Geçenlerde katıldığım bir seminerde, seminer veren kişi, İslâmiyette telkin diye bir şey olmadığını, bunun diğer İslâm cemiyetlerinde de görülmediğini, bize mahsus bulunduğunu, bunun bir yozlaşma sayılacağını, âdetâ hocaların ölüye kopya verdiğini alaycı bir üslûp ile anlattı. Benim işittiğim ve okuduğum kadarıyla telkin meşru bir şeydir. Bunun hakikatini ve telkinin tarihçesini varsa kaynaklarıyla bildirir misiniz?

İmam Gazâlî, kıyâmet ve âhiret hallerini anlattığı Dürretü’l-Fâhire fî Keşfi Ulûmi’l-Âhıre adlı kitabında ve başka ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında hülâsaten şöyle anlatılır: Ölü kabirde uykudan uyanır gibi olur. Kabir yarılıp, Münker ve Nekîr adında iki sual meleği zuhûr eder. Ölüye yakın gelip: “Men rabbüke ve mâ dînüke ve men nebiyyüke”, yani Rabbin kimdir ve dinin hangi dindir ve Peygamberin kimdir? Diye sorarlar. Bunlara doğru cevap verirse, o melekler, onu Hak teâlânın rahmetiyle müjdeleyip giderler. Bundan sonra kıyametin kopacağı ana kadar cennet nimetlerine benzer bir şekilde kabir hayatını sürdürür. Doğru cevap veremezse, kabir azabına duçar olarak kıyamete kadar sıkıntı içinde bekler. Meyyit defnedildikten sonra, Salih bir kimse mezarın başında ölünün yüzüne karşı ayakta durup ölünün ve annesinin ismi ile telkine başlar. Meselâ Ey Ahmed bin Ayşe der. Sonra Allahü teâlânın büyüklüğünü ve ölümün hakikatini anlatan sözler söyler. Ardından kendisine sorulacak sualleri ve cevabını verir.
Sahabe-i kiramdan Said Ezdî hazretleri anlatıyor: Ebu Ümâme’nin yanına gittim. Ruhunu teslim etmek üzere idi. Bana şöyle dedi: Ey Said! Resulullah aleyhisselâm buyurdu ki, “Sizden biriniz vefat edip defnolunduğu zaman, biriniz başı ucunda dursun ve Ey filan bin filan! desin. Zira ölü duyar. Tekrar böyle desin. O zaman oturur. Ve tekrar böyle söylesin. Ölü, beni irşad eyle; Allahü teâlâ sana rahmet eylesin! der”. Siz de bana böyle yapınız. Bu hadis-i şerifin senedlerini İmam Sekâfî Erbaîn kitabında yazıyor.
Ölüye telkin vermek, kopya vermek demek değildir. Hadis-i şerifte, "Ölülerinize lâ ilahe illallah demeyi telkin ediniz!" buyuruluyor. Kopya vermek olsaydı, bunun da kıymeti olmamak gerekirdi. Burada telkin bir zikr olarak dirilere emredilmiştir. Telkinde bulunmak sünnet olduğuna göre, işitenlere de fayda verir. Ölü de bunu işitir. Bir kuvvet hâsıl eder. Mecmâ’ul-Enhür, Cevhere gibi fıkıh kitaplarında telkinin meşru olduğu bildirilmektedir. Birgivî Vasıyetnamesi’nde nasıl verileceği yazılmıştır. Ulemâ, çeşitli kitaplar yazarak telkîn vermenin sünnet olduğunu isbat etmiştir. Bunlardan biri Siyam âlimlerinden Mustafa bin İbrahim’in Nûrü’l-yakîn fî-Mebhasi’t-telkîn adlı eseridir. Hicrî 1345’te yazılmıştır. 1976’da İstanbul’da tab olunmuştur. Burada telkin vermeyi emreden ve Taberânî ile İbni Mende’nin rivayet ettiği hadîs-i şerîf vardır. Birgivî’nin Cilâü’l-Kulûb ve Âlûsî’nin Gâliyye adlı eserlerinde de “Resûlullah aleyhisselâm definden sonra telkin vermeği emreyledi. Kendisi de telkin verdi” diyor. Bunlar telkinin kopya olduğunu düşünmemiş de bu seminerci mi düşünmüş? Allah ölenin imanlı olup olmadığını bilmiyor da mı sorgu meleği gönderiyor? O halde bunu da inkâr etmek gerekmez mi? Hâdiseyi bu kadar basite irca eden bir kimse, ancak pozitivistlere aldanmış bir zavallı olabilir. Türklerden başka cemiyetlerde telkinin olmadığını söylemek de yanlıştır. Sadece Vehhabî inanışındakiler telkini inkâr eder. Çünki ruhun diriliğine inanmayıp, öldüğünü söylerler. Hadis-i şerif ile sâbit olmuş bir hâdiseyi göz göre göre inkâr etmek her baba yiğidin harcı değildir.




24 Nisan 2012 Salı
Alakalı Başlıklar