Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

İTTİHATÇILAR ÖLÜR, İTTİHATÇILIK ÖLMEZ!

İktidarı gasp edeli yüz seneden fazla zaman geçti. Koca imparatorluğun mezarcısı oldular. Buna rağmen ne izleri ne de sesleri eksildi. İttihatçılar ölür, İttihatçılık ölmez sloganı doğru çıktı. Bu muvaffakiyete destan yazılsa yeridir.
23 Haziran 2025 Pazartesi
23.06.2025

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1889 senesinde Sultan Hamid’in açtığı yüksek mekteplerde okuyanlarca illegal olarak kuruldu. Görünürdeki ideal hürriyet ve demokrasi idi. Ama hakiki gaye Sultan Hamid devrinin ananeye ve dine bağlı hayat tarzından kurtulmak, ihtiyarların işgal ettiği makamlara kurulmaktı.

1897 harbinden beri iktisadi buhran sebebiyle maaşların geç verilmesi de muhalefetin itici gücü olmuştur. Sultan Hamid’in belki mazur görülebilecek, ama sevenlerini bile bizar eden şüpheciliği ellerini güçlendirmiştir. İtalya, İngiltere, Fransa ve Almanya da bunları desteklemiştir.

1908’de Rumeli’deki İttihatçı subaylar, “İngiltere Kralı ile Rus Çarı Reval’de Rumeli’yi paylaştı” yaygarasıyla dağa çıktılar. Kumandanlarını vurdular. Reval’de böyle bir mevzu konuşulmadığı sonradan ortaya çıktı. Hürriyet, eşitlik, kardeşlik, vatan, millet edebiyatının sloganlaştırıldığı ihtilâl büyüdü.

Çeteleşmiş asiler, telgraf tellerini kesip Manastır’da askerî müfettiş Şemsi Paşa’yı öldürdüler. Yerine gelen Tatar Osman Paşa’yı da dağa kaldırdılar. Manastır polis müfettişi ve Selânik topçu alayı imamını öldürdüler. Manastır Valisi Hıfzı Paşa Padişah’a, “Manastır’da benden başka herkes İttihatçıdır” diye mesaj gönderdi.

Endişelenen Padişah, 23 Temmuz 1908’de meclisi toplantıya çağırdı. İttihatçılar burada ekseriyeti elde etti. Memleket bâgî (isyancı) statüsündeki darbecilerin eline geçti. Osmanlı Devleti, 1876-1878 arasında olduğu gibi bir dârülbağy oldu.

Bir sene dolmadan İttihatçı muhalifleri 31 Mart 1325 (1909) tarihinde bir karşı darbe tertipledi. Muvaffak olamayan bu darbede İttihatçıların parmağı bulunduğu söylenir. Sultan Hamid’i mesul tutup tahttan indirdiler. Saray İttihatçılarca yağma edildi. Sultan’ın ailesi ve saraylılar sokağa atıldı. Sultan Reşad tahta çıkarıldı; ama bütün salahiyetleri budanarak…

Kozmopolit topluluk

Talat ve arkadaşlarının çoğu Mason idi. Rol modeli olan Masonlar gibi cemiyetin her sınıftan adamı vardı. Ateistten (Abdullah Cevdet), İslâmcıya (Akif), şovenistten (Ziya Gökalp), dönmeye (Cavid) varıncaya kadar geniş bir kitleyi kucaklıyordu. Laiklik, şapka ve harf inkılabı gibi teşebbüsleri başlatan İttihatçılardır.

Hepsinde ortak olan nokta komitacılıktı. Komitacı, her şeyi en iyi bildiğine inanan ve bunun için her yolu mübah görene verilen isimdir. Muhaliflerini bizzat veya kiralık katillerle susturdular. Geri kalanını sürdüler. Hepsi bir günde birkaç rütbe terfi aldılar. Kendilerinden olmayan asker ve memurları kapıya koydular.

Entelektüel, vatansever, dindar, afif, idealist değil, iktidar hırsıyla yanıp tutuşan, pragmatik, fırsatçı, hayalperest bir güruhtu. Yandaşlarını da cinayet, yağma, yolsuzluk, işkence gibi huylara alıştırdılar. Aklı başında her Türk, her Müslüman, hatta her insanın vicdanında menfi bir nam bıraktılar. Almanya’nın menfaatini hep Türkiye’nin önünde tuttular.

Bazıları İttihatçılar’ın bütün mücadelesi devleti batıştan kurtarabilmek idi, başka bir niyetleri yoktu, her şeyi memleketin iyi olması arzusu ile yaptılar. Hırsızlık yahut yolsuzluk gibi şaibelerin altında kalmadılar. Ama tecrübesiz ve lüzumundan fazla atak idiler, diyor. Tecrübesiz ve atak oldukları doğrudur ve bunlar büyük işlere kalkışanlar için küçümsenmeyecek kusurlardır. Onları mazur gösterir mi? Bir kere ortada batan bir imparatorluk yoktu. 1908’de İttihadçılar iktidara geldiğinde Osmanlı İmparatorluğu dünyanın en büyük ve oyun kurucu 7 devletinden biriydi. Parası ve nüfusu azdı, toprağı fazlaydı. Üzerinde çok çeşitli halklar yaşıyordu. XX. asır başında bunların artık istiklal veya muhtariyetini alması kaçınılmazdı. Her şey olurunda gitseydi, tabii haline bırakılsaydı, yani İttihatçı darbesi olmasaydı, imparatorluk ve tebaası için endişe edilecek bir vaziyet yoktu. Küçülürdü, ama asla batmazdı. Osmanlı’ya Hasta Adam diyen Çar’ın imparatorluğu, Osmanlı’dan evvel dağıldı ve battı. Sonra herkesin haddini bilmesi icap eder. Her önüne gelenin, kendince devletin battığını düşünüp onu kurtarmaya kalkması akıl kârı değildir. Hastalanan yakınına beyin ameliyatı yapmaya kalkmasına benzer. Hele kendince doğru olanı yapmak için suç işlemek mental bozukluğun veya ahlak fesadının alametidir. Bunlar her ne kadar milliyetçi ve vatansever gibi lanse edilseler de hakiki milliyetçilik milletinin huzur ve refahı için çalışmaktır. Milleti felakete sürüklemek vatanperverlik değildir.

Balkan Harbi’nde Rauf Bey, Kâmil Paşa hükümetinin sevap hanesine yazılmasın diye Averof zırhlısını batırmadı. Hükümeti düşürebilmek uğruna harbin kaybedilmesi için sıkı bir bozgunculuğa giriştiler. Askerlere dağıttıkları broşürlerde, Edirne’yi Bulgarlara vererek, kan dökülmesine engel olunması yolunda propaganda yaptılar.

Daha evvel askerlik yapmamış olan Talât Bey, gönüllü yazılmış; cephede “Askerler; bunak [sadrazam] Kâmil Paşa için kanınızı dökmeyin. Gavur burada değil, İstanbul’dadır. Sizi gavurlara sattı” diyerek propaganda yaptığı anlaşıldı. Şükrü Paşa, “Nefer elbiseli müfsid” dediği Talât’ı, Edirne’den gitmezse, idamla tehdit edince, İstanbul’a döndü. (İ. Hami Danişmend)

Zaten ölmeyecekler miydi?

İktidara gelir gelmez ilk hadise, Bulgaristan istiklâlini ilan etti; Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti (1908). İtalya, Libya’ya çıktı (1911). Balkan devletçikleri bir araya gelip 5 asırlık Rumeli’yi kopardılar. Edirne düştü (1912).

Bunun üzerine suçlu arayıp, Bâbıâli’yi basarak darbe yaptılar. Enver, burada harbiye nazırı ve yaverini gözünü kırpmadan vurup öldürdü. Alman dostlarına yardım için memleketi harbe sürüklediler. Müslümanların gözünü boyamak maksadıyla mukaddes cihad fetvası bile çıkardılar.

Kıbrıs ve Mısır ilk etapta kaybedildi. Kafkas cephesinde on binlerce asker donarak öldü. Bir günde binbaşılıktan generalliğe terfi eden ve memleketin bir numaralı adamı olan Enver Paşa, buna rağmen İstanbul’da zafer alayı yaptırdı. “Zaten ölmeyecekler miydi?” dedi. Yüzbinlerce yüksek tahsilli gencin nahak yere toprağa düştüğü Çanakkale felâketi hâlâ zafer olarak kutlanır. Cihan Harbi, 7 asır evvelki Moğol istilasından sonra Türk tarihinin en büyük felâketi olarak tarihe geçti.

İttihatçıların devrini en gerçekçi sembolize eden resim
İttihatçıların devrini en gerçekçi sembolize eden resim

Enver Paşa pirinci

Çatlak bir iki sesin çıktığı meclis kapatıldı. Gazetelere sansür kondu. Halk, istibdad olarak gördüğü eski devri arar oldu. Hayat serbestleşti. Eskiyi özleyenlere mürteci dendi.

Memleket Alman müstemlekesi hâline geldi. Avrupa’dan gelen vagonların üstüne tebeşirle Enverland yazılıyordu. Harb kazanılsaydı, Rusya’daki milyonlarca Alman Anadolu’ya yerleştirilecekti.

Halk süpürge tohumundan ekmek yerken, İttihatçılar ve sempatizanları, vagon ticareti ve karaborsacılık sayesinde zengin oldu. Herkesin bulamadığı bulgura Enver Paşa pirinci dendi. Postacılıktan imparatorluğun en yüksek makamına oturtulan ve dürüst diye adı çıkan Talat, etrafındakilerin çalıp çırpmasına göz yumuyordu. Başta İttihatçıların yanındaki Tevfik Fikret bile “Yiyin efendiler yiyin!” diyerek bunlardan yüz çevirdi.

1912’de 120 bin Egeli Rum, sebepsiz yere Yunanistan’a sürüldü. 1915’te Ruslar gelir de müttefik bulurlar bahanesiyle yurt sathında bir milyona yakın Ermeni, Suriye’ye göçürüldü. Yarısı yolda açlık, soğuk, hastalık, asker ve çetelerin elinde can verdi. Mallarına İttihatçılar çöktü.

Üçlü diktatoryanın bir ayağı Cemal Paşa’nın Suriye valiliği sırasında Arapça konuşmak yasaklanarak, Araplar, ardından da Kürtler küstürüldü. Devletin Adriyatik sahilinde Sırplara karşı karakolu mevkiindeki Arnavutların silahları toplandı. Hepsi ayaklandı. Arnavutluk elden çıktı.

Almanya’dan borç alındı. Hazine iflas etti. Hemen her cephede ordular yenildi. Bir milyon kişi hayatını kaybetti. Memleket enkaza döndü.

Şevket Süreyya der ki: “Kapalı bir zümre taassubundan başka sürükleyici kuvveti kalmayan bahtsız bir komite, bir yaran derneği haline geldi. Bir klik idaresine hızla sürüklendi. Bu zümre, en kısa zamanda, kaba sindirme tedbirlerinden başka bir şeyden anlamayan basit bir baskı idaresi karakterini benimsedi. İlme dayanan bir fikirden, yazılmış düsturlardan ve inançlı olarak yetişen bir kadrodan sonuna kadar mahrum bu idarenin başındakiler, iptidai bir Balkan politikacılığının kaba, sert usullerine kendilerini kaptırdılar. Ve bir daha ondan kurtulamadılar. İlmi bir dünya görüşü olmayan kapalı ve mutaassıp birer insan olarak kaldılar. Halktan geldiler. Fakat kısa zamanda halktan koptular. Birer halk adamı, hatta birer efsane kahramanı gibi çıktılar. Fakat hemen birer sorumsuz klik adamı oldular. İstibdada karşı ayaklandılar. Fakat getirdikleri de bir nevi istibdat oldu. İçlerinden bazıları, şahsen milletin malına el uzatmamayı, dünya malına sırt çevirmeyi, partilerinin bir itibar bayrağı gibi kullanmak istediler. Halbuki asıl yağmaya verilen değerler, milletin onlara bağlanan iman ve ümidiydi. Milletin iman ve ümidini suistimal ettiler. Bir defa elden çıktı mı, bir daha kazanılamaz olan bu hazineyi israf ettiler. Milletin varlığını koruyamadılar. Devleti toptan havaya savurdular. Kaba bir Alman militarizminin arzusu, milletin kaderine onların eliyle damgasını vurdu. Bunun neticesinde, tarihimizin en idealist bir nesli olarak gelişen bir altın gençliği, bir kumarda kurban ettiler.” (Suyu Arayan Adam)

Efendiler nereye?

Harb kaybedilince, İttihatçıların elebaşları, tekrar dönüp “kaldığı yerden devam” emeliyle firar etti. Sultan Vahîdeddin zamanında mahkemeler, işledikleri harb suçları sebebiyle bunları gıyaben idama mahkûm etti.

Refik Halid’in “Efendiler nereye?” serlevhalı yazısı şöyle başlar: “Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye? Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?”

Birkaç Ermeni genci, bunları vurup, tahtından düşürülen halifenin de, dar ağaçlarında asılan, sokak ortasına vurulan, cephelere gömülen Türklerin de intikamını aldı. Ecnebi mahkemeler, hele İttihatçıların uğruna kul köle oldukları Almanya mahkemeleri aileleri sürülüp öldürülmüş katilleri haklı bulup ceza vermedi. En yakın dostları bile ölümlerine değil, hesap vermekten korkarak kaçmalarına ve hesap vermeden ölmelerine hayıflanmıştır. Çok övülen cesaretlerinin bile, kaba kuvvete dayanan kuru bir cesaretten ibaret olduğu, hesap vermekten korkup vatandan kaçmalarından bellidir. Ölüm şekilleri sonradan dramatize edilerek, emsalsiz kusurlarının üzerine şal çekilmiştir. Hepsi birer vatan, millet, hatta din kahramanı haline getirilmiştir. Partinin yeni sloganı da şu olmuştur: “İttihatçılar ölür, İttihatçılık ölmez!”

Mete Tunçay der ki: “İttihat ve Terakki’nin Mason cemiyetleri örneğinde kurulduğunu, Masonluk gibi İttihatçılıktan da çıkılamayacağını unutmayalım. Bu bakımdan, İttihatçılığın son İttihatçı ölünceye dek süreceğini söylemek bile, büsbütün yanlış olmaz.” (Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 164) Hakikatte İttihatçılık, son İttihatçı öldükten sonra bile sağdan soldan filizlenen ayrık otları misali varlığını ve tesirini sürdürmektedir.

Hepimiz İttihatçıyız!

Elebaşıları kaçtıktan sonra geri kalan İttihatçıların temizlenmesi dile getirildiğinde, Dahiliye Nazırı Fethi Bey (Okyar) yarı şaka “Hepimiz İttihatçı değil miyiz?” demişti. (5/XI/1918)

Ali Kemal Bey, elebaşılarının kaçışı üzerine yazdığı yazılarda diyor ki: “O kaçış zahiridir. Hakikatte bu topraklarda, bu havada, bu muhitte gizliden gizliye yaşayan yine odur. Onun ruh-i habisidir. Hükümetin kararlarında, mebusların müzakerelerinde, matbuatın münakaşalarında, hatta avamın heyecanlarında, dikkat ediniz, o ruhtan ne derin titremeleri hissedersiniz… Türklerde bazı hissiyatça İttihat ve Terakki ruhuyla yaşayanlar, niçin inkâr edelim, öteden beri çok, pek çok idi. Zaten öyle olduğu için o uğursuz hizip hırsızlıktan cinayete kadar her türlü fenalığı yaptı.”

1920’den itibaren İngilizlerin serbest bıraktığı İttihatçılar kaçarak Ankara’ya sızdılar ve yeni bir kisveye büründüler. Kalanlarından yeni rejime biat etmeyenler 1926’da tasfiye edildi. İttihatçı elebaşılar kahraman ilan olundu; şehitliklere gömüldü. O gün bu gündür millet bunlardan yakasını kurtaramadı.

Çapulcu siyasiler

Memleketi felakete sürükledikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi tekrar iktidar mücadelesine kalkışan İttihatçılar hakkında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Evlere Şenlik kitabında diyor ki: “Halkın parasını dolaba koyan çapulcu siyasiler, şimdi nerdesiniz? Bazılarınız milletin gözyaşı imbiğinden çektiğiniz servetlerle kasalarınız dolu, suratlarınız tertemiz, lordlar gibi menfalarınızdan avdet ettiniz. Kanına ekmek doğradığınız Türklerin arasına yine katıştınız.

İktidarınız, hamiyetiniz, bir küçük memuriyeti idareye kâfi değilken, her birinizin devletin mühim işlerinden 8-10 büyük dolabınız vardı. Çevirdiniz, çevirdiniz, dünyanın altını üstüne getirdiniz. Türkü ezdiniz, ezdirdiniz. Soydunuz, soydurdunuz. Astınız, kestiniz. Sürdünüz, süründürdünüz. Şimdi hayran hayran mazlumlar arasında dolaşıyorsunuz.

Söyleyiniz, geçen kanlı devrin mesulleri kimlerdir? Bunları yerde mi, gökte mi arayacağız? Hokkabaz değnekleri sizin ellerinizde idi. Bütün vukuata siz kumanda ediyordunuz. Bir işaretinizle kanlar sel gibi akıyor, alaylar, ordular takımıyla batıyordu.

Biraz hudutları dolaşınız. Çöl külhanları içinde kanları tüterek can vermiş, buzlar arasında kemikleri donmuş şehit yığınları görünüz. Memleketin bağrındaki harabeleri, viraneleri dolaşınız. Kalbinizden yine kendinize karşı nefretler, lanetler kabarmaz ise, canavar yaratılmış olduğunu anlayınız. Cehenneme girseniz ateşi duymayacak hissizlerden bulunduğunuza sevininiz. Ufak bir yangını söndürmek vasıtalarına malik olmayan bir millet, cihan harbinin ateşine saldırırsa böyle olur.

Milleti alçak bir mahkûm gibi cihan siyasetgâhına çıkartan makalelerinizi, hitabelerinizi bugün gözden geçiriniz. Kimsenin lanetlemesine lüzum kalmaz. Fakat bu saatte hepinizin koltuklarınızın altında pek süslü beraat kağıtları vardır. Allah’ı, melekleri, şeytanları, insanları bir daha aldatmak istersiniz.”


Manzume

Aferin ey İttihad’ın şanlı anlı Enver’i 

Arştan tâ ferşe indirdin liva-yı ekberi

Bir gazâ ettin ki nehb-i mal için millet ile 

Gâret etmezdi bu rütbe olsa Moskof leşkeri 

Aç iken muhtaç iken askerle millet serteser 

Oldu gark-i sim ü zer Cemiyet’in kardeşleri

Memleket bir hâle gelmiştir ki zulm ü cevr ile 

Kimse hissetmez kıyamet kopsa hevl-i mahşeri 

Ben de hayranım yed-i i’câzına Cemiyyet’in 

Sadmesiyle yıktı on yılda serâpâ her yeri 

Altı yüz yıllık muazzam devleti imha için 

Milletin ta can evinden saplamıştır hançeri

Yok mu hakkım şimdi ey Talat sana söyler isem 

Kahrede Hakk sen gibi suni hamiyetperveri

Talat’ım ben, âkilim, var bende kudret der idin 

Zannederdin ezkiyânın kendini serdefteri

İşte berbad eyledin oldu memâlik tarumar 

Kaldı elde cüz-i asgar gitti kısm-i ekberi

Gitti hatta mehd-i vâlâ-yı nübüvvet ey leîm 

Bir gaza ettin ki dilhun eyledin peygamberi

Ben sana vaktiyle binbir kere söyledim 

Âsiyab-i devletin Talat değilsin sen harri (kaynağı)

Sadrazamlik nedir fikr eylemek lazım idi 

Server-i millet olur mu sen gibi bir serseri

İlm ü fen ister tükenmez servet ister şimdi harb 

Cehl ile mağlub olur mu Avrupa devletleri

Hakkı yok mu şimdi kabrinden çıkıp Sultan Hamid 

Vechine atf etse hiddetle buzâk-ı asferi (tükürük)

Merdüm-i kâr-ı uzmâ ister bu dolab-i sakil 

Cahid ü Cavid ile dönmez siyaset çenberi

Eksik olmaz böyle re’sinde mesâib an be an 

Başta Cemiyet gurab-asâ olursa rehberi 

Hüsn-i istimali meşrutiyetin âsan değil 

Kadr-i zer zerger şinâsed kadr-i gevher gevheri 

Öyle meşrutiyet icra ettiniz ki on sene 

Eylemezdi böyle zulmü olsa Cengiz askeri

Meşveret her millete bahş eylemişken menfaat 

Sayenizde bizde olmuştur rezalet meşheri 

Mah-i hürriyet küsuf altında girdi ülkeye 

Görmedik envar-ı hürriyetle tâbân kişveri

Sözde meb’usan-i millettir denen ademleri 

Hangisi olmuş hakiki intihabın mazhari

Ateş-i fakr ü zaruret tuttu mülkü serteser 

Âsümana çıkıt zulmün dûd-i ateş-küşteri 

İttihat’ın sandığında varsa hepsi gizlidir 

Memlekette çok zamandır yok gören sim ü zeri 

Bir büyük davayla gerçi inkılabı yaptınız 

Sonra istibdada doğru ettiniz sağdan geri 

Yâd edip rahmetle herkes asr-ı istibdadını 

Sizlere tercih eder Timurlenk-i eşheri

Bir kudurmuş yırtıcı hayvan gibi güya Cemal 

Saldırıp mecruh etti gördüğü şir-i neri

Ol kadar humk u cehalet kaplamıştır kim sizi

Kimse sizden bir nefer saymaz koca İskender’i 

Aklının siması endamında her dem runüma 

Görmemiştik biz Halil asâ siyaset dilberi

Şüphesiz Ahmed Rıza’dan hoş sühan söyler idi 

Heykel-i hürriyet etsek Meclis’e bir mermeri

Biz bunun gamziyle haşa mürteci addeyledik 

Sahib-i mizan olan üstad-i âli-cevheri

Bizde görse bir fazilet mutlaka tasmim eder 

Varsa insaniyetin cemiyet olmuş ejderi

Sanki tahrib-i cihan sevkiyle gelmiş âleme 

Başka yok Cemiyet’in bir hassa-i zib ü feri

Bir gün olsun vech-i millette meserret görmedik 

Memlekette İttihat’ın çıktığı günden beri 

Haklıdır bervech-i âti İttihat’ı vasf edip 

Medh ederse cami-i dehrin hatib-i minberi 

Bunların iblis-i melun sanki bir şakirdidir 

İttihat erkânı öyle fitneler danişveri

Hakkı nâhak gösterip kizb-i sarihi sıdk eder 

Hûn-i mazluman-i millettir bu kavmin kevseri 

Hedm-i dindir gaye sevmezler diyanet ehlini 

Bunların makbulüdür dâim bu asrın ekferi

Geçti çok zalim cihandan gerçi zulm ü cevr ile 

Çeşm-i devran görmemiştir böyle hizb-i bedteri

Hakka düşmandır bu Cemiyet keser hiç dinlemez 

Doğruluktan bahseden her bir seri her serveri 

Ettiler iclâ vatandan zulüm ile udvan ile 

Ben Salahaddin gibi pek çok sadakatperveri

Milleti mahv ü perişan eyleyen her haine 

Sen havale eyle ya Rab Zülfikâr-i Hayderi 

Böyledir her dem duası asdika-yi milletin 

Hakk muammer eyleye hakan-i Hayder-peykeri 

Milletin mahbubudur Sultan Vahîdeddinimiz 

Çünki olmuştur adalet dürre-i tac-ı seri

Başta hakanıyla millet meşveret-perver olup 

Eylesin Mevlâ bu kavmi asrının bâlâteri

(Mehmed Salahaddin Bey - Bildiklerim)