“ZAVALLI İSTANBUL’A KÜSKÜNLÜĞÜNÜZ NEDEN?”

13 Ekim 1923’te Ankara’nın başşehir yapılması için verilen kanun teklifi görüşülürken, meclis kürsüsünden böyle haykırılıyordu.
12 Ekim 2011 Çarşamba
12.10.2011

Cihan Harbi mağlubiyetinin ardından halk mukavemetini teşkilatlandırmak ve böylece hükümetin elini güçlendirmek için Anadolu’ya gönderilen Mustafa Kemal Paşa, 1919 sonunda Ankara’ya geldi. Ankara o zamanlar eski ve güzel bir vilâyet merkezi olmakla beraber, yakın zamanda geçirdiği yangın ve sâri hastalık gibi âfetler sebebiyle harab vaziyette idi. Ancak mühim bir avantajı vardı: Demiryolu.

Gelecek bayram namazı Ayasofya’da

İstanbul’daki meclisin İngilizlerce dağıtılması üzerine, son Osmanlı meclisinin burada toplanması kararlaştırıldı. Meclisin açılış günü en yaşlı aza sıfatıyla reislik eden Sinop Mebusu Şerif Bey konuşmasında “Meclisin gayesi, padişah-halifenin ecnebi kayıtlardan kurtulması ve ebedî payitaht İstanbul’un işgalden kurtarılmasıdır” dedi. Ankara’daki ilk bayram namazını Hacı Bayram Câmii’nde kıldıktan sonra mebuslar birbirleriyle bayramlaşırken, gözyaşları içindeki Tunalı Hilmi Bey’in “Gelecek bayram namazını Ayasofya’da kılacağız paşam” sözlerine, M. Kemal Paşa “Elbette... Şüphesiz... Yalnız ağlamamak şartıyle…” diye cevap vermişti.

Antik medeniyetler bir yana, Selçuklu ve Beylikler devrine ait ice tarihi izlerin bulunduğu Ankara, eski bir vilayet merkeziydi. Yakın zamanda sari hastalıklar atlatmış ve büyük bir yangın geçirmişti. 40 bin nüfuslu şehrin 15 kadar taş binadan başka bütün binaları, hatta Hacı Bayram Câmii bile kerpiçtendi.

Ne kalacak otel, ne yemek yenecek lokanta, ne de binecek otomobil vardı. Mebuslar heybeleri, çantaları ile ortada kaldığı için, şehrin en elverişli binası olan Dârülmuallimin’de (Muallim Mektebi) kalıyordu. Şimdi heykelin yanına düşen işhanının yerinde idi. Burası 1940’larda yandı.

Fayton ve merkeple langur lungur meclise gelmeyi göze alanlar Etlik, Keçiören’deki bağ evlerinde otururdu. Memurların çoğunun makam eşeği vardı. M. Kemal Paşa, şehre üç çeyrek mesafede eski ziraat mektebine (şimdi Meteoroloji Umum müdürlüğü) yerleşmişti.

Meclis ise eski İttihat ve Terakki Lokali olan binada faaliyete geçti. Mütareke ahkâmınca şehirde bulunan İngiliz ve Fransız birlikleri, rica üzerine Ankara’yı terkettiler. Meclis binası Franmsız askerlerinin yatakhanesiydi.


Şimdi Ulus’taki eski vilayet binasında vekaletler (bakanlıklar) toplanmıştı. Binanın her odasında bir vekalet vardı. Zevahiri kurtarmak lazım geldiği için olsa gerek, sadece Hariciye Vekaleti, eski düyun-i umumiye binasında faaliyet gösterirdi.

Meclisin karşısında küçük bir millet bahçesi vardı ki, milletvekilleri burada istirahat ederdi. Milletvekillerinin en büyük eğlencesi, akşamları istasyona kadar yürüyüp, gelip gidenleri seyretmek ve İstanbul hasretini gidermekti.

Heykelin çapraz karşısında şehrin en lüks oteli Taşhan vardı. Altına atlar bağlanırdı. Karaoğlan çarşısına giderken İstanbul Eczanesi şehrin en lüks mekânı idi.

Yine buradaki Kuyulu Kahve şehrin en sosyal yeriydi. Milletvekilleri burada oturur, çay kahve içer, yemek yer, gizlice kafa çekerdi. Gizlice, çünki Men-i Müskirat Kanunu sebebiyle içki içmek yasaktı. Kahvenin arkasında perde ile kapalı zulada demlenenler olurdu. Bir Ramazan günü polis kahveyi basmış, içinde dahiliye vekili Cami Bey’in de bulunduğu birkaç kişiyi rakı içerken suçüstü yaparak karakola götürmüştü.

Yunanlıların Ankara’ya yaklaşması üzerine, meclisin Kayseri’ye taşınması mevzubahis oldu, hatta bazı hazırlıklar yapıldı ise de, rivayete göre yeni şehirde iyi-kötü bir düzen kuran mebus hanımlarının muhalefeti sayesinde vazgeçildi.

Mikroplar tamamen temizlenmedikçe

Zafer kazanıldıktan sonra 6 Ekim 1923’te İstanbul’un tahliyesi merasimine katılmak üzere Ankara hükümeti bir heyet gönderdi. Heyeti Haydarpaşa’da karşılayan olmadı. Hâdise Ankara’da patırtı koparttı.

Zaten İstanbul’a karşı öteden beri bir husumet inkişaf etmişti. Bunun başlıca sebebi İstanbul gazetelerinin Anadolu hareketini bir macera olarak görmesiydi. M. Kemal Paşa, “Böyle heyetleri karşılamak için hususi kanun mu var?” diyerek galeyanı yatıştırmaya çalıştıysa da muvaffak olamadı.

Ama hiçbir zaman İstanbul’un başşehirlikten çıkarılması düşünülmemişti. Nitekim Lozan Muahedesi’nin boğazlara dair sekizinci kısmında İstanbul için payitaht tabiri kullanılmıştır.

Malatya mebusu İsmet Paşa, 10 Ekim’de Ankara’nın başşehir yapılmasını için kanun teklifi verdi. Bu bir anayasa değişikliği manasına geldiği için anayasa komisyonuna havale edildi. Komisyon da bir rapor hazırlayarak, bunun ileride yapılacak anayasada nazara alınmasına karar verdi.

Rapor meclise gelince meşhur muhalif Gümüşhane mebusu Zeki Bey “İstanbul’a bu küskünlüğünüz niye?” diye başlayan bir konuşma yaptı ise de meclisin galeyanını yatıştıramadı. Gelibolu mebusu Celal Nuri Bey Anadolu’nun ortasında yer aldığı için, düşman istilası olursa, mahfuz kalır gibi gerekçeler gösterdi. Eski hocalardan Aksaray mebusu Besim Atalay ise, “Mikroplardan tamamen temizlenmedikçe İstanbul’a gidilmeyeceğini” söyledi. İki sene önce ağlayarak Ayasofya’da bayram namazı kılmayı hayal eden Tunalı Hilmi de teklifin müdafilerindendi.

Hizaya sokulan İstanbul basını

Neticede anayasa komisyonunun raporu 13 Ekim 1923’te oylanarak ekseriyetle kabul edildi. Yalnız kabul edilen sadece rapor olduğundan, bir usul hatası doğdu. Ankara’nın başşehir oluşu, mevzuata aykırı bir şekilde kabul edildi. Üstelik anayasa değişikliklerinde aranan vasıflı çoğunluk da yoktu. Ancak saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı da vasıfsız çoğunlukla olmuştur. İhtilâllerde işlerin böyle yürümesi normaldir.

Böylece yüz sene evvel yaşamış Bitlisli Müştak Baba’nın Ankara’nın başşehir olacağına dair keşfi de gerçekleşmiş oluyordu. Hâdiseyi İstanbullular hayal kırıklığı, İslâm dünyası ise şaşkınlıkla karşıladı. Ankara’nın başşehir olmasının esas sebebi, İstanbul’un muhalif tavrı ve Anadolu’nun bundan çekinmesinden ziyade, Lozan Anlaşması ile İstanbul’un milletlerarası bir idarenin eline verilmesidir.İsmet İnönü hatıralarında, Ankara’nın hükümet merkezi olmasıyla, halifenin de devlet dışına itildiğini söyler (II/169).

İki şehrin birbirine soğukluğu bir müddet devam etti. İstanbul gazeteleri Ankara’yı küçümsemeye devam etti. 1925’te Şeyh Said hâdisesi vesilesiyle çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile bu gazeteciler tevkif edilerek hizaya getirildi. İstanbul basını susturuldu. Buradaki çok sayıda gazeteden sadece hükümetle uyumlu iki tanesi bırakıldı.

Bundan sonra iki şehir arasındaki münasebetler düzeldi. Reisicumhur M. Kemal Paşa bile gitmeye çekindiği bu şehre, ilk defa 1927 senesinde gitme imkânı buldu ve bir daha da merasimler haricinde ayrılmadı. Sosyal hayattan mahrum mütevazı Ankara’ya, gençliğini geçirdiği canlı ve eğlenceli İstanbul’u, Çankaya’daki basit bağ evine de Dolmabahçe Sarayı’nı haklı olarak tercih etti. Buna rağmen bozkırda Alman şehirlerine benzer mamur, fakat soğuk bir şehir inşa edilirken, eski payitahta bunun binde biri yatırım yapılmadığı için, İstanbul büyükçe bir köy hâline dönüştü.