KÖY ENSTİTÜSÜ GÜZELLEMELERİ

Köy Enstitüleri’nde biraz nazari ders dışında, teknik dersler görülür; burada yetişen gençlerin, rejimin değerlerine bağlı birer köy önderi olması umulurdu.
1 Mart 2021 Pazartesi
1.03.2021

 

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında her mahalle ve köyde bir sibyan mektebi; her şehir, kasaba ve büyük köyde iptidaiye mektebi bulunurdu. O zaman cemiyetin en entelektüel şahsı olmak itibariyle imamlar sibyan mekteplerinin hocası idi. 1898 maarif salnamesine göre, imparatorluğun, cumhuriyete miras kalan topraklarında 22.278 müslüman mektebi vardır. Bunun dörtte üçü eski usuldedir. Yeni devirde medreselerle beraber sibyan mektepleri de kapatılınca, büyük bir mektep ve muallim açığı meydana gelmiştir. 1923’te 5 bine yakın ilk mektepte 10 bin muallim vardır. Sayısı 30 bini geçen köylerin çoğunda artık mektep ve hoca yoktur.

Köy Önderi

Erkek ve kadın ilk mektep hocası yetiştirmek üzere Dârülmuallimîn (1868) ve Dârülmuallimat (1870); orta mektep hocası yetiştirmek üzere Dârülmuallimîn-i Âli (1890) açılmıştı. İdeolojisini halka yaymak endişesindeki İttihatçılar devrinde, “Köye göre mektep ve muallim” fikri, mebus İsmail Mahir Efendi’nin başı çektiği bir grup tarafından ortaya atıldı.

Tren yoluna yakın köylerde kurulacak çiftlik mektepleri, köy çocuklarını muallim olarak yetiştirecekti. Şu halde köy enstitüleri, aslında bir İttihatçı projesidir. Buna şaşılmaz. Zira her totaliter sistem, halkı, köylüyü, esnafı, askerleri, gençleri, kadınları, kendi ideolojisi istikametinde manipüle etmeyi hedefler. Ancak projenin tatbiki cumhuriyet devrine tarihlenir.

1920’den itibaren memleketi idare eden tek parti, halkçılık prensibi çerçevesinde, köy maarifini çözmeyi hedeflemişti. 1925-1929 arasında maarif vekili Mustafa Necati, “Bu gidişle cumhuriyet, 35 bin köye, 100 yılda ancak muallim gönderebilecektir” diyordu. 1931 ve 1935 CHP kurultaylarında mesele müzakere edildi. Maarif vekili Saffet Arıkan, askerlik yapmış gençlerden köy öğretmeni yetiştirmeyi teklif etti. İlköğretim müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un yaptığı plan istikametinde 1936’dan itibaren eğitmen kursları açıldı.

Öğretmen bulunmayan köylerde, eğitmenler, üçüncü sınıfa kadar talebeyi okuturdu. Bu âdet 1980’li yıllara kadar cariydi. Leylî meccânî (parasız yatılı) 3 yıllık eğitmen kursunda, okuma-yazma, umumi kültür, ziraat, hayvancılık, inşaatçılık ve hıfzıssıhha üzerine dersler verilir; mezunlarının inkılaplara bağlı birer “köy önderi” olması umulurdu. 1936’da açılan Çifteler Eğitmen Kursu’nu yenileri takip etti.

İsmail Mahir Efendi
İsmail Mahir Efendi

Dewey ne demiş?

Hasan Ali Yücel maarif vekili olduktan sonra mesele 1939 maarif şurasında müzakere edildi. Eğitmen kursları, 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri Kanunu ile köy enstitülerine dönüştürüldü. Bu gün, enstitülerde milli bayram olarak kutlanırdı. 1942’de teşkilat kanunu; 1943’te kanunun izahnamesi neşredildi. Evvela “Köy Öğretmen Okulu” ismi düşünülmüş; sonra “Köy Enstitüsü”nde karar kılınmıştır. Enstitü, bir üniversiteye bağlı veya müstakil ilmi araştırma müessesesidir. Bizde iş tahsili veren mekteplere enstitü demek âdet olmuştur.

Kanunda, 10-15 köy için masrafları köylülerce karşılanan yatılı bölge okulu; 15-30 köy için gezici başöğretmenlik; 3-5 gezici başöğretmenlik bölgesinde bir ilköğretim müfettişliği; 10-15 müfettişliğin bağlı olduğu köy enstitüleri bölgesi kurulacağı kararlaştırılmıştı. Köy enstitüleri, aslında 1924’de Gazi’nin talebiyle ABD’den gelen ve Türk maarifini dizayn eden John Dewey’in tavsiyesi idi. Pratikte işlerin esas mimarı, Kırım Tatarı asıllı bir Bulgaristan muhaciri olan Dârülmuallimîn mezunu İsmail Tonguç (1893-1960); Almanya’da tahsil görmüş bir resim muallimi idi.

10 sene içinde sayısı 21’i buldu: Akçadağ (Malatya 1940); Akpınar-Ladik (Samsun 1940); Aksu (Antalya 1940); Arifiye (Sakarya 1937); Beşikdüzü (Trabzon 1940); Cılavuz (Kars 1940); Çifteler (Eskişehir 1936); Dicle (Diyarbakır 1944); Düziçi (Adana 1940); Erciş (Van 1948); Gölköy (Kastamonu 1939); Gönen (Isparta 1940); Hasanoğlan (Ankara 1941); İvriz (Konya 1941); Kepirtepe (Kırklareli 1938); Kızılçullu (İzmir 1937); Ortaklar (Aydın 1944); Pamukpınar (Sivas 1941); Pazarören (Kayseri 1940); Pulur (Erzurum 1942); Savaştepe (Balıkesir 1940).

Bunlara öğretmen yetiştirmek üzere 1943’te Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Enstitülerdeki öğretmenlerin vazifesi hem mektebi yürütmek, hem de köylüye destek ve örnek olmaktı. Böylece canlı ve hareketli köy modeli ortaya çıkacaktı.

İsmail Tonguç
İsmail Tonguç

Mandolin Telleri

Köy enstitüsünü bitiren talebe mümkünse köyünde, değilse yakın bir köyde öğretmen olacak; kendisine ev, ekip biçeceği toprak, alet edevat verilecekti. Enstitüye 5 senelik ilk mektebi bitirenlerle, 3 yıllık köy mektebini bitirip 2 sene hazırlık okuyanlar alınıyordu. Tahsil müddeti 5 sene idi. 10 senede 1300’ü kadın olmak üzere 17 bin öğretmen, eğitmen ve teknik eleman; 3 bin de sağlık memuru olmak üzere 20 bin kadar mezun verdi.

Köylülere alternatif zirai teknikler öğretme misyonundan dolayı her enstitünün tatbikat çiftliği ve iş atölyeleri vardı. Bağcılık, arıcılık, balıkçılık, marangozluk, terzilik, demircilik ve duvarcılık ile türkçe, matematik, fizik, tarih ve yurttaşlık bilgisi derslerinden başka, talebelere bir enstrüman çalmak öğretilirdi. Bulması ve çalması kolay olduğu için mandolin tercih edilirdi. Aşık Veysel de köy enstitüsünde ders vermiştir.

Resmi ideolojiyi destekleyen tiyatro temsilleri sahnelenirdi. Her talebe senede 25 klasik roman okumakla mükellef tutulurdu. Bu romanlar Hasan Ali Yücel’in ecnebi edebiyattan tercüme ettirdiği maarif vekâletinin dünya klasikleri serisinden seçilirdi. Talebeler sabah erken kalkıp, kızlı erkekli folklor oynayarak güne başlardı.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü
Hasanoğlan Köy Enstitüsü

Tenkitler - Dedikodular

Köy enstitülerinin esas gayesi, Almanya, Rusya, İtalya gibi totaliter memleketlerde benzerine rastlandığı şekilde, gençliği ve köylüyü, rejime/partiye bağlı tutmaktı. Yeni kurulan dünyada yerini alabilmek ve dış yardımlardan faydalanabilmek uğruna 1945’te demokrasiye geçilince her şey değişti. İnkılaplara muhalif kitlenin, bir sembol olarak gördüğü enstitülere karşı itirazları yükselmeye başladı.

Yatılı bir mektepte kız ve erkeklerin bir arada kalması bir dedikodu mevzuuydu. Mektep inşaatlarında köylüye angarya yüklenmesi ayrı bir hoşnutsuzluk sebebi idi. Eskinin mümessili sayılan köy ağaları ile rejimi temsil eden mektep hocaları arasında sürtüşme eksik olmuyor; bunlar, vaziyeti milletvekilleri vasıtasıyla Ankara’ya aksettiriyordu.

Köy enstitülerinin komünist ve dinsiz bir gençliğin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu; her yerde düşürülmüş ceninlere rastlandığı, ulu orta dillendirilir oldu. Talebe ve hocalar, totaliter rejimlerdeki gibi tek tip üniforma giyiyordu. O günlerde en büyük tehdit olarak Sovyet Rusya ve komünizm görüldüğü için, bu iddialar çok akis uyandırdı. Enstitülere bu sebeple sık sık polis baskınları tertiplenirdi.

Hasan Âli Yücel
Hasan Âli Yücel

Köylü Aydınlar

Yeni kurulan Demokrat Parti’ye seçimleri kaptırmak endişesi, iktidar partisini bazı tavizler vermeye itti. “Hem devrimci hem demokrat olunmaz” diyen ve komünizme geçit vermekle suçlanan Hasan Ali Yücel ile avukat Kenan Öner arasındaki dava, enstitülerin itibarına darbe vurmuştu.

Yeni maarif vekili Reşat Şemseddin Sirer zamanında (1948), köy enstitüleri, klasik öğretmen okullarına dönüştürülmeye başlandı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Tonguç vazifeden alındı. Bu, Hıfzı Veldet gibi Kemalist yazarlar tarafından bir karşı darbe olarak görüldü. 1954 senesinde köy enstitüleri resmen lağvedildi. O gün bu gündür bazı kesimler böyle “muazzam” bir sistemi Demokrat Parti’nin kaldırdığını söyler. Halbuki tek parti devrinin icraatındandır.

Halkının çoğu köylü ve çiftçi olan geri kalmış bir memleket için oldukça ideal bir sistem gibi görünen köy enstitüleri, milli şuur ve karaktere uymadığı için, beklenen neticeyi doğurmaktan uzak kalmış; -istisnalar bir yana- idealist, ama halkın değerlerine mesafeli ve bu sebeple girdiği her yerde sürtüşmeler yaşayan bir nesil yetiştirdiği için tenkit edilmiştir.

Bunun en mühim sebebi, hakkındaki asıllı asılsız dedikodular değil, hür dünyadaki sistemlere arka çevirip, XX. asır ortasında, hâlâ totaliter usullerle işi yürütmeye çalışmak; tepeden inmeci ve demode bir telakkiyle cemiyet inşa etmek işgüzarlığıdır. Tek tip insan yetiştirmeyi hedefleyen maarif sisteminin, hantal bir halkasıdır.

Köy enstitüleri, bütün bunlara rağmen, Türkiye’nin kültür hayatına damgasını vuran “köy menşeli aydın kuşağı” meydana getirmiştir. Çifteler köy enstitüsünün ilk mezunlarından olan eniştem başta gelmek üzere farklı köy enstitüsü mezunlarını çokça tanıma imkânı buldum. Hepsinde benzer hususiyetleri müşahede etmişimdir.

Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi yazarlar köy enstitülerinde yetişmiştir. 1945’te mecliste Emin Sazak’ın “Köy enstitüsü mezunları kendilerini Atatürk zannediyorlar” sözüne, Hasan Ali Yücel, “Her birinin bir Atatürk olması temenni edilir” diyerek enstitülerin hakiki misyonunu beyan etmişti.

Bu mevzuda ilmi çalışmalar yapan (ve solcu/Kemalist bir aydın olarak bilinen) tarihçi/sosyolog Prof. Kemal Karpat der ki: “Yapıcılık ve dinamizmini kaybeden bir idareci sınıfın, kendi halkını da baskı ve cehalet içinde tutarak cemiyet üzerindeki tahakkümünü sürdürmek isteyeceği aşikârdır. İşte benim halk evleri ve köy enstitülerini incelemeye kalkışmamın nedeni de bu düşünceydi. Ben bu kurumları, alt sınıfları, yani köylüleri ve kasaba alt tabakalarını uyandıracak, şuurlandıracak, yapıcılıklarını, kendilerine olan saygıların uyandıracak kurumsal vasıta olarak öngörürdüm. Bu yüzden bunları incelemekte adeta Türk cemiyetinin uyanışını inceliyor ve öneriyor gibi oluyordum. Bu incelemeler sayesinde, az zaman sonra anladım ki halk evleri ve köy enstitüleri bazı pratik faydalarına karşılık, ellerinde olmayarak ya CHP rejimini destekleyecek eleman yetiştiriyor, ya da Türk köylüsünü medeniyet ve eşitlik adına boyunduruk altına alacak yeni bir elit hazırlıyordu. Gerçekten 1930’lardan sonra CHP yapıcı bir devrim örgütü olmaktan çıkmış, inkılap, laiklik, Atatürkçülük adına, bütün bu tabirlerin manalarını çarpıtarak kendi hâkimiyetini ve mevkiini muhafaza etmek için mücadele eden bir mekanizma haline gelmiştir.” (Bir Ömrün İnsanları, 298-299)