HAMMURABİ KANUNU ve TEVRAT

Bâbil ve Kenan ilinde yaşayan birbirinden çok farklı iki cemiyet, nasıl oluyor da, benzer hukuki hükümlere sahip olabiliyor?
26 Nisan 2021 Pazartesi
26.04.2021

 

XX. asrın başlarında Hammurabi Kanunu’nun bulunuşu ve bu kanunla eldeki Tevrat arasındaki benzerlikler, rasyonel düşünen bazı tarihçileri, Yahudi hukukunun, aralarında ırk, dil ve vatan birliği bulunan Bâbil hukukundan tesir gördüğü kanaatine itmiştir. Hatta bunlar, eldeki Tevrat metninin, Hammurabi kanunundan iktibas edildiğini iddia etmiştir.

Bir cemiyetin hukukunda, başka cemiyetlerle müşterek bazı esaslar tesbit edilmesi normaldir. Ama birinin diğerinden iktibas edildiği neticesine varmak kolay değildir. Hammurabi Kanunu’nun, Tevrat’a numune teşkil edip etmediği hususunda üç ayrı görüş ortaya atılmıştır:

1-Tevrat’taki hükümler, Hammurabi Kanunu’ndan alınmıştır. (Alman Asurolog Winckler ve Friedrich Delitzsch)
2-İkisi de henüz elde olmayan müşterek bir metne dayanır. (Alman/Yahudi oryantalist David Heinrich von Müller)
3-Her ikisi birbirinden tamamen müstakildir. (Kanunnamenin en etraflı Almanca baskısının editörleri hukuk tarihçisi Josef Kohler ve Asurolog Felix Peiser) 

Uyanık kral

Yahudilerin ataları İbrânîler, tıpkı Bâbilliler, Âsurlular, Fenikeliler, Kartacalılar, Aramîler, Süryanîler ve Araplar gibi Hazret-i Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan gelen bir Sâmî (Semitik) kavmidir. Ancak antik çağda Bâbil ve Kenan illerindeki cemiyet, birbirinden bünye ve seviye itibariyle çok farklıdır. Bâbil’de sosyal sınıflar çok güçlüydü. Yahudilerin yaşadığı Kenan (Filistin) ilinde ise sadece yerli-yabancı (Yehudim-Goyim) ayrımı vardı.

Bâbil’de ticaret çok ileriydi; Kenan ilinde ise yerli halk Kenanîlerin yürüttüğü basit bir ticari hayat vardı. Bâbil’de ziraat ileriydi, yüzlerce kölenin çalıştığı büyük çiftlikler vardı. Kenan’da böyle büyük çiftlikler olmadığı gibi, araziyi de sahibi işlerdi. Kölelerin vaziyeti Kenan’da daha iyiydi. Aile hukuku hükümleri çok farklıydı.

Tevrat, sadece hukuk kaidelerinden ibaret değildir. Dinî, içtimaî ve ahlâkî hükümler de getirmiştir. Bu itibarla Bâbil kanunu tamamen dünyevî, Tevrat ise dinîdir. Gerçi kanununun önsözünde Hammurabi, Tanrı Marduk tarafından başa getirildiğini, Güneş/Adalet Tanrısı Samaş tarafından da bu hükümlerin dikte ettirildiğini söyler.

Böylece kanunnameye dinî bir menşe temin edilmeye çalışıldığı; böylece Hammurabi’nin kendi otoritesini Tanrı’nın tasvibine mazhar ettirmek uyanıklığını gösterdiği görülür. Bu ise, ibadet, mabed ve rahiplerden bahsetmeyen kanunun seküler (lâdinî) vasfına halel getirmez.

Sümerler ve Tufan

Hammurabi Kanunu büyük ölçüde Sümer hukukunu kaynak aldığına göre, Sümer, Bâbil, Yahudi, Hristiyan ve İslâm hukukunun sırasıyla diğerine tesir ettiği söylenebilir mi? Bu görüşte olanlar, Hammurabi Kanunu ve Tevrat’taki çoğu hükmün benzerine Sümerlerde rastlandığını söyler.

Âsur ve Bâbil’de, hatta eski Mısır ve Hititlerde anlatılan pek çok hikâyeler, Eski Ahid’de anlatılanlara benzer. Mesela Tufan hikâyesi, Sümer kültüründe çok canlıdır. Bu da pek çok kimseyi, sonrakilerin evvelkilerden alındığı kanaatine sürüklemiştir. Halbuki Sümer hukukuna hâkim prensipler, Tevrat’takilerle mukayese edildiğinde benzerlikten çok farklılık ortaya çıkar.

İnsanlık tarihi çok eskidir. ME 3500 senelerinde tarih sahnesine çıkan Sümerlerden evvel de hukuk sistemi vardı. Sümerlerin kullandığı ve dünyadaki üç çeşit yazıdan biri olan çivi yazısı (diğerleri resim ve işaret yazısıdır) XVII. asırda çözülmeye başlanmış; XIX. asrın ortalarında tam manasıyla okunabilmiştir. Bu tabletlerin mühim bir kısmının bulunuşu ise XX. asır başlarıdır. O halde Bâbil’de yaşayan Yahudilerin veya daha sonra Arapların bu tabletlerden eski Sümer efsanelerini ve hukukunu öğrenip bunları Tevrat’a, oradan da Kur’an’a aktardıkları söylenebilir mi?

Yarın Sümerlerden daha eski bir medeniyete ait kalıntılar bulunsa, bunların muhteviyatının da Sümerlerinkine benzediği görülürse, Sümerlere ilham kaynağı olduğuna mı hükmedilecektir? Öyleyse Sümer hukukunun da tesir gördüğü bir kaynağın bulunması lâzım gelir. Bu, gerek Sümer, gerek Bâbil ve gerekse Yahudi hukukunun orijinini teşkil eden müşterek bir kaynaktır: O da ilahî hukuktur. Hukuk fakültesinden hocam merhum Hamide Topçuoğlu, Eski İsrâil Hukuku kitabında bu meseleyi ele alıp açıklığa kavuşturmuştur.

Tevrat ilâhî bir metindir. Ortadoğu’da evvelki peygamberlere ait izler çok derindir. Kitapları kaybolsa, sözleri unutulsa bile, bunlardan bazılarına, sonraki metinlerde veya halk arasındaki ananelerde rastlanması tabiîdir. Sümer kültürü ve Hammurabi Kanunu ile Tevrat arasındaki benzerlik de buradan ileri gelir. Hazret-i İbrahim, Kenan’a yerleşmeden evvel bir Sümer vatandaşı idi. Kenan’a gelişi ME 2300 senelerindedir. Hazret-i Musa’nın Mısır’dan çıkışı ise ME 1313 tarihindedir.

Kısasa kısas

1901-1902 arası İran’da çalışan Fransız arkeoloji heyeti, Sus sarayı zemininde 2,25 m. uzunluğunda siyah taştan üzeri çivi yazısıyla dolu bir silindirik taş buldu. Yazı Fransa’da okundu. Bunun Hammurabi Kanunnamesi olduğu anlaşıldı. Hammurabi’den 9 asır sonra yaşamış bir Elam Kralı tarafından Sus’a nakledilmişti. Şimdi Paris’te Louvre Müzesi’ndedir. Üzerindeki bir kertik sebebiyle bazı maddelerin zâyi olduğu anlaşılmaktadır.

Bâbil Devleti’nin en mühim siması sayılan Kral Hammurabi, mütefekkir, dindar, âdil ve müstebid bir hükümdar olarak tasvir edilir. Zamanında memlekette uzun bir sulh ve adalet devresi hüküm sürmüştür.

Mezopotamya sitelerinde yazılı olmayan farklı teamüllerin tatbik edildiğini gören ve ülkede hukuk birliğini temin etmeyi isteyen Hammurabi, ömrünün sonlarına doğru mevcut kanunları derlemeyi düşündü. Eski Bâbil kanunlarından ve hususen Sümer Kralı Şulgi’nin tedvin ettiği kanunlardan istifade edip, teamülleri ve bunlara göre verilmiş mahkeme kararlarını da nazara alarak bir kanun külliyatı meydana getirdi.

Bunları maiyetindeki hukukçulara hazırlatıp, büyük bir taş sütun üzerine 282 madde hâlinde halkın konuştuğu Akad lisanında ve çivi yazısıyla yazdırarak ME 1783’te Bâbil şehrinin en büyük mabedine diktirdi. O zamana kadar resmî yazışmalar hep Sümerce yapılırdı; hukukçular dışında kimse kanunları bilemezdi. Artık basit halk da kanunları öğrenme imkânına kavuştu ve hâkim sınıfın tasallutundan kurtuldu. [Akadlar, evvelce Asyalı Sümerleri yenip Bâbil’de hâkim olan bir Sâmî kavmidir.]

Kanunnamenin başlangıç ve hâtimesi amme hukukuna dairdir. Bunun haricinde kalan ve aralarındaki alâkaya göre az-çok yan yana getirilmiş maddeler daha ziyade hususî hukuk, ceza hukuku ve muhakeme usullerine dairdir. Bu kanunlar aslında Sümer kanunlarıdır. Fakat daha mükemmel ve şümullüdür. Sümer kanunları hilâfına insanlara adaletli davranmayı hedef ediniyor, mahkemeye intikalinden evvel ihtilafları çözmeye temayül gösteriyordu.

Ancak suçtan zarar görenin şahsi intikam alması; cezanın failinden başkasına sirayeti; hâkim sınıfın hukuka müdahalesi gibi mahzurları aynen muhafaza etmişti. Hammurabi Kanunu, kendisini emniyette hissetmeyen iptidai cemiyetlerin hemen hepsinde olduğu gibi, istikrarlı bir cemiyet yapısına sahip Sümerlerin kanunlarına nazaran daha ağır cezalar ihtiva eder.

Kısasa kısas kabul edilmiştir. Hastasının ölümüne veya kör kalmasına sebep olan doktorun eli kesilir. Hırsızlık aleni yapılırsa, hırsızın eli kesilir; gizli yapılırsa idam olunur. Zina eden erkek ve kadın bağlanarak suya atılır.

Tevrat’taki cezaların şahsîliği prensibi, Hammurabi Kanunu’nda yoktur. Bir adam bir kadının çocuğunu düşürürse, o adamın çocuğu öldürülür. Yaptığı ev yıkılmış ve sahibi de ölmüşse, mimar öldürülür. Ev sahibinin oğlu ölmüşse, mimarın oğlu öldürülür. Sert görünse bile Tevrat’taki hükümler çok daha insani ve mantıklıdır.

Yahudiliğin Babası

Yahudi hukukunun esası, Hazret-i Musa'ya vahy olunan Tevrat-ı Şerif’e dayanır. İslâm kaynakları hakikî Tevrat’ın büyük bir kitap ve çok az kişinin ezberinde olduğunu söyler. Babil sürgününden (ME 587) sonra çıkan karışıklıkta Tevrat nüshalarının kaybolduğu tahmin edilmektedir. Sonradan Yahudi din adamları hatırlarında kalan ayetleri yazdı. ME V. asırda yaşamış Ezra (Uzeyr) ismindeki bir sofer (yazıcı haham) bunları toplayarak, şimdi eldeki Ahd-i Atîk denilen Tevrat ve buna bağlı kitapları yazdı. Bu sebeple Ezra, “Yahudiliğin Babası” kabul edilir. Nihai Tevrat metni MS 100 yılında tesbit olundu.

Eldeki en eski tam Tevrat nüshası takriben MS IX. asra tarihlenir. Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın insan eliyle tahrif edildiğini söyler (Mâide: 13-14-15). Peygamber aleyhisselam da, “Eğer Ehl-i kitab, size bir şey anlatacak olursa onu ne tasdik edin, ne de yalanlayın” buyurmuştur. (Buhârî, Ebû Dâvud, İbn Hanbel) Çünki eğer tasdik olunan şey tahrife uğramış bir şeyse, tahrife iştirak edilmiş olunur; eğer tekzib edilen şey, semâvî kitabın aslına uygun ise, bu sefer ilahî kelâm yalanlanmış olur. Bu sebeple, ulema, Müslümanların Tevrat okunmasını men eder; ama abdestsiz dokunmasına da izin vermez. Dolayısıyla, sonradan eklenmiş olan bir kısmın, Hammurabi’den veya başka bir yerden alınmış olması, orjinal Tevrat’ın mukaddes vasfına halel veremez.