ORTAÇAĞ NE KADAR KARANLIKTI?

Ortaçağ’ın en ehemmiyetli hadiselerinden biri Müslümanlığın doğuşudur. Bu sebeple Müslümanlar, Ortaçağ’ı hiç de karanlık bir çağ olarak görmez.
16 Ocak 2023 Pazartesi
16.01.2023

 

İlim adamları, pragmatik sebeplerle bilgiyi sınıflandırmayı sever. Tarihi de muhtelif kıstaslara göre muhtelif devrelere ayırmak adet olmuştur. Buna göre Garbi Roma İmparatorluğu’nun Barbarlar eliyle yıkıldığı 476’dan sonraki bin yıla Ortaçağ (Kurun-i Vüsta) demişlerdir.

Ortaçağ’ın sonu ise ihtilaflıdır. Şarki Roma’nın Hristiyan alemini şok eden yıkılışı (1453), büyük coğrafi keşiflerle Atlas Okyanusu merkezli yeni dünya ekonomisini doğuran Amerika’nın keşfi (1492), insanı, parayı ve ulus-devletleri doğuran Protestanlık reformu (1517) Ortaçağ’ı bitiren tarihler kabul edilmiştir.

Ortaçağlılık kompleksi

Bu devrin insanlarında şüphesiz ki bir “Ortaçağlılık” telakkisi yoktu. XII-XIII.asır gibi geç tarihte bile Petrarca gibi yalnızca birkaç entelektüel kötü bir zamanda yaşadıklarını düşünürdü. Roma’nın çöküşüyle üzerlerine inen karanlığın, Roma’nın kendini tanıyıp özüne dönmeye başlaması ile kalkabileceğine inanırdı.

Sonraki İtalyan hümanistleri de medeniyetin beşiği olarak Antik Yunan ve Roma’yı kabul eder; o emsalsiz parlaklık ile kendi rönesansları (yeniden doğuşları) arasındaki devreyi “ortadaki çağ” diye hor görürdü. Nihayet XVIII. asırda Jacob Keller isimli Alman bilgin, Rönesans evveli için Latince “medium aevum” tabirini kullanarak çoğu okumuş kişinin paylaştığı özlü bir formüle döktü.

Ortaçağ’ın hor görülmesi bununla bitmedi. Aydınlanma Çağı filozoflarından başka, meşhur İngiliz tarihçi Edward Gibbon ve liberal iktisatçı Adam Smith gibilerle de devam etti. Bunlar, temsil ettikleri burjuva sınıfının adım adım Ortaçağ’ın bağrında teşekkül ettikten sonra bu çağı yıkmaya giriştiğinin sanki farkında değillerdi. İnkılapçı bir devrin nesli oldukları için, Ortaçağ’ı inkâr ettiler.

ORTAÇAĞ NE KADAR KARANLIKTI?

Tarihsiz Halklar

Bu sebeple bu zamana kadar Ortaçağ denildi mi akla karanlık, kasvetli ve boğucu manzaralar gelmeye başladı. “Ortaçağ Karanlığı” ve “Ortaçağ Zihniyeti” birer tabir oldu. Öyle ki “Ortaçağ”, bir mevzuyu ilmi ve ciddi bir tetkike tabi tutmaktan aciz, siyah ve beyazdan başka renk tanımayan, hakikati aramak yerine, ideolojilerini beslemek derdindeki kişilerin içyüzünü ortaya çıkaran bir kıstas hâline geldi.

Kapitalizmin inkişafıyla öne geçen Avrupa medeniyetinin, yeni dünya sisteminin merkezine oturması, şuurlara da aksetti. XIX. asırda yeryüzünün sömürgeleştirilmiş ya da sömürgeleştirilmenin eşiğindeki ülkeleri “tarihsiz halklar” olarak gören garp merkezli bir tarih ilmi doğdu. İlkçağ, ortaçağ, yeniçağ ve yakınçağ tarifleri hep bu çerçevede meydana getirildi.

II. Cihan Harbi’nden sonra sömürgeciliğin yıkılması veya renk değiştirmesi, garp hegemonyasının tarihsizleştirdiği halkların kendi tarihlerini keşfinin de önünü açtı. Bu kapıdan geçen çağdaş sosyo-ekonomik tarihçilik, antropoloji ve sosyoloji, Akdeniz havzasından farklı olarak, köleci imalat tarzının ön planda olduğu bir devrin belki hiç yaşanmadığı Asya’da ilkçağ, ortaçağ tefrikinin bambaşka bir tarzda ele alınması lazım geldiğini ortaya koydu.

ORTAÇAĞ NE KADAR KARANLIKTI?

Aydınlığın tohumları

Ortaçağ’ın bariz hususiyeti, feodalite ve iyice bölünmüş siyasi otorite; ziraata dayalı bir ekonomi ve tek gerçek zenginlik kaynağı olan toprağı elinde bulunduran bir asker asiller sınıfı ile toprağı işleyen köleleştirilmiş bir köylü sınıfından müteşekkil cemiyet; kilisenin ve dini ritüellerin hayatın her safhasına hakim olduğu bir sistemdir.

Bütün menfi tasvirlere rağmen, Ortaçağ, çok büyük sosyal, politik, kültürel ve estetik değişikliklerin ağır ağır biriktiği, Hümanizma ile Rönesans’ı ortaya çıkaran büyük dönüşümün tohumlarının atıldığı bir devredir.

Batı Avrupa’da feodalizmin başlangıçta büyük bir zayıflık gibi görünen adem-i merkeziyetçi yapısının zamanla üstünlüğe dönüştüğü görülür. XI-XII. asırdan sonra istihsal fazlalığıyla beslenerek canlanan şehirler, kapitalizmin doğuşuna beşik oldu.

Bu maddi inkişaflar, XII-XIII. asırlarda gotik sanatla ifadesini bulan yüksek Ortaçağ kültürünü meydana getirdi. Nihayet kilise dogmalarına karşı çıkan fikri reaksiyon, Hümanizma ve Rönesans’ı doğurdu.

Ortaçağ’ın en mühim hadisesi

İnsanlık tarihinde parlak bir sayfa teşkil eden Akdeniz-Roma medeniyeti, şarktan gelen Barbar kabileleri tarafından ortadan kaldırıldı. Avrupa’yı kasıp kavuran bu güruh, geçtikleri yerdeki medeniyet eserlerini silip süpürdü. Hamamdan çıkmayan Roma’nın mirasına, heladan bihaber varisler çöreklendi. Avrupa, bu devrin başlarında hakiki bir karanlığa gömüldü.

Avrupa’nın bu karanlıktan çıkması ve Ortaçağ’ın da karanlık çağ şaibesinden kurtulması, yine şarktan, ama biraz daha uzaktan gelen güçlü bir ışık sayesinde oldu. Avrupa’nın bu vaziyetine mukabil, bilhassa yakın şarkta gerek sanat, gerekse ilim en yüksek seviyesine erişmiş bulunuyordu. Antikçağ’da Yunan ve Roma’daki üstünlük, Ortaçağ’da Araplara geçmişti.

Ortaçağ’ın en ehemmiyetli hadiselerinden biri Müslümanlığın doğuşudur. Bu sebeple Müslümanlar, Ortaçağ’ı, karanlık değil, apaydınlık bir çağ olarak görürler. Yepyeni bir din şemsiyesi altında birleşen Müslümanlar, kurdukları imparatorluk vasıtasıyla bu kültürün yayılmasını temin etti.

Kitlelerin bu yeni dine girişiyle bir Müslüman milleti ve medeniyeti ortaya çıktı. Afrika’nın kuzeyinden dolaşıp İspanya ve Sicilya’ya çıkarak, bu medeniyeti Avrupa’ya sokmaya muvaffak oldular. Ortaçağ’da İslâm aleminde yaşamış din ve fen alimi, hakîm, sanatkâr, tarihçi vs sayısı, aynı çağda Avrupa’dakilerle kıyaslanmayacak kadar çoktur.

ORTAÇAĞ NE KADAR KARANLIKTI?

Altın Çağ

Bu medeniyet, tek başına Arapların eseri olmayıp, Çin, Hind ve İran kültürünün de senteziydi. Kağıttan matbaaya, baruttan saate kadar nice buluşlar, Araplar vasıtasıyla Avrupa’ya geçti. En mühimi serbest düşüncenin filizlendiği üniversiteyi, Araplardan öğrendiler ve sahiplendiler.

Ortaçağ, Avrupa için karanlık olabilir. Ancak o çağda şarkta medeniyetin altın çağını yaşayanlar için ilim, fen ve serbest düşünce en ileri seviyedeydi. Tenkidî fikir ve tabiata objektif bakış, Müslüman alimler sayesinde Endülüs ve Sicilya’daki İslâm üniversiteleri vasıtasıyla bu çağda Avrupa’yı uyandırıp aydınlattı. Papa Silvester, Avrupa’nın ilk üniversitesi olan Kurtuba Üniversitesi’nde okumuştu.

Çok verimli bir ilmî ve estetik hareketin, Rönesans’ın zuhuruna öncülük etti. Bununla eksik kalan nice buluş, Haçlı Seferleri vasıtasıyla Avrupa’ya sirayet etti. Tarihin en büyük felaketlerinden biri olan Moğol istilası şarkın yıldızını söndürürken, garbın yıldızı parlamaya devam etti.

Bütün harblere, sari hastalıklara, ekonomik sefalete rağmen Ortaçağ, çeşitli ilmi, felsefi, sosyal ve estetik cereyanların yeşerdiği cıvıl cıvıl, ışıl ışıl bir çağ oldu. Fransız yazar Gustave Cohen (1879-1958) La Grande Clarté du Moyen Âge (Ortaçağın Büyük Aydınlığı) eserinde bunu canlı bir şekilde tasvir eder.

Ortaçağ’ın en büyük keşfi

Bugün bile ballandıra ballandıra anlatılan ve insanlığın en büyük adımlarından biri kabul edilen aydınlık ve parlak Rönesans’ın durup dururken ortaya çıkmadığı düşünülecek olursa, Ortaçağ’ın pek de karanlık bir devir olmadığı anlaşılır.

Ortaçağ, sivri tonozdan ticari senetlere, diyalektikten astronomiye kadar çok çeşitli ve ehemmiyetli buluşların ve ilerlemelerin cereyan ettiği bir devirdir. Yıllar evvel akademik camiada, “medeniyete damgasını vuran en ehemmiyetli ilmi inkişaf veya buluş nedir?” sualine hemen herkes “üniversitelerin ortaya çıkışı” cevabını vermiştir. Ortaçağ’ın en büyük keşfi, üniversitenin kuruluşudur.

Üniversitelerin kuruluşu ile ampirik bilgiler sınıflandırıldı. Böylece bilgi, ilim halini aldı. Şu halde, modern manada ilim, Ortaçağ’da doğdu. Antikçağ’da doğru bilgi arayışı, yerini doğru davranış arayışına bıraktığı için, belki ilmi faaliyetler biraz yavaşlamıştır, ama asla durmamıştır. Antik Yunan’ın bilgi birikimi, bilhassa quadrivium (aritmetik, geometri, astronomi ve müzik) dersleri mekteplerde okutulmuş ve öğretilmiştir.

ORTAÇAĞ NE KADAR KARANLIKTI?

Filmlerdeki Ortaçağ

Ortaçağ denince herkesin aklına, filmlerde gördüğü gibi, pis, vahşi, hastalıklı, rezil ve cahil insanların yaşadığı bir dekor gelir. Halbuki Bologna, Pavia, Oxford, Cambridge gibi üniversiteler, Thomas Aquinas, Roger Bacon, Dante gibi filozoflar bu çağın mahsulüdür.

Ortaçağ’daki vahşet, XX. asırdaki iki cihan harbinde yaşanan vahşetten fazla değildir ve bu çağda din yüzünden yaşanan mücadeleler, insanlık tarihini kana boyayan nefsani harblerin yüzde birini teşkil etmez.

Evet, insanlara hayatı kolaylaştıran teknoloji yoktu, ama bu, mutluluğa mani teşkil etmiyordu. Bugün medeni ülkelerde bile politik, ekonomik ve sosyal baskı altında yaşamak kolay değilken, Ortaçağ köylüsünün daha az rahat yaşadığını söylemek, söz götürür. Köylüler o zaman da eğlenmesini, kendine vakit ayırmasını biliyordu.

Herkesin elle yemediğini, müzelerde Ortaçağ’dan kalma çatal, kaşıklar ispat eder. Yıkanmayan insanların ortalaması, bugünkinden fazla değildi. Bir Ortaçağ Fransız atasözü şöyle der: “Avlanmak, oynamak, yıkanmak, içmek. İşte hayat!”

Zaman zaman kıtlık ve sari hastalık elbette yaşanıyordu, ama tarihin her devrindeki kadar. İnsanların ömür ortalaması şimdiki kadar uzun değildi ama, bariyeri aşıp uzun yaşanlar bir yana, kısa ömürlerinde çok iş yapıp tarihe geçenler de az değildi.

Kilise otoriterdi ama, nice buluşlar ve serbest düşünceler de kilise ve manastırların karanlık dehlizlerinden yeşermiştir. Cemiyetteki en kültürlü, en merhametli ve en serbest fikirli kişiler, din adamlarıydı.

Son asırda cumhuriyetçiler, ilimden sanata, masaldan filme kadar her şeye hakim olup, monarşinin sembollerini aşağı, aristokratları zalim ve egoist gösterdiği gibi; pozitivistler de, Ortaçağ’ı böyle tasvir etmiş; geniş halk kitleleri, film ve romanlarda gördüklerini tarihi hakikat zannederek karanlık ve ürkütücü bir Ortaçağ tasavvuru meydana gelmiştir.

Gözlerinin önünde Müslümanların şimdiki hâli bulunduğu için, garplılar, Ortaçağ İslâm medeniyetinin, garp medeniyetinin en esaslı âmili olduğunu tasavvur etmekte güçlük çeker.