CELLADLIK BİR USTALIK İDİ…

Celladlık, ustalık icap ettiren bir işti. Vazifesini ortalığı karıştırmadan ve mahkuma fazla acı vermeden yapması beklenirdi.
20 Mart 2023 Pazartesi
20.03.2023

 

Cemiyet halinde yaşamak, kanunu; kanun da icabında cezayı icap ettirir. Cezayı infaz etmek celladın vazifesidir.

Cellad, değnekle döven demektir. Bedenî cezanın esas olduğu bir zamanda, cezalar umumiyetle dayak idi. Cellad deyince hep idam cezasını infaz eden kişi anlaşılır, ama öyle değildir. Bir nevi gardiyandır, infaz memurunun işini yapar.

Celladına aşık olmak

Her ne kadar ürkülen bir iş ve celladlar da korkulan insanlar olsa bile, bu bir zarurettir. “Hükm-i sultan olmaz ise, gelmez hata celladdan” sözü meşhurdur.

Asr-ı saadette Hazret-i Ali, Zübeyr, Mıkdad, Muhammed bin Mesleme gibi sahabilerin bu işi yaptığı vakidir. Evliya Çelebi’ye göre, celladların piri Eyyüb Basri hazretleri, işini bitirince bir fatiha okuyup, oradakilere “Bu adamdan ibret alın!” diye nasihat edermiş.

Merhametsiz sevgili için edebiyatta cellad demek adet olmuştur. Kemani Tatyos’un “Çeşm-i celladın ne kanlar döktü Kâğıthanede” mısraı hatıra gelir. Bir de kendisine kötülük edene marazi bir bağlılık duyanlar için “Celladına aşık olmak” tabiri vardır.

Ziya Paşa’nın muharebe kargaşasını tasvir eden beytinde şöyle geçer: “Ne müthiş sahnedir şurişgah-ı heycâ tahayyül et/Heman bir demde bin maktul bin cellad olur peydâ!” İnsanlar, birbirinin celladı değil midir?

Paşa celladı

Osmanlılarda cezayı veren mahkeme, suçluyu polis şefi olan subaşına teslim ederdi. O da maiyetindeki celladlara cezayı infaz ettirirdi.

Celladlık ustalık icap ettiren bir işti. Vazifesini ortalığı karıştırmadan ve mahkuma fazla acı vermeden yapması beklenirdi. Onun için bunlara meydan-ı siyaset ustası denirdi.

Sarayda cezaların infazıyla vazifeli cellad bölüğü, doğrudan padişaha bağlı bulunan bostancıbaşının emrindeydi. Sarayda bunlar bulunmadığı ve acil hallerde saray bahçelerine ve sahil emniyet işine bakan bostancılar bu işi yapardı.

İki bostancı zaten hep nöbetteydi. Bir de çadır mehterlerinden (ordunun levazım sınıfından) bunlara yardımcı 4-5 kişi sarayda kapıcılar dairesinin yakınında beklerdi. Solaklardan, kapıcılardan, hatta iç oğlanlarından dahi celladlık vazifesi verilenler olurdu.

Valilerin ve sefere giden serdarların da maiyetinde paşa celladı bulunurdu. Çok mahrem ve hassas infazlarda, mahkum ile konuşup merhamete gelmesin diye sağır dilsiz celladlar iş görürdü. Cellad olacakların dilinin kesildiği doğru değildir.

Ecel şerbeti

Şer’î hukukta idam cezası çok nadirdir. Osmanlılarda umumiyetle büyük siyasi suç işleyen veya hata yapan devlet adamlarına verilir.

İdam cezası en seri ve acısız ölüm tarzı olan başı keserek infaz olunur. Asarak idam, işkence sayılır ve insan haysiyetine aykırı görülür. Sadece eşkıya, müsademede yakalanırsa, teşhir için asılabilir.

“Kaydı görülecek” veya “kârı itmam edilecek” yahut “izâlesi ferman olunan” kişiye, cezası bostancıbaşı tarafından eteği öpülmek suretiyle hürmetle tebliğ edilir. Teselli kabilinden sözler söylenir. Abdest alıp iki rekat namaz kılmasına müsaade olunurdu. Bu husus adi mahkumlar için de caridir.

Mahkum, bostancıbaşı refakatinde sarayın Marmara sahilindeki Balıkhane’ye götürülür. Saray jargonunda “Balıkhaneye indirmek”, idam demektir. Saray surları ile Bizans surlarının birleştiği noktada Marmara’ya açılan Balıkhane Kapısı üzerinde Balıkhane Kasrı; kapıdan içerde Balıkhane Ocağı vardı. İç saraya en uzak nokta burasıydı. Balıkçı Ocağı’nın saray için balık tuttuğu Ahırkapı Dalyanı bunun önündeydi.

Bostancıbaşı, af haberi için biraz bekler; hükmü hemen yerine getirmez. Eğer beklenen haber gelirse, mahkuma çini kupa ile serin şerbet ikram edilir. Sonra Balıkhane Kapısı’na yanaşan bir tekne ile sürgüne yollanır.

Haber gelmezse, mahkuma kan rengi şerbet takdim edilir. Bu, artık ecel şerbetidir. İki yamak refakatinde cellad hükmü infaz eder. Çok rütbeli biri olmadıkça bostancıbaşı infazda hazır bulunmaz.

Celladlar

İbret taşı

Taşrada idam olunanların başı, bozulmasın diye bal dolu at kılından bir torbaya konup merkeze gönderilir. Teşhis edilip cezanın infazı katiyen anlaşıldıktan sonra defnolunur. Acele eden kişiye “Paşaya kelle mi götürüyorsun?” derler. Bazı kişilerin başı sarayın önüdeki seng-i ibrette ibret-i âlem için bir müddet (üç gün kadar) teşhir olunur, önüne idam sebebini anlatan bir yafta asılırmış.

Devlet ricalinden de başı teşhir edilenler olmuştur, ama sarayın önünde değil, içinde. Ölenin yakınları cellada bahşiş vererek ölülerini alıp dini merasimle defneder. Suçlu bile olsa insan haysiyetine sahip bulunduğundan, ölünün denize atılması, parçalanması, çengele asılması mevzubahis değildir.

Buna dair anlatılanlar, seyyahların uydurmasıdır. Evliya Çelebi, Ahmed Refik Altınay, Reşad Ekrem Koçu gibi tarihçiler, aynı zamanda hayal gücü ve tasni kabiliyetinin zenginliği ile meşhur olduğu için, bunların rivayetleri kaydı ihtiyatla karşılanmalıdır.

Tanzimat ile siyaseten idam cezası kaldırıldı. Yeniçeri Ocağı ile beraber Cellad Ocağı da lağvedildi. Celladlık, ücreti mukabilinde şuna buna yaptırılmaya başlandı.

Çehresinde nur kalmamış

Osmanlı tarihinin (Evliya Çelebi sayesinde) en meşhur celladı Kara Ali ile onun yamağı Hamal Ali ve sonradan başcellad olan Süleyman’dır. Ustalıkta emsali görülmemiş ve kendisini bizzat gören Evliya Çelebi tarafından üstad-ı kâmil diye anılan Kara Ali, Sultan I. Mustafa zamanında celladbaşı Süleyman Ağa’ya yamaklık etmişti.

O öldükten sonra celladbaşı sıfatıyla Sultan II. Osman, İbrahim ve IV. Mehmed zamanında vazife yaptı. Sultan İbrahim’in celladı da bu idi. Hissiz, metin ve merhametsiz olduğu söylenirse de Sultan İbrahim’i öldürmekten kaçınmış, darbeciler sopayla tehdit ederek işini tamamlatmışlardı. Bundan sonra da teessüründen işi bırakmıştır.

Evliya Çelebi, “neuzü billah, çehresinde nur kalmamış, zehir gibi adamdı. Yaz kış kolları sıvalı, göğsü bağrı açık gezerdi” der. Çok defa, idam ettiği adamın kim olduğunu bile sormazmış. Sokağa çıktığında, sağ omzunda çaprazlama asılmış bir yalın kılıç sallanır, kuşağının bir kenarında da yağlı kemendi görülürmüş. Ustura ile kazınmış başında kırmızı keçeden cellad külahı bulunurmuş.

İşin garibi cumhuriyet devrinin en meşhur celladı da meşhur adamları asan İzmirli Kara Ali’dir. Bununla yapılan röportaj 1950’de gazetelerde neşredilmiştir.

Cellad Mezadı

Ekâbirden idam mahkumları, infazdan evvel üzerindeki kıymetli eşyayı çıkarıp orada bulunanlara hediye eder, bana bir fatiha okursunuz derdi.

Ekseri mahkûmun eşyasını cellad sahiplenirdi. Çünki çoğu kul cinsinden olduğu için vârisi zaten padişah idi. Celladlar bu eşyayı senede bir iki defa mezata koyar, parasını da lokanta bahşişi gibi aralarında taksim ederlerdi. Ama halk uğurlu görmediği bu eşyaya fazla para vermez, ucuza giderdi. Kimsenin rağbet etmediği ucuz mala “cellad mezadından mı aldın” derler.

Tarihçi Peçevî’nin meraklı bir hikayesi vardır: “Sultan III. Murad’ın gözdesi kapı ağası Gazanfer Ağa, zamanın meşhur saatçisi Rasim’e fevkalade kıymetli elmaslarla süslü altın işlemeli bir saat yaptırmıştı.

Bir askeri isyanda Gazanfer Ağa celladın eline düşünce, başlı başına bir servet olan saati de müstakil bir cellad mezadına girmiş, Tırnakçı Hasan Paşa satın almıştı. Az sonra o da idam olundu, saati mezattan pek ucuz bir bedele Kâsım Paşa satın aldı. Bir iki ay sonra o da idam edildi. Saati Sadrazam Derviş Paşa satın aldı ve küçük kardeşine hediye etti.

İsmi bilinmeyen, genç yaşta hizmete başladığı için Civan Bey diye anılan bu genç, Eğriboz sancakbeyi idi. Konağın terasında Peçevî ile otururken, koynundan bu saati çıkardı. Saat meraklısı Peçevî hayran kaldı. ‘Ömrümde böyle güzel saat görmedim’ deyince Civan Bey hikayesini anlattı.

Peçevî ‘Böyle bir saati insan düşmanına vermez. Paşa nasıl olmuş da size hediye etmiş?’ deyince, Bey hançeriyle elmasları çıkarıp bir çekiç ile çarklarını kırarak denize attı. Denizin dibinde saatin parıltısı görülüyordu.

Yarım ilâ bir saat geçti. Bir atlı geldi. Bey’e azlini haber verdi. Bey şaşırınca, atlı, ‘Efendim Derviş Paşa idam olundu. Sizin de idamınıza ferman çıktı. Bostancıyla gönderildi. Sonra şefaatçiler araya girip sizi affettirdi. İkinci bir ferman ile ben gönderildim. İdama memur olanlara yarım saat evvel yetiştim’ dedi.”

Çingene yükü

Celladların Çingene veya Hırvat asıllı olduğu söylenirse de söz götürür. Mamafih cumhuriyet devrindeki celladların çoğu Çingene idi.

Nitekim Nazım Hikmet 1933’te der ki: “Bir ipte sallanan ölü/Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm/Fakat emin ol ki sevgilim/Zavallı bir çingenenin/Kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli/Geçirecekse eğer ipi boğazıma/Mavi gözlerimde korkuyu görmek için/Boşuna bakacaklar Nazım'a!”

1961’de Adnan Menderes ve arkadaşlarını asan Kemal Aysan; 12 Eylül devrinde mahkumları asan Hüseyin Yalçın, böyle idi.

Cellad Çeşmesi
Cellad Çeşmesi

Cellad Çeşmesi

Topkapı Sarayı avlusunda Çeşmekapı’dan Ortakapı’ya dek uzanan duvarın Ortakapı’ya yakın tarafındaki çeşmeye Cellad Çeşmesi veya Siyaset çeşmesi denirdi. Lülesi kopmuş, yer yer kırılmış harap bir haldeydi.

Güya idam cezaları bunun yalağında infaz olunur veyahut cellad işini bitirdikten sonra levazımatını burada yıkarmış; kelle de önündeki sütunumsu taşa konurmuş. Halbuki infazlar hep aynı yerde yapılmazdı. Bunun yeri ekseriya Balıkhane’dir.

1889’da Kayzer gelmeden evvel, sarayı gezerken akla bir şey gelmesin diye, Sultan Hamid çeşmeyi kaldırttı. Vakanüvis Abdurrahman Şeref Bey, “Nice feryad ve zârilerin şahid-i câmidi olan bu menhus çeşme”nin [Yani nice feryad ve gözyaşının cansız şahidi olan bu uğursuz çeşmenin] yok edilmeyip Bâb-ı Hümâyun’nun içine taşınıp yerine Hamidiye Çeşmesi monte edildiğini anlatır. Gezenlere “Cellad Çeşmesi “ diye gösterilen duvar çeşmesi budur.

Nişanca Camii avlusunda cellad mezarları
Nişanca Camii avlusunda cellad mezarları

Cellad Mezarlığı

Eyüp’te Karyağdı Bayırı arkalarında cellad mezarlığı vardı. Münferid ve metruktu. Dört köşe küfeki taşından gayet iri bazısı iki metreye yakın boyda şahideleri vardı. Hepsi yazısızdı.

Reşat Ekrem Koçu, cellad mezarlarının yazısız olduğunu iddia eder. Doğru ise, isimleri unutulsun, ailesi töhmet altında kalmasın istenmiş olmalıdır. Mamafih her isimsiz taş, cellad mezarı demek değildir.

Sonradan bir kısmı kayboldu, bir kısmı mezarlar arasında kaldı. Şimdilerde birkaç taş kalmıştır. Sadece burada değil Tokmaktepe’de ve Nişanca’da Baba Haydar ve Nişancı Mustafa Paşa Camii haziresinde ve Beyoğlu Gaysunizade Camii haziresinde tek tük cellad mezarı kalmıştır.