.jpg)
CHP’NİN HİKAYESİ Parti Devletin, Devlet Partinin!
Bir ihtilal hareketi olarak Ankara’da toplanan 1920 meclisi, mensupları sonradan Halk Fırkası adını alacak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin gönderdiği kişilerden müteşekkil olsa da İkinci Grup adıyla anılan muayyen bir muhalefete sahiptir. 1919’da kurulan bu cemiyet azalarının tamamı ya İttihatçı veya sempatizanı idi. İttihat ve Terakki Fırkası’nı tekrar iktidara taşımak gayesiyle kurulmuşlardı.
Bu sebeple muhalifleri, Anadolu hareketini Neo-İttihatçılık olarak görmüştür. Onlar da baştan beri İttihatçı ve Bolşevik olmadıklarına amme efkârını iknaya çalışmış, hatta azalarına İttihatçı olmadıklarına dair yemin ettirmişlerdir. Mamafih İttihatçıların memlekette kalanlarının çoğunun bu harekete biat ettiği bir hakikattir. Biat etmeyenler de sertçe tasfiye olunmuştur. Ne kadar inkâr edilse de bu fırkanın komitacı ruhu CHP’ye sinmiştir.
“Kız gibi meclis”
Zaferden sonra G. M. Kemal’in partili reisicumhur sıfatıyla devletin ve hükümetin, fiilen de meclisin başında bulunması, rejimin giderek otoriterleştiğini düşünen bazılarını rahatsız etti. Yakın arkadaşları, evvelce vadettiği gibi politikadan çekilmesini ve ölene kadar devletin reisi olarak kalmasını, gündelik politikayı ve hükümet işlerini seçilmiş kişilere devretmesini istediler.
O bunu şiddetle reddetti ve cemiyeti 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adıyla bir siyasi partiye dönüştürdü. Bunu kabul etmeyen Trabzon şubesi dağıtıldı. Osmanlı hükümetine alternatif bir hükümetin kurulduğu 9 Eylül 1919’daki Sivas Kongresi, partinin ilk kongresi sayıldı. Zamanından bir sene evvel seçimler yenilendi. Muhalefet tasfiye edildi. 1923’te tamamını partinin seçtiği namzetlerle kız gibi bir meclis teşkil edildi.
Bu sefer halk, tek parti diktatoryasına karşı cumhuriyetçi, fakat liberal muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası etrafında kümelendi. Bunun üzerine Halk Fırkası da isminin başına Cumhuriyet ekledi. Ama yeni partinin ömrü uzun olmadı. Hükümet, Şeyh Said ayaklanmasını bahane ederek 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı. Partiler yasaklandı, basın hürriyeti kaldırıldı. Muhalifler tutuklandı, bazısı asıldı, kimisi yurt dışına kaçtı.
O zamanki ABD sefiri Grew’in de işaret ettiği üzere, dünya Türkiye’yi, tek parti sistemi sebebiyle “Şeklen Batılı; hakikatte Doğulu” diye küçük görüyor; kontrolü altındaki memleketlerde vaziyete göre bazen otokrasiyi, bazen demokrasiyi destekleyen liberal Batı bloğu, Türk hükümetini demokrasiye teşvik ediyordu. Reisicumhur da “Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir diktatörlük manzarasıdır” itirafında bulunmuştu.
Hem ecnebiler nezdindeki bu kötü manzaradan kurtulmak hem hükümete karşı reaksiyonları tolere edebilmek hem de İngiltere’den borç alabilmek için muhalefet partisine yeşil ışık yakıldı. 1930’da reisicumhurun yakın arkadaşı Fethi Bey’in riyasetinde bir muvazaa (danışıklı dövüş) partisi olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Buna CHP’den birkaç milletvekili verildi. Ancak halkın büyük rağbetinden ürken hükûmet, birkaç ay sonra partiyi kapattırdı. 1935’te “fırka” kelimesi “parti” oldu.

Devlet aklı = CHP
Artık tamamen devlet partinin, parti devletindi. İkisi iç içe geçmişti. Reisicumhur, aynı zamanda CHP reisi; başbakan, CHP başkan yardımcısı; içişleri bakanı da CHP sekreteriydi. Vali, kaymakam, belediye reisi ve CHP il/ilçe başkanı umumiyetle aynı kişiydi.
Parti-devlet aynîliği, halkın siyasete iştirakini değil, itaati teşvik ediyordu. Ordu, bu sistemin bekçiliğini; halk ise zoraki finansmanını yapıyordu. Adliye, maarif, medya, hatta köylünün tarlasındaki istihsal bile devlet aklı (CHP) tarafından şekillendiriliyordu.
CHP devletin her çeşit imkanları ile besleniyordu. Halkevleri, partinin ideolojisini yaymak için devlet parasıyla faaliyet gösterirdi. Hakimiyet-i Milliye, Cumhuriyet, Ulus resmî veya gayrı resmî neşir vasıtalarıydı. Radyo sayesinde parti köy odalarına kadar propaganda imkanına sahipti. Parti haberleri, radyonun açılış ve kapanış spotuydu; gazetelerde 6 sütuna manşetti; yapmayanlar ikaz edilir, dinlemezse kapatılırdı. Sinema filmlerinin önünde haberler diye 10 dakika parti propagandası seyrettirilirdi.

Şahsi otorite vasıtası
Halkçılık prensibi icabı, sivil cemiyetler yasaklanmış, halkın ancak CHP içinde faaliyet gösterebilmesine izin verilmişti. CHP solcu sanılırsa da aslında statükocu ve elitist olması itibariyle aşırı sağcı bir parti sayılması doğrudur. Sosyal demokrat ve hürriyetçi fikirler, CHP’ye 1970’lerden sonra girmeye başlamıştır.
Parti içinde demokratik rekabet yerine, lidere sadakat ön plandadır. Parti 1938’de kendisini Ebedi Şef, İnönü’yü de Milli Şef ve değişmez başkan ilan etmişti. Mamafih mensuplarının azı idealist çoğu pragmatist olduğu için, parti içinde çatışmalar ve hizipleşmeler eksik olmazdı. Lider güçlü otoritesiyle bunu önler, bazen de birbirlerine düşsünler diye bizzat kışkırtırdı.
Bu, klasik demokratik sistemlerde görülmeyen ama o devrin otoriter-modernist rejimlerinde yaygın olan karizmatik lider kültünü aksettirir. Partinin tüm kararlarında Lider’in tasvibi tayin edicidir. Kadro değişiklikleri, politik temayüller, kanunlar, ekonomi politikaları gibi mevzular bizzat onun kontrolündedir. Bu çerçevede CHP, Lider’in şahsî otoritesini müesseseleştirdiği bir vasıta olarak da fonksiyon görmüştür.
Neyin doğru olduğunu biliriz!
Lider, rejimin ideolojik taşıyıcısı olarak gördüğü partisinin ebediyen iktidarda kalmasını hedeflemiştir. CHP’nin 1931 Kurultayı’nda kabul edilen Altı Ok (Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik), Kemalist inkılapların ideolojik çerçevesi olarak parti programına dahil edildi. Bu prensipler, sadece CHP’nin değil, bütün Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerleri idi artık.
1937’de anayasaya da girerek, böylece, parti programı, devlet ideolojisi hâline geldi. CHP, sadece iktidar partisi değil, rejimin ideolojik garantörüydü. Yukarıdan aşağıya bir baskı şeklinde cereyan eden inkılaplar, bazı kesimler tarafından partinin ilerleme yolundaki faaliyetleri olarak görülmüş, partiye adeta bir misyon kazandırmıştır. Ama bu misyonda demokrasi, insan hakları ve sosyal adaletin yeri olmamıştır.
Seçimler vardır, ama muhalefet yoktur. Parlamento adeta bir parti kongresi şeklindedir. CHP, idareci ve ekonomik elitlere dayandığı halde, halk mefhumunu bütün sınıflara şamil bir şekilde anlıyor, sistemde muhalefetin varlığını lüzumsuz görüyordu.
CHP’nin tek parti hâline getirilmesi şu endişelere dayanıyordu: “Halk, çok partili demokrasiye hazır değildir. Rejim gençtir; muhalefet inkılaplara yönelebilir. Dolayısıyla partiler arası mücadele değil, tek bir partinin idaresi münasiptir. Zaten CHP halk için neyin doğru olduğunu ona sormadan bilmekte ve yapmaya çalışmaktadır.”

Sizi gidi nankörler!
Stratejik şartlar itibariyle dışta ve içte iyi kötü istikrarlı bir siyaset kurabildiği halde, fikir hürriyeti ve din üzerinde baskılar, yolsuzluklar ve kötü ekonomik politikalar CHP’nin sonunu getirdi. Siyasî sistemdeki tıkanmalar, ekonomik ve sosyal buhranlar, öte taraftan Cihan Harbi sonrasında dünya konjonktüründe ortaya çıkan demokrasi trendi, yalnız kalmak endişesindeki tek parti hükümetini geri adım atmaya mecbur etmiş, 1945’te muhalefet partilerinin kurulmasına izin verilmiştir.
1950’de Demokrat Parti'nin zaferiyle, CHP ilk kez muhalefete düştü. Bu hem parti hem de ülke için bir dönüm noktasıydı. Halkın seçimini irade zaafı olarak tabir eden CHP, uzun müddet bu dönüşümü hazmedemedi. Köylü kandırılıyor, halk nankörlük ediyordu. Bu tavır, CHP’nin halkla arasına açılan mesafeyi daha da derinleştirdi. Partinin ifadeleri zaman zaman demokratik görünse de çoğu zaman elitist bir tonda yankılandı: “Biz biliriz, siz anlamazsınız!”
Mamafih az sayıda milletvekiline sahip olmakla beraber, meclis içinde ve dışında muazzam ve tesirli bir muhalefet yürüttü. Bu sebeple hasımları, “CHP’nin iktidarda olması, muhalefette olmasından yeğdir” demiştir. Bu muhalefet, DP’yi aşırı bir gardını alma psikolojisine sevketti.
Kaçırılan fırsat
Yıllarca demokrasinin yeşermesini engelleyen CHP, mecburiyet altında kabul ettiği demokrasiyi, kendi eseri olarak lanse etmiş, karanlık mirasının yükünden kurtulmayı hedeflemişti. Maziyle hesaplaşma, hatta kendisini feshetme büyüklüğünü gösterebilseydi, memlekette gerçek bir sosyal demokrasi hareketinin teşekkülüne ve ayağı yere basan bir demokrasinin kurulmasına hizmet etmiş olurdu. Yerine gelenler devr-i sabık yapmama, yani mazideki suçlardan hesap sormama vaadiyle bunu sindirmişler, ama CHP’nin haksız kazançlarına el koymaktan da geri durmamışlardır.
27 Mayıs 1960 darbesi üzerine DP kapatıldı. 1961’de CHP darbecilerin desteği ile iktidara geldi. Ama fazla duramadı. Bu devirde o da ciddi değişikliğe uğradı. Kasım Gülek, Nihat Erim gibi gençler partiye taze kan aşılamaya uğraştılar. 12 Mart 1971 askerî muhtırasını İnönü’nün desteklemesine karşı çıkan genel sekreter Bülent Ecevit, 1972’de, 35 senelik başkan İnönü’yü devirdi. 1950 seçimini bile hazmeden İnönü buna dayanamayıp partiden ayrıldı. Ecevit, CHP’yi ortanın solunda, Avrupa sosyal demokrat partilerinin çizgisine yaklaştırmaya çalıştı.
12 Eylül 1980 darbesi 1961’den farklı olarak bütün partileri kapattı ve mal varlıklarına el koydu. Zamanla siyasi yasaklar kalktı. 1992’de Deniz Baykal CHP’yi ihya etti. Umumiyetle solcu partiler CHP çatısında birleşti. Ecevit, Demokratik Sol Parti olarak ayrı bir baş çekti. CHP ve diğer partiler umumiyetle iktidarın yanlışlarına işaret eden refleksif bir muhalefet çizgisi izledi. Bu sebeple Türkiye’de sağlıklı bir muhalefet kurulamadı.
Aydınlanma düşmanlığı
CHP, sol kimliği ve laiklik vurgusunu öne çıkararak, şehirli ve tahsilli kesimlerin partisi hâline geldi. Ancak bu dönüşüm de beraberinde tenakuzlar getirdi. CHP, bir yandan hürriyet, insan hakları ve hukuk devleti derken; diğer yandan başörtüsü yasağı gibi anti-demokratik tatbikatları müdafaa etti. Milliyetçilik iddiasındaki partileri geride bırakacak derecede ırkçı çıkışlarda bulundu. Demokratik bir ülkede bir partinin halkın büyük ekseriyetinin taleplerini “aydınlanma düşmanlığı” olarak vasıflandırması, temsil krizini derinleştirdi.
CHP’nin yıllar içinde halktan kopuk bir elitizmle aynîleşmesi, seçimlerdeki kronik mağlubiyetleri de beraberinde getirdi. Hep kan kaybetti. Ecevit’in gelişi ve zamanın şartları partinin reylerini arttırsa da saman alevine benzedi. Gerek kurucu kadrosunun karizması gerekse cemiyetin belli kesimlerinden (Kemalist elitler, Beyaz Türkler, solcular, Aleviler vs) gelen değişmez %30’luk rey potansiyeli ile varlığını hep güçlü bir şekilde sürdürmüştür. Bu statükoyu yıkmak için İsmail Cem, Kemal Derviş gibi şahsiyetlerin liderliğinde modern bir sosyal demokrat hareketi doğmuşsa da siyasî hesaplaşmalar sebebiyle muvaffak olamamıştır.
Son yıllarda CHP, bilhassa genç seçmene ulaşmak, Kürt meselesine daha demokratik bir dille yaklaşmak ve muhafazakâr kesimle diyalog kurmak adına adımlar atmıştır. Ancak partinin içindeki eski refleksler, bu dönüşümü tam manasıyla taşımakta hâlâ zorlanmaktadır. Zira CHP, bir kimlik buhranı yaşamaktadır. Halkın partisi mi olacak, yoksa devletin yüksek gözcüsü gibi mi davranacak?
CHP’nin Türkiye siyasî tarihinde yeri münakaşa götürmez. Rejimin kurucu aktörüdür. Ancak bu tarihî rol, aynı zamanda da zaaf olarak karşıya çıkıyor. Partinin sırtını döndüğü sessiz çoğunluk, artık çağdışı ifadeleri ve totaliter sloganları dinlemek istemiyor. Bu da partiye, halka yukarıdan değil, göz hizasından bakmayı öğrenme külfeti yüklüyor.
Bu mevzuda hatıratlardan başka, Mete Tunçay’ın Tek Parti ve Hakkı Uyar’ın CHP kitapları ile Nihat Erim’in Günlükler’i başlıca tavsiye edilir.
Önceki Yazılar
-
Millet müezzin sesine hasret! HOPARLÖR İŞKENCESİNİN TARİHİ8.09.2025
-
TÜRK MÜ? TÜRKİYELİ Mİ?1.09.2025
-
SİMİTİN PEŞİNDEN DÜNYA TURU25.08.2025
-
SİZİ GİDİ VATAN HAİNLERİ SİZİ!18.08.2025
-
NİZAMÜLMÜLK’ÜN HİKÂYESİ Hükümdarı Hükümdar Yapan Büyük Vezir11.08.2025
-
ESKİ CAMİLERDEN ZAMANE CAMİLERİNE…4.08.2025
-
GELİN ATA BİNMİŞ YA NASİP!28.07.2025
-
ATEŞ HATTINDA GARİP BİR TOPLULUK: DÜRZİLER21.07.2025
-
HADİS MEALCİLİĞİ FURYASI14.07.2025
-
BEKÂRLIK SULTANLIK MI?7.07.2025