Kur’an-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde Allahü teâlânın eli, yüzü, parmağı olduğuna dair ifadeler vardır. Halbuki Allahü teâlâ mahlûkatın bütün sıfatlarından münezzehtir diye biliyoruz. Bunları nasıl anlamalıdır?
Âl-i İmrân sûresinin yedinci âyet-i kerimesinde bildirildiği üzere, Kur’ân-ı kerîmin âyetleri iki türlüdür: Biri, muhkemât olup, mânâsı açık, meydanda olan âyetlerdir. İkincisi müteşâbihât olup, mânâsı kapalı olan âyetlerdir. Âyet-i kerimede meâlen, “Bu âyet-i kerîmelerin bildirdiklerini yalnız Allahü teâlâ bilir” buyuruldu. Demek ki, müteşâbih olan âyet-i kerîmelerin ne demek olduğunu, ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, müteşâbih olan âyet-i kerîmeler, gösterdiklerinden başka şeyleri bildirmektedir. Allahü teâlâ da, bu başka şeyleri bilmektedir. Ulemâ-i Râsihîn denilen derin âlimlere de, bu başka bilgiler ihsan olunmuştur. Bunun gibi, gayb olanları yalnız Allahü teâlâ bilir. Peygamberlerin yükseklerine bu bilgisinden ihsân etmekdedir.

Ehl-i sünnet itikadına göre Kıyamette müminler Allahü teâlâyı göreceklerdir. Onun görüleceğine inanmalı, nasıl görüleceği düşünülmemelidir. Çünki Allahü teâlânın işleri akıl ile anlaşılmaz. Dünya işlerine benzemez. (Fizik ve kimya bilgileri ile ölçülemez.) Allahü teâlânın ciheti, karşıda bulunması yoktur. Allahü teâlâ madde ve cisim değildir. (Element; karışım, bileşik değildir.) Sayılı değildir. Ölçülmez. Hesab edilmez. Onda değişiklik olmaz. Mekânlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yoktur. Bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, Onun hiçbir şeyini anlayamaz. Onun nasıl görüleceğini de kavrayamaz. El, ayak, cihet, yer ve bunlar gibi Allahü teâlâ için câiz olmayan kelimelerin, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde bulunması, insanların anladığı ve bildiği, bugün kullanılan mânâlarda değildir. Böyle âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere müteşâbihât denir. Bunlara inanmalı, ne ve nasıl olduklarını anlamağa kalkışmamalıdır. Bunlara görülen, anlaşılan, meşhur olan mânâ değil, meşhur olmayan mânâ verilir. Bunların açık ve meşhur mânâlarını vermek akla ve şeriate uygun olmazsa, meşhur olmayan mânâ vermek, yani kısaca veya uzun te’vîl etmek îcâb eder. Yani Allahü teâlâya yakışacak başka mânâ verilir. Açık mânâlarını vermek câiz olmaz. Meselâ, tefsîr âlimleri yed (el) kelimesine kudret, gücü yetmek mânâsını vermişlerdir.

Bir mâni, sıkıntı olmadıkça, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere, açıkça anlaşılan mânâları vermek lâzımdır. Bunlara benzeyen başka mânâ vermek câiz değildir. (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, Kureyş lügatı ve lehçesi iledir. Kelimelere, 1400 sene önce, Hicaz’da kullanılan mânâları vermek lâzımdır. Zamanla değişip, bugün kullanılan mânâları vererek tercüme yapmak doğru değildir.) Müteşâbihât denilen âyet-i kerîmelerde, anlaşılamayan gizli mânâlar vardır. Bunların mânâsını, ancak Allahü teâlâ bilir ve kendilerine ilm-i ledünnî verilen pek az seçilmiş büyükler, kendilerine bildirildiği kadar, anlayabilirler. Onun için, müteşâbih âyetlerin, Allah kelâmı olduğuna iman etmeli, mânâlarını araştırmamalıdır. Eş’arî mezhebindeki âlimler, böyle âyetleri kısaca veya geniş olarak te’vîl etmek câiz olur dedi. Te’vîl demek, kelimenin çeşitli mânâları arasından meşhur olmayanı seçmek demektir. Meselâ Feth sûresinde, “Allahın eli, onların ellerinin üstündedir” meâlindeki âyet-i kerîme, Allahü teâlânın kelâmıdır. Allahü teâlâ, bununla neyi murad ediyor ise, öylece inandım demelidir. Bunun mânâsını ben anlayamam, ancak Allahü teâlâ bilir demek, en iyi yoldur. Yahud Allahü teâlânın ilmi, bizim ilmimiz gibi değildir. İradesi bizim irademize benzemez. Allahü teâlânın eli de, kulların elleri gibi değildir. Ehl-i Sünnete göre, Allah’ın eli vardır, yüzü vardır, nüzul eder, istivâ eder. Ama nasıl olduğu, keyfiyeti bilinmez. Böyle söyleyip geçmeli, fazla kafa yormamalıdır. Allah’ın eli, yüzü, parmağı, nüzul ve istivâsı, insanlarınki gibi değildir. Zira âyet-i kerimede meâlen “Allahü teâlânın aslâ bir misli, benzeri yoktur” buyuruluyor. İmam Gazâlî hazretleri bu mevzuda İlcâmü’l-A’vâm eserini yazmış; Türkçe’ye tercüme olunmuştur.


2 Kasım 2013 Cumartesi
Alakalı Başlıklar