İngiltere’nin Son Oyunu
ÇANAKKALE BUHRANI

Türk ve İngiliz birlikleri 1922’de Çanakkale’de bitaraf mıntıkada burun buruna geldi. Gazi, Kazım Karabekir’e “Pek hesaplı ve mutediliz. Bîtaraf mıntıka meselesini siyasetle halletmeyi tercih etmekteyiz” diye yazacaktır.
27 Temmuz 2020 Pazartesi
27.07.2020

Türk ve İngiliz birlikleri 1922’de Çanakkale’de bitaraf mıntıkada burun buruna geldi. Gazi, Kazım Karabekir’e “Pek hesaplı ve mutediliz. Bîtaraf mıntıka meselesini siyasetle halletmeyi tercih etmekteyiz” diye yazacaktır.

1922’de Yunanların mağlup olup, Batı Anadolu yolunun Türklere açıldığı günlerde öyle bir an geldi ki, o zamana kadar birbiriyle hiç takışmayan Ankara ile Londra doğrudan karşı karşıya geldi.

Ders kitaplarında, hatta Nutuk’ta temas edilmeyen; ama Türk-Yunan Harbi’ne dair bütün eserlerde ehemmiyetle üzerinde durulan ve dünya tarihinde mühim neticeler doğuran bu hâdise, Çanakkale Buhranı (Chanak Affair) diye bilinir.


Mıntıkayı kaptırma!

İngiltere ve müttefikleri, Ankara’yı Sovyetlerin kucağına atmamak için,  Türk-Yunan Harbi’nde tarafsız kalmıştı. İstanbul’daki İngiliz yüksek komiseri Sir Horace Rumboldt, 4 Eylül’de Türk zaferinden dolaylı Boğazlar’ın tehlikeye girebileceğini Londra’ya bildirdi.

7 Eylül’de toplanan kabineden, her ne pahasına olursa olsun, 13 Mayıs 1921’de Boğazlar çevresinde tespit ettikleri “bîtaraf mıntıka”nın kaptırılmaması kararı çıktı.

İngiltere’de iktidarda birbirinden hiç hoşlanmayan Liberal-Muhafazakâr koalisyonu vardı. Lloyd George başbakandı. Üç senedir Lloyd George’a karşı Türkleri müdafaa eden Churchill, şimdi ayağını kaydırma fırsatı yakaladığını düşünüyordu.

Maksat Boğazlar

İzmir düştüğüne göre, Türk birlikleri, Edirne ve Boğazlar’ı almak üzere Çanakkale’ye doğru yürüyebilirdi. Çanakkale, Edirne yolunun başındaydı. Düşmesi, İstanbul’un denizden ve karadan irtibatını kesebilirdi. Londra, tarafsız bölgeyi ihlal etmeme hususunda Ankara’yı ikaz etti.

Bir yandan İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri mıntıkaya yığıldı. Çanakkale’de üç bayrak bir arada dalgalanmaya başladı. Ayrıca harbi önlemek adına, sulh müzakerelerinin bir an evvel başlamasında üç devlet mutabık kaldı. Esas maksat, sulh antlaşmasına kadar Ankara’ya gözdağı vererek, Boğazlar’ın serbestisinin muhafazası idi. Aksi ise yeniden harb demekti.

Harbi durdurun!

Ankara ile takışmak, İngilizlerin işine gelmiyordu. Aksi takdirde hem Müslüman halkın yaşadığı sömürgelerde problem doğabilir; hem de Sovyetlerin kıskacındaki İran’ı müşkül vaziyete sokabilirdi.

Öte yandan Türkler, tarafsız mıntıkaya geçerse, harb Balkanlara sıçrayabilir; Balkan milletleri arasındaki ihtilaflar canlanabilirdi. Üstelik Rusya fırsattan istifade ile Besarabya’yı alabilirdi. Şu halde, ne pahasına olursa olsun, savaşarak veya uyuşarak, Türkler durdurulmalıydı.

Ancak ne müttefik Fransa ve İtalya’ya güvenilebilirdi; ne de Balkan devletçiklerine. Halk artık harb istemiyordu. Nitekim Daily Mail, “Bu harbi durdurun!” manşetiyle halkı sokağa dökülerek protesto mitinglerine davet ediyordu.


Çanakkale Krizi'ni mevzu alan bir kartpostal

Kopan halka

Dominyonlar, Lloyd George’un kendilerine danışmaksızın asker talebinde bulunmasına karşı çıktılar. Nitekim Kanada başbakanı, vaziyetin Cihan Harbi’nin çıktığı 8 sene evvelinden farklı olduğunu, asker göndermek için Kanada meclisinin karar vermesi gerektiğini beyan etti.

16 Eylül’de Lloyd George’un bütün dünyayı harbe davet eder mahiyetteki beyannamesi, Fransa ve İtalya’yı da kızdırdı. Birliklerini mıntıkadan çekiverdiler. Lloyd George yalnız kaldı.

İstanbul’daki Fransız yüksek komiseri Pellé, harbi önlemek adına, müttefiklerine haber vermeden İzmir’e giderek Gazi’ye bitaraf mıntıkadan uzak durulması mukabilinde sulh müzakerelerinde Fransa’nın desteğini sundu. Bunu İtalya takip etti. Nutuk’ta anlatıldığına göre, Ankara’nın tarafsız mıntıka tanımadığı, Trakya’yı almadan orduyu durdurmanın imkânsız olduğu kendilerine söylendi.

Doğu Trakya Yunan işgali altındaydı. Hatta Trakya Ordusu kumandanı Cafer Tayyar Paşa, 20 Temmuz 1920’da başlayan Yunan taarruzunun beşinci gününde esir düşüp Atina’ya gönderilmişti. Anadolu’daki mağlubiyetin ardından Yunanlılar, Trakya’dan yürüyüp İstanbul’u almak, böylece eşit pazarlık imkânı kazanmak istedilerse de, İngilizler kabul etmedi.


Lloyd George

İtiraflar

Ankara’dakilerden bir kısmı diplomasi, bir kısmı da silah yoluyla işi çözmek istiyordu. Realist davranan Gazi ise, Sovyet sefiri Aralov’a şunları söylemiştir: “Ordu yorulmuştur. Üstelik böyle bir sefere çıkılırsa, ana üs ile irtibat kesilir. Anadolu’yu müdafaasız bırakamayız. Belki Çanakkale’yi geçip Doğu Trakya’yı alabiliriz; ama bu, bütün Avrupa ile de harbi göze almak demektir. İngiltere’den ayırdığımız Fransa ve İtalya’yı tekrar yaklaştırmış oluruz. Bu ise Lloyd George’un istediği şeydir. Şu halde İstanbul ve Trakya’yı almak için orduyu öte tarafa geçirmek çılgınlık olur.”

Gazi, hem Rus yardımına güvenemiyor; hem de yardım bahanesiyle Anadolu’ya girerlerse ne olacağından endişe ediyordu. Bu sebeple aslında buhranın bir harbe kadar gitmeyeceği belliydi. Nitekim 22 Eylül’de Kazım Karabekir’e “Pek hesaplı ve mutediliz. Bitaraf mıntıka meselesini siyasetle halletmeyi tercih etmekteyiz” diye yazacaktır.

13 Eylül’de Richard Vince’e, “İngiltere ile dövüşmüyoruz” diye beyanat veren Gazi, İngiliz hariciyesinden Sir Lamb’ın,  14 Eylül’de “İngiltere hükümetine harb mi ilan ettiniz?” sualine, “Aramızda siyasi münasebet yoktur; dönmesi şayanı arzudur” diye cevap verdi.

Ezine peyniri

Bu arada Yunanistan’da askeri darbe ile Kral düştü. Venizelos, Londra’ya gidip Lloyd George ile baş başa verdi. Ya tehlikeyi sezdiği, ya da bunu kendi menfaatine kullanmak istediği için, Fransa ve İtalya’nın da yan çizmiş oluşuna bakarak, İngiltere üzerindeki baskısını arttırdı.

23 Eylül’de bir kısım Türk süvarileri bîtaraf mıntıkaya giriverdi. Ezine’de iki kuvvet burun buruna geldi. Arada 30 metre vardı. Ancak işgal kumandanı General Harington’un metaneti sayesinde çatışma çıkmadı. Çünki iki tarafa da ateş etmeme emri verilmişti. Nitekim Ankara birliklerinin başına, ihtiyatlı ve temkinli şahsiyeti ile tanınan Yakup Şevki Paşa tayin edilmiştir.

Böyle olunca birliklerin karşılaşması, sportif bir dostluk karşılaşmasına dönüştü. İki taraf da niyetinin kötü olmadığını göstermek için namlularını tersine çevirerek yürüyor; birbirlerine güler yüz göstererek nazik davranıyordu. Birbirleriyle arkadaşlık kurmuşlar; hediyeleşiyorlardı. Hatta bir gün bir Türk piyade zabiti, telaş içinde İngilizlerden ödünç tel örgü istemiş; siperleri teftişe bir paşanın geleceğini; teftişten sonra iade edeceğini söylemişti.

Doğan Avcıoğlu der ki: “Mustafa Kemal, Çanakkale’ye doğru ilerleyerek, Boğazlar için İngilizlerle savaşın eşiğine gelecektir. Fakat bu eşiği aşmamak için büyük dikkat gösterir. Nitekim orduyu Boğazlar’dan geçirip, Doğu Trakya ve İstanbul’u kurtarmak ve Boğazlar’a el koymak yerine, buraların kurtuluşunu barışın imzasına bırakır ve Boğazlar’da bir uzlaşma zemini arar.” (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, II/861-862.)


General Harington

Asker mi politikacı mı?

Türk ve İngiliz birlikleri burun buruna beklerken, Kemal Paşa ile General Harington, birbirlerine nazik telgraflar gönderiyordu. Gazi, sadece Yunanları kovaladığını; askerlerine İngilizlere asla taarruz etmeme emri verdiğini söyledi. Harington, kan dökülmeden sulh masasına oturulacağını anlamıştı.

İngiltere Hariciye Nazırı Lord Curzon, Fransa Başvekili Poincaré ve Milliyetçilerin büyük dostu İtalya Hariciye Nazırı Kont Sforza, Paris’te buluştular. 23 Eylül’de imzaladıkları bir notada; Türkleri, Venedik veya başka bir yerde toplanacak konferansa davet ettiler. Bîtaraf mıntıkaya girmemek mukabilinde Doğu Trakya’nın verileceğini; sulh antlaşmasından sonra İstanbul’un boşaltılacağını; bunun için evvela Mudanya’da bir mütareke konferansı yapılmasını bildirdiler.

Trakya önündeki Türk birlikleri 40 bini bulmuştu. Ama İngilizlerin keyfi yerindeydi. Tel örgü içinde düzgün siperlere yerleşmişlerdi. Aldershot, Cebelitarık, Malta ve Mısır’dan takviye birlikleri geliyordu. Hava üstünlüğü onlardaydı. Gelibolu’daki topçuların desteğine de güveniyorlardı.

İngilizleri Çanakkale’den atmak, ancak çok geniş bir askeri harekâta bağlıydı. Daha zayıf iken taarruzu göze alamayan Türklerin, şimdi güçlü iken taarruz etmesi umulmazdı. Sanki Gelibolu muharebeleri tekrarlanıyordu. Bu sefer İstanbul’a saldıranlar, Türkler; müdafaa eden, İngilizlerdi. Buna mukabil bu ultimatom tehdidine mukabil, Gazi de geri çekilerek küçük düşmek istemezdi.

Ortalık iyice gerilmişti. Buhranın sonunu inşallah gelecek yazıda ele alırız.