ÇİÇEKLERİN DİLİ
Osmanlı bir çiçek medeniyeti idi…

Şebboy, gece açtığı için gece ümidini; kendinden geçirici kokusuyla zambak da, çok ateşli aşkı sembolize eder. Aşkın dili, şiirlerdir; işareti, mendillerdir; alâmeti çiçeklerdir. Gül, lale, nilüfer, karanfil, hepsi bir mana ifade eder.
22 Temmuz 2019 Pazartesi
22.07.2019

Çiçek seven bir millet idik. Bahçedekilerle iktifa etmez; evlere, cam önlerine dikerdik. Çocuğuna bakar gibi bakardı annelerimiz, ninelerimiz. Hatta kerli ferli adamların hobisiydi çiçek yetiştirmek. Elbiseler çiçek desenliydi. Sultan Fatih gibi ciddi bir şahsiyeti bile ressam elinde çiçek ile resmetmişti. Kızlara çiçek ismi verilirdi. Beyler, sarıklarına çiçek iliştirirdi. Hanımların mezar taşları çiçek motifliydi. Hâsılı çiçek hem etrafı süsler, hem de kalbleri yumuşatırdı. Osmanlı, bir çiçek medeniyetidir.


Çiçek tabiatın müstesna bir evladıdır. Ahenkli şekilleri, birbirinden güzel renkleri, emsalsiz kokuları ile insanın gözünü en okşayan, ruhuna en hoş gelen şey belki de çiçektir. İnsanların ekserisi natürel ve rahatlatıcı sıfatlarından dolayı çiçek kokularını tercih eder. Bugün bile aromatik sanayide çiçeklerin büyük yeri vardır. Cenab-ı Peygamber, çiçek kokusu severdi. “Menekşenin kokulara üstünlüğü, benim insanlara üstünlüğüm gibidir” buyurdu. Bahçe gülü ve şebboy gibi hafif kokanı da var; yasemin ve zambak gibi kendinden geçireni de…

Çiçek, hayatımızla o kadar iç içedir ki, insanlara, bilhassa hanımlara isim olarak konmuştur. Gül, lale, nergis, çiğdem, mine, yasemin, reyhan,  karanfil, süsen yaygındır. Şimdi kardelen konuyor. Leylak, erguvan gibi isimlere pek rastlanmaz.

Şimdi çiçekler hayatımızdan yavaş yavaş çekildi. Mahalleleri geziyorsunuz bir tane çiçek yoktur.  Halbuki Avrupa şehirlerinde çiçeksiz balkon göremezsiniz. Eskiden çiçeksiz İstanbul evi olmazdı. Fakirinden zenginine, saksıdan tenekeye her evin camında çiçekler arz-ı endam ederdi. Her evin içinde kokusuyla evi saran çiçeklerin yaşadığı küçücük de olsa bir bahçesi veya sofası vardı.


Çiçekli sarık

Kadın elbiseleri eskiden hep çiçekliydi. Genç ve orta yaşlı kadınlar düz kumaşı tercih etmezdi. Kumaştan mamul ev ayakkabıları bile çiçek motifliydi; üstelik ucuna da çiçek takılırdı. Anadolu kadınının çoraplarının çoğu çiçek motifidir, her birinin ismi de vardır.

Erkek kıyafetleri bile çiçekli olurdu. Narçiçeği renginde karanfillerle bezeli padişah kaftanları müzelerdedir. Karanfil, asalet ve sadakat sembolüdür. Ya sarık? Bu ağırbaşlı aksesuarın kıvrımlarına bile çiçek eklenir. Padişah sorguçlarının ekseri çiçek şeklindedir. Bilhassa mücevherlerde çiçek, aslî motiftir.

Sadece elbise mi; yazmalar, başörtüleri, kadın başlıkları mutlaka çiçeklidir. Yazmanın zaten kendisi çiçeklidir. Bununla da iktifa edilmez; kenarına iğne oyası ile çiçekler işlenir. Yetmez, araya taze çiçek de konur. Sandıkları süsleyen iğne oyaları birer sanat eseridir. Bunlara göz nuru serpen kızlar; düz kumaşlara sırmayla çiçek işleyenler; baş yastığı kenarına çiçek döken hanımlar sanatkâr değil midir?


Çiçek sevgisi

Bir insanın mülayim tabiatı biraz da çiçeklere düşkünlüğüyle alakalıdır. Koca koca adamlar, şeyhülislâmlar bahçelerinde çiçek yetiştirmiştir. Bugün bile Avrupa kraliyet ailesi mensuplarını ellerinde eldivenlerle makaslarla çiçek bahçesinde görmek mümkündür. Pek çok minyatür, padişahları, elinde çiçekle resmetmiştir. Eskiden insanı rahatlatıcı, sakinleştirici tesiri sebebiyle elde çiçek tutup arada koklamak adetti.

Minyatürlerde çiçek olmayan bir meclis, çiçekle süslenmemiş bir elbise yoktur. Eski minyatürlerde de gördüğümüz gibi, sofralarda çiçek vardır. Bu, eski bir Türk âdetidir. Çiçek hediyesi de böyledir. Fransız sefirine inci çiçeği hediye edilmişti ki, sulhü sembolize eder. Düğünlerde, kıymetli günlerde, yıl dönümlerinde çiçek göndermek bir gönül alma vesilesiydi.

Çiçeğin dekorasyonda tekstilde kullanılması Türklere mahsustur; belki Çin’de vardı. Ama Avrupalılara Türklerden geçmiştir. Hiçbir ecnebi seyyah yoktur ki, seyahatnamesinde Türklerin çiçek sevgisinden bahsetmiş olmasın.

Aşkın dili

Çiçeklerin de hikâyelere, mânilere, şiirlere geçmiş sembolleri vardır. Lale ve güle İslâmî manalar yüklenmiştir. Lale, Allah’ı, gül Peygamber’i sembolize eder. Lalenin hem şekli, hem de Arap alfabesindeki harfleri Allah lafzı ile aynıdır. Tek başına göğe doğru yükselen haşmetli bir çiçektir. Yegâneliği sembolize eder.

Karanfil, sadakati; suyun üzerinde yüzen nilüfer ise, seccadesini suya sermiş dervişleri, yani tasavvuf erbabını anlatır. Menekşe, tevazu ve boyun büküklüğünü; nergis, kendini beğenmişliği; sümbül, sevgilinin zülfünü; gül, ağzını sembolize eder. Nergis, pas vermeyen âşıktır. Su kenarında yetişir, kendini seyrediyor gibidir. Eski Türkçe’de kendini beğenmişler için kullanılan Nergisî (Narsist) tabiri buradan gelir.

Necâtî der ki, “Ârızu ruhsaru zülfün ey letafet gülşeni/Biri gül, biri karanfil, biri sümbüldür bana.” Yanağı güle benzetiyor. Karanfil gibi aşağı doğru incelen yüzü var. Makbul bir yüz şeklidir. Başörtüsünün kenarından görünen zülfü de sümbüle benzetiyor. Saçı görmek imkânsızdır.  İsyankâr bir saç teli, şaire ilham kaynağı olur.

Hisâlî der ki, “Gül yüzün, lale rûyün, sümbül-i ter de zülfün/Nâşüküfte dahi gül goncası nâzik dehenin.” Yüz, güle; yanak, laleye; yumuk ağız da açılmamış gül goncasına benziyor. Küçük ağız makbuldü eskiden.

Şebboy, gece açtığı için gece ümidini; kendinden geçirici kokusuyla zambak da, çok ateşli aşkı sembolize eder. Yasemin de öyledir. Aşkın dili, şiirlerdir; işareti, mendillerdir; alâmeti çiçeklerdir. Mendilin içine koyduğu gül yaprağı da bir işarettir.

Mahzun çiçekler

Tekstil ve dekorasyonda çiçeğe bu düşkünlük, biraz da dinî hükümlerden kaynaklanır. Zira canlı resmini açıkta kullanmayı men eden din, çiçeğe tahdit getirmemiştir.

Hüznün ifadesi olması gereken mezartaşlarında bile çiçek ihmal edilmemiştir. Bilhassa kadın şâhideleri çiçekli olur. Erkek şâhidelerindeki sarıklarda çiçeğe rastlandığı gibi; kitabede boş kalan bir yerde çiçek motifi vardır.

Topkapı Sarayı’nı gezenler duvarlardaki lalelere, karanfil ve sümbüllere hayran kalır. Sadece orada mı, câmi motiflerinin ekserisi böyledir. Bunlar bizim dışarıya açılan yüzümüzdür. Birçok turist sadece bu desenleri görmek için gelir. Hammer, Piyer Loti gibi Türk dostu ecnebiler, memleketlerindeki evlerinin bir odasını çinilerle kaplamışlardı.

Her şeyin bir modası olduğu gibi, çiçeğin de modası var. Selçuklu çinilerinde gelincik çiçeği yaygındır. Tipik kırmızı rengiyle, mavi çiniler üzerinde inanılmaz cazip görünür. XVI. asırda yerini gül ve sümbüle; XVII. asır sonlarında ise laleye bırakmıştır. Bir devre de ismini vermiştir: Lale Devri. Bu devirde bütün dünyada bir tulipmanya, yani lale çılgınlığı başlamıştır.

Mevsim geçerse?

Bilhassa Osmanlı halılarında en çok kullanılan motif, çiçektir. Dokuyan kızın muradını terennüm eden birer sanat eseridir bu halılar. Eskiden şimdiki gibi sanat galerileri yoktur. Ama her Osmanlı evi bir sanat galerisidir. Ev dolaplarında, kutularda, sandıklarda, hatta evlerin dış kapılarda çiçek motifleri vardır.

Kitaplar da çiçeklerle iç içedir.  Hattın kendisi zaten bir sanattır. Ama bununla kalmayıp kenarını çiçeklerle süslemişler. Mushaf ve enamlarda yazı kenarında ve âyet sonlarında nokta değil, çiçekler vardır.

Kitabın içi böyle; ya dışı? Meşinden, deriden cilt yapılır ama, bazı meraklılar çiçeklerle süsler. Kapağın ortasına konan şemse, bir çiçek motifidir. Kapaklara yapılan küçük çiçek desenli baskılar bazen sırma ile boyanır. Hatta bazen meşin üzerine renkli boya ile çiçekler yapıldığı görülür.

Çiçeğin bir mevsimi var. Mevsimi geçince? Bunun için bazı kat’ sanatçıları, sert kâğıtlardan boyayarak suni çiçekler yapmıştır. Nigârî gibi şairler bunlardan bahseder; kitaplarda resimleri vardır. Eskiden yere düşen çiçek bile saklanır; kitap aralarında kurutulurdu. Eski kitapların arasından ya fotoğraf, ya mektup, ya da kuru çiçek çıkmaktadır.