Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

PADİŞAHLAR, NAKİBÜLEŞRAF İÇİN AYAĞA KALKARDI

Osmanlılar, Peygamber soyundan gelenlere, başka yerde misâli görülmeyen bir hürmet ve muhabbet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlardır.
2 Nisan 2014 Çarşamba
2.04.2014

Osmanlılar, Peygamber soyundan gelenlere, başka yerde misâli görülmeyen bir hürmet ve muhabbet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlardır.

Hazret-i Peygamber’in soyu, kızı Hazret-i Fâtıma’dan devam etmiştir. III ve IV hicrî asırlardan sonra Hazret-i Fâtıma’nın oğulları Hazret-i Hasen ve Hüseyn’in soyundan gelenlerin sayısı arttı. Bu sülâleden doğan çocuklar, iki şâhid ile hâkim huzurunda tescil edilmeye başlandı.  Abbasî Halifesi Mütevekkil zamanında (847-861), Hazret-i Ali ve Abbas soyunun zâtî işlerine bakmak üzere ayrı birer nakib vazifelendirildi. Bazen ikisi, tek kişide birleşirdi. Elçiler, umumiyetle nakîiblerden seçilirdi. Halife Me’mun, Peygamber soyundan gelenlerin, halktan kolayca ayırt edilmesi için mübarek yeşil renkte giyinmeleri âdetini koydu. Memlûkler de Hazret-i Hasen evlâdına şerîf; Hüseyn evlâdına seyyid unvanı verdiler.


Seyyidler

İmtiyazlı sınıf
Abbasî mirasçısı Fâtımî, Selçuklu, Zengi, Eyyübî ve İlhanlı devletlerinde nakiblik devam etti. Nakib, Arapça’da delip geçme, yol açma, dağın geçidini açma mânâsına nakb masdarındandır ve bir topluluğun temsilcisi mânâsına gelir. Kur’an-ı kerimde Hazret-i Musa’nın, 12 Benî İsrâil kabilesinin her birine nakib tayin ettiği anlatılır. Hazret-i Muhammed de Medinelilerden nakîbler vazifelendirmişti. 


Nakib Efendi

Aralarına yabancıların karışmaması ve bu sülâleye mensup bir kimse seyahat ederse kendisine lâyık gelen muamelenin eksik edilmemesi için, Yıldırım Sultan Bayezid tarafından nâzır adıyla bir memuriyet ihdas olundu. Bu işe, Emir Sultan ile Anadolu’ya gelen Bağdadlı Seyyid Ali Nattâ’ getirildi. Bir ara bu makam boş kaldı. Sultan II. Bayezid zamanında, padişahın hocası Kırımlı Molla Abdullah’ın talebelerinden olup Mısır’dan İstanbul’a gelen Seyyid Mahmud 1494’de bu makama tayin edildi. Seyyid Mahmud, bu memuriyete Mısır’da nakibüleşraf dendiğini görmüştü. Osmanlılar da geleneğin devamı bakımından bu isme sahip çıktı.


Nakibüleşraf

Osmanlı padişahları, sâdâta (seyyid ve şerîflere), başka hiç bir memlekette misâli görülmeyen bir muhabbet ve hürmet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlardır. Vergiden muaf tutarak, buna vesika olmak üzere ellerine siyâdet berâtı vermişlerdir. Bu sebeple, çokları bu sülâleye mensubiyet iddiasında bulunup, iki şâhidle mahkemede nesebini tescile başlayınca, bu imtiyazlı sınıfın sayısı artmış; zaman zaman umumi teftişe gidilse de baş edilememiştir. Tanzimat devrinden sonra artık tescil usulüne ehemmiyet verilmemiş; bu sülâleye mensup olmayanlar da kendisini şerîf ve seyyid diye tanıtmışlardır.

Padişah ayağa kalkardı
Nakibüleşraf, memleketteki şerîf ve seyyidlerin kaydını tutar. Bu soydan geldiği sâbit olanlara siyâdet hücceti adıyla şer’î bir vesika verir. Bu soydan olmadığı halde kendisini seyyidliğe nisbet eden müteseyyidlerle mücadele eder. Seyyidlerden, hâli, şânına yakışmayanları men eder. Ganîmetten hisselerini dağıtır. Sâdât kızlarının dengi olmayanlarla evlenmesini engeller. Aralarındaki dâvâlara bakar; hatta suç işleyen seyyid ve şerîfler için konağında hususi hapishâne bulunur. Sâdâttan başka kimse yeşil sarık saramaz.


Tahtta oturan padişahın seyyidleri ve devlet adamlarını kabul sahnesi

Seyyid Ali vefat edince oğlu Seyyid Zeynelâbidîn nâzır oldu. Bunun vefatından sonra bir ara bu makam boş kaldı. Sultan II. Bayezid zamanında, padişahın hocası Kırımlı Molla Abdullah’ın talebelerinden olup Mısır’dan İstanbul’a gelen Seyyid Mahmud 1494’de bu makama tayin edildi. Seyyid Mahmud, bu memuriyete Mısır’da nakîbüleşrâf dendiğini görmüştü. Osmanlılar da geleneğin devamı bakımından bu isme sahip çıktı.

Nakibüleşraflığa sâdâttan, halim, selim, dindar, verâ sahibi âlimler, padişahça tayin edilir. İlk devirlerde diğer ilmiye mensupları gibi nakîbler de maaş almaz; bu işi fahrî yapardı. İlk nakîb Seyyid Ali’ye Bursa İshâkiye vakfı idareciliği verilmişse de, asıl mesleği olan yorgancılıkla geçinmeyi tercih etmişti. Sultan II. Bayezid zamanında, nakibüleşrafa yüksek kâdılara denk maaş verildi.


Bağdad nakibüleşrafı Abdurrahman Geylani sonradan Irak'ın ilk başvekili oldu

Padişah tahta çıktığında ilk olarak teberrüken (bereketli görüldüğü için) nakibüleşraf biat eder; bazılarına kılıç kuşatır. Umumiyetle merasimlerde duayı da nakibüleşraf yapar. Sefer-i hümayuna çıkıldığı zaman, nâkibüleşraf da iştirak eder ve sancak-ı şerîf kendisine emanet edilir. Sultan II. Abdülhamid, nakibüleşraflara Yıldız Sarayı civarında bir konak tahsis etmişti. Nakîbüleşraf, devlet ricâlinden olmadığı halde, her merasimde en önde yer alır; protokolde itibar görür; bayramlaşma ve sair merasimlerde padişah kendisine ayağa kalkar.

Osmanlı memleketlerindeki seyyid ve şerîfler, bazen beyaz, bazen yeşil sarık sararken; 1596’dan itibaren hepsinin yeşil sarık sarması münasip görülmüştür. Bu sarığa emîr sarık denir. Bir seyyid veya şerîf, ancak şeyhülislâm olursa, yeşil sarığını çıkarır ve bu makama mahsus beyaz sarığı sarar. Nakîbüleşrâf, örfî denilen ve ulemâya mahsus kavuk üzerine, yeşil sarık sarar. Evlâd-ı resulden birine bir ceza verilmesi gerekirse, önce başlarındaki yeşil sarık alınır; sonra nakîbüleşraf ve maiyeti tarafından ceza infaz olunur. Nakîbüleşrâf konağında seyyid ve şerîfler için ayrı bir hapishâne bulunur.

Taşrada nakibüleşraf kaymakamları bulunur. Umumiyetle Arapça tutulan bu nakibüleşraf defterlerine, sâdât defteri yahud nakîb cerîdesi veya sülâle-i tâhire defteri ya da şecere-i tayyibe defteri denilir. Şecere-i Tayyibe, “hoş ağaç” demek olup, Hazret-i Peygamber evlâdını ifade eder. Sâdâtın umumiyetle elinde nesebini isbat eden şer’î hüccet-i siyâdet (halk tabiriyle şecere) bulunmakla beraber; hüccetini (halk tabiriyle şecere) kaybedenler, nakibüleşraf veya kaymakamına müracaatla, iki şâhid koşup seyyidliğini isbat ederek, hüccetin yenilenmesini isteyebilir. Bu defterlerden 70 küsuru bugüne gelmiştir.  


Siyâdet Hücceti


Siyâdet Senedi

Zamanla İslam dünyasında her on kişiden biri şeriflik ve daha çok seyyidlik iddia eder olmuştur. XVII. asırda, Hindistan’da koca bir mıntıkada yaşayan yüzbinlerce Müslüman Hindli’nin hepsi, Peygamber’den indiklerini iddia etmişlerdir. Fas’ta da böyle koca mıntıkalar vardır. Bu işten Anadolu da kendini kurtaramamıştır. Çarıklı Anadolu köylüleri, seyyidlik taslar olmuşlardır. Seyyidlik taslayan bir herife, ne kadar ağır suç işlemiş olursa olsun, bizzat padişah, idam cezası vermekten korkardı; zira milyonda bir ihtimal ile olsun, Peygamber’in torunu olabileceğini düşünür, bu manevi yükü üzerine almak istemezdi. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, X/185)

Konya Ereğlisi kasabasında, 2000 saf Oğuz Türkü Celali eşkıyası seyyid olduklarını iddia edince, Veziriazam Köprülü Mehmed Paşa’nın tepesi attı. Vezir Nakkaş İsmail Paşa’yı, Anadolu müfettişi tayin etti. İsmail Paşa, Ereğli’ye geldi. Ancak 20 kişi, baba ve dededen seyyidler defterinde kayıtları olduğunu gösterebildiler. Geri kalanların seyyidlik iddiaları, kendileri ile başlıyordu. Hepsinin yeşil sarıkları başlarından alındı, meydan dayağından geçirildi, bazıları katledildi. (Naima, VI/418)

Cumhuriyet’ten sonra nakibüleşraflık tarihe karıştı. Türkiye ve sair Müslüman memleketlerde bazı büyük ve köklü sâdât aileleri bu işi kendileri üstlenip, yaşlı ve itibarlı bir mensuplarını vazifelendirmek yolunu seçti.