KENDİ GÖK KUBBEMİZ ALTINDA BİR BAYRAM SAATİ

Müslüman devletlerde bayramlar çok ihtişamlı merasimlerle kutlanırdı. Bilhassa Tarsus gibi hududa yakın şehirlerde, İslâmiyetin şerefini göstermek için, bu kutlamalar daha parlak yapılırdı.
2 Mayıs 2022 Pazartesi
2.05.2022

Ramazan ayı gibi, bayram da hilalin rüyeti ve usulüne göre ilanıyla başlar. Rüyet, Bayezid Kulesi’nden yapılır; ayrıca Çamlıca Tepesi, Bursa’da Keşiş Dağı ve Kayseri’de Erciyes Dağı’nda râsıtlar hilali gözler. Hilal görülürse, bayram ilan edilir; görülmezse ay otuza tamamlanıp ertesi gün bayram yapılır.

Osmanlılarda bayram arefesinde top atışı yapılır; bayramın son gününde de yine top atışıyla bayramın bittiği ilan olunur. Ramazan geceleri gibi bayramda da davulcular gezer. Hem bahşiş toplar, hem ortalığı şenlendirir. Mehteran, muayyen saat ve mekânlarda nevbet vurur. Yeniçeri Ocağının ve ezcümle Mehteran’ın lağvından sonra Mızıka-ı Hümayun konserler verir.

Sevinç günleri

Arapça bayram için ıyd (eid) kelimesi kullanılır ki dönüş manasına avdet kökünden gelir. Her sene dönüp geldiği için bu ismi almıştır.

Türkçe bayram kelimesi, Farsça bezram (bezm+ram) kelimesinden gelir ki, manası “neşe meclisi” demektir.

Bayramlar sevinç günleridir. Dinin, neşelenmeyi, eğlenmeyi, güzel giyinmeyi, güzel şeyler yiyip içmeyi tavsiye ettiği günlerdir. Şark insanı, sevinç ve üzüntüyü beraber yaşamayı tercih eder. Bayramlar, bir araya gelme vesilesidir. Hayatın yeknesaklıktan çıktığı renkli günlerdir.

“Bayram gelmiş neyime/Kan dolar yüreğime” misali, bugünlerde acısı, sıkıntısı olanları, eş dost ziyaret ederek, hediyeleşerek sevindirmeye çalışır. Bugün doğan çocuklara uğur sayarak Bayram adını vermek de Türklerin âdetidir.

Hissiyatın coştuğu günler olmak itibariyle bayramlar nice şaire heyecan vermiş; bayramlar, mısralarda terennüm edilmiştir. Yahya Kemal’in, Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı emsalsiz bir manzumesi vardır.

sekerci

Şeker mi? Şükür mü?

İslâmiyette iki bayramı vardır. Biri kurban ibadetinin ifa edildiği bayramdır. Iydü’l-Adhâ denir. İkincisi bundan 70 gün evvel, oruç ayı olan Ramazan’ın hemen ardından başlar ve üç gün sürer. Bu bayrama Iydü’l-Fıtr denir. Bütün İslâm coğrafyasında bu isimle bilinir.

Fıtr, Arapça oruç açmak demektir. İftar ve futur (kahvaltı) ile fakirlere verilen fitre bu köktendir. Bu bayramda tatlı yemek Hazret-i Peygamber’in tavsiyesi olduğu için, Türkler bu bayrama Şeker Bayramı da demiştir.

Bunun aslının Şükür Bayramı olduğuna dair iddianın aslı esası yoktur. Şemseddin Sami’nin Kamus-i Türkî’sinden, Ahmed Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sine kadar Osmanlı münevverlerinin kitaplarında, 1890 tarihli Redhouse’da ve 1913 tarihli Brill’in İslâm Ansiklopedisi’nde hep Şeker Bayramı geçer.

Yani bu tabir, sadece modern kesimin uydurduğu veya tercih ettiği bir şey değildir. İslâmî kesimin karşı çıkması da tatlı yeme sünnetini hatırlattığı için yersizdir. Halk arasında Şeker Bayramı’na Küçük Bayram; Kurban Bayramı’na da Büyük Bayram dendiği vakidir.

Daha hayırlısı geldi

Resulullah aleyhisselâmın 622’de Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında, Medinelilerin oynayıp eğlendiği iki bayramı vardı. Nevruz ve Mihrican adındaki bu iki bayramı İranlılardan öğrenmişlerdi. Cenab-ı Peygamber: “Allah, bu iki bayramınızı, onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Bunlar Kurban ve Fıtr bayramıdır” buyurdu.

Ensar eğlenceyi sever; Medine’de bayramlar, neşe içinde kutlanırdı. Buharî ve Müslim, Hazret-i Âişe’nin küçükken yaşadığı bir hâdiseyi nakleder: “Bir bayram günü, Habeşliler mescidin avlusuna gelip mızrak oyunu oynadılar. Resulullah beni çağırdı. Doyasıya seyrettim”.

Yine aynı yerde geçer: Bir bayram günü Hazret-i Ebu Bekr kızı Âişe’nin yanına girdiğinde, iki küçük cariyeyi def çalıp şarkı söylerken gördü. Onlara serzenişte bulununca, Resulullah: “Bırak ey Ebu Bekr, bayram günleridir!” buyurdu.

Bayram günleri oruç tutmak bile yasaklanmıştır. Eğlenceler esnasında asayişi bozabileceği endişesiyle bayram günlerinde silah taşınması da Cenab-ı Peygamber tarafından men edilmiştir.

Hemen bütün eski cemiyetlerde de bayramlar sevinç, eğlence ve deşarj günleri olmuştur. Ayrıca bayramlar güzel yenilip içilen; güzel elbiseler giyilen; eğlenilen; mahkûmların affedildiği, kabahatlerin bağışlandığı merhamet günlerdir.

Bayram namazı

Her iki bayramda da güneş doğduktan sonra erkeklerin yapması gereken hususi bir ibadet vardır: Bayram namazı. Bu namaz câmide topluca kılınır. Köylük yerlerde Cuma gibi bayram namazı da kılınmaz; şehir ve kasabalarda ise musalla denilen açık mekânlarda topluca kılınırdı.

Başka zamanlarda namaz kılmayanlar bile, bu namaza gelirler; çocuklarını da götürürler. Pek çok kimsenin çocukluğundaki bayram namazı hatırası yıllarca zihninde yaşar; onun belki de dinle tek irtibatını teşkil eder.

Bayramlarda, ilk gün yaşlılar ziyaret edilir. Ailenin bir büyüğünde akşam yemeği veya sabah kahvaltısında buluşulur. Kabristan ziyaretleri unutulmaz. Bayramlarda türbeler ziyaret edilir. Mesela İstanbul’da mutlaka Eyüp Sultan’a da gidilir. Bugün bile bu âdet devam etmektedir.

Mendile bağlı para

Türk kültüründe, her hususi güne ait bir tatlı vardır. Bayramın tatlısı cevizli baklavadır. Bayramda akide şekeri, lokum, badem ezmesi gibi şekerlemeler önceden satın alınır. Misafire süslü bir tepside küçük kaşıklarla reçel çeşitleri ikram edilirdi. Sonra, piyasada şekerlemeler çoğaldığı için olsa gerek, bu âdet terk edildi.

Bayramda hediyeleşmek de âdettir. Eskiden fakirlere bayramdan önce yiyecek kumanyası ya da bir tepsi baklava gönderilirdi.

Bayramda ziyarete gelenlerden bilhassa çocuklara mutlaka hediye verilir. Eskiden mendil ve çorap vermek âdetti. Elden para vermek hoş görülmediği için, nezaketen mendilin kenarına veya çorabın içine para bağlanırdı. Bayram günlerinde, çocuklar daha bir hoş görülür; bayram yeri denilen lunaparka götürülür.

Osmanlı Sarayında Bayramlaşma
Osmanlı Sarayında Bayramlaşma

Sarayda bayram

Müslüman devletlerde bayramlar çok ihtişamlı merasimlerle kutlanırdı. Bilhassa Tarsus gibi hududa yakın şehirlerde bu kutlamalar daha parlak yapılırdı. Esnaf, süslü elbiselerle geçit resmi yapardı.

Bayram geceleri fener alayları tertiplenirdi. Halkın tekbir ve tehlil sesleri göklere yükselirdi. Nehirlerdeki kayıklar süslenir; sahillerde kandiller yakılırdı. Halifenin veya valinin sarayı ışıklarla donatılırdı. Halk, bayram günleri yeni ve süslü elbiseler giyer; hatta memurlara ve fakirlere bayramlık elbise ve ayakkabı dağıtılırdı.

Osmanlı sarayında bayram, dinî muhtevası yanında, devletin ve hanedanın ihtişamını göstermek için de bir vesiledir. Zira monarşilerde otorite ve ihtişam, sadece askerî güc ile değil, merasimlerle de ortaya konur. Bayramlaşma, Sultan Fatih Kanunnamesi ile tanzim edilmiştir.

Trablusgarb'da bayram alayı 1897
Trablusgarb'da bayram alayı 1897

Bayram Alayı

Bayram günü sarayın içi meşalelerle süslenir. Bütün pencerelere fenerler asılır. Padişah, sabah namazını Topkapı Sarayı içindeki Ağalar Câmii’nde kıldıktan sonra, maiyetiyle sabah namazından sonra mukaddes emanetlerin saklandığı Hırka-ı Saadet dairesinde bayramlaşır.
Bayram günlerinde sarayda yapılan merasime muayede (bayramlaşma) denilirdi ki her iki dini bayramda da tekrarlanırdı. Padişahlar, Topkapı Sarayı’nda oturdukları zaman sayfiyede iseler saraya gelirlerdi. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa köşkünde silahtar ağanın hazırlattığı kahvaltıyı ederler; çavuşlarla hasekilere ihsanda bulunurlardı.
Akağalar kapısı önüne taht kurulur, padişah tahta otururdu. Oturmadan evvel nakibüleşraf efendi dua ederdi. Bunu müteakip enderun çavuşları yüksek sesle “aleyke avnullah” ve “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diye alkış tutarlar, mehteran çalmaya başlar, merasim müddetinde çalmaya devam ederdi.
Tahtın sağında kızlarağası, solunda silahtar ağa bulunurdu. Kırım hanedanına mensup olanlara hil’at giydirilir ve tahtın solunda yer gösterilirdi. Sarayda bulunanlardan sonra sadrazam ve sair devlet erkânı ve sair rütbe sahipleri padişahın önünden geçer ve tahtın yanındaki puşideyi öperdi. Padişahın her ayağa kalkışına enderin çavuşları “maşallah” diye bağırırlardı.
Böylece saatlerce süren merasiminden sonra padişah orta kapıdan ata biner ve alay-ı vâlâ ile Sultanahmed Câmii’ne namaza giderdi. Bütün devlet erkânının da bulunduğu câmide teşrifatta son derece riayet edilir, herkes gösterilen yerde otururdu. Namazdan sonra saraya dönen padişah, eğer Kurban Bayramı ise kurbanlarını keser ve matbah-ı âmireye gönderildi.
Boğaz girişindeki gemilerden selam topları atılır. Sonra padişah süslü bir atın üzerinde şatafatlı bir bayram alayı ile saraya yakın bir câmiye giderek bayram namazı kılar. Bayram namazından sonra, hareme geçerek ailesi ve harem halkı ile bayramlaşırdı.
Bayram günlerinde sokaklarda bayram alayı tertiplenir. Maytaplar atılır. Enderun’daki gençler, kılıç, tüfek, ok ve gürzlerle gösteriler yaparlar. Güreş müsabakaları tertiplenir. Başta İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerinde bayramlarda o kadar parlak şenlikler yapılır ki, yabancı seyyahlar, seyahatnamelerinde bu bayram şenliklerine mutlaka bir fasıl ayırmıştır.
Dolmabahçe Sarayı’nın inşasından sonra bu merasim sarayın muayede salonunda yapılmaya başlandı. Bayramlarda Dolmabahçe Sarayı'na giden Sultan Abdülhamid muayede salonuna girerken marş-ı Hamidî ile selâmlanır ve saltanat tahtı önüne gelerek ayak üzeri bekler, oturmazdı. Evvela nakileşraf ve reis-i ulema efendi ilerleyerek kısa bir dua eder ve ilk tebrik resmini ifa ederdi. Padişah bu sırada tahtına oturur ve hemen kalkarak sadrazam başta olmak üzere gelen vükelanın saçak öpmek suretiyle tebrikatını kabul ederdi.
Tebrik vazifesini ifa eden vükela tahtın etrafında muntazam bir saf teşkil ederdi. Saçağı başmabeyinci tutmazdı. Cülusunun ilk zamanlarında Müşir Namık Paşa, onun vefatı üzerine Müşir Gazi Osman Paşa, müteakiben Müşir Deli Fuad Paşa, onun azli üzerine maiyet-i seniye erkân-ı harbiye reisi Müşir Arapkirli Şakir Paşa (Cevad Paşa’nın babası) ve nihayet Müşir Abdullah Paşa (Balkan Harbi’nde Trakya ordusu kumandanı) tarafından tutulmuştur.
Merasimi, sarayda tercüman-ı divan-ı hümayun ve teşrifat-ı umumiye nazırı ve maiyeti tanzim ederlerdi. Son muayedelerde teşrifat-ı umumiye nâzırı Galib Paşa idi.
Padişah, vükela ve müşirlerin tebrikatını ayakta; erkân ve ümera-yı askeriye ile rical-i mülkiye tebrikatını da oturduğu yerde kabul ederdi. Merasimin bu birinci kısmı nihayet bulduktan sonra, Padişah tahtından kalkar, birkaç adım ilerler ve karşıdan gelen şeyhülislam efendi ile sadrazam ve ulema-yı İslâmı istikbal ederdi. Bunlar saçak öpmez, eğilerek temenna ederler, geldikleri gibi çekilip giderlerdi.
Ulemayı takiben Rum ve Ermeni patriği ve hahambaşı efendi huzura çıkarak tebriklerini ifa ederlerdi. İki saat kadar devam eden bu merasime kısa bir fasıla verilir, padişah istirahat salonuna çekilirdi. Balkonlu sofadan merasimi takip eden ecnebi sefirlerden istediklerini huzuruna kabul ederdi.
Bu ziyaretler de nihayet bulduktan sonra tekrar muayede salonuna avdet eden Padişah, mabeyin erkân ve memurlarını ve maiyet-i seniye erkânını kabul ederdi. Merasime son verilerek Padişah dönerdi. Sultan Abdülhamid’den sonra yapılan muayedeler, eski heybet ve azametini kaybetmiş, karmakarışık bir laubalilik maliyetini almıştır. Saçak öpme Meşrutiyet devrinde bazı mebusların pek hoşuna gitmemiş; bazısı merasimde bulunmamış, bulunanlar da başını eğip geçmeyi tercih etmişler, Padişah ses çıkartmamıştır. Rıza Tevfik’in “Saçak öpmeyenler, secde etti, asi bir zabitin pis külahına” mısraında buna telmih vardır.