ÜÇ PERDELİK KOMEDYA
TÜRKİYE, BİRİNCİ CİHAN HARBİ’NE NASIL ve NİYE GİRDİ?

Türkiye, Alman ilerleyişinin durdurulduğu, yani harbin kaderinin belli olduğu tarihten birkaç gün sonra güçsüzlerin yanında büyük harbe girdi. Bu hâdise üç perdelik bir komedya gibidir.
20 Ocak 2020 Pazartesi
20.01.2020

Türkiye, Alman ilerleyişinin durdurulduğu, yani harbin kaderinin belli olduğu tarihten birkaç gün sonra güçsüzlerin yanında büyük harbe girdi. Bu hâdise üç perdelik bir komedya gibidir.

Dört büyükler arasındaki emperyalist hesaplaşmanın harbe doğru gittiğini hemen herkes fark etmişti. Sultan II. Abdülhamid, hep bir cihan harbinden korkmuş; ne pahasına olursa olsun bu ateşten uzak durup, büyük devletlerin birbirini yiyerek mahvetmesini seyretmeyi, harb sonunda ise yıpranmamış bir halde önüne bakmayı ummuştu.

Harbe sömürgeler arzusuyla kıvranan Almanya’nın ölçüsüz güçlenmesi sebebiyet verdi. Savaşa en istekli de oydu. Viyana ve İstanbul’un, hele Sofya’nın ise böyle bir savaştan ne umduğu doğrusu meçhuldür. Türkiye’yi harbe, romantik bir çılgın sürüklemiştir.

I. Cihan Harbinde Almanya, Avusturya ve Türkiye ittifakını sembolize eden bir propaganda kartpostalı. Altında 'Pes etmeyiz' yazıyor

Enverland

Tutulacak taraf da belliydi: Almanya. Enver Paşa, Berlin’de ateşelik yapmış; Alman disiplinine hayran olmuştu. İstikbal, Almanlarındı. Başkumandan Hindenburg’un muavini General Lüdendorf, “Enver, Almanya’nın sadık bir dostudur” der. Öyle ki harb esnasında Alman tren memurları İstanbul’a giden trenlere büyük harflerle Enverland yazardı.

İngiltere’nin dostane politikasından açıkça vazgeçtiği 1880’lerden itibaren Osmanlı hükümeti, Almanya’ya yanaşarak bir denge siyaseti takip ediyordu. Jön Türkler bu siyaseti aleni ve aşırı bir hâle götürdü. Artık ibre tamamen Almanya yanında idi. Bu siyaset, İngiltere ve Rusya’yı daha da yakınlaştırdı.

Stratejik askeri mevkiler Almanlara verildi. Alman kumanda heyeti, bir harb hâlinde Osmanlı ordusunun nasıl kullanılacağına dair rapor hazırladı. Buna göre harb ilan etmeden Rusya’ya saldırılacak; ardından cihad ilan edilecek; Mısır’a taarruz olunacaktı. 7 Haziran 1914 tarihli raporu hazırlayan General Bronzart, Türkiye genelkurmay başkanlığına getirildi. (Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Genelkurmay Yayını, Y. 1985, C.X, s.82)

Para için

İngiltere ve Fransa’ya nazaran Almanya’nın cömertliği, Jön Türk hükümetini, ezcümle maliye nazırı Cavit Bey’i hayran etmişti. İflas etmiş bir hazineye, İngiltere ve Fransa’nın vermediği borcu, Almanya kolaylıkla karşılayacak potansiyelde idi.

1918 baharında, gazeteci Yakub Kadri, Cemal Paşa’ya harbe niye girildiğini sorduğunda, “Maaş ödeyebilmek için. Hazine bomboştu” cevabını almıştı (Falih Rıfkı, Zeytindağı, 130). İngiltere ve Fransa’nın yüz çevirdiği İttihatçı hükümete, Almanya, harbe girip sonuna kadar kalmak şartıyla, her sene yüzde 6 faizle 5 milyon altın lira vermeyi taahhüt etmişti. Harb başında 163 milyon olan borçlar, sonunda 304 milyona çıkmıştı.

Balkan Harbi’nde “Sofya’ya!” diye slogan atıp, sonra Edirne’yi bile kaybeden Jön Türkler, harbe çok istekliydi. Harbin, uyuşuk veya kaynayan bir cemiyeti yatıştırmak için en iyi ilaç olduğunu biliyorlardı. Hele harb sonrasında kazanacakları, şimdiden ağızlarını sulandırıyordu.


Alman askerleri Türkçe öğreniyor. Tahtada, "Askerlik ne şerefli meslekdir. Her asker sancağını namusu gibi muhafaza eder" yazıyor.

Şahinler-Güvercinler

1914’de Türkiye’nin başındakiler ikiye ayrılmıştı: Ilımlılar harbden uzak durup kalkınma ve toparlanma arzusunda idiler. Aşırılar ise harbe girerek Alman galibiyetin nimetlerinden faydalanmak hevesindeydi ve Avrupa’da devam eden bu büyük heyecan verici kumarda şanslarını denemek için sabırsızlanıyorlardı.

Ilımlılar, harbe girmemeyi devletin varlığının devamını garantileyecek bir fırsat görüyordu.  Savaşanlar bilerek 1 milyon kişilik tarafsız bir orduya saldırmaya cesaret edemezdi. Onlar birbirlerini yerken, Türkiye güçlü ve dinç kalacaktı. Zira harbe girmesi hâlinde, İtilaf Devletleri kazanırsa, yok olacak; Almanlar kazanırsa, bu sefer Alman sömürgesi hâline gelecekti.

Müttefikler, yani İngiltere Fransa ve Rusya, aptalca bir politika takip ederek İstanbul’dan uzak duruyordu. Almanya da önceleri bu fakir devletle ittifaka hevesli değildi. Tek başına düşmanlarının hakkından geleceğini düşünüyordu. Almanya’da da iktidarı ele geçiren aşırıların ısrarıyla, Türkiye ile ittifaka evet denmiştir.

İlk Perde

13 Temmuz 1914’de Avusturya Veliahdinin Bosnasarayı’nda öldürülmesi harbin kıvılcımı oldu. Enver Paşa'nın, Alman sefiri Wangenheim’e yaptığı Almanya ile ittifak teklifi geri çevrilmedi. Bir ay süren gizli müzakerelerden sonra 2 Ağustos’ta anlaşma imzalandı.

Sadrazam Said Halim Paşa’nın yalısında anlaşma imzalandığı gün, Meclis-i Mebusan reisi Halil Menteşe, Harbiye Nâzırı Enver ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa hazırdı. Henüz Fransız taraftarı olduğu için iktidarın üç rüknünden biri olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya haber verilmediği anlaşılıyor. Aynı ittifak Avusturya ile de imzalandı.  Cemal Paşa hatıralarında, namusu dışında her şeyini kaybetmenin tercih edileceğini söyleyerek sonradan Alman taraftarlığına niye döndüğünü izaha kalkışır.

Bu anlaşmaya göre, Almanya Rusya ile harbe girerse, Osmanlı Devleti de girmiş sayılacaktır. Halbuki 1 Ağustos’ta Almanya, Rusya’ya harb ilan etmiş; anlaşma 2 Ağustos’ta imzalanmış; ardından seferberlik ilan edilmiştir. Yani aslında her şey bellidir.

Emsali yok

Aynı gün meclis tatile çıktı; hükümetin eli rahatlamıştı. Mesele mecliste görüşülmedi. Seferberlik ilanı hakkında ne bir kabine kararı, ne de irade-i seniyye (padişah fermanı) vardır. 1919’da harb suçlularının muhakemesinde, harbe giriş kararının İttihat ve Terakki Fırkası merkez-i umumisi tarafından alındığı ortaya çıkmıştır.

Bu işin Türk tarihinde emsali yoktur. Çünki bütün muharebe kararları bakanlar kurulu yanında, sarayda toplanmış fevkalade harb meclislerince alınırdı. Burada kabinenin çoğunun olup bitenden haberi bile yoktur. Böylece komedyanın 5 kişilik ilk perdesi inmiştir.


Enver & Kayzer

Bile bile lades

Müttefiklerin, yani Almanya ve Avusturya’nın coğrafi uzaklığı görmezden gelindi. Alman taarruzunun Marne’da durdurulduğu ve müttefiklerin kaybedeceği anlaşıldığı bir devrede, Almanya'nın yanında savaşa girmek çılgınlıktı. Bir hamlede Fransa’nın işini bitirip şarka dönerek Rusya’yı bitirmek isteyen Alman erkân-ı harbinin meşhur planı çökmüştü. Bundan 50 gün sonra Almanya yanında harbe girmek, ya ahmaklık, ya hıyanet, ya da her ikisidir.

Harbi kazanmak ihtimali neredeyse muhakkak olan İtilaf Devletleri’ne mukabil, zafer ihtimali neredeyse sıfır olan İttifak Devletleri yanında harbe girilmiştir. Harbe girildiğinde İtilaf Devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya, Japonya, Sırbistan, Karadağ, Belçika ve Lüksemburg olmak üzere 8 devlet iken; İttifak Devletleri, Almanya ve Avusturya-Macaristan’dan ibaretti. İtalya, İttifak devletlerine dâhildi; harb başlar başlamaz hıyanet edip, karşı tarafa geçti.

Denizlere İtilaf hâkimdir. Sultan Hamid’in, İngiltere’yi kastederek, “Denizlere hâkim olan, dünya savaşının da gâlibi olur” sözü, büyük bir ileri görüşlülüktür. Dünyanın her yerindeki dominyon ve müstemlekeleriyle İtilafçılar, nüfus ve iktisadi kudret cihetinden mutlak üstünlüğe sahiptir. Siyasi vaziyete göre daha çok devletin bunlara katılacağı bellidir. Nitekim Amerika ve İtalya başta olmak üzere yirmiden fazla devlet onların yanında harbe girmiştir. Müttefiklere küçük Bulgaristan’dan başka katılan olmamıştır.

Talat Paşa hatıralarında çok garip bir cümle kullanarak içinde bulundukları dilemmayı dile getirmeye çalışır: “Almanya’nın mağlup olmayacağına inanıyorduk. Ama mutlak zafer kazanacağına da inanmıyorduk.”

Komedyanın diğer iki perdesi sonraya kaldı...