Padişah torunu bir savaş muhabiri: KENÎZE MURAD’IN HİKÂYESİ

“Fransa’da, sürgünde doğdum. Ama kendimi hep bir yabancı gibi hissettim. Lisanım, tahsilim, düşünce tarzım tamamıyla Fransız olmasına rağmen; kalbim Türkiye için çarpıyor.”
12 Şubat 2018 Pazartesi
12.02.2018

“Fransa’da, sürgünde doğdum. Ama kendimi hep bir yabancı gibi hissettim. Lisanım, tahsilim, düşünce tarzım tamamıyla Fransız olmasına rağmen; kalbim Türkiye için çarpıyor.”

Sultan V. Murad’ın kızı Hadice Sultan, iki evlilik yapmış; ikisinde de mesud olamamıştı. İkinci zevci Rauf Hayri Bey (1871-1936), hariciyeci idi. Ancat basit bir adamdı. Gazi'nin üvey babası Ragıp Bey'in kardeşinin oğlu idi. Annesi Belkıs Hanım, Sadrazam Tevfik Paşa'nın kızkardeşi idi. Gazi'nin ilk karısı Fikriye Hanım, Rauf Bey'in amcası Memduh bey'in kızıdır.

Hanedan sürgün edilince, oğlu Hayri ve kızı Selma ile beraber Beyrut’a yerleşti. Çocukları için cüzi bir nafaka gönderen Rauf Bey, Odesa konsolosu iken bir kaçakçılık işine karışınca, bu nafaka da kesildi. Hadice Sultan, 1938 senesinde Beyrut'ta sefalet içinde öldü. Oğlu Hayri Bey de bu sefaletin tesiriyle buhrana düştü. Memlekete dönebilmek için yaptığı müracaatlar dikkate alınmayınca, hayatına son verdi.

Hadice Sultan’ın kızı Selmâ Hanımsultan (1914-1941), ailenin en ekzantrik şahsiyetlerindendir. Sırf sefâletten kurtulmak uğruna, 1937’de Hindistan’daki küçük hükümdarlardan Kutvâre Nevvâbı Seyyid Hüseyin Sâcid Zeydî (1910-1991) ile evlendi. Meşhur gazeteci ve yazar Kenize Murad’ın annesidir. Kendi hikâyesi de, kızının hayatı da roman ve film mevzuu olacak derecede hazin ve dikkat çekicidir.

Selma Sultan'ın çocukluğu


Sacid Hüseyn

Açlık ve sefalet

Hindistan’da Hindu hükümdarlar için kullanılan mihrâce unvanının Müslüman hükümdarlar için karşılığı nevvâbdır. Damad, Edinburgh Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun bir Hind prensi idi. Selma Hanımsultan, annesinin emektarı Zeynel Ağa ile beraber Hindistan’a gitti. Burada hiç aşina olmadığı Hind âdetlerine göre yaşamaya başladı. Kutvâre, Müslüman bir belde olmakla beraber; hayat çok iptidaiydi. Hele bir Osmanlı prensesi için alışması çok zordu.

Selma Hanımsultan, annesi Hadice Sultan’ın gecikmiş vefat haberi üzerine ağasıyla beraber Paris’e geldi. Ama Beyrut’a geçemedi. II. Cihan Harbi sebebiyle Alman işgali altındaki Paris’te mahsur kaldı. Annesinin Şam’daki mezarına bir taş diktirtti; başına da Rıza Tevfik Bey’e bir mersiye yazdırdı.

Hâmile idi. 15 Haziran 1940’da Kenîze’yi doğurduğunu zevcine haber bile veremedi. Mücevherlerini satarak otel masraflarını ödedi. Az bir zaman sonra elinde avucunda bir şey kalmadı. Selma Hanımsultan, 13 Ocak 1941 tarihinde bir otel odasında açlık ve sefâlet içinde vefat etti. Paris’te Bobigny Müslüman kabristanına defnolundu. Refik Hâlid Karay’ın filme de alınan meşhur Nilgün adlı romanı, Selmâ Hanımsultan’dan ilham alınarak yazılmıştır. Kenîze, ‘kölecik’ demektir.


Bir kahve parası

Zeynel Ağa, velinimetinin 14 aylık bebeğine bir müddet bakmaya çalıştı. Ama sonunda çaresiz kalarak İsviçre’nin Paris konsolosluğu bahçesine bırakıp ortadan kayboldu. Bebeği, yani Kenîze Hanım’ı, başkonsolosun hanımı büyüttü. Daha sonra aile kızcağızı bir Katolik lisesine yazdırıp, tayin edildiği Venezuela’ya gitti.

Bu arada Kutvâre Nevvâbı Hüseyin Sâcid, hararetle ailesini arıyordu. Zevcesinin vefat ettiğini öğrendi. Kızının vaziyetinden de haberdar oldu. Kendisini almak istediyse de mektep vermedi. Kenîze Hanım, Sorbonne’da sosyoloji ve psikoloji tahsil etti. Üniversitede okurken sokaklarda elbise satarak; geceleri de operalarda program dağıtarak geçindi. Cebinde bir kahve içecek parası olmadığı günler çoktu. Sorbonne’u böylece bitirdi. Tıp tahsil etmek istedi ama malî gücü yetmedi. Paris’te Milli Kütüphane’ye arşiv memuru olarak girdi.

Bu arada babası, Londra’daki Halife Abdülmecid Efendi’nin kızı olup Haydarabad Nizamı’nın oğlu ile evlendiği için Hin prensesi sayılan Dürrişehvar Sultan’a mektup yazdı. Kızından bahsederek kendisiyle alâkadar olmasını istedi. Dürrişehvar Sultan da Paris’te yaşayan eski eltisi Nilüfer Hanımsultan’dan ricada bulundu. Nilüfer Hanımsultan, Kenîze Hanım’la irtibat kurup görüşmeye başladı. Böylece Kenîze Hanım’ın ilk tanıdığı akrabası o oldu.


Kenîze Murad babasına ait otomobillerden birinin önünde. Sacid Hüseyn, gençliğinde otomobillere meraklıydı. Şimdi hepsi bir müzededir.

Çöplerden yiyecek

Kenize Murad, bu satırların yazarına şunu anlattı, “Zeynel Ağa, zaman zaman beni görmeye İsviçre Konsolosluğu’na gelir; kısa bir müddet kalıp ayrılırmış. 1942’de bu ziyaretlerin ardı kesilmiş. Kendisini dükkânların çöplerinde yiyecek ararken görenler olmuş. Buna göre kendisi ya esrarlı bir şekilde vefat etti; yahud da Nazilerin eline düştü.”

Kenîze Hanım, 1961 senesinde 21 yaşında iken Hindistan’a gidip ilk defa babasını görebildi. Hüseyin Sâcid, Hindistan Devleti kurulduktan sonra tahtını kaybetmiş; mallarına tamamen el konulduğu için Lüknov’da avukatlık yapmaya başlamıştı. Tekrar evlenmiş ve üç çocuğu olmuştu.  Yeni tanıştığı ailesi, Kenîze Hanım’a alâka gösterdiler. Ama genç kız burada fazla kalamayıp Paris’e döndü.

1965 senesinde muhabir olarak gazeteciliğe başladı. İlk işi Pakistan ile Hindistan arasındaki savaşta muhabirlik oldu. Burada Hindistan casusu ithamıyla tevkif edildiyse de zamanın Pakistan başvekili Zülfikar Ali Butto’nun talimatıyla serbest bırakıldı. 1967 senesinde Fransa’nın büyük mecmualarından Nouvelle Observateur’a geçerek arşiv memurluğu, ardından da siyasî analizler yaptı.

Resmî adı Rajkumari Kenize Hussein de Kotwara iken; padişah dedesinin adını yaşatmak maksadıyla Kenize Murad adını kullanmaya başladı. Annesinin hayatını, De la part de la princesse morte (Ölmüş Bir Prenses Tarafından) adıyla 1987 senesinde Fransızca roman tarzında neşretti. Roman, sadece Fransa’da 1 milyon 200 bin sattı. Yirmiden fazla lisana, 1990 senesinde de Türkçe’ye tercüme olundu. Başka kitaplar da yazdı. Zaman zaman Türkiye’ye gelir.


Selma Hanımsultan'ın Paris'teki mezarı

Kalbim Türkiye için çarpıyor

Anneannesi, Sultan V. Murad’ın kızı olan Kenîze Murad, hissiyatını şöyle dile getirdi:

“Sürgün malî bakımdan feci olduğu kadar, moral cihetinden daha da feci bir hâdise idi. Ben bunu çok iyi anlayabiliyorum. Gerçi şahsen sürgünü yaşamış nesilden değilim. Ama Fransa’da doğdum. İyi insanlar tarafından yetiştirildim. Yine de kendimi hep bir yabancı gibi hissettim. Lisanım, tahsilim, düşünce tarzım tamamıyla Fransız olmasına rağmen; kalbim Türkiye ve Ortadoğu için çarpıyor. Politik açıdan, Hindistan, Türkiye ve Pakistan’da neler olduğu daha çok alâkamı çekiyor. Hislerim şarktan; aklım garbdan diyebilirim.

Annem İstanbul’u çok özlermiş. Beyrut Limanı’na gider, İstanbul’dan gelen gemilerden inenlere ‘İstanbul nasıl? Vatanım nasıl?’ diye sorarmış. O devirler hep acı doluydu. Büyükannem geri dönemeden hasret içinde öldü. Annem hep İstanbul’u özledi. Türkiye bizim ülkemizdi. Hiçbir yere intibak edemedi. Lübnan’da çok fakirdiler.

Beyrut, ‘Doğunun Parisi’ idi. Buna rağmen annem hep mâziyi özlediğini söylüyordu. Bunu bana babam anlattı. Annem, kendine bir yurt kurmaya çalıştı. Bana göre kendine ait bir yurdun olmaması, bir ailenin olmamasından daha kötüdür. Benim bunu söylemem daha mühim, çünki benim ailem yoktu. Bence vatan daha mühim; bir yere ait olmak daha mühimdir.”


Hatice Sultan'ın torunu Kenize Murad, seneler evvel Londra'da görünüşünün Müslüman bir Türk'e benzemediğini soran, sonra da sorduğuna pişman olan bir gazeteci arkadaşa şu cevabı vermişti: "Ben anne ve babamı tanımadım. Rahibeler elinde yetimhanede büyüdüm. Bizi bu hale getirenler utansın Ama şunu söyleyebilirim ki Elhamdülillah Müslümanım ve ecdadımın yolundayım."