YÜZÜNDE MEYMENET OLMAYAN İSTANBUL'A ADIM BİLE ATAMAZDI

Bu­gün Av­ru­pa’nın en ka­la­ba­lık şeh­ri olan İs­tan­bul’a es­ki­den yer­leş­mek ko­lay de­ğil­di. Çe­şit­li se­bep­ler­le İs­tan­bul’a hu­su­sî izin­le ge­len­ler ve­ya ge­çen­ler, iş­le­ri bi­tin­ce şeh­ri terk et­me­ye mec­bur­du.
29 Ekim 2008 Çarşamba
29.10.2008

Vak­tiy­le Ru­me­li ve Ana­do­lu’da dev­le­te ait top­ra­ğı ki­râ­la­yan kim­se, ki­râ müd­de­ti bit­me­den top­ra­ğı­nı terk ede­mez­di. Yok­sa pa­ra ce­zâ­sı öder­di. Asa­yiş bo­zul­ma­sın, ia­şe sı­kın­tı­sı ya­şan­ma­sın di­ye, şe­hir­le­re yer­leş­mek sı­nır­lan­dı­rıl­mış­tı. Köy­den şeh­re gö­çü ön­le­mek o za­man­lar dev­let si­ya­se­tin­de yer al­mış bir hu­sus­tu.

Ni­te­kim Ka­nu­nî Sul­tan Sü­ley­man dev­rin­de ya­şa­mış ta­rih­çi Ge­li­bo­lu­lu Âlî, Na­si­ha­tü’s-Se­lâ­tin di­ye bir eser ka­le­me al­mış­tır. Dev­let adam­la­rı­na tav­si­ye­ler­de bu­lu­nur. Bu­ra­da der ki: “İda­re­ci­ler, köy­den şeh­re gö­çe en­gel ol­ma­lı­dır. Çün­kü bun­lar mem­le­ket­le­ri­ni terk edin­ce ora­da­ki arâ­zi­le­ri eki­lip bi­çi­le­mez, böy­le­ce si­pâ­hi­le­re de bir fay­da­la­rı ol­maz, do­la­yı­sıy­la mil­lî mü­da­fa­aya dar­be vu­rur. Öte yan­dan gel­dik­le­ri şeh­re kay­do­lun­ma­dık­la­rı için çift bo­zan ver­gi­si de öde­mez­ler. Gel­dik­le­ri şeh­rin hal­kı­nın rız­kı­nı da da­ral­tır­lar. Bu­ra­da ça­lı­şıp ver­gi de ver­mez­ler. Hü­kû­me­te dü­şen ya bun­la­rı ge­ri gön­der­mek, ya da sı­kı kon­trol edip fa­ali­yet­le­ri­ni ver­gi­ye bağ­la­mak­tır.

 İs­tan­bul’un Âsu­de gün­le­ri­ni aksettiren gravürler, bu­gün ha­yal­den öte bir şey de­ğil!

Bekâr uşakları

O za­man­lar İs­tan­bul’a yer­leş­mek ko­lay de­ğil­di. Hac, mi­ras tak­si­mi, ce­nâ­ze zi­ya­re­ti gi­bi se­bep­ler­le İs­tan­bul’a hu­su­sî izin­le ge­len­ler ve­ya ge­çen­ler, iş­le­ri bi­tin­ce şeh­ri terk et­me­ye mec­bur­du. Ter­sâ­ne gi­bi yer­ler­de iş­çi­le­re ih­ti­yaç ol­du­ğu için her za­man İs­tan­bul’a ça­lış­mak üze­re ge­çi­ci ge­len­ler var­dı. Bun­la­ra be­kâr uşak­la­rı de­nir­di ve hü­kû­met ta­ra­fın­dan tah­sis edi­len di­sip­li­niy­le meş­hur be­kâr oda­la­rın­da kal­mak mec­bu­ri­ye­tin­de idi­ler.

Be­kâr uşak­la­rı İs­tan­bul’a bu­lun­duk­la­rı şeh­rin kâ­dı­sın­dan al­dık­la­rı izin­le ve ge­çi­ci ola­rak ge­lir­di. Ay­rı­ca İs­tan­bul’da bir ke­fil­le­rinin bu­lun­ma­sı da şart­tı. Bun­lar eğer bir suç iş­ler­ler­se ke­fil­le­ri de me­sul olur­du. Çün­kü bun­lar ke­fi­li ol­duk­la­rı be­kâr uşak­la­rı­nın hal­le­ri­ni, ta­vır­la­rı­nı kon­trol edip uy­gun­suz bir du­rum gö­rür­ler­se il­gi­li ma­kam­la­ra ha­ber ver­mek­le mü­kel­lef­ti.

XVI­I. asır­da köy­lü halk, harb­ler ve is­yan­lar se­be­biy­le köy­le­ri­ni terk ede­rek hi­sar için­de mu­ha­fa­za­lı şe­hir­le­re yer­leş­me­ye baş­la­dı. Bu göç­ten İs­tan­bul da na­si­bi­ni al­ma­sın di­ye şeh­re gi­riş ve çı­kış­ta kon­trol­ler sı­kı­laş­tı­rıl­dı. Bu­na rağ­men nü­fus ar­tı­şı ön­le­ne­me­di. Be­kâr oda­la­rı da bir fe­sad ve fu­huş oca­ğı hâ­li­ne gel­di. Ço­ğu ye­ni­çe­ri ol­du. Ye­ni­çe­ri oca­ğı kal­dı­rı­lır­ken bu oda­lar bi­rer bi­rer yık­tı­rıl­dı. Sâ­kin­le­ri de şe­hir­den sü­rül­dü.

Ana­do­lu’dan İstanbul’a ge­len­ler Bos­tan­cı­ Köp­rü­sün­de Bostancıbaşı tarafından durdurulur, tezkereleri kontrol edilirdi

Tezkere olmayan şehre giremez

Sul­tan II. Mah­mud, İs­tan­bul’un be­le­di­ye iş­le­ri için İh­ti­sap Ağa­sı’nı va­zi­fe­len­dir­di. Şe­hir­de ba­şı­boş ser­se­ri ta­kı­mı­nın top­lan­ma­sı­na izin ve­ril­me­ye­cek­ti. Şe­hir­de ge­çi­ci ola­rak bu­lu­nan ve ça­lı­şan be­kâr uşak­la­rı bir bir tes­bit edi­lip ke­fil­le­riy­le be­ra­ber mah­ke­me­ce ka­yıt al­tı­na alı­na­cak­tı. Elin­de mü­rur tez­ke­re­si ol­ma­yan­lar şeh­re gi­re­me­ye­cek­ti.

Mü­rur tez­ke­re­le­ri her­ke­sin ken­di mem­le­ke­tin­den alı­na­cak ve bun­la­ra İs­tan­bul’a ne iş için gel­dik­le­ri ya­zı­la­cak­tı. Ru­me­li’den ge­len­ler Kü­çük­çek­me­ce’den, Ana­do­lu’dan ge­len­ler de Bos­tan­cı­ba­şı Köp­rü­sün­den an­cak şeh­re gi­re­bi­le­cek­ti. Şeh­rin iki uç hu­du­du dı­şın­da­ki yol­lar­dan şeh­re gi­ren­ler mü­rur tez­ke­re­le­ri ol­sa da ce­za­lan­dı­rı­la­cak­tı. Şek­li şe­mâ­ili uy­gun ol­ma­yan, “yü­zün­de mey­me­net bu­lun­ma­yan”, şüp­he uyan­dı­ran­la­rın tez­ke­re­si­ne bu hu­sus şif­rey­le iş­le­nir, tah­ki­ki İh­ti­sab Ağa­lı­ğı’nca ya­pı­la­rak ge­re­kir­se o kim­se şeh­re alın­mazdı.

O za­man­lar dağ­lık böl­ge­ler­den ge­len Ar­na­vut ve Kürt­ler, in­zi­bat ba­kı­mın­dan şeh­re so­kul­ma­ya­cak­tı. Mü­rur tez­ke­re­si­ni ka­ra­kol­da gös­te­rip ha­va­le et­ti­ren kim­se­ler Çar­dak is­ke­le­sin­de­ki İh­ti­sab Ağa­sı ko­na­ğı­na gi­de­rek ken­di­le­ri­ni, o gü­nün ta­ri­hiy­le be­ra­ber eş­kal­le­ri­ni Ru­me­li ve Ana­do­lu için tu­tu­lan iki ay­rı def­ter­den bi­ri­si­ne kay­det­ti­re­cek­ti. Var­sa si­lah­la­rı­nı tes­lim ede­cek­ti. Bun­lar dev­let­çe tah­sis edi­len ve Su­ri­çi, Üs­kü­dar, Ga­la­ta ve Eyüb’de bu­lu­nan be­kâr oda­la­rın­da ka­la­cak­lar­dı.

Ada­lı­la­rın ta­bi­ati Ana­do­lu ve Ru­me­li­le­re uy­ma­dı­ğı için bun­la­ra fark­lı yer­ler gös­te­ri­le­cek­ti. Da­ha son­ra bil­dir­di­ği işe gi­re­cek ve ken­di­si­ne bir ke­fil gös­te­rip kay­det­ti­re­cek­ti. Eğer mes­le­ği­ne uy­gun iş bu­la­maz­sa ve­ya bu iş­ler­de ele­man faz­la­sı var­sa ge­ri gön­de­ri­le­cek­ti. Her­han­gi bir se­bep­le ge­ri dö­nen­le­re İs­tan­bul ka­dı­lı­ğın­dan dö­nüş için ye­ni bir mü­rur tez­ke­re­si ve­ri­le­cek­ti. Bu be­kâr uşak­la­rı İs­tan­bul’da ölür­se ke­fil­le­ri bu­nu yi­ne def­te­re kay­det­ti­re­cek­ti. Sı­nır ka­ra­kol­la­rın­da İs­tan­bul’a gi­rer­ken ve çı­kar­ken bir de­fa­ya mah­sus ol­mak üze­re cüz’i bir tez­ke­re har­cı alı­na­cak­tı.

Üze­rin­de Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid’in tuğ­ra­sı bu­lu­nan ve İtalya sefiresine verilen mürur tezkeresi. Bir nevi iç pasaport olan tezkerede; Paşanın adı, sancağı, mahallesi, baba adı, mesleği, tabiiyeti, mezhebi; ve hatta boy, göz, burun, bıyık, ağız, çene ve çehresi hakkında bilgiler bulunuyor.

Kontrol muhtarda

Mü­rur tez­ke­re­le­ri­ni muh­tar­lar kon­trol eder­di. Bun­lar ma­hal­le­le­ri­nin âsâ­yi­şin­den me­sul­dü. Ma­hal­le­le­rin­de ge­çi­ci ola­rak otu­ran­la­rın mü­rur tez­ke­re­le­ri ile yer­leş­mek üze­re ge­len­le­rin kim­lik kon­trol­le­ri­ni ya­pa­rak ke­fil­le­riy­le be­ra­ber def­te­re kay­de­de­cek­ti. An­cak bu ted­bir­ler ül­ke­nin ka­rı­şık du­ru­mu ve peş pe­şe boz­gun­lar se­be­biy­le şeh­re mu­ha­cir akı­nı ol­du­ğu için tam ma­na­sıy­la ger­çek­leş­ti­ri­le­me­di.

Tan­zi­mat’tan son­ra bu kon­trol­ler tav­sa­dı, şe­hir­de za­bı­ta vak’ala­rı da bu­na pa­ra­lel ola­rak art­tı. Mü­rur tez­ke­re­si tat­bi­ka­tı II. Meş­ru­ti­yet’ten son­ra bü­tün mem­le­ke­te teş­mil edil­di. 1915 ta­rih­li bir ka­nun­la sa­de­ce İs­tan­bul için de­ğil, her­han­gi bir şe­hir­den bir baş­ka­sı­na gi­de­bil­mek için de se­ya­hat va­ra­ka­sı alın­ma­sı mec­bu­ri­ye­ti ge­ti­ril­di. Ar­tık ser­se­ri, di­len­ci ve şüp­he­li şa­hıs­lar mah­ke­me ka­ra­rıy­la bu­lun­duk­la­rı yer­den sü­rü­le­bi­le­cek­ti.

Hal böy­ley­ken bu ta­rih­ten son­ra peş pe­şe kay­be­di­len harb­ler­de el­den çı­kan Ru­me­li hal­kın­dan on­bin­ler­ce­si İs­tan­bul’a göç et­ti. Bun­la­rı Kaf­kas mu­ha­cir­le­ri ta­kib et­ti. Bu da yet­mez­miş gi­bi Rus ih­ti­la­lin­den ka­çan Bol­şe­vik aleyh­ta­rı Be­yaz Rus­lar şeh­re akın et­ti­ler. İs­tan­bul mu­ha­cir­ler­le dol­du taş­tı.

Ken­di­si­ni nor­mal za­man­la­ra gö­re ayar­la­dı­ğı­nı zan­ne­den İt­ti­had ve Te­rak­ki hü­kû­me­ti iş­le­ri kon­trol et­mek­ten âciz kal­dı. Park­lar, câ­mi­ler, mek­tep­ler, hat­ta terk edil­miş ev­ler mu­ha­cir­le­re tah­sis edil­di. Şeh­rin nü­fu­su bir­den­bi­re art­tı. Asa­yiş ve in­ti­zam bo­zul­du. Fi­yat­lar yük­se­le­rek şe­hir­de kıt­lık ve ka­ra­bor­sa baş­gös­ter­di. Sal­gın has­ta­lık­lar baş­la­dı. Böy­le­ce tat­lı bir dev­rin ha­ya­li son bul­du. İs­tan­bul, o rü­ya şe­hir, es­ki ih­ti­şam­lı gü­zel­li­ği­ni bir da­ha ele geç­me­mek üze­re kay­bet­ti.

Asır­lar­ca nü­fu­su sa­bit tu­tul­ma­ya ça­lı­şı­lan İs­tan­bul, 20. as­rın ba­şın­da ya­şa­nan sa­vaş­la­rın ar­dın­dan bü­yük göç­le­re sah­ne ol­du. Böy­le­ce tat­lı bir dev­rin ha­ya­li son bul­du.

İstanbullu askere alınmaz

İstanbul,di­ğer Os­man­lı şe­hir­le­ri­ne hiç­bir ba­kım­dan ben­ze­mez­di. Bu­ra­da vâ­li ve şe­hir mec­li­si yok­tu. Hal­kı as­ke­re alın­maz­dı. Oku­muş er­kek­le­ri dev­let me­mur­lu­ğu ya­par; gay­ri­müs­lim­ler sa­nat ve ti­ca­ret­le uğ­ra­şır­dı. Sos­yal ha­ya­tı, şi­ve­si, örf­le­ri bi­le fark­lıy­dı. Bu ba­kım­dan bü­tün Os­man­lı ül­ke­si­ne nü­mû­ne teş­kil eder­di. Her önü­ne ge­len di­le­di­ği gi­bi bi­na ya­pa­maz­dı. İa­şe sı­kın­tı­sı ya­şan­ma­ma­sı için ted­bir­ler alın­mış­tı.

Hâ­sı­lı İs­tan­bul’un adı ko­nul­ma­mış bir im­ti­yaz­lı sta­tü­sü var­dı. Bu se­bep­le nü­fu­su sâ­bit tu­tu­lur­du. İs­tan­bul­lu­la­rın as­ker­lik mu­afi­ye­ti II. Meş­ru­ti­yet’e ka­dar de­vam et­ti. İlk kez 1909 yı­lın­da Sul­tan Re­şad’ın cü­lûs me­ra­si­mi­ne ka­tıl­mak üze­re İs­tan­bul hal­kı­nın 1883, 1884, 1885, 1886 ve 1887 do­ğum­lu­lar­dan 2.500 ki­şi as­ke­re alın­dı. Bir haf­ta­lık bir ta­lim­den ge­çi­ri­le­rek is­te­nil­di­ği za­man tek­rar as­ke­re alın­mak üze­re ter­his edi­li­ver­di. O za­ma­na ka­dar işi­til­me­dik bu olay öy­le il­gi çek­ti ki, za­ma­nın ga­ze­te ve mec­mu­ala­rın­da ha­ber ve fo­toğ­raf­la­rı çık­tı.

 

İlk de­fa as­ke­re alı­nan İs­tan­bul do­ğum­lu­la­rın ter­his tö­re­nin­de o dev­rin Har­bi­ye Na­zı­rı (Mil­li Sa­vun­ma Ba­ka­nı) Mah­mud Şev­ket Pa­şa ko­nuş­ma­sı­nı ya­par­ken.

Koyu bir diyalog

Mü­rûr tez­ke­re­si ib­raz eden ada­ma, me­mur sor­muş: -Adın ne? -Ka­ra Ha­san. -Ba­ba­nın adı? -Ka­ra Ve­li. -Ne­re­li­sin? -Ka­ra­kö­se­li­yim. -Ne­re­ye gi­di­yor­sun? -Ka­ra­man’a. -Ney­le gi­di­yor­sun? -Ka­ra va­pu­ru (tren) ile. -Ne­re­de otu­ru­yor­sun? -Ka­ra­güm­rük’te. Me­mur da­ya­na­ma­yıp ba­ğır­mış: -Zift mi ke­sil­din be he­rif!