
TÜRK MÜ? TÜRKİYELİ Mİ?
Türk, Türkçe konuşan bir milletin adıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çok sayıda topluluktan en başta gelen kurucu unsurdu. Türk, Arap, Kürt, Boşnak, Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi farklı millet, ama hepsi Osmanlı üst kimliğine sahipti.
İmparatorluğun çözülmesi işi zorlaştırmıştır. Zira külleri üzerinde kurulan ulus-devletlerden Türkiye cumhuriyetinin halkı, tek bir milletten teşekkül etmez. Ana lisanı Türkçe olmayan, Türklerle aynı soydan gelmeyen milletlere ne denecektir?
1924 tarihli anayasasının 88. maddesi buna şöyle cevap vermiştir: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur (denir).”
Bu madde, 1876 Osmanlı Kanun-i Esasisi’nin 8. Maddesinden ilham alınarak yazılmıştır: “Devlet-i Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din veya mezhepten olursa olsun bilâ-istisna Osmanlı tabir olunur.” 1924’te Osmanlı’nın yerini Türk almıştır. Şu halde Türkçe konuşmasa ve Türk ırkından olmasa da Türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlananlar Türk diye anılacaktır.
Ancak meseleye resmî bakış biraz sıkıntılı olmuştur. Yeni devletin ideolojisi Türkçülük istikametinde cereyan etmiştir. Kurucuların bazısı, hatta ideologları bile Türk soyundan olmadığı halde, o zamanın milliyetçi modasına ve Jön Türk ananesine uygunluğu, biraz da yıllardır süren ezilmişliğin psikolojisiyle böyle hareket edilmesi normal karşılanmıştır.
Devletin “Türk” kabulü
İlk zamanlarda Türk vatandaşları, Türk kültür ve idealini kabullenmeye, mesela Türkçe konuşmaya, çocuklarına Türkçe isim vermeye ve Türkçe soyadı almaya mecburdu. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarına sık rastlanır, sosyal hayatta Türkçe konuşmayanlar taciz edilir, hatta para cezasına çarptırılırdı.
Rumeli’de, Rusya’da, Çin’de yaşayan Türkler, Türk diye anılır, Türkiye vatandaşı değildir. Ama bunlara Makedon, Yunan, Bulgar, Rus, Çinli de denemez. Böyleyken bir zamanlar Türk vatandaşı gayrı müslimler Türk sayılmamıştır. Mesela, “Türkler ekonomik olarak gerilerken, azınlıkların zenginleştiği” sık dile getirilmiştir. Yerli Rum, Ermeni ve Yahudiler için yabancı tabiri kullanılmıştır. Halbuki yabancı (ecnebi), başka devlet vatandaşıdır.
Vatandaşlık ve göç kanunu, çalışma izni talimatnamesi gibi mevzuatta Türk soyundan gelen ve gelmeyenler arasında açıkça ayrımcılık yapılırdı. Mesela 1934 tarihli iskân kanunu gibi bazı mevzuatta açıkça Türk olmayan Türkiye vatandaşlarından bahsedilmektedir. Kanun, Türklerin (yani TC vatandaşlarının) bir kısmının asimilasyona tâbi tutularak Türk kültür dairesine sokulmasını hükme bağlamaktadır.
1950’ye kadar tek bir gayri müslim milletvekili ve bürokrat yoktur. Azınlıklar, sadece vergi, askerlik ve cezalandırma hususunda vatandaş kabul ediliyordu. Türk soylu olduğunu iddia edenler birinci, Türk soylu olmayan müslümanlar (Kürtler ve Araplar) ikinci, azınlıklar ise üçüncü sınıf vatandaş statüsünde idi. Tek parti devrinin güzide siması adliye vekili Mahmut Esat (Bozkurt), 1931’de Ödemiş’te şöyle diyordu: “Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır!”
MSB, MİT, emniyet, askeri mektepler gibi yerlerde, talimatname ya da müracaat kılavuzlarında “Türk soylu olanlar başvurabilir” yazar, emniyet tahkikatında bu hususlara dikkat edilirdi. 1929’dan itibaren Türk soyundan olmayanların listeleri hazırlanır, vukuatlı nüfus örneğinde Türk soyundan olmayanlar hususi işaretle gösterilerek alakadar makam ikaz edilirdi.

“Türk”ün 3 manası
Son asırda Türk tabiri üç zeminde kullanılmıştır. Meşrutiyet devrinde ve Ankara hareketinin ilk zamanlarında Türk, Anadolu ve Rumeli’nin Müslüman ahalisi için kullanılır. Nitekim mecliste bu açıkça telaffuz edilmiştir. Osmanlı meclis-i mebusanında, Karesi mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi’nin “[Türkten] maksat Türk, Kürt, Çerkez, Laz gibi anasır-ı muhtelife-i İslamiyedir. Bu böyle midir?” sualine, Rıza Nur Bey: “Öyledir!” cevabını vermiştir.
Mustafa Kemal, Ankara meclisinin açılış konuşmasında der ki: “Bu hudud-i milli dahilinde tasavvur edilmesin ki anasır-ı İslamiyeden [müslüman unsurlardan] yalnız bir cins millet vardır. Çerkes vardır ve anasır-ı saire-i İslamiye vardır. (23/IV/1920)
1924’ten itibaren Türk tabirinin siyasi tarifine göre, Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olup Türk dilini, kültürünü ve milli idealini (Kurtuluş Savaşı, Millet Meclisi, padişahın ve halifenin kovulması, Sakarya, Dumlupınar, düşmanın denize dökülmesi, laiklik, medeni kanun, şanlı ordu, ulu önder, Latin alfabesi, 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 9 Eylül, 29 Ekim gibi mefhum ve sembolleri) münakaşasız kabullenen herkes Türk sayılmıştır.
Bunun yanında Türkiye sınırları dışında yaşayıp Türkçe konuşan ve müşterek atadan gelen Türkler için de Türk tabiri kullanılmıştır. Mamafih her zaman vatandaşlık ile ırk bir arada olmayabilir.
İngiliz mi? Britanyalı mı?
Türk ve Türkî (Turk ve Turkish) olarak iki farklı kelime vardır. Birincisi etnisiteyi, ikincisi hem lisanı, hem de vatandaşlık gibi bir aidiyeti ifade eder. Şimdi her memleketteki bütün Türkleri ifade için bir de Turcic kelimesi kullanılmaktadır ki bu da Türkî diye karşılanmaktadır.
Birleşik Krallık’ta, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi, farklı ırk, dil ve kültürlerden insanlar eşit vatandaşlık statüsünde yaşarlar. Bunlar kendilerini ifade etmek için Britanyalı tabirini kullanırlar. Bu kendi aralarında İskoç, İngiliz, Galli, İrlandalı (bugün Arap, Türk, Hindli) olmalarına mâni değildir. “İngiliz (English)” etnik, “Britanyalı (British)” resmî aidiyeti ifade eder. Aynı şey Birleşik Devletler için de caridir. “Amerikan”, vatandaşlığı ifade eder. Ama ABD’nin 72,5 milletten teşekkül ettiği malumdur.
“Fransa’da yaşayanlara Fransız deniyor da Türkiye’de yaşayanlara neden Türk denmesin?” diyenler var. Fransa, İtalya, Almanya gibi ulus devletlerde Fransız, İtalyan, Alman denince hem vatandaş hem de o dili konuşanlar anlaşılır. Şurası unutulmamalıdır ki bunlarda kurucu halklardan başka insan (son yıllardaki gurbetçi ve mültecilere kadar) neredeyse yaşamamıştır.
Fransa vatandaşı olmayan Fransızlar vardır. “Ben Fransızım” dediği zaman ırkını söylemiş olur, tabiiyetini değil. Hele Fransa’da yaşayan ve Fransız olmayanlar “Fransızım” (Je suis français) demez, “Fransa’danım” (Je suis de France) der. Kaldı ki, Français, France kelimesinden geliyor ki ülkedir, ırk değildir.
Fransız ile Türk tabirleri arasında benzerlik yoktur. Zira Fransa kelimesi, bin küsur sene evvel buraya hâkim olan Frank isimli Cermen kabilesinden gelir. Bugünki Fransızca bir Cermen lisanı, Fransızlar da Cermen olmadığına göre hususi bir Fransız ırkından bahsetmek de pek doğru değildir. Bu sebeple Osmanlılar Fransız değil Françelü veya Fransevî derdi. Nemselü, Rusyalu, Yunanlu dediği gibi…
İspanya’da Kastilya, Katalan ve Bask halkı yaşar. Kastilyalıların lisanına İspanyol (Spanish) denir. İspanya bu lisanı konuşanların ülkesidir. İtalyan, İtalyalı demektir. İsmini İtaliklerden alır ki bugünki İtalyanların bunlarla alakası yoktur. Lisanları bile farklıdır. Ülkelerin çoğunun ismi coğrafidir (teritoryaldir).
İsviçre, Avusturya, Hollanda, Belçika gibi farklı ırkların yaşadığı yerlerde, herkes ülkenin ismiyle anılır: İsviçreli, Avusturyalı, Hollandalı, Belçikalı… Hatta hemen hemen tek halkın yaşadığı Norveç ve İsveç’te bile böyledir: Norveçli, İsveçli… Böylece ırk vurgusu olmayan bu tabir orada yaşayan azınlıklar için bir aidiyet problemi teşkil etmiyor.
Irak halkı için Arap değil, Iraklı tabiri kullanılır. Iraklı Arap, Iraklı Kürt, Iraklı Türk denir. İranlı, Çinli, Brezilyalı ve saire denince de bu ülkelerin vatandaşları anlaşılır. Halbuki hepsinde farklı ırklardan insanlar vardır.
Türkiye neresi?
1982 Anayasası’nın 66. maddesinde yer alan “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesinin, aslında etnik değil hukuki bir vatandaşlık tarifi olduğu söylense de, farklı etnik gruplar tarafından böyle anlaşılmadığı için ihtilaflara yol açmıştır.
Kürt meselesine daha yumuşak ve reformist bir tarzda baktığı bilinen Turgut Özal’ın, etnik menşei tanıyan ama birleştirici bir vatandaşlık tarifi arayışında olduğu düşünülür. Bu da zaman zaman Türk yerine Amerikalı tarzında daha kapsayıcı bir vatandaşlık tarifi aranmış, Türkiye için Anadolu tabirinin kullanılmasını teklif edilmiştir. Halbuki Anadolu, Türkiye ülkesinin üçte ikilik kısmını ifade eder.
Coğrafî ad olarak Turchia (Türkiye) tabiri, VI. asırdaki Bizans kaynaklarında Orta Asya için kullanıldı. IX ve X. asırda Volga’dan Orta Asya’ya kadar olan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkiye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye Hazarların, Batı Türkiye ise Hun ve Macarların ülkeleriydi.
Selçuklu Anadolu’suna XII. asırdan itibaren Turchia denilmeye başlandı. Bu ismi ilk kullananlar İtalyan tacirlerdi. Türkler, nüfusun ekseriyetini teşkil etmediği halde hâkim unsur olduğu için bu isim verilmiştir.
Saltanat yıkıldıktan sonra bir ara aslı İtalyanca Türkiya ismi moda olmuştu. Eskiler hâlâ böyle derlerdi. Jön Türklerin pek sevdiği bu isim, resmî olarak ilk defa 1920’de Ankara’da toplanan Millet Meclisi’nde kullanıldı. Yeni kurulan ulus-devletin milliyetçi vurgularına uygun bir isimdi. Ama Türkçe değildi. Evet, bugün kullanılan Türkiye, Fransızca söylenişe göredir. Ne Türkçe ne de Arapçadır. Türkistan, Türkili, hatta Turan bile belki daha makul isimlendirmelerdir.
Meclis-i Mebusan ve Ankara meclisi azası, inkılapların ateşli müdafilerinden Tunalı Hilmi, daha cumhuriyet kurulmadan evvel 1910’larda Türkiyeli tabirini bir üst kimlik olarak sık kullanmıştır: “Ben, bir Osmanlıyım, zira, Türkiyeliyim! Her Türkiyeli Osmanlıdır… Türkiye Türkiyelilerindir... Osmanlılık Türkiyeliliktir. Osmanlılık bir libas-ı maneviyedir [manevi elbisedir] ki setrettiği vücud-i milliyi sıkmaz. Bilakis ruhlandırır, besler, büyütür, canlandırır!”
1915 tarihli Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi’nde “Türkiyeli” cemaat, şahıs ve şirketlerin açacağı mekteplerden bahsedilir ki, Türk ırkından olmayan vatandaşlar kastedilmektedir.

Türkiye halkı!
Ankara meclisinin 18/XI/1920 tarihinde ilan ettiği beyannamede şöyle denir: “TBMM, millî hudutlar dâhilinde hayat ve istiklâlini temin ve hilâfet ve saltanat makamını tahlîs [kurtarma] ahdiyle teşekkül etmiştir. Binaenaleyh hayat ve istiklalini yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiye halkını emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hâkimiyetin sahibi kılmakla gayesine vasıl olacağı kanaatindedir.”(TBMM Zabıt Ceridesi)
M. Kemal Paşa 1/III/1922’deki meclis açılış konuşmasında der ki: “Türkiye halkı, ırkan ve dinen ve harsen müttehit, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ve fedakârlık hissiyatiyle meşhun ve mukadderat ve menafii müşterek olan bir heyet-i içtimaiyedir. Bu camiada hukuk-ı ırkıyeye, hukuk-ı içtimaiyeye ve şerait-i muhitiyeye riayet, siyaset-i dahiliyemizin esas noktalarındandır. Dahilî teşkilât-ı idaremizde bu esasi noktanın, halk idaresinin bütün mana-yı şâmiliyle lâyık olduğu derece-i inkişafa îsal edilmesi siyasetimizin icabatındandır.” (TBMM Zabıt Ceridesi) Burada ırk tefriki yapmadan harekete iştirak eden herkesi Türkiye halkı olarak vasıflandırmaktadır.
[Bugünki lisanla: “Türkiye halkı, ırk, din ve kültür itibariyle bir, diğerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu, geleceği ve menfaatleri aynı olan bir sosyal topluluktur. Bu camiada etnik ve sosyal haklar, çevre şartlarına uymak, iç siyasetimizin esas noktalarındandır. İç idare teşkilâtımızda bu aslî noktanın, halk idaresinin bütün umumi manasıyla lâyık olduğu gelişme derecesine ulaştırılması siyasetimizin icaplarındandır.”]
Ankara’daki Sovyet mümessili Frunze’nin 20/XII/1921’deki itimatnamesini takdim merasiminde M. Kemal Paşa cevabî nutkunda şu kelimeleri sarfetmiştir: “Türkiye halkı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi namına teşekkür ederim. Emperyalizmin en şedit taarruzlarına hedef olan Türkiyeliler Karadeniz‘in öbür tarafında aynı ihtirasata [ihtiraslara] karşı mücadele eden milletler bulunduğunu bilirlerdi.”
Kemal Paşa, 2/III/1922 tarihinde Afganistan’ın istiklalinin 4. sene-i devriyesi münasebetiyle Ankara’da sefaret binasındaki ziyafette, “Biz Türkiyeliler Asyaî bir milletiz” demiştir. (Sadi Borak, Atatürk; Resmî Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşiler, İstanbul 1998, 140)
Sovyet sefiri Aralof’un 3/III/1922’de sefarette verdiği ziyafete iştirak eden meclis reisi, yaptığı teşekkür konuşmasında birkaç defa Türkiye halkı tabirini kullanmıştır. (Hakimiyeti Milliye, 5/III/1922) O tarihlerde kendilerine otonomi verilmesi konuşulan Kürtleri bu tarafa çekmek için bu tabirlerin ısrarla kullanıldığı düşünülmektedir.
3/IV/1924 tarihli Muhamat Kanunu’nun, avukat olacak kişiler için aradığı şartlardan biri de Türkiyeli olmaktır. 25/XI/1925) tarihli şapka kanununda, “Türkiye halkının umumi serpuşu şapka olup…” diyor. Harf inkılabı ardından 1928’de Dil Encümeni tarafından neşredilen İmlâ Lûgati’nde Türkiyeli kelimesi geçer.(s. 88)

Anayasa macerası
1924 anayasası hazırlanırken, vatandaşlık için hangi tabirin kullanılacağı mesele olmuştur. Konya milletvekili, aynı zamanda müderris ve edebiyat profesörü Naim Hazım (Onat) Bey, Türk yerine Türkiyeli tabirinin kullanılması için takrir vermiştir. Böylece Kanun-i Esasi’deki Osmanlı kelimesi yerine bazen Türk bazen Türkiyeli kullanılmıştı.
Mesela “Emr-i tedris [öğretim işi] serbesttir. Kanun dairesinde her Türkiyeli umumi ve hususi tedrise mezundur”; “Türkiye’de ahval-i fevkalade [fevkalade haller] müstesna olmak üzere, Türkiyeliler için seyr ü sefer serbesttir”; “Mektepler ve bilumum irfan müesseseleri devletin taht-ı nezaret ve murakabesindedir [kontrolündedir]. Türkiyelilerin talim ve terbiyesi bir siyak-ı ittihat ve intizam [birlik ve düzen] üzere olmak mecburidir”; “Türkiyeliler nizam ve kanun dairesinde ticaret ve sınaat ve felahat [çiftçilik] için her nevi şirketler teşekkülüne mezundurlar”
Proje meclise geldiğinde, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk ıtlak olunur (denilir)” şeklindeki 88. madde münakaşalara sebep oldu. Türkçülük ideologlarından Hamdullah Suphi (Tanrıöver) karşı çıktı. “Rumlar, Ermeniler nasıl Türk olur? Biz bunlarla mücadele ediyoruz. Devlet dairelerinden atmak istediğimizde, bize bunlar Türktür derlerse ne deriz? Türk diye geçerse bizim aleyhimize kullanırlar, buna emin olunuz!” dedi.
(Liberallerden) Celal Nuri (İleri) de şöyle konuştu: “Müslüman, Türkçe konuşur Gümülcineli bir zat bugün Yunandır; bir Manastırlı Sırptır; Filibeli bir Müslüman Bulgardır. Beynelmilel muamelelerde daima bu resmî sıfata uyulur. Türk konsoloslukları bunları himaye edemez. Eskiden bir Osmanlı sıfatı vardı, bu sıfat cümleye şamildi. Bu sıfatı ortadan kaldırıyoruz. Yerine bir Türk cumhuriyeti kaim olmuştur. Bu Türk cumhuriyetinin de bilcümle efradı Türk ve Müslüman değildir. Bunları ne yapacağız? Bunlara eğer Türklük sıfatını vermeyecek olursak ne diyeceğiz?” Türkiyeli hiçbir faydalı manaya sahip değildir. Lozan muahedesinin 37. maddesi mucibince arada hiçbir fark olmayacaktır. Fark olmayınca şu Türktür şu Türkiyelidir demek ve ikiye ayırmak mümkün değildir. Soruyorum, bunlara Türklük sıfatını vermeyelim de ne yapalım? Elimizde ikinci bir imkân var mıdır?”
Dersim milletvekili Feridun Fikri (Düşünsel) ve Hamdullah Suphi Bey, “Vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur” diyerek meseleyi çözdüler. Projedeki bütün “Türkiyeli” kelimeleri “Türk”e dönüştürüldü. Görülüyor ki şimdinin aksine, o zaman liberaller Türk, Türkçüler ise Türkiyeli kelimesine taraftar olmuştur.
Bununla beraber Türkiyeli kelimesi, bir ihtiyacı karşıladığı için halk arasında yaşamıştır. Mesela 1939’da bir gazetede, New York’taki bazı vatandaşlar için, “Türkiyeli Rum, Ermeni ve Yahudiler” tabiri kullanılmıştır. Şarkıcı Hayko Cepkin’e bir gün taksici nereli olduğunu soruyor. Türkiyeliyim diyor. Yapma abi Ermeniler öyle söyler diyor. Ben de Ermeniyim diyor. Bu sefer, estağfirullah diye cevap veriyor. Seneler evvel Kapalıçarşı’da bir Ermeni kuyumcunun, “Nerelisin?” sualine, “Türkiyeliyim” diye cevap verdiğine şahit olmuştum.

Türkiyelilik münakaşası
Avrupa Birliği’ne giriş kriterleri çerçevesinde mesele tekrar mevzubahis oldu. 2004'te başbakanlık tarafından hazırlatılan Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu’nda anayasadaki Türk tabirinin yerine Türkiyeli denmesi teklif edildi. Raporu hazırlayanlardan ve azınlıklar üzerine çalışmalarıyla tanınan ve 2003’te Türklük ve Türkiyelilik isimli yazısıyla meseleyi dile getiren Baskın Oran, kendini Türk alt kimliği ile vasıflandırmayan vatandaşların devletle irtibat kurabilmelerine vesile olacağı için Kürt meselesine bir hal tarzı olduğunu söyledi. Teklif kıyameti kopardı.
Tayyip Erdoğan bu sözü umumi yerlerdeki konuşmalarında açıkça telaffuz etti. 11/VII/2011’de mecliste hükümet programının okunması sırasında, “Türkiyeli demekten de rahatsız değilim. Ben bu vatanın, bu milletin evladıyım ve Türkiyeliyim” dedi. 29/XI/2011 grup toplantısında “Ben Türkiyeliyim” dedi. 11/VIII/2014’te cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası Ankara’da yaptığı balkon konuşmasında, “Müslüman, Hristiyan, Musevi, Süryani, Ezidî’den önce Türkiyeli vardır. Alevî’den Sünnî’den önce Türkiyeli var. Türk, Kürt, Arap, Laz, Gürcü, Boşnak, Çerkez, Rum, Ermeni’den önce Türkiyeli vardır.” dedi. 2/XI/2016’da İstanbul’da bir toplantıda, “Türkiyeli bir Müslüman olarak Suriye’de yaşananlardan hicap duyuyorum” dedi.
Türk Dil Kurumu hazırladığı lügate 2023 senesinde Türkiyeli kelimesini ve “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” tarifini koydu, reaksiyonun ardından kaldırdı. Bu tabirin muhalifleri, Türkiye’yi çok milletli bir hale sokup ülkenin üniter bünyesini tehlikeye atacağı, etnik ayrılıkçılığa zemin hazırlayacağı iddiasındaydılar. Karşı taraf ise tam aksine birleştirici olduğunu müdafaa ediyordu.
15/IV/2009’da zamanın Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Harp Akademileri’ndeki bir konuşmasında Atatürk’ün, Türk milletini “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkı” şeklinde tarif ettiğini dile getiriyordu.

Akçura’dan ilham mı?
Yazar Alev Alatlı de bu tabiri sıkça kullananlardandır: “Akıl sağlığı yerinde olan Türkiyeli, üretken ve yabancılaşmamış Türkiyelidir.”(Valla Kurda Yedirdin Beni, İstanbul 1993, 374-376)
Felsefeci Mevlut Uyanık, Kemalist ideologlardan Yusuf Akçura’nın devlet siyasetindeki Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük tasnifinden hareketle diyor ki: “Osmanlı tecrübesini yeniden okuyarak kültürel çoğulculuğu esas alan bir demokrasi telakkisi ve fikri rahatlık çerçevesinde Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Çeçen, Gürcü gibi etnik menşei ne olursa olsun Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türkiyeli olduğunu ve Anadolu’yu vatan seçtiğini serbestçe söyleyebilmelidir. Geçmişte bunu yapmış olmamız, bugün de yapabileceğimizin göstergesidir.
Böylece Türkiye’nin merkez olduğu, bütün ekonomik ve politik faaliyetlerin onun serpilmesine hizmet ettiği bir cemiyet içinde yaşamak mümkün olur. Bu cemiyetin devleti de herkesin insan ve vatandaş olması hasebiyle adil ve eşit tatbik edilen kanunlara göre, dinî, felsefî ve kültürel çeşitliliğe saygı duyan demokratik bir cumhuriyet olacaktır.”(Üç Tarz-ı Siyaset: Bir Üst Kimlik Tasarımı Olarak Türkiyelilik, İstanbul 2003, 12, 113)
“Türk”, “Türkiyeli” ve “Türkiye halkı” gibi mefhumlar, yalnızca kelimeler değil; tarihî, siyasî ve sosyal realitelerin yansımalarıdır. Osmanlılık ideolojisinden modern vatandaşlık telakkisine, etnik temsilden kapsayıcılığa uzanan bu yolculuk, kimliklerin nasıl dönüştüğünü ve hâlâ dönüşmekte olduğunu gösteriyor. Belki istikbalde bunlar yeni manalar kazanacak, belki de başka ifadeler sosyal sahneye çıkacaktır.
Ancak kati olan bir şey vardır. Kimlik, sadece kimin ne olduğunu değil, birlikte nasıl yaşamak istediğini de tayin eden bir meseledir. Sistemdeki esaslı problemleri çözmeden, cemiyetteki demokrasiye, iç ve dış siyasete, insan haklarına, hukuka, maarife, dine hastalıklı bakış açıları düzelmedikçe, tabirleri değiştirmenin bir işe yarayacağı doğrusu söz götürür. Anayasadaki Türk kelimesi kapsayıcı şekilde tatbik edilebilseydi, şimdi belki kimse bundan rahatsız olmazdı. Kaldı ki Türk kelimesinden rahatsız olanların, Türkiyeli’den de rahatsız olmayacağı ne malumdur?
Önceki Yazılar
-
SİMİTİN PEŞİNDEN DÜNYA TURU25.08.2025
-
SİZİ GİDİ VATAN HAİNLERİ SİZİ!18.08.2025
-
NİZAMÜLMÜLK’ÜN HİKÂYESİ Hükümdarı Hükümdar Yapan Büyük Vezir11.08.2025
-
ESKİ CAMİLERDEN ZAMANE CAMİLERİNE…4.08.2025
-
GELİN ATA BİNMİŞ YA NASİP!28.07.2025
-
ATEŞ HATTINDA GARİP BİR TOPLULUK: DÜRZİLER21.07.2025
-
HADİS MEALCİLİĞİ FURYASI14.07.2025
-
BEKÂRLIK SULTANLIK MI?7.07.2025
-
SİZ BENİM CASUSUMU BULAMAZSINIZ!30.06.2025
-
İTTİHATÇILAR ÖLÜR, İTTİHATÇILIK ÖLMEZ!23.06.2025