BİR DARBE TEŞEBBÜSÜNÜN HATIRLATTIKLARI…

15 Temmuz 2017, FETÖ’nün ordudaki komitacılarla el ele vererek giriştiği darbe teşebbüsünün yıldönümüdür. Önceki darbelerden farklı olarak halkın demokrasiye sahip çıktığı bu hareket, şükür ki, boşa çıkmıştır.
10 Temmuz 2017 Pazartesi
10.07.2017

15 Temmuz 2017, FETÖ’nün ordudaki komitacılarla el ele vererek giriştiği darbe teşebbüsünün yıldönümüdür. Önceki darbelerden farklı olarak halkın demokrasiye sahip çıktığı bu hareket, şükür ki, boşa çıkmıştır.

İktidar her zaman çoklarının gözünü kamaştıran bir hayal ve erişmek için icabında her yola başvuracakları bir emel olmuştur. Tarih, bu emele kavuşmak için icabında her vasıtanın kullanıldığı darbe teşebbüsleriyle doludur. Ancak hiçbir darbe öncekinden daha iyi şartlar getirmemiş; memleket gerilemiş; kazanan başkaları olmuştur.

Toy subaylar
Osmanlı tarihinde padişahların, tahtını, hatta canını kaybettiği darbeler olmuştur. Ama klasik devirdeki örneklerinde, sistem yeni bir padişahla aynen devam etmiş; zaman müsait olduğunda darbeciler tepelenmiştir. 1859 tarihli Kuleli Vak’ası, 15 Temmuz teşebbüsüne benzer. Ulema ve askerlerden bir grubun, Sultan Abdülmecid gibi karıncayı incitmeye çekinen hükümdarı devirme teşebbüsü önceden haber alınıp önlenmiştir.

1876’da Sultan Aziz’i tahttan indirilen darbeciler, askerleri, ‘Padişahı Ruslar kaçıracak; korumaya gidiyoruz’ diye kandırmıştı. 15 Temmuzda da darbeci subayların bazı erleri tatbikata diye götürdükleri anlaşılmıştır.

Politikası, global sermayenin emellerine ters düşen Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek maksadıyla, hürriyetçi bir grup idealist, ama dünyadan habersiz genç, başta ordu olmak üzere teşkilatlandılar. Almanya, İngiltere ve Fransa, ajanları vasıtasıyla sızarak bu teşkilatı yönlendirmeye çalıştı. Zamanla ülke içinde paralel bir yapı meydana geldi.

Askerî ve sivil bürokrasinin her kademesine hâkim olan bu yapı, Sultan Hamid'in otoriter idaresi ve sıkı istihbaratına rağmen, ülke üzerinde emelleri olan Mason ve Siyonist teşkilatlarından yardım alarak, 1908'de darbe yaptı. Böylece Selanik birahanelerinde Namık Kemal şiirleri okumaktan başka meziyetleri bulunmayan toy subaylar, memleketin yegâne hâkimi oldular. 10 seneye kalmadan da imparatorluğu batırdılar.

Darbeler tarihi
Ankara hareketinin, aslında İstanbul’daki hükümete karşı bir darbe olduğu bir yana bırakılırsa, cumhuriyet tarihi de aslında nice muvaffak olmuş veya olmamış darbeler tarihinden ibarettir. Bunun sebebi, Tek Parti ideolojisinin, arkasını sağlama almak üzere orduyu alabildiğine güçlendirme siyaseti olmuştur. Elinde silahı olan, her zaman güçlüdür ve söz sahibidir. Ancak haklının sözü geçmelidir, güçlünün değil!


1960 darbesi

1945 yılında ABD baskısıyla demokrasiye geçiş, çoklarını şaşırttı. Memleketi neredeyse 40 senedir demir yumrukla idare eden Tek Parti, iktidarı kolay devreder miydi? Çokları demokrasi ve çok partili hayatı, CHP’nin muhaliflerini ortaya çıkarmak üzere kurduğu bir komplo olarak gördü.  Yanılmadıkları 27 Mayıs 1960 darbesi ile ortaya çıktı.

Ne hata yaparsa yapsın, bunun karşılığını siyasî olarak görmesi gereken Demokrat Parti, liberalizm ve demokrasi yanlısı olduğu halde ezildi. Cumhuriyete ince ayar, iktidarını kaybeden CHP tarafından, askerler vasıtasıyla verildi. Bununla beraber darbenin arkasında, Türkiye’deki CIA operasyonlarına safça karşı çıkmak ve Irakla ittifak yapmak cesaretini gösteren Adnan Menderes’i bertaraf etmek arzusundaki Anglo-Amerikan bloğunun olduğu söylendi.

Komitacılık
İttihatçılar, kendisini idealist zanneden bazılarında istediği zaman darbe yapıp iktidarı ele geçirme ihtirasını, yani komitacılık ruhunu yerleştirmişti. Şurası bir hakikattir ki, ne kadar silah gücü bulunursa bulunsun, dışarıdan desteklenmeyen bir darbenin muvaffak olması mümkün değildir.  Nitekim 1962 senesinde albay Talat Aydemir’in harbiye talebesini sürüklediği karşı darbe teşebbüsü, hüsranla neticelendi; albay ve adamları darağacını boyladı.

Rus yanlısı subayların tertiplediği bir darbeye karşı yapıldığı söylenen 12 Mart 1971 darbesi de, Demirel’in ‘uyumluluğu’ sayesinde kansız geçti. Yine Sovyetlere karşı ‘Yeşil Kuşak’ projesi çerçevesinde ABD’nin arkasında olduğu, hatta bunun için önce ortalığın anarşiyle kana boyanarak elverişli vasatın hazırlandığı çok dile getirilen 12 Eylül 1980 darbesi ardından her yer süt liman olmuş; her muvaffak darbede olduğu gibi, halk, kendisini can korkusu belâsından kurtaranları alkışlamıştır.


1980 darbesi

Amerikan aleyhtarı hükümete karşı yapılan 28 Şubat 1997 darbesi, kansız/tanksız gerçekleştiği için post-modern darbe olarak bilinir. Ama tesirleri önceki iki darbeden de fazla olmuştur. Zamanın global politik/ekonomik güçlerinin desteklemediği/arkasında olmadığı hiçbir darbe/ihtilâl muvaffak olamamıştır. Bu, Fransız ihtilâli için de, Bolşevik ihtilâli için de, Jön Türk ihtilâli için de böyledir.

Artık darbe olmaz, memleket bu ayıptan kurtuldu derken, 15 Temmuz 2016’da, FETÖ’nün askerî uzantıları ve ordudaki komitacılarla el ele vererek giriştiği bir darbe teşebbüsü yaşandı. Bereket versin ki darbecilerin acemiliği ve önceki darbelerden farklı olarak halkın demokrasiye sahip çıkışı, bu teşebbüsü boşa çıkarttı. Buna rağmen yüzlerce kişinin canını kaybetmesi, sakat kalması, zihinlerde kalıcı izler bıraktı. İktidara demokratik yollardan gelemeyenlerin, hedefe kilitlenmiş, gözünü kan bürümüş bir şekilde neler yapabileceği bir kere daha gözler önüne serildi.

Sebep?
Dünyanın her yerinde, ezcümle bizde, tek tip insan yetiştirmeye matuf maarif sistemi, anında dolduruşa gelebilen cahil, gayesiz topluluklar meydana getirdi. İslâmiyet, başta kim olursa olsun devlete isyan etmeyi, fitne çıkartmayı yasaklar; hatta haklı bile olsa münakaşayı reddeder. Ehl-i sünnet uleması asla böyle işlere iltifat etmemiştir. Buna rağmen son asırda kendisine ve bağlılarına büyük vazifeler yükleyen, aşırı mehdi vurgulu fanatik gruplar içte ve dışta ortalığı birbirine katmıştır.

Nitekim Said Nursî an’anesinden gelip, 12 Mart 1971’den beri politik kumpaslar içinde ciddi bir figür olarak yer alan, zamanla büyük ekonomik ve sosyal güç kazanarak ‘dinler arası diyalog’un mimarlarından olan Gülen ve ekibinin, siyasî otoriteden istediklerini tam elde edemeyip böyle bir işe kalkışması, doğrusu çoklarını şaşırtmadı.

Öte yandan askerî mekteplerde okuyan geleceğin subaylarında, kendilerinin sivillerden daha vatansever olduğu, her birinin birer Napolyon, birer Enver Paşa, birer Mustafa Kemal potansiyelinde bulunduğu fikri şuur altına yerleştirildi.

Demokrasinin bir hayat tarzı olduğu, insanların vaziyetten vazife çıkarmaya kalkışmadığı, sadece kendi işine baktığı gelişmiş cemiyetlerde artık böyle teşebbüslere rastlanmamaktadır. Dileriz memleketimizde de artık böyle acı günler bir daha yaşanmaz.