ŞEYH SAİD HÂDİSESİ: ÇÖZÜLMEYEN MUAMMA

Resmî beyana göre İngiliz ajanı gerici ve bölücü bir hâin, Kürtlerin çoğuna ve bazı dindarlara göre idealleri için canını feda etmiş bir kahraman, hatta bir evliya... İdamının üzerinden neredeyse bir asır geçti. Ama mezarı bile belli değildir.
18 Aralık 2023 Pazartesi
18.12.2023

Anadolu ihtilali, İttihatçı mahalli teşkilatın yardımıyla kurulup yayıldı. Bunun bulunmadığı yerlerde hoca ve şeyhler ile Kürtlerin desteğini aldı. Zamanı gelince de hepsini tasfiye etti. 1921 anayasasının Kürtlere vadettiği otonomi rafa kaldırıldı. Hilafetin ilgasıyla iki halkı birbirine bağlayan bağ da çözüldü. Kürtler, zaten “Türk” idi, olmasa bile asimile edilmesi muhtemeldi. Buna bazısı razı geldi, bazısı gelmedi.

Cumhuriyetin ilk zamanlarında çıkan onlarca Kürt ayaklanması, milliyetçi birer hareket olmaktan ziyade, basit zabıta vak’alarının büyütülmesinden doğmuştur. Bir takım siyasî problemlerin amme efkârından saklanması ve yeni rejimin potansiyel hasımlarının bertaraf edilmesi için fırsat olarak görülmüştür.

Bunların en mühimlerinden biri Ankara’yı aylarca uğraştıran ve güç belâ bastırılan Şeyh Said hâdisesidir. 16 Şubat 1925 tarihinde başlayan ayaklanma, giderek yayılmış; 15 Nisan 1925’te Şeyh Said’in yakalanmasıyla son bulmuştur. Hâdise, Anadolu’da 1919 sonlarında başlayan dahili harbin safhalarından biridir; ama sonuncusu değildir. Ama doğurduğu neticeler, yakın tarih cihetinden büyük ehemmiyet arzeder.

Düğündeki kıvılcım

Şeyh Said, Palulu bir Nakşibendî şeyhi ve aynı zamanda köy ağası idi. Hazret-i Peygamber soyundan geldiği için mıntıkada çok itibarı vardı. Şeyh Ali Septî’nin oğlu olan babası Şeyh Fevzi Hınıs’a göç etmişken; Rus işgali sebebiyle Diyarbekir’in Piran köyüne hicret etmişlerdi. Sonradan Erzurum milletvekili olan Fuat ve Abdülmelik Fırat’ın dedesidir. Şeyh Said sıradan bir köy hocası değildi. İtibarı asırlara dayanan bir ilmiye ailesinden, kültürlü ve nüfuzlu bir şahsiyetti.

13 Şubat 1925 tarihinde Diyarbekir’in Piran adlı köyünde cereyan eden bir aşiret düğününde, bazı jandarma askerlerinin kadınlara laf atması üzerine galeyana gelen gençlerle askerler arasında kavga çıktı.

Karakol kumandanı, aşiretin reisi pozisyonundaki Şeyh Said’den hâdisenin fâillerini teslim etmesini istedi. Bunlar aynı zamanda asker kaçağı idi. Şeyh, düğün sebebiyle bütün aşiretlerin burada olduğunu, hâdise çıkmasından korktuğunu, düğünden sonra bu kişileri teslim edeceğini söyledi. Bu tavrı, isyan olarak değerlendirildi.

Doğu elden gidiyor

Şeyh Said, artık geri dönülemez bir yola girdiğini görünce, işi ciddiye aldı. Bir sene evvel kaldırılan halifeliği ihya misyonu ile müttefikler toplamaya girişti. Bazı Kürt aşiretleri ve âlimleri kendisine destek verdi; bazıları sonradan desteğini çekti veya para ile elde edildiler. Zaman zaman Şeyh Said ile karıştırılan Said Nursî, Ankara tarafında yer almış; ‘Türk askerine silah çekilmez’ diyerek devletten yana tavrını koymuştur. (Tarihçe-i Hayat, s.191)

Şeyh Said, 16 Şubat 1925 tarihinde harekete geçti. Birkaç koldan ilerleyip, üzerlerine gönderilen orduları da mağlup ederek Genç, Çapakçur (Bingöl), Maden, Siverek, Varto ve nihayet Elaziz’i düşürdü.

Hükümetin örfî idare ilan etmesine rağmen, 10 bin kişilik bir kuvvetle Diyarbekir kuşatıldı. Halkın yardımıyla şehre girildiyse de, geri püskürtüldü. Sultan Hamid’in Suriye’de sürgünde yaşayan ve hiçbir şeyden haberi olmayan oğlu Şehzade Selim Efendi halife ilan edildi.

Örfi idare

Kapatılmış Kürd Teâli Cemiyeti’nin yerini alan Azadi adlı gayrı resmî Kürt cemiyeti, Şark’ta aynı zamana denk gelen bir ayaklanma çıkarttı. Şeyh Said’in bu cemiyetle bağı yoktu; ancak kayınbiraderi ve Cibran aşireti reisi albay Halil Bey, Kürt milliyetçilerindendi. Bu sebeple Cibran aşiretinin desteklediği Şeyh Said hâdisesi, Kürtçü bir ayaklanma zannedilmiştir. Halbuki Şeyh, Kürt değil, Zaza idi. (Zazalarla Kürtler, yani Kırmanciler aynı kökten gelmiş olsalar bile, aralarında ciddi lehçe farkı vardır ve çokları bunları farklı birer halk olarak görür. Türkler ise hepsine Kürt der.)

O sıralar hükûmetin icraatlarından şikâyetçi bir kitle, Ankara kahramanlarının yer aldığı, cumhuriyetçi, fakat liberal Terakkiperver Fırka etrafına kümelenmişti. İstanbul gazeteleri de hükümeti alabildiğinde tenkit ediyordu.

Ortalığı teskin için ılımlı Fethi (Okyar), başbakanlığa getirilmişti. Fethi Bey, hâdisenin örfî idare (sıkıyönetim) ile hallolacağını söylediyse de siyasî rakipleri için bu bir fırsattı. Fethi Bey vazifeden alınarak, İnönü 3 Mart’ta tekrar iktidara getirildi.

Ertesi günü Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak sert tedbirler aldı. Bazı aşiretlerin elde edilmesiyle, 26 Mart’ta ayaklananlar bozguna uğratıldı. Bir yakınının ihbar ettiği Şeyh, 25 Nisan’da Varto yakınında yakalandı.

Şeyh Said yakalandıktan hemen sonra
Şeyh Said yakalandıktan hemen sonra

İdamlar aylarca sürdü

Hukukçu olmayanların vazife yaptığı, kararlarının temyizi bulunmayan; hukuk ve adalet gibi mefhumlardan tamamen ârî politik ihtilal mahkemeleri devreye girdi. Diyarbekir İstiklâl Mahkemesi, hakikaten Kürt milliyetçisi olan birkaç kişiyi beraat ettirirken, 63 yaşındaki Şeyh Said’i 28 Haziran 1925’te Kürtçülük ithamıyla idama mahkûm etti. Hüküm, 20 Eylül 1925’de infaz edildi. Cesedi Dağkapı’da askerî mıntıka içinde meçhul bir yere gömüldü.

Hâdiseyle alâkası bulunmayan, ama Kürtçülüğün ideologlarından olarak görülen Seyyid Abdülkâdir ve oğlu da İstanbul’daki evlerinden alınarak Diyarbekir’e götürüldüler ve 27 Mayıs’ta Ulu Câmi önünde asıldılar. İdamlar aylarca sürdü. 500’e yakın kişi asıldı. Harekât mıntıkasındaki köyler bombardıman edildi. Ayaklanmayla doğrudan alâkası bulunmayan sivil halktan binlerce kişi öldürüldü. Seyyid Abdülkâdir ve Şeyh Said’in aile ve aşiretleri dağıtıldı.

Kimine hayır kimine şer!

Ankara, icap ettikçe Kürtçü veya şeriatçı olarak lanse ettiği ayaklanmanın, Türk ordusunun Musul’a girişini engellemek için İngilizler tarafından çıkarıldığını veya desteklendiğini iddia etti. Halbuki Musul’un akıbeti Lozan’da anlaşılmıştı.

Şeyh Said ayaklanması, basit bir zabıta vak’ası ile başlayan, yani uzun uzadıya planlanmış olmayan dinî bir ayaklanmadır. Şeyh, mahkemedeki müdafaasında da hep buna işaret etmiştir. O zamanki bazı ulema, Şeyh Said’i gayrı meşru gördüğü hükümete karşı davasında haklı bulmakla beraber, alt edemeyeceği bir güce karşı çıktığı için tenkit etmiştir. Şeyh, resmi ajandaya göre hain, bazı Kürtlere göre milli davaya hizmet eden bir kahramandır.

Şansı var mıydı?

Şeyh Said’in, muvaffak olma şansı var mıydı? İngilizlerin askeri desteğini alabilseydi, Irak güçleri ile birleşebilseydi, vaziyet farklı olabilirdi. Bunu ummuşlar mıdır? Belki. Kürtler kendi içlerinde de bölünmüş vaziyette idiler.

Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Tebriz’deki İngiliz sefiri Sir Percy Loraine’e (sonradan Ankara’ya tayin olunacaktır) müracaat ederek İngiltere’nin desteğini istedi. Ali Rıza, mali güçlüklerinin olmadığını, ama cephane sıkıntısı çektiklerinden bahsetti.

Sir Percy, Londra’ya yapmak istediği ziyaretin boşuna olacağını, İngiltere’nin müstakil bir Kürdistan istemediğini söyledi. İngiliz vesikalarına göre ayaklanmayı bizzat Ankara çıkarmıştır. Asiler sınırı geçip Musul’daki kardeşleriyle birleşecek, bu da Türkiye’nin Musul’a müdahalesine imkân tanıyacaktır. (Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 311-312)

Dikensiz gül bahçesi

Hükümet bu vesileyle 2-2 buçuk ay süren bir katliam projesi ile muhtemel mukavemet mihraklarını kan ve ateşle bastırdı. Birkaç sene sonra patlak veren Siirt ve Ağrı ayaklanmaları da aynı şekilde bitti. O zamana kadar mıntıkada eseri olmayan rejimi; polisi, askeri ve bürokratik sistemiyle yerleştirmeye muvaffak oldu.

Ayaklananların, demokrasinin hâsıl ettiği serbestlik ortamı ve muhalefet partisinin liberal sözlerinden cesaret aldığı iddia ediliyordu. Muhakeme esnasında kıyam fikrini İstanbul gazetelerinden ilham aldığını söylemesi mukabilinde Şeyh’e kurtuluş vadedilmişti.

Bu bahaneyle demokrasi askıya alındı, siyasi partiler yasaklandı. Terakkiperver Parti kapatıldı. Basın hürriyeti kaldırıldı. İstanbul’daki muhalif gazeteciler tutuklanarak hapse konuldu. Muhalifler sindirildi.

Şarkta yaşayan ve halka tesirinden korkulan aşiret reisleri ile din âlimlerinin tamamı aileleriyle garba sürüldü. Bazıları hiç dönemedi. Din aleyhtarı icraat sıkılaştırıldı. Tekkeler kapatıldı. Memleket, tek partinin dikensiz gül bahçesine dönüştü.

Şeyh Said idamından bir gün evvel
Şeyh Said idamından bir gün evvel

Mezar nerede?

Musa Anter anlatıyor: “Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza Efendi, babasının Dağkapı’da idam edilip, darağaçlarının içinde açılan bir çukura konduğunu anlattı. Kürtçede sêpi denir, darağacının altında bir çukur kazılır. Onlara giydirilen beyaz idam gömleği çıkarılır, hiçbir dini merasim yapılmadan üstündeki elbiselerle o çukura ipten çıkarılarak bırakılır ve üzerine toprak atılırdı.

O vakit yaşayan Kürtlerden Şeyh Said’in mezarını sorduk. Dediler ki, efendim eskiden Diyarbekir’in Dağkapı’dan Dicle kenarına kadar antik büyük bir Diyarbekir mezarlığı idi. Şeyh Said hadisesinden sonra bu mezarlık eğlence yerlerine tahsis edildi. Şeyh Said, Seyyid Abdülkadir, oğlu Seyyid Muhammed, Doktor Fuad ve diğer muhterem büyüklerimizin gömülü oldukları o kendilerine layık olmayan çukurların üzerine Diyarbakır rakı fabrikası yapıldı.

Bu fabrika Kürdistan’da devlet eliyle kurulan ilk fabrikadır. Rivayet odur ki Kemalpaşa demiş, bu keratalar bana sarhoş mu diyorlar, oraya bir rakı fabrikası yapın ki ebediyen kemikleri sarhoş olsun. Daha sonra oraya bir de şehir sineması yapıldı.” (Hatıralarım, s. 344)