RAMAZAN GECELERİNİN ZİYNETİ: TERAVİH NAMAZI

Ramazan ayının en mühim hususiyetlerinden birisi terâvih namazıdır. Hazret-i Peygamber ve eshâbı kılmış, asırlarca bütün Müslümanlar da onları örnek almıştır.
27 Haziran 2016 Pazartesi
27.06.2016

Ramazan ayının en mühim hususiyetlerinden birisi terâvih namazıdır. Hazret-i Peygamber ve eshâbı kılmış, asırlarca bütün Müslümanlar da onları örnek almıştır.


Cemaatla kılınan bu namaza zahmetli olduğu halde kadınlar ve çocuklar da çok rağbet gösterirdi. Orucun değil, Ramazan’ın sünneti olduğundan, özürle oruç tutmayanlar da terâvihe devam ederdi. Hele iftarda yemeği ağır kaçıranlar için de, ayrıca güzel bir idman ve hazım vesilesi olurdu.

Bir Ramazan gecesi Hazret-i Peygamber mescide kılmış; eshâbı da cemaat olmuştur. Dört gece sonra mescidde sekiz rek’at kılıp, hane-i saadetine çekilip orada tamamlamış; sebebini soranlara da “Size farz olmasından korktum” buyurmuş; bir başka gece de Übey bin Kâb’ın arkasında terâvih kılanları görünce tasvip etmiştir. Übey bin Kâb, eshabın içinde Kur’an-ı kerimi en iyi bilenlerdendir.

Hicrî 14 senesinde Halife Hazret-i Ömer, Bir Ramazan gecesi mesciddebu namazı ayrı ayrı gruplar hâlinde kılanları gördü. Bunları toplayıp Übey bin Kâb’ı imam olarak önlerine geçirdi. Kadınlara da Temîm Dârî’yi imam tayin etti. Görülüyor ki terâvih sonradan ihdas edilmiş bir namaz değildir. Kaldı ki, “Benden sonra Raşit halifelerimin sünnetine sarılın” ve “Eshabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız kurtulursunuz” hadis-i şerifleri, sahâbilerin yaptıklarının da dinde delil olduğunu gösterir.

İmam Ebu Hanife’ye terâvih namazı ve Hazret-i Ömer'den sorulmuş; O da şu cevabı vermiştir: “Terâvih, kuvvetli sünnettir. Ömer onu kendiliğinden ortaya çıkarmamıştır. Elindeki bir esasa ve Resulullah aleyhisselâmdan öğrendiği bir bilgiye dayanak emretmiştir.” Sonraki halifeler ve sahâbiler bu yolda yürümüştür. Günümüze kadar hiçbir itiraz olmamıştır. Ancak içinde Hazret-i Ömer geçtiği için Şia fırkası terâvihi sünnet kabul etmemektedir.


Arada dinlenilir

Terâvih yatsıdan sonra kılınır. Vakti imsake kadar devam eder. En son vitir kılınır. Ramazana mahsus olarak vitir de cemaatle kılınır. Vitirden sonra veya yatsıdan önce de kılınabilir diyen âlimler vardır. Terâvih, yatsı cemaatine tabidir. Yani yatsıyı cemaatle kılmamış olanlar toplanıp terâvihi cemaatle kılamaz. Ama yatsıyı yalnız kılmış birisi, yatsıyı cemaatle kılanlarla terâvih kılabilir. Yalnız da kılınabilir. Terâvihin 20 rek’at olduğu icma ile sabittir. Sekizinin müekked, gerisinin gayrı müekked olduğunu söyleyen âlimler vardır.

Terâvih, tervîhalar demektir. Tervîha, istirahat oturuşudur. Rahattan gelir. Her 4 rek’atte bir 4 rek’at kılacak kadar dinlenilir. Cemaat ister susar, ister zikreder. Vaktiyle bu arada câmiden çıkıp karşı kahvede bir kahve içip tekrar namaza dönen tiryakiler olurdu. Hatta Şarkta semaver câmide durur; cemaat 4 rek’atte bir çay içerek istirahat ederdi. Tek selâmla 4 rek'atten fazla olarak kılmak mekruh görülmüştür.

Nasıl yetişeceksin?

Terâvihin hatimle kıldırılması sünnettir. Eskiden bazı camilerde ilan edilir; meraklısı buraya devam ederdi. Bazı bilmeyenler, bu câmilere denk gelir; hele işi de varsa, neye uğradığını şaşırırdı. Jet imamlar o zamanda vardı. Ama onlara itibar eden yoktu. Meşhur fıkradır: İzzet Molla’yı bir iftara çağırmışlar. Vakti gelince konağın salonlarından biri terâvih için mescide dönüştürülmüş. İmam öyle süratli kıldırıyormuş ki, zaten şişman olan, bir de iftarda yemeği fazla kaçıran İzzet Molla nefes nefese kalmış. Bir namaz arasında davetlilerden geciken birisi görülmüş. Kendi kendine “Acaba yetişebilir miyim?” diyormuş. İzzet Molla “A efendi, biz içinde yetişemiyoruz; sen dışarıdan nasıl yetişeceksin?” demiş.

Osmanlı câmilerinde önce bir tesbih veya münâcat söylenir; ilk 15 günde merhaba, son 15 günde elveda diye başlayan ilahiler okunur, arada salavat getirilir, bitince de başka bir salavat söylenirdi. Sonra müezzinler Havarilerin “Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygambere uyduk; bizi (Cennetini) göreceklerden kıl” meâlindeki âyet-i kerimeyi (Âli İmran: 53) okur, hatta “fektübnâ maaşşâhidîn” kısmını hep bir ağızdan söylerdi. Cemaat sessizce kısa bir dua yapar, sonra vitre kalkılırdı. Vitr namazı, bu aya mahsus olarak cemaatle kılınır.


Enderun usulü terâvih

Osmanlılar zamanında sarayda kılınan terâvihlerde, musikişinas Enderun ağaları müezzinlik yapar. En az üç müezzin hazır bulunur. Namaz aralarındaki ilahî ve salavatlar, muayyen makamlarda söylenir. Bunu müezzinleri idare eder. Her ilahinin makamı, bir öncekiyle tenasüp içindedir. En son ilahî, ilk ilahî ile aynı makamdadır. Namaza geciken, makamından hangi rek’atte olduğunu anlar. Ramazan’ın ilk 10 günündeki ilahiler coşkulu, ikinciler rahmet ve mağfiret dileyici, üçüncüler ise hüzünlüdür. Namazda okunan zamm-ı sureler de mana bakımından birbiriyle mütenasiptir. Mesela rahmet âyetleri, tesbih âyetleri veya Hazret-i Peygamber’den bahseden âyetler seçilir. Sarayda terbiye görmüş müezzinler şehrin büyük câmilerinde de bu usulü tatbik ederdi. Tervihalarda da cemaate şerbet ikram edilirdi. 1950’lerde ortadan kalktı. Bugün bu an’ane, Sultan Aziz’in oğlu Şehzâde Şevket Efendi’nin defterine kaydettiği bilgilerden öğrenilmektedir. İlahilerin makam ile okunmasında zaten beis yoktur. Musiki perdelerine uysun diye âyeti kerimelerin harf ve manalarının değişmemesine dikkat edilir.