DİRİ DİRİ GÖMÜLEN PADİŞAH MASALI

Sultan I.Mahmud’un diri diri gömüldüğü; bundan haberdar olduğu halde yeni padişahın kılını kıpırdatmaması bir şehir efsanesi halini almıştır.
31 Ağustos 2020 Pazartesi
31.08.2020

 

Sultan I. Mahmud, 1754 senesinde hasta hasta çıktığı Cuma namazı dönüşü attan düşerek komaya girdi; iki senedir devam eden hastalıktan dolayı vefat etti. Tabiplerin câmiye gitmemesi hususundaki ikazlarını dinlemedi; tarihçilerin tabiriyle “hem dini hem de siyasi vazifesini yerine getirmekten çekinmeyip, bir manada büyük bir fedakârlık yaparak, hanedanının tarihteki karakteristik vasfını ortaya koydu.”

Eminönü’nde Yeni Câmi türbesine babasının yanına defnolundu. Güya başında Kur’an-ı kerim okuyan hafız, gece mezardan sesler geldiğini işitmiş; hemen koşarak saraya haber vermiş; ancak kızlar ağasının vaziyeti arzettiği yeni padişah Sultan III. Osman buna kulak asmamış; üstelik hafız da ortadan kaybolmuştur. 1950 senesinde popüler bir tarih mecmuasında mehaz bildirilmeden “saray rivayetlerinden birine göre” diyerek anlatılan bu hadise, yeni eklemelerle dilden dile anlatılagelmiştir.

Sultan I. Mahmud
Sultan I. Mahmud

Mübalağacı baron

Baron de Tott’un hatıralarında, Sultan III. Osman’ın cenaze merasimini anlatırken, Türklerin canlı canlı gömülme ihtimalini göz ardı ederek, ölülerini hemen gömdüklerini anlatır. Hatta ölü sanılıp diri gömülen birinin sonradan bağırdığını; fakat bu haberin kendisine ulaştırıldığı imamın oralı olmadığını anlatır.

Muhtemelen mübalağacı Baron’un anlattığı  bu hikâye, Sultan I. Mahmud’a adapte edilmiş; Sultan III. Osman’ın onun kadar popüler olmaması bunda rol oynamış olsa gerektir. Çünki Baron, Sultan I.Mahmud’un vefatını, Sultan III.Osman’ın vefatı gibi anlatmak hatasına düşer.

Hiçbir ciddi kaynakta rastlanmayan bu hadise bazı yerlerde Uzunçarşılı’ya mal edilse de, onun eserinde geçmez. Gerçi Uzunçarşılı’nın Sultan III.Osman hakkında hiç de hüsnü zannı yoktur. Padişahı, “Asabi, zayıf karakterli, sabırsız ve son derece de mütecessis” olarak tavsif eden Baron de Tott’a inanır. Rüşvetten katiyen nefret ettiğini söyler; ama buna dair aldığı tedbirleri kusur sayar. Padişahın cömertliğine dair tarihçi Vâsıf’ın sözünü reddeder; padişahı hasislikle itham eder.

Sultan III. Osman
Sultan III. Osman

İnsaflı ecnebi

Modern Türk tarihçilerinin pek sevdiği, sözüne gözü kapalı inandığı Baron de Tott mübalağayı çok sever. Niyazi Berkes’e göre, asıl işi, Fransa tarafından işgal edildiği takdirde Süveyş dolaylarında lâzım gelecek topografik bilgileri toplamak olan Baron, İstanbul’da yıllar yılı kalmasına rağmen Türkçeyi doğru dürüst öğrenmemiş; buna rağmen Türklerin ne kadar cahil, sersem, ahlâksız, şeref ve haysiyet hislerinden mahrum olduğunu rahatça iddia edebilmiştir. Beraber yaşadığı kişileri hakir gören, hâdiseleri mübalağa eden, icabında yalan söylemekten kaçınmayan ve tarihî hatalar yapan biridir. (The Development of Secularism)

Uzunçarşılı’nın âdetidir; (Evliya Çelebi veya Gelibolulu gibi) her çeşit rivayeti, kendinden beklenmeyecek şekilde tarihi tenkide tâbi tutmadan, “-miş imiş” diyerek nakleder. Kimsenin canını yakmamış; azlettiği sadrazamlar hakkında bile siyaset tatbik etmemiş merhametli bir hükümdarı, Baron’a inanarak katillikle itham eder. “Sık sık sadrazam değiştirmesinin sebebi, amcazadesi olan şehzadeleri öldürtmek için imiş” der.

Halbuki Lamartine der ki, “Elde delil olmaksızın eceliyle ölen yeğenini [Mehmed’i] zehirleyerek katlettiği söylenir. Kendisinin hiç çocuğu olmamıştır. Böyle bir hareketin ileride ona bir menfaati düşünülemezdi. Bunun hakikatle uzaktan yakından alakası yoktur.” Zaten 40 gün sonra padişah ölüp, tahta Mehmed’in kardeşi Mustafa geçti. Ne yazık ki, Lamartine, Uzunçarşılı’dan mantıklı ve insaflıdır.

Adı çıkmış

İşin aslı şudur ki, Sultan III. Osman, ağabeyi Sultan I. Mahmud ayarında parlak bir şahsiyet değildi. Asabi mizaçlı idi; kimseye itimat etmezdi. Tezcanlı idi. Bununla beraber, bundan süratle dönmesini bilecek kadar alicenap idi. Sadarette sık değişiklikler yapmakla beraber, daima güzel ahlâklı, malumatlı, yüksek vasıflı zevatı iş başına getirmeğe çalışmıştır.

Çok iktisatlı olduğu için, adı cimriye çıkmıştı. Rüşvetten ve yalandan nefret ederdi. Bu sebeple hasmı çoktu. Tarihlerde, son derece dindar, haya sahibi, fukaraperver olduğu anlatılır. Sık sık tebdil gezerek halkla konuşmaktan hoşlanır, ahalinin alış-veriş ettiği sokak satıcılarının sattıkları şeylerden alarak, onların fikirlerini yoklar; milletin telakkilerine çok ehemmiyet verirmiş.

Nuruosmaniye Câmii

Uğursuz mu?

Sultan III. Osman çok dindardı. Sarayda yürürken, kadınların işitip odalarına çekilmeleri için pabucuna demir çaktırdığı anlatılır. Ağabeyi zamanında başlanan Nuruosmaniye Câmii’ni tamamladı; kitaplarını da buraya vakfetti. Bugün hala ayaktaki Ahırkapı Feneri onun zamanından kalmadır.

Tahta geçtiği zaman, çalgıcılara bekledikleri itibarı göstermemesi; sur içindeki meyhaneleri kapattırması; kadınların açık ve süslü elbiselerle gezmemesine dair fermanlar neşretmesi modernistlerin pek hoşuna gitmez.

Kısa süren saltanatında hiç harb olmamış; ancak yangınlar, veba ve Haliç’i donduran soğuk kış milletin iflahını kesmişti. Eski zamanlarda bütün felaketlerden idareciler, ezcümle hükümdar mesul tutulduğu gibi, cahiller de padişahın uğursuzluğuna inanmıştır.

Bu sebeple Osmanlı tarihinde maalesef haksız yere menfi bir intiba uyandırmıştır. Adı geçen dedikodu da, padişahı, gözünü iktidar hırsı bürümüş bir gaddar gibi göstermek çabasından ibarettir.

Sultan I. Mahmud'un medfun bulunduğu Yeni Cami türbesi ve sandukası
Sultan I. Mahmud'un medfun bulunduğu Yeni Cami türbesi ve sandukası
Sultan I. Mahmud'un medfun bulunduğu Yeni Cami türbesi ve sandukası

Bir âlicenap padişah

Sultan I. Mahmud, Lale Devri’ni sona erdiren Patrona Halil İsyanı neticesinde tahttan indirilen amcası Sultan III. Ahmed’in yerine 34 yaşında tahta çıktı. 24 sene saltanat sürdü.

Zamanında Almanlar yenilip, Sırbistan ve Eflak işgalden kurtarılmış; Ruslar, Kırım ve Karadeniz’den uzaklaştırılmış; bütün Asya’yı titreten Nadir Şah, mağlup edilip evvelki Osmanlı-İran hududu kabul ettirilmiştir.

Halkın temayüllerine ve efkâr-ı umumiye kıymet verirdi. Bütün padişahlar gibi, çocukluğundan beri bir el sanatı öğrenmiştir. Kıymetli taşlar üzerine yaptığı mühür ve işlemeleri satıp, kazandığını hayra sarfederdi.

Çok zeki ve münevver bir şahsiyetti. Sebkatî mahlasıyla yazdığı şiirler edebi meziyetinin yüksekliğini göstermektedir. Şu kıtası pek meşhurdur:

“Varalım kûy-ı dilârâya gönül hû diyerek;
Kokalım güllerini gonca-i hoş-bû diyerek;
Şerbet-i lâ’l-i hayâli bizi öldürdü meded;
Gidelim kûyuna yârin bir içim sû diyerek.”

Zamanı, Osmanlı diplomasisinin parlak bir zamanı sayılır. Avusturya veraset harbinde tarafları insan hakları namına münasip bir lisanla sulha davet edişi, garp menbalarında bile alicenaplığına delil olarak övgüyle anlatılır.

Pek dindardı. Ulemayı hoş tutardı. Büyük âlim Hâdimî’yi Konya’dan İstanbul’a davet edip, derslerini dinlemiştir. Nadir Şah’ın Osmanlı ülkesinde Caferîliğin beşinci mezhep olarak kabulü teklifini şiddetle reddetmesi, itikadının sağlamlığına delildir.

İktisatlılığı ile meşhurdu; ama ele sıkı değildi. İstanbul’a 4 yeni kütüphane yaptırdı. Başlattığı Nuruosmaniye Câmii’ni biraderi tamamlamıştır. Mercan’da çıkıp 12 saat süren ve esnafı mahveden yangın neticesinde, kendi kesesinden çarşıları yeniden inşa etmesi, hayırseverliğine delildir. Bu sebeple vefatı, halkı adeta mateme sevk etmiştir. Enteresandır ki, peş peşe tahta çıkan iki kardeş padişahın da çocuğu olmamıştır.

Ölü sanılıp diri gömülenler

Seneler evvel Adli Tıp dersinde yalancı ölümler bahsini okumuştuk. Hayat emarelerinin bir veya birkaçının yavaş yavaş durması halinde yalancı ölümden (apparent death) söz edilir. İç ve dış kanama, zehirlenme, kafa travması, kloroformla uyutma, donma, yıldırım ve elektrik çarpması, inhibisyon (şok) hallerinde görülür. En çok da yeni doğan bebeklerde olur. Ender rastlanır; ama çok sayıda efsaneye mevzu olmuştur.

Meşhur âlimlerden Bediüzzaman Hemedânî’nin 398’de Herat’ta zehirlenerek vefat edip gömüldüğünü; gece ayılıp bağırdığını; sesi duyulup mezar açılıncaya kadar kabir şiddetinden yüz üstü düşerek vefat ettiğini İbn Hallikan anlatır. Tarihçi Medzoplu Toma’ya göre Emir Timur da ölü sanılıp diri gömülenlerdendir. Kabrinden gelen kurt uluması gibi sesler bir zaman kesilmemiştir.

Esasen ölüyü hemen defnetmek sünnet ise de, füc’eten (âniden) vefat edenleri bir gün ve gece bekletmekte mahzur yoktur. Yıllar evvel bir mecmuada Ölü Sanılıp Diri Gömülenler başlıklı korkutucu bir tefrika neşredilmişti. Bir ahbabımızın babasının adı Ahretlik Hüseyin Efendi idi. Bu lakabın sebebini sordum da, musallada namazı kılınırken dirildiğini; yıllarca yaşadığını söylediler.

El

Ölüm efsaneleri

Fransa’da Winslow adında bir yazar, 1740’da ölü sanılıp tabuta konmuş; dehşet içinde uyanınca, yaşadıklarını yazdıktan sonra 20 yıl yaşamıştır. Dr. Jean Bruhier d’Ablincourt, 1742 senesinde 122 adet yalancı ölüm efsanesi toplamış; herkesi korkuya düşürmüştür.

Meseleyle yakından alakadar olan Fransız Dr. Bouchut da 87 hikâyeden bahseder. Napoléon’un Rusya bozgunu esnasında bir general, başına aldığı bir yaradan dolayı ölüp gömülmüş; yaveri kendisini defnettikten 2 saat sonra uyanmıştı. General yaşamış; hatta kendisini bulan yaverinin cenazesinde bulunmuştu.

1845’teki bir isyanda öldürülenleri, Kral Louis Philippe görmesin diye sarayın bahçesine alelacele gömmüşler; Kral geçerken bunlardan biri dirilip çıkınca herkesi dehşete düşürmüştü.

Mezarda alarm

1792’de Almanya, İtalya, Fransa gibi memleketlerde hususi cenaze bekletme odaları (orbitoire) yapılmıştı. Almanya’da Weimar’daki çok meşhurdu. Cenaze bu odaya konup, ellerine ve ayaklarına, kımıldayınca dışarıdaki çanı veya zili çalan ipler bağlanırdı.

Bilhassa İngiltere’de arazi darlığı sebebiyle muayyen zamanlarda kabirler açılıp, ölü kemikleri bir kemikhane’ye taşınır; mezarlar yeniden kullanılırdı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıma izleri görüldü. Böylece bazılarının ölü sanılıp diri gömüldüğü anlaşıldı. Bunun üzerine cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp; bunu tabuttan dışarı taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece mezarlıkta oturup zili takip ederdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi.

1900 senelerinde İngiltere’de, eski Roma’da olduğu gibi, ceset 6-11 gün bekletilmek suretiyle taaffün (kokuşma) meydana gelince gömülürdü. Yalancı ölüm korkusu sebebiyle Fransa’da 1923 senesinde öldükten sonra başının kesilerek gömülmesini vasiyet etmek moda olmuştu.

1948’de Paris şehir meclisi azası Huet, mevzunun ehemmiyetini bir celsede dile getirmiş, Paris hududu dâhilinde senede beş yüzde bir kişinin diri gömüldüğünü söylemişti. Fransız medeni kanununun 78.maddesi, cesetlerin ölümünden sonra 24 saat bekletilmeden gömülemeyeceğine dair hüküm getirmiştir.