Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

GÖRÜCÜ SANDALYESİ
Anasına Bak Kızını Al!

Evlenilecek kızın boyuna, yaşına ve güzelliğine elbette bakılırdı. Ama daha mühimi evvela kimin kızı olduğu, sonra da eli çabuk ve maharetli olup olmadığı idi.
13 Ekim 2025 Pazartesi
13.10.2025

Eskiden bir genç evlenecek yaşa, yani 17-18 yaşına vardı mı, ailesini evlendirme telaşı alırdı. Zira meslek sahibi olması veya askerliğini yapması beklenmezdi. Zira çocuk babasının işinde çalışırdı. Askere gitmeden evlendirmek lazımdı. Dönmezse bile geride yadigâr bir çocuğu kalsın, denirdi.

Anne, abla gibi evdeki hanımlar akrabadan, komşulardan oğullarına uygun bir kız soruşturup bakarlardı. Bu işe meraklı çöpçatan hanımlar veya her eve girip çıkan bohçacı kadınlar, kimde münasip kız varsa, bildirirlerdi. Kız evine görücü gidilir, görücüler kızı tepeden tırnağa süzerlerdi. Peltek mi diye konuştururlar, ağzı ve teni kokuyor mu diye sarılırlardı.

Kız bulunan evlere, hazırlıksız yakalamak için, sabahın erken saatinde habersiz ziyaretler yapılırdı. Toz var mı diye çaktırmadan eşyanın altına bakılırdı. Bazen de resmen kızı görmeye gidilirdi. Hüseyin Cahit’in kız tarafının kimseyi beğenmediği, görücü sandalyesinin eskidiği ve kızın evde kaldığı pek ibretlik bir Görücü hikayesi vardır.

Kız beğenilirse, erkeğin fotoğrafı kız tarafına verilir. Karar verildikten sonra oğlanın fikri sorulurdu. Bir tertiple oğlan kıza, kız oğlana gösterilirdi. Sonra da kız istemeye gidilirdi. Düğünden sonra eşler birbirini tanırdı. Umumiyetle de mesut olurlardı. Hayattan beklentiler fazla değildi ve herkesin hayatı üç aşağı beş yukarı aynı idi.

Aşkın gözü kördür

Eskiler görgüye, edep ve terbiyeye her şeyden fazla kıymet verirdi. Şair der ki: “Güzel yüz bir gün solar, güzel huy her dem parlar.” Şimdi belki ikinci plana atılıyor gibi görünse de eskilerin uzun ömürlü evliliklerinin sırrı iyi huylu eşlerde saklıdır.

Eskiden evlilik, sadece iki kişinin değil, iki ailenin kaderiydi. O yüzden kalıcı ve derin değerler öne çıkardı. Evlilik, sadece gönül işi değildi; akıl ve ruh işiydi. Karar verirken sadece göz değil, gönül de açık olmalıydı. Güzellik zamanla solar, mal tükenir, soy unutulur; ama edep bir ömür boyu devam ederdi. “Aşkın gözü kördür!” Yani duygu yoğunluğu insanı yanlış kararlara sevk edebilir. Onun için görücü usulüyle evliliklerin devam ve saadet nispeti, anlaşmalılara göre katbekat fazladır.

Kendi güzel, huyu kötü olan kız çöplükte bitmiş, küllükte açmış güle benzetilmiştir. “Evleneceği kızla, malı, soyu ve güzelliği için evlenenler, umumiyetle mahrum kalır. Bunlar olsa bile, dini ve edebi için evlenen hepsine kavuşur” mealinde hadis-i şerif vardır.

Yuvayı dişi kuş yapar

Evlenilecek kızın boyuna, yaşına ve güzelliğine elbette bakılırdı. Ama daha mühimi evvela kimin kızı olduğu, sonra da eli çabuk ve maharetli olup olmadığı idi. “Yuvayı dişi kuş yapar” ve “Erkek seldir, kadın göldür” sözleri boşuna söylenmemiştir. Buna dair üç Kemah hikayesi vardır:

Hacı Bekir Ağa’nın kızı genç kocasını harbde kaybetmiş. Teselli için hizmetkarıyla gezintiye çıkmış. Bir yaylada misafir olmuş. Süt ikram etmişler. Kız, şehirli olup odunun kıymetini bildiği için, süt pişince altına sürdükleri palutu söndürtmüş. Yaylacılar şaşmışlar. Her taraf odunken, söndürmeye ne hacet, demişler. O da, “Bir gün gelir bu ormanlar tükenir de bu insanlar tükenmez!” diye cevap vermiş. O zamanlar genç bir tımarlı süvari yüzbaşısı olan büyük dedem bu hadiseyi işitince, “İşte benim evleneceğim kız! Bu bana ev kurar” demiş. Belki bir-iki yaş büyük ve dul olmasına aldırmadan talip olmuş. Çok mesut yaşamışlar. Şimdilerde o yaylada gölgelenecek ağaç kalmamıştır.

Sağırzade Tayyar Bey, bir eve taziyeye gitmiş. Pencereden yandaki evin avlusu görünüyormuş. Bir kızın, avluyu süpürdüğünü görmüş. Böyle dipli köşeli yaprakları süpüren kız, iyi ev hanımı olur, demiş. Eve dönünce kıza talip olup almış. Bu hanım, ileri yaşında, “Tayyar Bey benim avlu süpürmeme vurulmuş” diye gülerek anlatırdı.

Bir de işin ters tarafı var: Acemzade Vehbi Bey’in hanımı, akşam seyis yaylımdan getirdikten sonra, tavlasının kapısını kapatmayı ihmal etmiş, at da kaçmıştı. Vehbi Bey, “Seni aldığım günlere lanet olsun! Güzelliğine aldandım” diye yakınmıştı.

Al asilin kızını…

Genç erkek elbette evvela fizikî görünüşe bakar. Alacağı kız güzel olsun ister. Ama bu iş çoğu defa onun eline bırakılmaz. Eskilerin güzellik telakkisi şimdikinden farklıydı. Zaten güzellik izafidir. “Gönül kimi severse güzel odur” derler.

En can alıcı nokta gözlerdi. “Kaş göz gerisi söz” ve “Ağzımı burnumu yaşmak örter, kaşım gözüm bana yeter” sözleri meşhurdu. Kız, “cep elması” tabirine muvafık şekilde ortadan uzun olmayacak (kısa olabilir), eli ayağı ve ağzı burnu küçük, saçı ve gözü siyah, dudağı ince, teni kartopu beyazı ve balık etinde (topluca) olacaktı. “Bir dirhem et bin ayıp örter”di. Şimdiki artist ve mankenlere, hatta güzellik kraliçelerine eskiden olsa hiç kimse dönüp bakmazdı.

“Topal atın kör alıcısı olur” hesabı, herkesin bir beğeneni çıkardı. Bazen çirkin kızlar, iyi kocalar bulurdu. “Allah çirkin şansı versin” derlerdi. Çirkin olduğu halde iyi bir evlilik yapan kadın, yüzüklü ellerini sallayarak, “Bakma yüzümün horuna / Bak bahtımın gürüne” demiştir. Çirkine düşenler, “huyu güzel olsun” diye teselli bulurlardı.

Zengine tamahından yanaşanlar olduğu gibi, “Fakirin gözü aç olur” deyip, “Zengin kız, kocasının evini, baba evinden ileri götürür” diye düşünenler olurdu. En ideali “Al asilin kızını, çekme kaygısını!” prensibi idi.

Kızın yaşı, boyu, serveti ve nesebinin erkekten yukarı olmamasına dikkat edilirdi. “Anasına bak, kızını al!” sözü meşhurdur. İyi bir anne terbiyesi alan bir kızın iyi bir eş ve anne olacağına inanılır. Kızlar, genetik olarak umumiyetle annelerine benzemediği gibi, şimdi de kızlar üzerinde anne terbiyesi şartlar (tahsil ve medya) sebebiyle minimuma inmiştir. Hanım hanımcık annelerin şirret kızlarına bolca rastlanıyor. O halde, “Kız halaya çeker” sözüne mi itibar etmeli, bilinmez.

Yeni trend

Evlilik daha çok ferdi tercihler, estetik ve maddi kriterlerle şekilleniyor. Artık ilk intibada en çok dikkat edilen husus, dış görünüş ve fiziki cazibedir. Sosyal medya, dizi ve reklamlarla birlikte güzellik standartları evlilik tercihlerinde baş sıraya yerleşmiştir.

Müşterek hobiler, seyahat telakkisi, sosyal çevreye intibak gibi modern unsurlar da ehemmiyet kazanmıştır. İnsanlar artık sadece aile değil, “partner uyumu” arıyor. “Birlikte kahve içebileceğim, sinemaya gidebileceğim, beni anlayacak biri” şeklinde tariflere sık rastlanmaktadır. Gençler evlilik nedir, eşten ne beklenir, bunları bilmemekte, evliliği bir şirket, karı-koca münasebetini seminer ve evlilik hayatını da pansiyonerlik zannetmektedir.

Şimdi bir maaşla geçinmek zor diye, kadının maaşlı veya paralısını arayanlar vardır. Moda tabirle “kendi ayakları üzerinde durabilen kadın” popülerdir. Halbuki eski erkekler zevcesinin parasına el sürmeyi, onunla bir ekmek bile almayı ar ederlerdi. Mirasına bile dönüp bakmayı izzet-i nefis meselesi yaparlardı. Çünki halk kültüründe erkek ailesine bakmakla mükelleftir.

Üstelik aynı erkek, ondan ayrıca zevcelik, annelik ve ev hanımlığı beklemektedir. Halbuki eski erkekler, gözü açılmamış (terbiyeli) olan ve bildikli (ukala) olmayan hanım hanımcık ev kızı isterdi. Zevcesinin parasına el sürmeyi, onunla bir ekmek bile almayı ar ederlerdi. “Hayat müşterektir” sözünü erkek dışarıda hanım içeride çalışarak yuva inşa etmek olarak anlardı.

Şimdi herkes modern ölçülerle hareket etse de, ahlak, sabır, sadakat ve merhamet gibi değerlerin evliliklerin temeli olduğu ve zaman değişse de hâlâ cari bulunduğu da bir hakikattir. Zira zaman geçer, güzellik solar, para tükenir; ama güzel huy ve iyi niyet bir ömrü birlikte geçirmenin anahtarıdır.

Bir Temiz Havlu Uğruna

Ömer Seyfeddin’in Bir Temiz Havlu Uğruna hikayesi görücü usulünü aklınca karikatürize eder. Müzmin bekarı annesi evlenmesi için sıkıştırmaktadır. Nihayet dayanamaz, “Sen bul, kısa boylu, mavi gözü ve muhacir olmasın, kabulüm, görmeme lüzum yok!” der.

Anne Sünbül Efendi’yi ziyarete gittiğinde, o zamanın adeti üzere, bir evin kapısını çalıp abdest tazeler. Evin ve lavabonun temizliği kadını büyüler. Evin kızı tertemiz ütülü bir havlu tutar. Konuşunca yüzü kızarır ezilip büzülür. Kadın bayılır. Kızı oğluna alır.

Evlendikleri gece oğlan kızın beline kadar ancak geldiğini görür. Yüzünü açınca çiğ mavi iki gözle karşılaşır. Sohbete başlayınca keskin bir muhacir şivesine çatar. Dünya başına yıkılır. Annesine hesap sorar. “Oğlum yaşı küçük büyür” der. “Güzelliğinden mavi gözlerinin sözü mü olur?” der. “Muhacir, ama en asili” der.

Ne mi olur? Kızı geri gönderecek hali yok ya… Evlilik devam eder. Boyu bir santim bile büyümez. Asilzadeliğinden de bir şey anlamaz. Damat cennette bile mavi duvar istememektedir. Evleri hamam kadar temiz, tavanları bile sabunla ovulmaktan parlamaktadır. Havluları lavanta kokuludur. Beş çocukları tertemiz büyür.

Ama bunlar onun için saadet değildir. Kadınlık adına düşündüğü şeylerin hiçbirini bulamaz. Annesi onu sıkboğaz etmiş, ne mizacına ne zevkine ne arzusuna ehemmiyet vermiştir. Mesela o okur-yazar şeytanca şuh bir kadın isterdi. Sükûndan, sessizlikten nefret ederdi. Kız ise son derece sessiz, iki lafı bir araya getiremez, durgun, okuyup yazması yok, anlayışsız bir zavallıdır.

Arzu ettiği şeylerde kendisini nelerin beklediğini bilmediği için olsa gerek, “Hayatımın en mühim emeline annemin bir aptesti hâkim oldu. Bir temiz havlu uğruna yandım” der.

Osmanlı evliliği mi? Avrupa mı?

1853’de Osmanlı hizmetine girip uzun seneler kalan Avusturyalı subay/diplomat Franz von Werner (Murad Efendi) anlatıyor:

“Şarkta evliliklerpar procuration(görücü usulüyle) olur. Şehirlerde isea la fortune du pof, yani şans işidir. Annesinin veya çok yakın bir akrabasının nişanlısı ile alakalı tarifi onun siluetinin yerine geçer. Eğer arzuladığına sahip olamayacaksa, o zaman sahip olduğunu sevmekle iktifa eder. ‘Evlilik sevgiyi öldürür’ sözü şarkta mevzubahis değildir. Bilakis evlilik sevginin beşiğidir, denilebilir.

Modem Avrupa evliliğinde ideal vaziyet, eşlerin iç içe yaşamasıdır. Ama bu hal nadiren gerçekleşir. Çünki ortalama evlilikler ya az çok birbirine katlanarak yan yana var olmak şeklinde sürüyor, ya da mahcubiyetle gizlenen ayrılıklarla son buluyor. Türkiye’de eşlerin kaynaşmasından söz edilemez. Kadın, erkeğin uygun görüp onunla paylaştıklarıyla yetinir. Erkek, elindekini onunla paylaşır. Kadın, erkeğin isteyebileceklerini sunar; erkek, onun sunmak istediğinden fazlasını istemez. Böylece her ikisi de muayyen ölçüde kanaatkâr bir telakki meydana getirirler. Böylece en azından Avrupa’daki evliliklerde sıkça görülen ciddi çatışmalara ve kötü yanlış anlaşılmalara düşmezler.

Avrupa evliliklerinde eşler arasında sürtüşme sık görülür. Çünki burada yetersiz kültürü, anlayış eksikliği ve evhamlarla kışkırtılan kadının kafası karışır ve mevkiini yanlış anlar. Böylece yetersiz kalacağı, kabiliyetinin yetmeyeceği bir beraberlik ister. Sonunda öylesine taleplerle gelir ki erkek bunları dikkate alırsa kendini küçük düşürecek, yok sayarsa ev hayatını zehir edecektir. Sonunda bütün hayatı boyunca gönülsüzce katlandığı veya boyun eğdiği bir fedakarlığı peşinden sürükler. Elbette vaziyet tam tersi de olabilir.

Osmanlı kadını eşini ailenin başı ve efendisi olarak görür. Varlığının tek sebebi onun hayatını (dolayısıyla kendi hayatını) güzelleştirmektir. Devamlı olarak onun iltifatını kazanmaya çalışır. Bu münasebette sadakat bozulsa bile bağlılığı destekleyen diğer güçlü tesirlerle münasebet devam eder. Şu da unutulmamalıdır ki, Türklerin varlığında duygusallık yoktur. Osmanlı erkeği karısını despot bir tarzda, kendine ait bir varlık olarak sever, itaat ve saygı bekler, ekseriya her ikisini de bulur.”(Türkische Skizzen, Leibzig 1878 - Türkiye Manzaraları)