler

Politik manevralar

Tarihi eserleri ayakta tutmak, gelecek nesillere sağlam bir şekilde aktarmak bir insanlık borcu olduğu gibi; insan haklarına, bilhassa hukukun özünü teşkil eden mülkiyet hakkına hürmet de medeniyetin icabıdır.

Olup bitenlerin arkasında politik hesapların olup olmaması da esasında pek bir ehemmiyet taşımıyor. Mühim olan, her ne niyetle olursa olsun, haksızlığın telafisi ve normal olanın icrasıdır. Hüküm, neticeye göre verilir; herkes niyetine kavuşur.

Böylece amme efkârında yıllardır devam eden kör döğüşü ve hükümetlerin her seçim evvelinde müracaat ettiği politik manevralar sona ermiştir. Yunanistan’da sinema, Bulgaristan’da gazino yapılan Osmanlı camilerinin hakkını aramadan evvel, kendi sınırları içindeki bu tip yanlışların düzeltilmesi icap ediyordu.

Siyasi hesaplaşma?

Ayasofya’nın aslına iadesini, inkılaplarla bir hesaplaşma olarak görmek de doğru değildir. Tarihte ihtilallerin ilk hızıyla bazı haksız işler yapılabilir. İhtilalin hukuku başkadır. Ama zamanla ortalık normale dönmelidir. Fransız ihtilalinin taşkınlığını, birkaç sene sonra başa gelen Napolyon dizginlemiş; Rus ihtilalinin aşırılıklarını, 70 sene sonra Gorbaçov ve Yeltsin silmeye çalışmıştır. Aksini müdafaa etmek, 20’lerin 30’ların karanlık hayaliyle yaşamaya çalışmak demektir.

Fakültede dersime giren yaşlı bir idare hukuku hocasının iddia ettiği gibi, cumhuriyet hukukunun yerine Osmanlı hukuku geçmiş değildir. İnsan hakları, ezcümle mülkiyet hakkı, hukuk sistemlerinin üzerindedir ve zamanaşımına uğramaz. Bir ülke işgal edildiğinde, yeni efendiler tepeden tırnağa bütün sistemi değiştirseler bile, hususi mülkiyete dokunmamaya itina ederler.

Sosyal realite

Dünya amme efkârındaki bazı reaksiyonu, daha ziyade gündelik siyasi konjonktür ile izah etmek mümkündür. Ancak gelip geçici olması beklenen bu hassasiyetin, bilakis evvelce mülkiyet haklarının ihlali ve vakıfların tasfiyesi karşısında gösterilmesi beklenirdi. Neticede bu bir iç hukuk tanzimidir. Kimsenin Budapeşte’deki Meryem Katedrali’ni tekrar camiye döndürün dediği yoktur.

Bir Müslümanın Kurtuba Câmii’ne ağıt yakması ne kadar anlaşılır bir şey ise, bir Ortodoks Rum’un da Ayasofya için gözyaşı dökmesini o kadar tabii karşılamak icap eder. Ama dünya harbler, felaketler, afetler, hicretlerle şekillenmiş; siyasi ve demografik haritalar, hâkimiyet mücadeleleri neticesinde çizilmiştir. Sosyal realite budur. Tarihi, yersiz hamasete varmadan, itidalle karşılamak ve kabullenmek icap eder.


Ayasofya Camii vakfiyesi

Kudüs başka, İstanbul başka

Bir yer ahidle, yani sulh ile fethedilirse, buradaki mabedlerin statüsü bu ahitnameye, yani sulh antlaşmasına göre tayin edilir. Bu sebeple ahidle fethedilen Kudüs’ü teslim almaya gelen Hazret-i Ömer, Hristiyanlarca ehemmiyeti haiz Kıyamet Kilisesi’nde namaz kılmayı -sonradan Müslümanlarca camiye dönüştürülür diye- reddetmişti. Bunu Ayasofya ve benzeri mabetlere kıyas etmek doğru değildir.

Bir yer harb ile fethedilmişse, burada düşmana ait menkul ve gayrımenkul her şey ve esirler ganimet olur. Bunun beşte biri devlete, bunun da beşte biri hükümdara aittir. Hükümdar, bunlardan hissesine düşenleri bizzat seçmek hakkına da sahiptir. Bu Kur’an ayetiyle ve Peygamber’in sünnetiyle sabit bir iç hukuk kaidesidir.

Bir belde, anveten, yani harb ile fethedilmişse, buradaki kiliseler yıkılmaz; ama mabed olarak kalıp kalmayacağına karar vermek hükümdara ait bir haktır. Hükümdar bunları kilise olarak bırakabileceği gibi, hepsini camiye çevirebilir veya meskene dönüştürebilir. Bu harb hukukunun bir neticesidir.

Bütün dünyada, Yunan veya Pers mabedi iken, Roma veya Mitra mabedine, oradan kiliseye, sonra da camiye dönüşmüş mabedler az değildir. Şam’daki Ümeyye Câmii, Sicilya’daki Siraküza Katedrali, Roma’daki Panteon, Atina’daki Parthenon ve daha niceleri buna misaldir.


Ayasofya Camii tapusu

Ebulfeth Sultan Mehmed Vakfı

Tatbikatta harb ile fethedilen ülkelerde, umumiyetle şehrin en büyük kilisesi camiye dönüştürülmüş; diğerlerine dokunulmamıştır. Çünki orası artık İslâm beldesidir. İlk Cuma namazını kılmak vecibedir. Buna halk arasında kılıç hakkı adı verilir.

Sultan Fatih, fethin sembolü Ayasofya’yı hukuka uygun olarak camiye dönüştürmüş; kendi mülkü olarak vakfetmiştir. Vakfiyesi eldedir; cumhuriyet tapu kayıtlarında da Ebulfeth Sultan Mehmed Vakfı diye kayıtlıdır.

Bugünki cumhuriyet kanunlarının da kabul ettiği üzere, vakıf, mülkiyet hakkının bir neticesidir ve dokunulmaz. Eski hukukumuzda “şart-ı vâkıf, nass-ı şâri gibidir”, yani vakfedenin koyduğu şart; ayet ve hadis gibi değiştirilemez kaidesi vardır. Vakfiyelerin sonu, bunu değiştirenlere lanet okuyan beddualarla doludur.

Bu sebeple Ayasofya ve sair camilerin her ne sebeple olursa olsun başka maksatla kullanılması hukuka aykırıdır. Danıştay’ın kararı, çok gecikmiş de olsa bu ihlalin kaldırılmasına vesile olmuştur.

Ya mozaikler?

Ayasofya cami olması, gezmeye mani değildir. Turistlerin çok beğendikleri ve Mavi Cami diye andıkları Sultan Ahmed Câmii gibi gezilebilir.

İbadete mani olacağı söylenen mozaiklerin çoğu, ibadet mahalli haricindeki galerilerdedir. İçerdeki mozaiklerle zemin arasına ahşap bir asma kat yapılabilir veya cemaatle namaz kılınıdğı sırada otomatik bir perde ile örtülebilir.

Müze haliyle Ayasofya’nın vaziyeti hiç de içler açıcı değildir. Binanın muhafazası cihetiyle, cami olması, müze kalmasından daha elverişlidir. Rasyonel maksatlar için kullanılan binalar ayakta ve hayatta kalır. Koca mabedi asırlar boyu ayakta tutan, Osmanlı Türklerinin ihtimamı olmuştur. Bu sebeple Ayasofya, bir Bizans eseri olmaktan çok, Osmanlı eseridir.