Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“ Hadis”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Halifeler Kureyş’tendir mealinde bir hadîs-i şerif bulunduğuna göre, Osmanlı padişahlarının halifelikleri sahih olmuyor mu?
    Cevab:

    Bazı İslâm hukuku kaynaklarında devlet başkanının (halîfenin) Kureyş kabîlesinden olma şartı zikredilir. Bu da, Hazret-i Peygamber'in “İmamlar, halîfeler Kureyştendir” hadîsine dayanır. Ancak, Iraklı Ebû Bekr Bakıllânî (403/1012) ve Buharalı Sadrü’ş-şeria es-Sânî (747/1346) gibi sonra gelen hukukçular, halîfenin Kureyşîliğinin artık şart olmadığı görüşündedirler. Büyük tarihçi ve hukukçu, Mısır’da Mâlikî kâdısı İbn Haldun’un (808/1405) Mukaddime’sinde, bu husus güzel izah edilmiştir. Nitekim halîfenin Kureyşîliğini şart görmeyenler, bunu Kureyş'in asabiyyetiyle açıklar ve o zaman için en şerefli kabîlenin Kureyş olduğunu, halkın bunlardan başkasına itaat etmeyeceğini, halka söz geçirmeye ancak Kureyş'in muktedir olduğunu söylerler. Nitekim Hazret-i Ömer'in “Halk Kureyş'den başkasına boyun eğmez” sözünde de bu husus îfâde edilmiştir. Çünki halîfenin en mühim hususiyeti, kudret sahibi olmasıdır. İslâm hukukçularının bir kısmı da, zikredilen prensibi, halîfeliğe lâyık kimseler arasında Kureyşli de varsa, onun öne alınması şeklinde anlarlar. Bazı hukukçular ise bu prensibin sadece Hulefâ-yı râşidîn için söz konusu olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Hazret-i Peygamber “Başınızda Habeşli bir köle bile olsa onu dinleyiniz ve itaat ediniz” buyurmuştur. Zaten Sahâbe ve Ehl-i beyt, Hazret-i Peygamber'in vefatından sonra dünya yüzüne dağılarak İslâmiyeti yaymaya çalıştığı için, bir süre sonra neseben Kureyşli olanların tesbiti de zorlaşmıştı. Hulefâ-yı râşidîn, Emevî ve Abbasî halîfelerinde bu şart gerçekleşmiş; bundan sonra gerçekleşmesi ise neredeyse muhal bir hale gelmişti. Bu prensip, yirminci asır başlarında, Osmanlı hânedânının halîfeliğinin gayrı meşruluğunu ileri sürerek, halîfenin dünya müslümanları üzerindeki nüfuzunu yok etmek isteyen emperyalistler tarafından propaganda maksadıyla sıkça gündeme getirilmiştir. Osmanlı hükûmetinin bunu fazla ciddiye almadığı anlaşılıyor. Bu arada ulemâ, halîfelik için Kureyşîliğin şart olmadığını bir kere daha ifâde etmişler; hatta Arap ulemâsından Osmanlı hânedânının Ehl-i beyt-i nebevîden olduğunu, dolayısıyla Kureyşîliğini müdâfaa eden zâtlar çıkmıştır. Çelebi Sultan Mehmed'in annesi Devletşah Hâtûn, Germiyan âilesindendir. Bunun da annesi Mutahhara Hâtûn, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin oğlu Sultan Veled'in kızıdır. İşte Sultan I. Mehmed ve kardeşlerinin çelebi ünvanıyla anılması da buradan gelmektedir, çünki Mevlânâ soyundan gelenlere çelebi denir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî de Sıddıkî olup, Hazret-i Ebû Bekr'in 12. kuşaktan torunudur. Ayrıca anne ve nine cihetlerinden soyu, İbrâhim bin Edhem yoluyla Hazret-i Ömer’e; İmam Serahsî yoluyla da Hazret-i Fâtıma’ya, böylece Hazret-i Peygamber’e ulaşıyor. Buna rağmen, hânedânın, tarih boyunca bu hususiyetini ön plana çıkarma ihtiyacı duymadığı da rahatlıkla söylenebilir. Çünki ulemâ, artık hilâfet için Kureyşîliği bir şart olarak görmemektedir.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hadîs-i şerifte "Îmânında veyâ ibâdetinde bid'at, bozukluk bulunan bir kimseye, Allah için sert bakanın kalbini, Allahü teâlâ îmânla doldurur ve korkudan korur" ve yine "Bir kimse, bir bid'at meydâna çıkarsa veyâ bir bid'ati işlese, Allahü teâlânın ve meleklerin ve bütün insanların la'neti, onun üzerine olsun. Onun ne farzları, ne de, nâfile ibâdetleri kabûl olmaz" diyor. Burada yazanlardan sadece itikadında değil, ibadetinde de bid'at olana sert bakmak ve onları da bid'at ehli kabul etmek gerektiği, onların da ibadetlerinin kabul olunmayacağı anlaşılmıyor mu?
    Cevab:

    İbni Âbidîn hazretleri bid'at ehlinin imamlığının mekruh olduğunu anlatırken der ki: Bid'at, Peygamber aleyhisselâmdan ma’lum ve meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu inad sebebiyle değil bir nevi şübhe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri bid'at sebebiyle tekfir edilemez. Bid'at ehlinden murad, haram olan bid'atı irtikâb edendir. Bazı bid'atler vaciptir. Delâlet fırkalarına red cevabı vermek için delil getirmek, kitap ve sünneti anlatan nahiv ilmini öğrenmek bu kabildendir. Kışla ve medrese yapmak, Cuma hutbesinde zamanın sultanına hayır dua etmek ve İslâmiyetin ilk zamanlarında olmayan her hayrı meydana getirmek gibi şeyler mendup bid'at; mescidleri süslemek gibi şeyler mekruh bid'at; lezzetli yemeklerle meşrubat ve elbiselerde bolca davranmak gibi şeyler mubah bid'attır. Yani bid'at beş kısımdır.
    İtikadda olsun, amelde olsun bid’at, yani dinde Hazret-i Peygamber ve eshabı zamanında olmayan bir yenilik çıkarana veya bunu yayana bid’at ehli denir. Bu bid’at bazen küfrdür. Ehl-i bid’at aslâ şüphe götürmeyecek delillere karşı inat ederek bid’ata inanır. Meselâ haşrı veya bu kâinâtın sonradan var edildiğini kabul etmezse kat’iyetle kâfir olur. Tenasüha inanmak da böyledir. Bir nevi şübhe varsa, bid'atcının tekfirine mânidir. Meselâ Allahü teâlâyı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin, «O azamet ve celâlinden dolayı görülmez» demeleri bu kabildendir. Yani böyle söyleyen ehl-i bid’ata kâfir denilmez. Bu bid’at haramdır. Bid’at bazen tahrimen mekruhtur. Amelde çıkarılan bid’atlerin çoğu böyledir. Nâfile namazı cemaatle kılmak gibi.
    Amelde bid’at çıkarmak da itikadda bid’at gibidir. Dinde olmayan bir amelin, dinde olduğuna itikat etmekte ve bunu yaymaktadır. Çünkü bir ameli âdet edinen kimse onun dinden olduğuna mutlaka itikad edecektir. Meselâ Şia tâifesinin çıplak ayaklara mesh etmesi, mest üzerine meshi inkârda bulunması gibi şeyler bu kabildendir. Binaenaleyh itikadda da, amelde de bid’at çıkarıp yayana, bir de bid’at olduğu icma’ ile hususlara itikad ve amel edene (Şiîler gibi) bid’at sahibi denir.
    Bid’atı çıkarmayıp yaymayana, ama inanana bid’at ehli denmesi için bu bid’atın icma’yla sabit bir hususa aykırı olması gerekir. Bir hususun bid’at olduğunda ihtilaf varsa, bunu yapana bid’at ehli denmez. Meselâ abdestte başını üç ayrı su ile üç defa meshetmek böyledir. Bunun bazıları mekruh, bazıları bid'at olduğunu söylemiş, bazıları da bir beis yoktur demiştir. Akşam namazını kıldıktan sonra cemaate uymanın mekruh veya bid’at olduğu söylenmiştir. Namazda selâm verirken ve berekâtuh demek bid’at veya mübâh yahud müstehabdır. Namazda dil ile niyet Hanefî’de bid’at, Şâfiî'de müstehabdır. Namaz kıldıktan sonra “Allah kabul etsin” demek İmam Malik'e göre mekruh, İmam Evzaî'ye göre bid'at ise de Hanefî ulemâsı müstehap demektedir.
    Bir husus için sünnet ve bid’at diyenler varsa o işi yapmamak; vâcib veya bid’at diyenler varsa o işi yapmak lâzımdır. Bu kimse vitir namazında kunutu ikinci rek’atte mi yoksa üçüncüde mi okuduğunda şübhe ederse, kunutu tekrarlar. Birinci veya ikinci rek’atlarda kunut okumak bid'attır. Ancak kunut vacibtir. Vacible bid'at arasında tereddütlü bulunan şey ihtiyaten yapılır.
    Bir şeyin bid’at olduğunu bilmeyen kimseye de bid’at ehli denmez; ama öğrenmemek kabahattir. Farz ve haramı öğrenmek farz; vâcibi ve tahrimî mekruhu öğrenmek vâcib, sünnet ile tenzihî mekruhu öğrenmek sünnet, müstehabı öğrenmek müstehabdır. Meşhur farz ve haramları dârülislâmda bilmemek özür değildir. Dârülharbde özür ise de imkânı olduğu halde öğrenmemek ayrıca kabahattir.
    İbâdeti kabul olmamak demek, sahih olmamak demek değildir, ibadetlerine sevap verilmez demektir.
    Bir de bid’at ehline sert davranmak dârülislâma mahsustur. Burada kendisine sert davranıldığını gören bir bid’at sahibi bunun sebebini düşünüp uyanarak ıslaha ve tevbeye yanaşabilir. Ama dârülharbde böyle bir şey beklenemeyeceği için kimseyi kendisine düşman etmeyecek şekilde davranmalıdır.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Müt’a nikâhı Hazret-i Ömer tarafından neden kaldırıldı? Câbir bin Abdullah’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerife göre: “Biz Hazret-i Muhammed ve Ebubekir zamanında bir avuç hurma karşılığında kadınlar ile geçici nikâhlar yapardık. Hazret-i Ömer bunu Amr bin Hurays hâdisesinden sonra kaldırdı.” Amr bin Hurays hâdisesinde neler oldu?
    Cevab: Müt’a nikahı Câhiliye devrinde, yani Hazret-i Peygamberin peygamberliğini ilan edişinden evvel câri idi. Hazret-i Peygamber, böyle bir nikâh yapmadı. Yapılmasını emretmedi. Kur’an-ı kerimde Mü’minûn suresinin altıncı âyetinde üstü kapalı da olsa müt’a nikâhının câiz olmadığı bildirildi. Hayber gazâsında Hazret-i Peygamber müt’a nikahını yasakladı. Bunu başta Hazret-i Ali olmak üzere çok sayıda sahabi bildiriyor. Bunun yasaklandığını bilmeyenler, bilmediği için yapanlar da vardı. Hazret-i Ömer zamanında, sahabiler toplanarak, Hazret-i Peygamberin müt’a nikâhını yasakladığını, dolayısıyla müt’a nikâhının câiz olmadığını müzâkere ederek karara bağladılar. İcma’ya vardılar. Müt’a nikâhını Hazret-i Ömer yasaklamadı. Hazret-i Peygamber tarafından yasaklandığı onun zamanında ilân edildi. Hazret-i Ömer’e düşmanlıkları sebebiyle böyle şeyler uydurup kendisini suçlayanlar vardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Sahih-i Buhârî’de Peygamber efendimizden şöyle bir hadîs-i şerif geçiyor: “Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Biri Kur’an-ı kerim; biri de sünnetimdir”. Sahih-i Müslim’de aynı hadîs-i şerif şöyle geciyor: “Aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Biri Kur’an-ı kerim; biri de Ehlibeytimdir”. Bunu daha derin araştırdıktan sonra ortaya şu çıktı ki, Sahih-i Buhârî’de bu hadîsi rivâyet eden kişi Emevîler tarafından maddî yönden memnun edilmiş bir insandı. Onun için böyle rivâyet etti. Ama Abbasî devrinde Sahih-i Müslim örtbas edilmiş şeyleri ortaya koyuyor. Hangisi doğrudur?
    Cevab: Emevîlerin Ehl-i beyte düşman olduğunu nereden biliyorlar? Abbasîlerin ehl-i beyt düşmanlığı Emevîlerden kat kat fazladır. Ama Abbasî tarihçileri, Abbasîlere yaranmak için Emevîleri kötülemiş; onları Ehl-i beyt düşmanlığı ile suçlamıştır. Doğrusu her zaman Ehl-i beyte düşmanlık edenler çıkmıştır. Bunun hadîs rivâyetleriyle alâkası yoktur. Böyle söyleyen ne hadîs tarihini, ne hadîs âlimlerini incelememiş demektir. İmam Buhari’nin hadîs-i şerifleri sahih kabul edip kitabına yazmak için rivayetçilerde aradığı kriterler o kadar yüksektir ki, başka hiçbir hadîs âlimi bu kadar hassas olamaz. Sahih-i Buhârî’yi yazan İsmail Buhârî, Ehl-i beyt sevgisi ile tanınmış, hatta bu sebeple Şiiîikte bile itham edilmiş idi. Doğrusu her ikisi de hadîs-i şeriftir. Hazret-i Peygamber bir defa öyle, bir defa da böyle buyurmuştur. Her ikisi de mânâ itibariyle doğrudur. Hazret-i Peygamber’in sünneti emanet bırakması “Sünnetime uyun!”; Ehl-i beyti emanet bırakması da, “Ehl-i beytime hürmet edin!” demektir. Zaten Ehl-i beyt, yani Hazret-i Peygamberin hanımları, kızları, damatları, torunları, Hazret-i Peygamber’in sünnetini aktarmakta en önde gitmişlerdir. Hazret-i Peygamber’in emanet olarak sünnetini bırakması elbette ki daha mantıklıdır. Ehl-i beyt olmasa, İslâm dinine bir eksiklik gelmezdi. Ama sünnet olmasa din çok eksik kalırdı.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Peygamber Efendimiz aleyhisselâm mi’raç gecesi, cennet ve cehennemdeki insanları gördü. O zaman aslında kıyamet koptu mu, cennete ve cehenneme insanlar gittiler mi?
    Cevab: Allahü teâlâ için zaman ve mekân mevzubahis değildir. Zaman fiktif ve rölatiftir. Hazret-i Peygamber zamandan ve mekândan münezzeh olarak mi’raca çıkmıştır. Zamanı kurgulayan insanlardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Peygamber efendimizin "Çöplükte biten gülleri koklamayınız!" mealindeki bir hadis-i şerifini okudum. İnsan ailesinden dolayı kınanamayacağına göre buradaki murad ne olabilir?
    Cevab: Şir’atül-İslâm kitabında bu hadis-i şerifi bildirdikten sonra diyor ki, kendi güzel, zengin ve soylu, ama kötü huylu bir kadın, çöplükte bitmiş gül gibidir. Bununla evlenmemelidir.
    7 Temmuz 2010 Çarşamba
  • Sual: “Kim, bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır. O halde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyiniz” hadîs-i şerifi gayrımüslimlere benzemeyi yasakladığı halde, günlük hayatımızda pek çok işte gayrımüslimlere benzer şekilde davranmak mecburiyetinde kalınıyor. Bunun hükmü nedir?
    Cevab: Gayrımüslimlerin yaptığı ve kullandığı şeyler iki kısımdır: Birisi, âdet olarak, yani her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan, İslâmiyetin yasak etmediği, insanlara faydalı olanları yapmak ve gayrımüslimlere benzemeği düşünmeyerek kullanmak hiç mahzurlu değildir. Pantolon, fes giymek, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak hep âdete bağlı şeyler olup mübahtır. Bunun için, bu işte, bulunulan şehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete uymamak şöhret olur, mekrûh olur. Günlük hayatta yaşanılan beldenin örfüne uymak lâzım olduğu, Ehl-i kitaba bu bakımdan benzemekte bir mahzur yoktur.  Hazret-i Peygamber, Tebük seferinde, Hıristiyanlardan aldığı ve Bizanslıların giydiği türden (rûmî) yenleri dar cüppe giymiştir. Papazlara mahsus sebtiyye denilen ayakkabıyı giymiştir. Yahûdîlere mahsus bir kıyafet olduğu bizzat kendisinden rivâyet edilen taylasan kullanmıştır. İmam Ebû Yûsuf’un demir çivi çakılı ayakkabı giydiğini gören talebesi Hişâm, “Böyle demir çivi çakılı ayakkabı giymek mahzurlu değil mi? Süfyân ve Sevr bin Yezîd bunu kerih görüyorlar. Nitekim bunda râhiblere benzemek var” deyince; İmam Ebû Yûsuf, “Resûlullah da kıllı ayakkabı giyerdi. Bunlar da râhiblerin giydiği şeylerden idi. Ancak bu insanların menfeatine tealluk eden bir şeydir. Nitekim uzun yol yürümek ancak böyle mümkün olabilir” diye cevap vermiştir. Gayrımüslimlerin âdetlerinden faydalı olmayanları ve çirkin, mezmûm (kötülenmiş) olanları kullanmak ve yapmak câiz olmaz. Fakat İslâm âlemindeki telakkiye göre, iki Müslüman bunları kullanınca âdet-i islâm olmakta ve üçüncü kullanan Müslüman için artık yasak kalkmaktadır. Birinci ve ikinci Müslüman günâhkâr olursa da, başkaları olmamaktadır. (Birgivî Vasiyetnâmesi, Şir’atü’l-İslâm, İbni Âbidîn, Gümüşhânevî-Câmiül-Mütûn) Günlük hayatta ve âdetlerde de Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyi yasaklayan ve onlara muhalefeti emreder gibi gözüken “Kim bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır. O halde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyiniz”, “Yehûd ve Nasârâ, sakal boyamaz. Siz onlara muhâlefet edip boyayınız!” gibi hadîs-i şerifler vardır. Halbuki ulemâdan bu gibi hadîsleri esas alarak, günlük hayatta Yahûdî ve Hıristiyanlara, hatta müşriklere benzemeyi yasak kabul eden yoktur. Nitekim Nablusî der ki: “Hazret-i Peygamber’in sünneti iki çeşittir: Sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid. Sünnet-i hüdâ, câmi’de itikâf etmek, ezân, ikâmet okumak, cemâ’at ile namaz kılmak gibidir. Bunlar, İslâm dininin şi’ârıdır. Bu ümmete mahsûsdurlar. Beş vakit namazdan üçünün revâtib, yani müekked sünnetleri de böyledir. Sünnet-i zevâid, Resûlullahın giyim, yemek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekteki âdetleri ve iyi işlere sağdan başlamak, sağ el ile yiyip içmek gibidir.... Bazı hadîslerde sakal boyamak emrolundu. Bazılarında da yasak edildi. Bunun için, selef-i sâlihînden bir kısmı boyadı; bir kısmı boyamadı. Çünki, buradaki emre ve yasağa uymak vâcib değildir. Bunun için, bu işte, bulunulan şehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete uymamak şöhret olur, mekrûh olur”. Şir’atü’l-İslâm şerhinde de der ki: “İbni Abbas, haber veriyor ki, Resûlullah aleyhisselâm kendisine bir hüküm indirilmediği hususlarda, Ehl-i kitaba uymasını severdi. Kitaplarında bildirilmiş olduğu için öyle yaptıkları ihtimalini göz önüne alarak Ehl-i kitaba uymayı, müşriklere uymaktan evlâ sayardı. O zaman kitab ehli saçlarını ikiye ayırmadan aşağı sarkıtırlardı. Müşrikler ise ikiye ayırarak aşağı sarkıtırlardı. Önceleri Peygamber efendimiz ve Eshâbı, Ehl-i kitab gibi kâkül bırakırdı. Sonra Cebrâil aleyhisselâm geldi, saçları ikiye ayırmayı emretti. Bütün Müslümanlar da saçlarını ikiye ayırdılar”. Demek oluyor ki, Hazret-i Peygamber, kendisine men edici bir vahy gelmedikçe, âdetlerde Ehl-i kitaba benzemeyi tercih ederdi. Aynı husus ibâdetler için de söylenebilir. Eğer Ehl-i kitabın ibâdet olarak yaptıkları bir hususun gerçekten dinlerinden olduğu Hazret-i Peygamber tarafından biliniyorsa ve vahy ile de yasaklanmış değilse, Hazret-i Peygamber’in bunu tatbik etmekte bir beis görmediği anlaşılıyor ki işte bu eski şeriatlerdir. Tecrîd’de der ki: Hazret-i Muhammed’in dış görünüşünde ilk zamanlar Ehl-i kitaba benzemeyi tercih etmiş; putperestliğin yıkılışından sonra artık müşriklere müşâbehette beis görmemiştir. Tahtâvî der ki: Yemek, içmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Kötü, zararlı şeylerde teşebbüh (benzemeyi) kasd ederek benzemek haramdır. Teşebbüh kasd etmezse câiz olur. Ehl-i kitabın dinlerine mahsus olup, dinlerinin alâmeti olan şeylerde, kasd olmadan da benzemek küfr olur. Faydalı dünya işlerinde benzemek câiz, hattâ sevab olur. Nitekim İmameyn namazda mushafa bakarak okumayı Ehl-i kitaba teşebbüh (benzemek) olduğu için mekruh gördüler. Çünki onlar namazlarında mushaftan bakarak okurlardı. Ancak onlara teşebbüh kasdı lâzımdır. Yoksa onlara teşebbüh her şeyde, meselâ ekl ve şirb (yeme ve içme) gibi şeylerde mekruh değildir. Belki mezmûm (kötülenmiş) ve teşebbühe (benzemeye) kasd olunan şeylerdedir. Gayrımüslimlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı ibâdet olarak yaptıkları ve dinlerinin alâmeti olan şeylerdir. Din adamlarının ibâdet olarak yapdıkları ve kullandıkları şeyler gibi. Ehl-i kitabın ve diğer Müslüman olmayan kavimlerin, dinî bayramlarına ta’zim etmek; başka günlerde yapmadığı işleri bu günlerde yapmak; başka günlerde yemediği şeyleri bu günlerde alıp yemek; bu günleri ta’zimen o dine mensup birine hediye vermek memnudur. Gayrımüslimlerin ibâdetlerini beğenmek; ikrah (zorlama) olmaksızın şaka yollu dahi olsa,  dinlerinin şi’arı olan (zünnar, papaz külâhı gibi) giysileri giymek, (haç gibi) eşyayı kullanmak da küfr-i hükmîye sebep olur. Bunlar, Ehl-i kitaba benzemekte en şiddetli yasak edilen kısımdır ki, ulemâ bunları küfr alâmeti kabul etmişlerdir. Bunları bilmemek ve dârülharbde yaşamak küfre düşmeyi önleyen bir özür ise de, öğrenmemek ayrıca günah kabul edilmiştir. Hazret-i Peygamber ibâdetlerde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyi yasaklamıştır. “Namaza durduğunuzda her tarafınız sâkin olsun, Yahûdîler gibi sallanmayın!”, “Namazı ayaklarınız örtülü kılın, Yahûdîler gibi çıplak ayakla kılmayın!”, “Yahûdîlere muhalefet edin, cenâze defnedilinceye kadar oturun” buyurmuştur. Bu sebeple namaz kılarken sallanmak, (erkek için) çıplak ayakla namaz kılmak, cenaze defnedilirken ayakta beklemek mekruhtur. Namazlarda imamın oda şeklinde bir mihrab içinde durması; namazda mushafa bakarak kıraat edilmesi mekruhtur. Netice itibariyle ulemâ, “Kim, bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır. O halde Yahûdî ve Hıristiyanlara benzemeyiniz” hadîsini tefsir ederken, yasaklanan benzemenin ibâdetlerdeki benzeme olduğunu; günlük hayat ve âdetlerde, benzeme kasdı bulunmaksızın benzemenin yasak olmadığını açıklamaktadır.
    7 Kasım 2010 Pazar
  • Sual: Peygamberimiz bizzat kendisi cenaze yıkamışmıdır ve bu iş tavsiye edilir mi?
    Cevab: Peygamber efendimizin ölü gaslettiğine dair bir haber bilmiyorum. Ama Resulullah aleyhissalatü vesselâm buyurdular ki: "Ölülerinizi güvendiğiniz kimseler yıkasın." Yine Resulullah aleyhissalatü vesselâm buyurdular ki:  "Kim bir ölüyü yıkar, kefenler, kefenini güzel kokulu maddelerle kokulandırır, taşır ve namazını kılar, cenazeyle ilgili olarak gördüğü (kötü alâmetleri) kimseye anlatmazsa, (bu yaptığına mükâfat olarak) günahlarından temizlenir ve annesinden doğduğu gün gibi (tertemiz) olur." Bu bakımdan ölü yıkamak farz-ı kifâyedir ve sevaplı bir iştir.
    24 Aralık 2010 Cuma
  • Sual: Hazret-i Ömer devrinde zekât toplayan memurların kadın olduğu rivâyeti ne derece doğrudur?
    Cevab: Kadı Ebu'l-Abbas Ahmed bin Said'in et-Teysîr fî Ahkâmi't-Tes'îr adlı eserinde şöyle deniyor: "Muhtesibde bulunması gereken şartlardan biri de erkek olmasıdır. Çünkü bu hususta erkek oluşu gerektiren sayılamayacak kadar sebep vardır. Bu hususta, Hazreti Ömer'in pazarlardan birinde Şifâ el-Ensâriyye adlı bir kadını -ki Süleyman bin Ebî Hasme'nin annesidir- hisbe vazifesine getirdiği karşı delil olarak ileri sürülemez. Zira hüküm gâlibe göredir, nâdire değil. Bu ise nevâdirdendir ve muhtemelen kadınların işleriyle alâkalı hususî bir mevzuda olmuştur."
    İbnül-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'ân'da "Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum" (Neml 27/23) âyet-i kerimesi ile alâkalı der ki: Hazret-i Ömer'in bir kadını pazarda hisbe ile vazifelendirdiği rivayet edilir ki sahih olmayan bu rivayete iltifat edilmez. Bu rivayet, bid’at ehlinin hadislerde yaptıkları desiselerdendir.

    İbn Abdilber el-İstîâb'da şöyle der: “Semra bint Nehîk el-Esediyye, Resulullah aleyhisselâm zamanına ulaştı. Pazarlarda dolaşır, emri maruf ve nehyi münker ederdi. Bunu temin için de yanında taşıdığı bir kamçı ile insanlara vururdu”. İbn Abdilberr’in Semrâ’nın terceme-i hâline bakılırsa, Kadı İbni Sa'id'in "O kadının vazifesi kadınlarla alâkalı hususî bir mevzudaydı” sözü, İbnü’l-Arabî’nin sözündeki müşkili çözebilir.

    Nitekim kadının tesettürsüz olarak cemaat içine çıkması, erkeklere karışması, onlarla görüşmesi kendisi için kolay ve rahat değildir. Zira o eğer gençse kendisine bakmak ve onunla konuşmak haramdır. Eğer örtüsüz olarak dolaşıyorsa, bu câiz değildir. Belki de Semrâ hicab âyetinden evvel bu işi yapardı. Veya tayin edilmeksizin, kendi inisyatifiyle yapardı veya İstîâb’da da geçtiği üzere çok yaşlıydı. (Kettânî, Terâtib)
    22 Eylül 2011 Perşembe
  • Sual: Yemekten sonra elleri uzatarak sesli olarak dua etmek caiz midir?
    Cevab: Hazret-i Peygamber, yemekten sonra ellerini açmadan, yani ileri uzatmadan dua ederdi.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Yılanı nerede görürseniz öldürün deniliyor; caiz olduğundan bahsediliyor. Bu konuda hadîs-i şerif var mıdır?
    Cevab: Hadîs-i şerifin meali şöyle: (Evde yılan görüldüğünde ona şöyle deyiniz: "Nuh ve Davud oğlu Süleyman'ın senden aldıkları ahde dayanacak bize ezâ vermemeni istiyoruz." Buna rağmen yine de size yönelirse onu hemen öldürün). Bir başkası da şöyle: (Yılanları öldürün. Küçük büyük beyaz veya siyah olsun, kim yılan öldürürse Cehenneme fidye olur. Ve yılan da kimi öldürürse o şehiddir). İnsanlara zarar vermesi sebebiyle öldürülmesi emrolunmuş.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Peygamber Efendimiz'in za’feranla boyanmış elbiseleri giymeyi yasakladığını, hatta yakılmasını istediğini bildiren rivayete göre, sarı renkli elbise giymek günah mıdır?
    Cevab: Tamamı sarı veya kırmızı elbise giymenin mekruh olduğunu bildiren zayıf kaviller vardır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Panik atak hâlinde neler yapılmalı ve hangi duaları okumalıdır?
    Cevab: Sıkıntılı zamanlarda 500 lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah okumak hadîs-i şerif ile bildirilmiştir. Her yüz sonunda illâ billahil aliyyil azîm demelidir. Başta ve sonra 100'er Allahümme salli alâ Muhammed demelidir. İnanarak okumalıdır. Doktora da gitmelidir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Alafranga tuvalette (klozette) idrar sıçratmadan ayakta bevl etmek günah mıdır?
    Cevab: Ayakta bevl etmek yolculuk veya başka bir özür olmadıkça mekruhtur. Hadîs-i şerif ile men edilmiştir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Çarşamba gününün menfiliğine ve uğursuzluğuna, eski kavimlerin Çarşamba günü helâk olduğuna dair bir hüküm var mıdır?
    Cevab: İslâmiyette uğurluluk vardır; ama uğursuzluk yoktur. Çarşamba uğurlu bir gündür. Hadîs-i şerifte, “Bu gün başlanan bir iş tamama erer” buyurulmuştur. Allah’ın nûru (Buhârî), ağaçları, şehirleri ve mamureleri (Hâkim) Çarşamba günü yarattığı da hadîs-i şerifte geçer. Çarşamba günü hacamat olmak (kan aldırmak) tavsiye edilmemiştir. Eyyüb Peygamber’in bu gün hastalandığı, cüzzam ve baras hastalığının umumiyetle bu günlerde ortaya çıkacağına dair rivayetler zikredilir (Hâkim). Ayın son Çarşambası’nın bereketsiz olduğuna dair bir rivâyet de vardır (Hatîb).
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Arabî bilenin, dua ve hadîsleri latin harfiyle yazıp okuması câiz midir?
    Cevab: Câizdir. Çünki mânâya vâkıf olduğu için, hangi harfi nasıl okuyacağını bilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Kabrin üstüne çiçek dikmekte mahzur var mıdır?
    Cevab: Bilakis sünnettir. Hazret-i Peygamber bir kabrin üzerine yaş bir dal dikmiş, “Diri kaldığı müddetçe ölüye faydası olması umulur” buyurmuştur. Bitki zikreder, ölüye faydası olur.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Evde namaz kılarken sarık sarmamız lâzım mıdır?
    Cevab: Müstehabdır. Nitekim hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Sarıkla kılınan 2 rek'at namaz sarıksız kılınan 70 rek'at namazdan efdaldir” (Deylemî, Ebû Nuaym); “Nafile veya farz namazı sarıkla kılmak, sarıksız kılınan yirmibeş namaza bedeldir. Sarıklı bir Cuma ise, sarıksız yetmiş Cumaya bedeldir” (İbni Asâkir); “Sarık, küfürle iman arasında ayırd edici bir alâmettir. Onu sarana, her dolaması için, kıyamet günü bir nur ihsan olunur” (Taberânî, Bâverdî); “Sarık takınız; hilminiz artar. (Çünkü güzel giyinmek insanı vakara sevkeder ve hafifliklerden uzaklaştırır.) Melekler, bu alâmetleriyle görünür” (Taberânî); “Sarıklar Arapların taçlarıdır. Onu bıraktıktan sonra izzetlerini de yitirirler” (Beyhekî, Deylemî).
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Akik taşlı yüzük takmak erkeklere caiz mi?
    Cevab: Akik taşlı yüzük erkek ve kadınlara caizdir, hatta sünnettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Akikten yüzük edinin. Çünki o taş değildir, mübarektir” (Şir’atü’l-İslâm).
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Yiyecek ve içecek kaplarının ağzı devamlı kapalı mı tutulmalıdır?
    Cevab: Hadis-i şerifte, “Kapların üzerini örtün; kapatırken de besmele söyleyin” buyuruldu. Kapak bulunamazsa, tahta veya başka bir şeyle besmele çekerek kapatmalıdır. Yoksa cinler faydalanır. Mikrop ve bakteri üreyebilir; hayvan veya pislik düşebilir. (Şir’atü’l-İslâm)
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Cinler ne yeyip içerler?
    Cevab: Hadis-i şerifte, tezek ve kemiğin cinlerin yiyeceği olduğu rivâyet olundu (Tirmizî). Bunlar kemikte taze et, tezekte ise hurma bulurlar (Ebû Ya'lâ).
    22 Kasım 2011 Salı
  • Sual: “Akşam mümin olarak yatıp, sabah kâfir olarak kalkacak ya da bunun tersi olacaktır” ne demek? Uykuda nasıl kâfir olunur?
    Cevab: Bu ifade bir hadîs-i şerifte geçmektedir. Kıyamete yakın, fitneler o kadar çok olacak ki, insan evinde bile bundan korunamayacak ve küfre düşme tehlikesi içinde kalacaktır. Şimdi meselâ gece âlemleri veya televizyon gibi eğlence vâsıtaları sayesinde bu -Allah saklasın- çok kolaydır.
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Bir arkadaşım, Osmanlılar zamanında İstanbul hariç olmak üzere yeni fethedilen yerlerde câmiden önce dârülhadîs yapıldığını söyledi. Bu bilgi doğru mudur? Dârülhadîs’e, câmiden daha fazla değer verilmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Dârülhadîs, her ne kadar hadîs-i şerif ilmi öğretilen medrese mânâsına geliyor ise de, Osmanlılarda lisans üstü tedrisat yapan bir medresedir. İstanbul gibi büyük birkaç yerde vardır. İstanbul’dakini Sultan Kanuni yaptırmıştır. Arkadaşınızın sözü doğru değildir. Bir yer fethedildiği zaman, ilk Cuma günü Cuma namazı kılmak farzdır. Bunun için o şehirde derhal bir câmi yapılır. Mabed, bir şehrin kalbidir. Dârülhadîs binası olmasa da, tedrisat yapmak, ilim öğretmek mümkündür. Bir başka deyişle, ilim için binaya ihtiyaç yoktur. İbâdet için vardır.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Horoz ötünce, melekler bu sesi duyar, göğe yükselirlermiş ve o anda yapılan duâ kabul olurmuş. Bu sözün aslı var mıdır?
    Cevab: Sahih-i Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte “Horozun öttüğünü duyduğunuz zaman, Allahın fazlından isteyin. Çünkü o bir melek görmüştür. Ve Merkebin anırdığını duyduğunuz zaman, şeytanın (şerrinden) Allaha sığının. Çünkü o, şeytanı görmüştür” buyurulmaktadır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: "Fetvâyı müftüler verseler de sen kalbine danış" sözünün aslı nedir? Ne mânâya gelmektedir?
    Cevab: Hadis-i şeriftir. Müfti, kendisine anlatılana göre fetva verir. "Kalbine danış, kalbin çarpıyorsa, mütmain değilse, o işi yapma!" meâlindeki başka bir hadis-i şerif daha vardır. Burada hâdise ile verilen fetvânın mutabakatının tesbiti mükellefe bırakılıyor. İbni Âbidin mukaddimesinde Hidâye şerhinden alarak diyor ki: Müctehid olmayan kimse, iki müctehidden fetva ister de kendisine muhtelif cevaplar verirlerse, evlâ olan, kalbinin yattığı müctehidin sözü ile amel etmesidir.
    25 Mart 2012 Pazar
  • Sual: İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifde, Peygamberimiz aleyhisselâm “Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır” buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir. Nevevî der ki: "Elhâsıl, yemin kâdı veya nâibinin kendisini alâkadar eden bir dâvâda talep ettiği yemin dışındaki bütün hallerde yemin edenin niyetine göre değerlendirilir". Nevevî devamla tevriye için der ki: "Tevriye ile kişi her ne kadar hânis (yemininden dönmüş) olmaz ise de, yemin talep edenin hakkını iptal edecek ise böyle bir tevriyeyi yapmak câiz değildir. Bu hususta ulemâ icma’ etmiştir." Kadı İyâz şu hususta da icma vâki olduğunu kaydeder: "Yemin talep edilmediği ve yeminine bir hak taalluk etmediği halde yemin eden kimse için niyeti esastır, sözü de kabul edilir. Ancak, üzerinde bir başkasının hakkı varsa, talep üzerine veya kendiliğinden yaptığına bakılmaksızın yeminin zâhiri ile hükmedilir, bu hususta ihtilaf yoktur”. Yukarıdaki bilgiler çerçevesinde kul hakkı çok ince bir iş olduğundan ve neredeyse başkasının hakkına girmeden tevriye imkânsız olduğundan, hak taallukunu nasıl anlamalıyız? Ayrıca bir başkasının hakkının olduğu hallerde yalan değil ama eksik olarak konuşmak da yalana girer mi?
    Cevab: Tevriye ve ta’riz, yani iki mânâya ihtimali olan bir sözü yakın mânâsında söyleyip, uzak mânâsını kasdetmek, ancak ihtiyaç olduğu zaman müracaat edilebilecek bir çıkış noktasıdır. Birinin hakkını yemek, başkasına zarar vermek, günah işlemek gibi neticelere varıyorsa câiz değildir. Yalanın câiz olduğu yerlerde, önce ta’rize gidilir. Ta’riz yetmiyorsa, yalan söylenebilir. Ama başkasının hakkını yemek için yalan ve ta’riz (tevriye) câiz değildir. Malı haram olan birinin ikramını fitne çıkarmadan reddebilmek için “Ben yemek yedim” demek gibidir. Burada dün yediğini kasdetmekte; karşı taraf ise şimdiki öğünü yediğini anlamaktadır. Böyle ta’riz câizdir. Amerikan filmlerinde görülüyor, şâhide yemin verdirirken gerçeği, yalnızca gerçeği söyleyeceğine yemin ettiriliyor. Bazen söylenen doğrudur, ama eksiktir, gerçeği tam manasıyla aksettirmez. Onun için yalnızca gerçeği dedirtiyorlar.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Bir hadis-i şerifte, hac veya cihad dışında, deniz vâsıtalarına binilemeyeceği; çünkü denizin altında ateş, ateşin altında da deniz olduğu söyleniyor. Bu iki iş dışında, meselâ seyahat için gemiye binmek, câiz değil midir?
    Cevab: Dünyalık için kendisini tehlikeye atmanın uygun olmadığı bildiriliyor. Gezmek için gemiye veya uçağa binmek caizdir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Peygamber efendimiz soğan ve sarmısak yemeyi yasaklamış mıdır?
    Cevab: Hazret-i Peygamber “Soğan ve sarmısak yiyen mescidimize gelmesin” buyurmuş. Yatsıdan sonra veya pişmiş olarak yemelidir. Sair zamanda yemek tab'an mekruhtur. Çünki müslümanın cemaate gitmediği bir zaman düşünülemez.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Pantolon gibi çorabı da oturarak mı giymek gerekir?
    Cevab: Hadis-i şerifte, silvâr (pantolon) ve ayakkabının oturarak giyilmesi tavsiye edilmektedir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: “Âhir zamanda en iyiniz hafifülhaz olanınızdır, yani hanım ve çocuğu olmayandır” hadis-i şerifine uyarak evlenmiyorum. Namazımı kılıyor, harama bakmamaya çalışıyorum. Mahzuru var mıdır?
    Cevab: Evlenmeden nefsini günahlardan korumak bu zamanda çok zordur. Her müslümana evlenerek iyi bir aile kurması, hanımını ve çocuklarını himaye etmesi yakışır. Sisteme uygun davranmamak mahzurludur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Büyük konuşmak diye bir şey var mıdır? Büyük konuşunca başına gelir, derler. Bunun İslam'da bir izahı var mıdır?
    Cevab: “Bir başkasını, din ve dünya işinde ayıplayan kimsenin başına bu iş gelmeden ölmez” hadis-i şeriftir.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Şişmanlamak günah mıdır?
    Cevab: Erkeklerin yağ bağlayarak şişmanlamasının kıyamet alâmeti olduğu hadis-i şerifte geçiyor. Hazret-i Peygamber, şişmanların göbeğini göstererek, “N’olaydı şu karnındaki toprakta olaydı” buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte, Allahü teâlânın en sevmediği kimseler, çok yeyip göbek şişirenler ile geğirenlerdir" buyurulmuştur. Hasen Basrî, "Yer, sarhoşlardan ve çok yeyip şişmanlayanlardan feryad eder" buyurmuştur. Çok yeyip şişmanlamak insanı dinine, kendisine ve çevresine karşı vazifelerini yerine getirmekten alıkoyar veya noksan yaptırır. (Şir'atü'l-İslâm)
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Birisi namazda secdeye giderken yere önce dizleri değil, elleri indirmek lazım, peygamberimizin ( deve gibi çökmeyiniz ) mealinde hadisi var dedi, buna ne diye cevap vermek lazım, önce ayakların yere değmesi ile alakalı kitaplardan alınan bilgiler fetvalar var mı, varsa hangi kitaplarda ve ne diye geçiyor?
    Cevab: Hadis-i şerif şöyledir: Ebü Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz secde edince, devenin çöküşü şeklinde yere çökmesin, yani ellerini dizlerinden önce yere koymasın!" [Ebü Dâvud, Salât 141, (840, 841); Tirmizi, Salât 200, (269); Nesâî, İftitah 128, (2, 206-207)] Hanefî mezhebinde önce dizler, sonra eller, sonra alın, sonra burun konur. Şâfiî mezhebinde önce eller, sonra dizler konur. Başka bir hadis-i şerifi delil almış olsalar gerektir. Avam, hadis-i şeriflerle değil, mezheb imamının sözüyle hareket etmeye memurdur.
    11 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: “Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız” hadis-i şerifinde geçen kolaylaştırmayı müctehid mi yapar?
    Cevab: Sünnette vârid olan kolay fetvâyı vermekten kaçınmayın demektir. Ayakta duramayan hastaya illâ ayakta duracaksın dememelidir. Oturarak da kılabilirsin demelidir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Miftahü’l-Cenne kitabında, insana yoksulluk getiren 24 şeyi sayan hadis-i şerif zikredilirken “Yoksul kimseden ekmek satın almak” diyor. Bunun hikmeti ne olabilir?
    Cevab: Yoksul kimsenin ekmeğe ihtiyacı vardır. Buna rağmen, başka bir ihtiyacını görmek için bunu satmaktadır. Bu ekmekte gözü kalmıştır. Yiyene hayr etmez. Hatta maraz olur. Kişi bu hastalıktan kurtulmak için doktor doktor gezer. İlaç alır. Ayrıca çalışamaz. Böylece yoksul düşer. Uygun olanı, yoksuldan ekmek satın almamalı, ona ayrıca yardım etmelidir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Gül kokusu, Peygamber efendimizin mübarek terinin kokusu mudur?
    Cevab: Hazret-i Peygamber’in terinin gül gibi koktuğu, siyer kitaplarında geçer. Hadis-i şerifte "Ben bir latif cevher idim, arş-ı alayı tavaf eder idim; Allahü teala bana nazar eyledi, utandım, terledim; yeryüzüne düşen yedi damladan, Dört halife, gül, kabak ve pirinç yaratıldı" buyurulmuştur. (Şir'atü'l-İslâm)
    8 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Mehdi hakkında aktardığınız bir hadisi okudum. Mehdinin başı üstündeki bir buluttan seslenecek bir melekten bahsediyor. Allah aşkına, Allah'ın hiç peygamberine vermediği bu lûtfu başka bir insana verebileceğini iddia eden bu sözü peygambere atfedenlere uyarak nasıl bize yansıtırsınız?
    Cevab: Bahsettiğim husus bir hadis-i şerif ile sâbittir. Muteber din kitaplarında yazan hadis-i şeriflere itibar ederiz. Muhaddis değiliz. Bu hadis-i şerif, bizden çok yüksek hadis ve fıkıh âlimleri tarafından görülüp değerlendirilmiş ve kitaplara yazılmıştır. Müslümanın bundan şüphe etmekten Allah'a sığınması lâzımdır. Bu bir ahkâm hadisi değil ki haramı ve helali bildirsin. İbadetlerin faziletinde, ahbâr ve kısâsta, yani haber ve kıssaların izahında zayıf hadislere itibar edilmesi ilmî bir kaidedir.
    Kaldı ki bu hadis-i şerifte bir üstünlük bildirilmiyor. Muhammed aleyhisselâm mucize gösterir. Mehdi gösteremez. Herkes Mehdi’nin gerçek olup olmadığını nasıl anlayacaktır? Bu bir kerâmettir. Ehl-i sünnete göre kerâmet haktır. Evliyânın kerâmeti, aynı zamanda Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinden sayılır. Allah, Muhammed aleyhisselama vermediği bazı üstünlükleri İsa aleyhisselâma verdiğini Kur'an-ı kerimde bildiriyor. İsa aleyhisselam babasız doğmuştur. Diri bir şekilde göğe yükselmiştir. Annesi de bütün kadınların efendisi ilan edilmiştir. Bu, İsa aleyhisselamın, Muhammed aleyhisselamdan üstün olduğu şeklinde hiç anlaşılmamıştır.
    Dinî hususlarda akıl yürütmek, kıyas yapmak doğru değildir. Nasıl bildirilmişse öyle inanmak bir vicdan meselesidir.
    26 Haziran 2012 Salı
  • Sual: “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadîsi sahih ise, ne mânâya gelmektedir?
    Cevab:

    Hadîs-i şerif muteber hadis ve tarih ve fıkıh kitaplarında senedsiz veya munkatı olarak zikredilir. Sıhhatine veya adem-i sıhhatine dair bir malumata muttali olmadım. Ali el-Kari bile reddetmemiş. Ama şöhretine ve mealinin hakikata tevafukuna mebni bütün kitaplar makbul tutmuşlardır. Âlimlerin, iman dışında amelî meselelerdeki ihtilafı Müslümanlar için rahmettir. Herkes imkânı dâhilinde bu görüşlerden birine uyar. Böylece dine uymuş olur demektir. Nitekim Adûdüddîn Îcî, Mevâkıf kitabının mukaddimesinde bu hadis-i şerif ile alâkalı olarak şunlar yazmaktadır:
    Büyük imamlardan ve ümmetin âlimlerinden biri "Ümmetin ihtilâfı rahmettir" şeklindeki meşhur haber ve nakledilen hadîsin mânâsı şudur: Hazret-i Peygamber ümmetinin ihtilâfıyla onların ilimlerdeki gayretlerinin farklılığını kastetmiştir. Dolayısıyla birinin çabası fıkıhtadır, diğerininki kelâmdadır.

    31 Temmuz 2012 Salı
  • Sual: “Zâni, zinâ ederken; içkici, içki içerken; hırsız, çalarken mümin değildir” hadis-i şerifi, günah işleyenlerin imanını kaybedeceğini mi göstermektedir?
    Cevab: Kâmil iman sahibi olmadıklarını gösteriyor. Ehl-i sünnet itikadına göre inkâr edilmediği müddetçe günah işlemek imanı gidermez. Ama zayıflatır.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: Bir hadis-i şerifte "Allahü teâlânın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti olmaz" buyuruldu. Bu hadis-i şerif nasıl izah edilmiştir?
    Cevab: Abdest sahih olur; ama kemâli olmaz, sevabı az olur.
    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: Bir namaz kitabında “Allahü teâlâ ve melekler ve her canlı, insanlara iyilik öğreten müslümanlara salât ederler” hadis-i şerifinde geçen salât kelimesine dua mânâsı verilmiş. Allahü teâlâ dua etmeyeceğine göre, bu ifadeyi nasıl değerlendirmek lâzımdır?
    Cevab: Âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde geçen salât kelimesine umumiyetle Allah’dan rahmet, meleklerden istiğfar, müminlerden dua mânâsı verilir. Fakat buradaki ifade, Allah, meleklere dua etmelerini emreder şeklinde de alınabilir. Nitekim Kurtubî’de Ahzâb sûresinin 56. Âyet-i kerimesinin tefsirinde böyle izah buyurulmuştur.
    24 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual: Bir ilmihalde “Ezanın ayakta okunması tevâtür ile anlaşılmıştır” deniyor. Tevâtür ne demektir?
    Cevab: Tevâtür, her asırda yalan üzere ittifakları mümkün olmayan bir topluluk tarafından nakledilmek demektir. Meselâ İngiltere’nin başşehri Londra’dır. Bu, tevâtür ile sâbittir. Bunun için gidip bakmak gerekmez. Tevâtür, dinde de bir delildir. Kur’an-ı kerim tevâtür ile nakledilmiştir. Mütevâtir denilen ve inkârı küfr olan hadîs-i şerifler de böyledir. Mütevâtir, tevâtür ile bildirilen demektir.
    24 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual:  Bazı Afrika ve Arab memleketlerinde kadın sünneti adında bir gelenek vardır. Bunun şer’î hükmü nedir?
    Cevab: Orta Afrika, Hindistan, Malezya, Endonezya’da bazı kabilelerde ve bazı Arabistan bedevîlerinde rastlanan bir âdettir. Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Teşkilatı ve bazı devletler, kadın sünnetini yaralama olarak saymakta ve yasaklanması için mücadele etmektedir.
    Kadın sünnetinin birkaç tipi vardır. 1-Klitorisin ucu kesilir. 2-Klitorisin tamamı kesilir. 3-Klitoris, prepus ve çevredeki küçük ve büyük dudaklar kesilir. Yaygın rastlanan bu üç cinsidir. 4-Klitoris ve prepus ile beraber büyük ve küçük dudaklar tamamen kesilip yara dikilerek sadece idrar ve aybaşı için parmak genişliğinde bir açıklık bırakılır. Nadiren de olsa Afrika’nın doğusunda tatbik edilen bu cinsi, Firavun Sünneti diye bilinir. 5-Klitoris veya dudaklar çizilir; klitoris dağlanır; vajina kesilerek genişletilir veya ilaçla daraltılır.
    Kadın sünneti, Hindistan, Endonezya ve Malezya’da jenital uzvun dinî ritüel olarak çizilmesi şeklinde tatbik edilir. Somali, Habeşistan gibi Afrika beldelerinde klitorisin kesilmesi şeklinde rastlanır. En yaygın görülen mıntıkalar da burasıdır. Orta Afrika’daki kabilelerde de bu cinsi tatbik edilir. Klitoris kesilmesi, kadının temizliği ve saf anne olması için lüzumlu görülür. Sünnet olmamış kadınların evlenmesi tasvib edilmez. Hatta sünnet olmamış kadın evlenirse, çocuklarının yaşamayacağına inanılır. Habeş Yahudileri de kadın sünnetini tatbik eder.
    İslâmiyette, kadın sünneti emredilmemiş veya müstehab görülmemiş; ancak yasak da edilmemiştir. Yasak edilmeyen sadece klitorisin ucunun hafifçe kesilmesi şeklinde tatbik edilen cinsidir. Bir kadın Medine-i münevverede kadın sünneti yapardı. Hazret-i Peygamber kendisini çağırtarak, derin kesmemesi, bunun kadın için daha haz verici, erkek için de daha makbul olacağını söyledi. Senedinde kopukluk bulunan ve zayıf olarak vasıflandırılan bu hadis, Sünen-i Ebu Davud’da geçer. Ezher ulemâsından Muhammed Selim el-Avvâ, kadın sünnetinin İslâmiyette yeri olmadığını, zayıf bir hadise dayanarak hüküm verilmemesi gerektiğini söylemiştir. Afrika’daki Müslümanlar arasındaki kadın sünneti tatbikatı da, İslâmiyete değil, eski Afrika geleneklerine dayandırılmaktadır. Arabistan’a da buradan aksetmiştir. Kadın sünnetinin zararlı olduğu tıbben veya başka bir şekilde sâbit olursa, hükümetin yasaklaması mümkün ve câizdir.
    31 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual: Mızraklı İlmihal’de yazan bir hadis-i şerife göre insana fakirlik getiren şeylerden biri de fakirden ekmek almaktır. Bunun sebebini anlayamadım?
    Cevab: Fakir ekmeği satarsa, ihtiyacı olduğu halde satmış demektir. Muhtaç kimseden, ihtiyacı olan şeyi almak uygun değildir. Bu ekmekten hayır gelmez. Ekmeğini almadan, yardım etmek lazımdır.
    24 Kasım 2012 Cumartesi
  • Sual: Hazret-i Peygamber’in sünnetlerini anlatan detaylı bir kitap var mıdır?
    Cevab: Fıkıh kitapları. Kasdınız âdâb ve müstehablar ise Şir’atü’l-İslâm münasiptir.
    17 Şubat 2013 Pazar
  • Sual: Hakkında övgü dolu bir yazı yazdığınız Said Ramazan el-Bûtî, bir kitabında, Resulullah’ın intihara teşebbüs ettiğini yazıyor. Buna ne dersiniz?
    Cevab: Bûtî, büyük bir âlimdir. Mesnedsiz bir şey söylemez. Bûtî'nin Fıkhu’s-Sîre’de anlattığı ve sizin işaret ettiğiniz hâdise, Sahih-i Buharî’de geçiyor. Rüya bâbının birinci hadîsidir. Peygamberliğin kendisine bildirildiği ilk zamanlarda bir ara vahyin kesilmesi üzerine Resulullah aleyhisselâmın çok üzüldüğü, birkaç defa kendisini aşağıya atmak üzere yüksek kayalıkların eteğine geldiği, her seferinde Cebrail aleyhisselâm tarafından “Sen Allah’ın resulüsün” denilerek engellendiği yazıyor. İntihara teşebbüs değil, tasavvur vardır, aynı şey değildir. İkincisi şeriat gelmeden emir ve yasak olmaz. Henüz intihar yasaklanmış değildir ki, bundan dolayı Resulullah hâşâ hata işlemiş olsun. Aslını bilmeden hemen insanları tenkide kalkışmak büyük kabahattir. Kati bilgi sahibi olmadan biriyle cidal ve husumette bulunmak, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır.
    23 Nisan 2013 Salı
  • Sual: Kadınlar, saçlarını deve hörgücü gibi yapmaktan hadis-i şerif ile men ediliyor. Bundan kastedilen tam olarak nedir?
    Cevab: Uzun saçı örmek, at kuyruğu yapmak ya da ensede toplamak caizdir. Tepede toplamak hadis-i şerif ile men edilmiştir.
    23 Nisan 2013 Salı
  • Sual: "Müslümana sövmek fısk, onunla kıtâl etmek küfrdür" hadis-i şerifine göre, müslümanı öldürmek küfr müdür?
    Cevab: Bu hadis-i şerifin mânâsı, masum bir insanın katlini helâl, mübah görerek öldürmek veya dövüşmek küfrdür, demektir.
    18 Mayıs 2013 Cumartesi
  • Sual: Hadîs-i şerif kitaplarında, Hazret-i Aişe’den rivayetler vardır. Kendisi, erkek sahabe ile konuşur muydu?
    Cevab: İlim için görüşülür. Hazret-i Âişe, müminlerin annesidir; kimseyle evlenmesi caiz değildir. Kaldı ki misal olarak gönderdiğiniz hadîs-i şerifin râvisi Urve bin Zübeyr, Hazret-i Âişe’nin kızkardeşinin oğludur. Kendisinden rivayet edilen hadislerin çoğu, mahremi olan akrabalarından nakledilmiştir.
    25 Temmuz 2013 Perşembe
  • Sual: Favori uzatmak uygun mudur?
    Cevab: Evet. Âdete tâbidir. Erkeklerin yanak üzerine saç uzatması, Yahudilere benzemek sebebiyle kerih görülmüştür. Bu hususta hadîs-i şerif vardır. Yahudiler, favori bırakmaz; başlarının iki tarafından yanak üzerine saç uzatır, hatta bu saçları bukle bukle yaparlar. Hadîs-i şerifte kast edilen budur.
    24 Ağustos 2013 Cumartesi
  • Sual: “Bir zâlime yardım edene, Allahü teâlâ o zâlimi musallat eder.” hadis-i şerifini nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: O zâlim, ona da kötülük yapar. Zira zulm, onun cibilliyetinde vardır. Zâlime yardımdan kaçındırmak için söylenmiştir.
    25 Ağustos 2013 Pazar
  • Sual: “Namaz kılan bir adamın önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı keser” meâlinde bir hadîs-i şerif var mıdır? Varsa izahı nasıldır?
    Cevab: Evet. Burada namaz kılanın kalbi işgal dolayısıyla huşuyu kesmesi kast edilmiştir. Hadîs-i şerifin başında, namaz kılan için, önüne geçilmesini engelleyecek bir sütre koyması tavsiye edilir. “Namazı hiç bir şey kesmez” meâlinde bir hadîs-i şerif daha vardır (Ebu Davud). Resulullah aleyhisselâm Bathâ’da namaz kılarken, önünden kadın da, eşek de geçtiğine dair rivâyet Buharî’de geçer. Bu sebeple müctehidlerin çoğu bu halde namazın bozulmayacağını ictihad buyurmuştur.
    10 Mart 2014 Pazartesi
  • Sual: Resul-i ekremin kullandığı kokular nelerdir?
    Cevab: Menekşeyi sever; “Menekşenin diğer kokulara üstünlüğü, benim insanlara üstünlüğüm gibidir” buyurmuştur. Gül, misk gibi kokuları da kullanmıştır.
    27 Mayıs 2014 Salı
  • Sual: Duyduğu bir hadîs-i şerifle amel eden, böyle bir hadîs-i şerif olmadığı sonradan anlaşılsa bile, inanarak amel ettiği için sevap alır mı?
    Cevab: Mezhebine aykırı değilse evet.
    24 Haziran 2014 Salı
  • Sual: “Eshâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidâyete ulaşırsınız” hadîsinin kaynağı nedir?
    Cevab: İmam Beyhekî rivayetidir. Dârimî ve İbni Adiyy de haber vermektedir. Münavî’nin Künûzü’d-Dekâikde, Tahtavî’nin İmdad haşiyesinde ve İbni Hacer’in Savâiku’l-Muhrika kitaplarında da yazılıdır. Taklidin en mühim delillerinden olduğu için, taklide karşı olan modernistler, bu hadîsin sahih olmadığını çok zikretmektedir. Mesela İzmirli İsmail Hakkı, herkesin serbestçe ictihad yapmasını savunurken, bunun uydurma olduğunu ispatlamak için müstakil bahis yazmıştır.
    23 Kasım 2014 Pazar
  • Sual: “İlim öğrenmek isteyen kavminden uzaklaşsın” şeklinde bir hadis-i şerif var mıdır?
    Cevab: İşitmedik. Ama “el-istinasü bi’n-nas alâmetü’l-iflâs”, yani insanlarla çok düşüp kalkmak iflas alâmetidir diye bir söz vardır. İlim sahibi olmak isteyen kimsenin, biraz halktan ve günlük meşgalelerden uzaklaşması gerekir. Zira insan kendini bütünüyle ilme vermedikçe, ilim bir cüzünü o kimseye vermez.
    23 Kasım 2014 Pazar
  • Sual: Sünen-i Ebu Davud'da geçen “Kız çocuğunu diri diri toprağa gömen kişi de, toprağa gömülen çocuğun kendisi de cehennemdedir" mealindeki hadis-i şerifi nasıl anlamalıyız?
    Cevab: Gömen imansız veya günahkâr olduğu, gömülen de imansız olduğu içindir. Ama sonradan bu çocukların cehennemlik olmadığı vahy ile bildirilmiştir.
    20 Aralık 2014 Cumartesi
  • Sual: İbni Şeybe’den rivayette, Hazret-i Ömer'in, Hazret-i Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmek istediği, Hazret-i Ali'nin kızını Hazret-i Ömer’e gönderdiği, Hazret-i Ömer'in kızın eteğini kaldırıp topuğuna baktığı yazılıyor. Bunu nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Hazret-i Ömer, kızı nikâhladı. Ama kız gençti. Nikâhtan sonra zifafa mütehammil olup olmadığını anlamak için baktı. İlmi temeli olmayanların, hadis-i şerifleri okuması ve anlamaya çalışması doğru değildir. Fıkıh kitaplarına tâbi olmak gerekir.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Bir vakit namazı kasden kılmamanın cezası, seksen yıl cehennem azabı olduğuna dair bir hadis var mı? Varsa kaynağı nedir?
    Cevab: Vardır. Umdetu'l-islâm.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: ‘Kim övünmek maksadıyla kâfir olan 9 atasını sayarsa, onuncusu da onlardan olur’ hadis-i şerifi gereğince, müslüman olmayan atalarıyla övünmek insanı küfre düşürür mü?
    Cevab: Bir kimse, imansız bile olsa, iyi tarafları olabilir. Bunların övülmesi dinen caizdir. Ataları ile övünmek; eğer onların kötü yanlarıyla övünmek ise, hadis-i şerifin şumulüne girer. Eğer bunu dinî ve ictimaî bir üstünlük olarak görüyorsa, mahzurludur. Hadis-i şeriflere kafasına göre mânâ vermek doğru değildir.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Popüler iki hoca arasında ihtilaf mevzuu olan Regâib gecesi namazı hakkında ne söylersiniz?
    Cevab: Evvelemirde söylemek gerekir ki, terâvih, hüsûf ve küsûf (ay ve güneş tutulması) dışındaki nâfile namazlar, cemaatle kılınmaz. Üç kişinin kimseye ilan etmeden cemaatle kılması câizdir. Dört kişinin ihtilaflıdır. Regâib namazının da cemaatle ve herkese duyurarak kılmanın bid’at olduğu anlaşılıyor.
    Regâib gecesi namazı için ulema farklı farklı söylemiştir. En güzel ve net sözü Hanefî mezhebinin en kıymetli fıkıh kitaplarından İbni Âbidin söylüyor: “Receb ayının ilk Cuma gününde kılınan Regâib namazı için toplanmanın kerih ve bid’at olduğu anlaşılmaktadır”. Şu halde cemaatle ve herkese duyurarak olmadıktan sonra 100 rek’atlik Regâib ve başka nâfile namazları kılmakta mahzur yoktur. Kazâsı olanın zaten nâfile kılması uygun değildir. Daha hayırlı bir işle, meselâ ilim veya emr-i marufla meşgul olmak, çoluk çocuğuna faideli bir iş yapmak, mesela ders okutmak, bu nâfileden de hayırlıdır.
    Öte yandan Regâib gecesi ve namazı ile alakalı hadis, mevzu hadis değil, ama zayıf hadis olabilir. Nevâfil ve fadâilde bunlarla amel caizdir. İmam Gazalî, İslâm ulemasının en büyüklerindendir ve kitapları çok kıymetlidir. Hizmeti ise pek çoktur. Bütün sonra gelen İslam uleması ve müslümanlar bunu söylemiştir. Onun kitabına alıp yazdığı hadislere çalakalem mevzu dememelidir. En fazla zayıf olabilir ki nâfileler için zayıf hadis ile amel edilir. Farz veya haram, zayıf hadisle değil, (Hanefî’de) tek kişinin bildirdiği sahih hadis ile bile sâbit olmaz.
    Amellerde, muhaddislerin değil, fakihlerin sözü muteberdir. Bir hadîs-i şerif için sahih, hasen, zayıf ve mevzu diyen âlimler olabilir. Bu bir ictihad ve tercih meselesidir. Her hadis âliminin, hadislerin kritiği için tesbit ettiği farklı kriterler olabilir. Biri müteşeddid (ağır); diğeri mutavassıt (orta); bir diğeri de daha mütesâhil (hafif) kıstaslar arayabilir. Bir hadis âlimi, sened veya metin tedkiki ile, bir hadisin mevzu olduğunu söylerse, bu benim mezhebime (ictihadıma) göre mevzudur demek ister. Bu sözü, başka âlimleri bağlamaz. Bu, usul-i hadis meselesidir. İmam Ebu Hanife’nin sahih görüp, üzerine farz veya haram bina ettiği nice hadis-i şerifler vardır ki, İmam Şâfiî mezhebinde farz veya harama delil alınmamıştır. Aksi de vâriddir. Bir fakih, bir hadis-i şerifi kitabına yazmışsa ve ona bir hüküm bina etmişse, buna itibar olunur.
    İmam Gazâlî hazretlerinin fıkıh ve kelâmda büyük bir müctehid olduğu herkesçe müsellemdir. Böyle bir zâtın, hadis ilminde, hele nakd-i ricâlde zayıf olduğunu söylemek aklın kabul edeceği bir şey değildir. Bir kere ictihad tecezzi kabul etmez, yani bölünmez. Fıkıhta müctehid olan, hadis ilminde haydi haydi müctehid sayılır. Zira müctehid fakihin derecesi, muhaddisten elbette yüksektir. Nitekim A’meş’in İmam Ebu Hanife’ye söylediği, “Biz muhaddisler eczacı gibiyiz; siz fakihler ise tabib gibisiniz. Yani tabib olmadan eczacının ilacı ne işe yarar?” sözü meşhurdur.
    30 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Cin mektubu denilen ve cinlerin zararına karşı Hazret-i Peygamberden nakledilen rivayetin uydurma olduğunu İbnü’l-Cevzî söylüyor. Ne dersiniz?
    Cevab: İbnü’l-Cevzî, el-Mevduat kitabında (III/169), “Bunun uydurma olduğunda hiç şüphe yoktur” diyerek değerlendirmiştir. Ancak, Hazînetü’l-Esrâr adlı kitapta, sar’a hastasının tedavisi bahsinde bu mektuptan bahsediliyor. İmâm Beyhekî Delâilü’n-Nübüvve ve İmâm Kurtubî Tezkire kitabında anlatıldığı üzere, eshab-ı kiramdan olup cin tasallutuna uğradığından endişelenen Ebû Dücâne’ye, Hazret-i Peygamber’in “Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!” diye dua ediyor ve bir yazı yazdırtıyor. Ebu Dücâne, evine gittiğinde bu yazıyı başının altına koyup, uyuyor. Feryad eden bir ses, kendisini uyandırarak “Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektupla, beni yaktın. Senin sahibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için, kurtuluş yoktur. Artık, senin ve komşularının evine gelemeyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz” diyor. Sabahleyin bu hâdiseyi Hazret-i Peygamber’e anlatıyor. O da “Mektubu kaldır. Yoksa acısını kıyamete kadar çekerler!” buyuruyor. Kefevî’nin Mecmû’atü’l-Fevâid ve Demîrî’nin Hayâtü’l-Hayvan kitabında, “Bir kimse bu mektubu yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider” diyor. Hakîkat Kitâbevi’nin bastırdığı arabi Teshîlü’l-Menâfi’ kitabının sonunda bu mektup vardır. İbnül-Cevzî, nice sahih rivayetlere mevzu diyen müteşeddid bir âlimdir. Bir hadis âliminin mevzu dediği rivayete, bir başka âlim mevzu demeyebilir. Bu bir ictihad meselesidir.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Safer ayının uğursuz olduğu doğru mudur?
    Cevab: İslâmiyette uğursuzluk itikadı yoktur. Yani İslâm dini her türlü uğursuzluğu reddeder. Safer ayının uğursuzluğu, Câhiliye devrinden kalma bir itikaddır. Nitekim Buhârî’de geçen bir hadîs-i şerifte, “Kuş ötmesinden uğursuzluk hükmü çıkarılamayacağı gibi, Safer ayının da uğursuzluğu yoktur” buyurulmuştur. Eskiden Muharrem ayı, haram aylardan olduğu için bu ayda savaşılmazdı. Muharrem ayı bitip Safer ayı girer girmez muharebeler tekrar başlardı. Bu sebeple Safer ayında yola çıkanın başına bela gelmesi kuvvetle muhtemeldi. Safer ayının uğursuzluğu şeklinde tefsir edilen “Kim bana Safer ayının çıkmasını müjdelerse onu cennet ile müjdelerim!" gibi hadîslerin bu mânâyı muhtevi olması muhtemeldir. Veya uğursuzluk olmadığı bildirilmeden önceye aittir. Ama İslâmiyet uğuru kabul eder. Uğurlu günler, yerler, kelimeler, eşyalar olabilir.
    16 Kasım 2015 Pazartesi
  • Sual: “Üzerinde kul hakkı bulunan cennete giremez” sözünü nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Öder, helâlleşir ve tevbe ederse gidebilir.
    2 Ocak 2016 Cumartesi
  • Sual: Peygamber Efendimiz "Ben geldiğimde bana Acem büyükleri gibi ayağa kalkmayın” buyurmuş mudur? Öyle ise örfümüzde mevcut olan bir büyük gelince ayağa kalkma âdetinin hükmü nedir?
    Cevab: Hazret-i Peygamber, kendisine kalkılmasını istemezdi. Kalkılmasını istemeyi de kerih görürdü. Ama başka büyüklere kalkılmasıni isterdi. Sa’d bin Muaz gelince “Kavminizin ulusuna ayağa kalkın!” buyurdu. Demek ki kalkılmasını istemek mahzurludur. Kalkmak mahzurlu değildir. Hatta büyüklere kalkmak sünnettir.
    2 Ocak 2016 Cumartesi
  • Sual: “Çocuğuna ne kadar yaptırabiliyorsan, kölene de o kadar yaptırırsın” meâlinde bir hadis-i şerif var mıdır?
    Cevab: “Kölelerinizden yardım isteyin, yapamadıkları işlerde yardım edin” hadis-i şerifi Buharî’de geçiyor. “Çocuklarınıza ikram ettiğiniz gibi, kölelerinize de ikram edin” hadis-i şerifi de İbni Hacer'in Zevâcir kitabında geçiyor.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Fıkıh kitaplarında, ‘Sünnet olan büyüklerin küçüklere selam vermesidir’ yazıyor. Buharî ve Müslim’de geçen sahih hadis-i şeriflerde ise ‘küçükler büyüklere selam verir’ diye geçiyor. Ne yapmalıdır?
    Cevab: Rivayetler muhteliftir. Fıkıh kitaplarına tâbi olmalıdır. Birincisi sünneti, ikincisi cevazı bildiriyor. Küçüklerin büyüklere selâm vermesi, onları vecibe altına sokar ki büyüklere emrivâki hoş değildir. Ama verirlerse selâmı iâde lâzımdır.
    10 Haziran 2016 Cuma
  • Sual: Hazret-i Aişe’nin sahabeye gusl gibi mahrem bir meseleyi rivayet etmesini nasıl değerlendirmek lazımdır?
    Cevab: Hazret-i Aişe müminlerin annesidir. Hazret-i Peygamberin hususi hayatına dair pek çok mesele onun vasıtasıyla öğrenilmiştir. “Dininizin üçte birini Hümeyradan alınız” hadis-i şerifi ile medhedilmiştir. Dini bilgileri öğrenmek ve öğretmekte utanma olmaz.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: Ma’nen ve lafzen mütevatir ne demektir?
    Cevab: Hadis-i şerifin lafzının böyle olduğu tevâtüren nakledilmiş ise lafzen mütevâtir; lafzı muhtelif olsa da, manası ve delâletinin aynı olduğunda tevâtür varsa ma’nen mütevâtirdir. Lafzen mütevâtir hadisi inkâr küfrdür. Ma’nen mütevâtirde ihtilaf var ise de bid’at ehli olacağı sahihtir.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: Bir hoca, “Hadislerin toplanması uzun yıllar aldığı için, imamlarımız bazı hususlarda zayıf hadislere göre fetva vermişlerdir. Çünki sahih hadisi duymamışlardı. Ama günümüzde sahih hadislerin tamamına ulaşmak çok kolaydır. Eğer bir fetva sahih hadise uymuyorsa sahih hadise uymak gerekir. Mesela namazda ellerin göbek altında bağlanması zayıf hadistir. İmam Şâfiî’nin, ellerin göbek üstünde olması kavli, sahih hadise dayandığı için, böyle yapmalıdır” dedi. Ne dersiniz?
    Cevab: Bu söz, usul-i fıkh, usul-i hadis ve hadis tarihini bilmemek alâmetidir. Hadis-i şeriflerin toplanmasının geç olması, avam bakımındandır. Hazret-i Peygamber zamanından beri yazılmakta veya sözlü rivâyet edilmektedir. İmam Ebu Hanife tâbiîndendir. Toplananlardan daha çok hadis duymuş olabilir. Onun bildikleri, belki bugüne intikal etmemiş olabilir. Bunu başkaları bilemez. Bir hadîsin sahih olması ise, ictihadîdir. Bir âlime göre sahih olan, diğerine göre olmayabilir. Fıkhî hüküm cihetinden hadisin sıhhatinden başka şartlar da aranır. İmam Ebu Hanife’nin, takvası o kadar çok idi ki, tek kişinin bildirdiği haber-i vâhid sahih bile olsa, bununla farz veya harama hükmetmemiştir. İmam Şâfiî, sahih bile olsa, mevkuf hadise, yani rivayet eden sahabinin ismi zikredilmeyen habere hüküm bağlamamıştır.
    21 Nisan 2017 Cuma
  • Sual: Hadis-i şerifte, kadın-erkek her müslümana öğrenmenin farz olduğu ilim hangisidir?
    Cevab: Din ilimlerinden farz olanlar. İman, itikat, haramlar, farzlar.
    29 Mayıs 2017 Pazartesi
  • Sual: Asırlar evvel, Müslümanlar arasında büyük fitneler olmuş, birkaç asır sonra da Moğol zulmü, İslam dünyasını ve medeniyetini yerle bir etmişti. Ama Osmanlı devrinde Müslümanlık, belki de en büyük devirlerinden birini yaşadı. Bütün bunlara bakarak "Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur." hadis-i şerifini nasıl anlamalıdır? Zira bu hadis-i şerifi, gayretsizliğine bahane olarak gösterip, bununla da "Mütevekkilim." diye övünenler görülüyor. Eskiler de böyle düşünselerdi, i'lâ-yı kelimetullahdan geri durmazlar mıydı? Dünya tarihinin iman ve küfr nöbetleşmesi olduğu fikri, sizce doğru mudur?
    Cevab: Bu hadis-i şerif, bir realitenin ifadesidir. Ona bakarsanız, bütün dünya bir gün yok olacaktır; şu halde çalışmanın, dünyayı imar etmenin ne faydası var? Halbuki Kur’an-ı Kerim ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi âhirete çalışmaya emrediyor. Her yılın bir öncekinden kötü gelmesi, umumi bir hükümdür. Zaman zaman fecr-i kâzib gibisinden nisbî iyilikler olabilir. Tarihte Müslümanlar için çok karanlık devirleri aydınlık zamanlar takib etmiştir. Tek Parti baskısından sonra, demokrasi devrinin rahatlığı gelmiştir. Pastırma yazı, sonbahar serinliği içindeki sıcak günlerdir. Ama herkes bilir ki arkası kıştır. Âhir zamandaki Müslümanlar da böyle şeyleri düşünmezler; nihayet Mehdi aleyhirrahme devri için çalışırlar. Kendilerine emredileni yaparlar. Bu da bir cihetten onun zamanına hazırlık demektir; çocuklarını yetiştirmek demektir. İslam kültürü yaşasın, çocuklara miras kalsın. Onlar da ileride Mehdi gelince karşısında değil, yanında olsunlar.
    1 Ağustos 2017 Salı
  • Sual: Meşhur hadisi inkâr küfr müdür?
    Cevab: Her nesilde yalan üzerinde ittifak etmesi mümkün olmayan birden fazla râvînin rivâyet ettiği hadislere, mütevâtir hadîs denir. Bunları inkâr küfrdür. Mahzen-i Ulûm’da da diyor ki: “Hadis-i meşhur, asr-ı evvelde ahaddan mervi olan ve asr-ı sânide iştihar eden hadîs-i şerîfdir. Yani hadis-i meşhur bir kimsenin Resûl-i ekremden sallallahü teala aleyhi ve sellem hazretlerinden ve o kimseden dahi bir cemaatin ve o cemaatten dahi diğer cemaatin istimâ etdiği hadîs-i şerîfler olup, mütemessik olan kimse de intiha edinceye kadar bu veçhiyle rivâyet olunmuşdur ki, o cemaatin kizb üzerine tevâtu ve ittifakı tasavvur olunmaz. Ve o misillü hadis-i şerif ulema-ı kiram hazeratı canibinden telakki-i bilkabul bulunmuşdur. Hadis-i meşhur, hakk-ı amelde ‘haber-i mütevâtir’ menzilesindedir. ‘Hadîs-i mütevâtir’ ile ‘hadîs-i meşhûr’ beyninde olan fark, hadîs-i mütevâtirin câhidine bilittifak küfr nisbet olunmakdan; ‘hadîs-i meşhûr’un câhidine küfr nisbet olunmak sureti ile muhtelifün fih olmakdan ibaretdir. Esâh olan suret ‘hadis-i meşhur’un câhidine dahi küfr nisbet olunmakdan ibaretdir.”
    Tecrid-i Sarih şerhinde diyor ki: “Hadis-i meşhurun hükmü ekseriyete göre haber-i aziz ve haber-i garib ile bu nevilere dâhil olmayan haber-i vâhid gibi ilm-i zannî ifade etmektir. Cessas ile Hanefiyyeden bir cemaate göre ilm-i yakîn ifade ederse de bu yakîn nazaridir. Yani bilistidlal hâsıl olur. Bundan dolayı da münkiri ikfâr olunmaz. Bu ihtilaf, haber-i meşhurun mütevâtir aksâmından addedilib edilmemesi hakkındaki ihtilafdan neş’et etmiştir. İmam Muhammed’in ashâbından Îsâ bin Ebân’a göre ise haber-i meşhur ilm-i yakîn değil, ilm-i tümâninet ifade eder. Ve haber-i vâhidin fevkinde ve haber-i mütevâtirin dûnunda bir mertebededir. Kâdi Ebu Zeyd ile âmme-i müteahhirînin de muhtarı budur.”
    İbni Âbidin hazretleri “Mesh meşhur sünnetle meşru olmuştur. Binaenaleyh onu inkâr eden bid'atçı, ikinci re'ye göre kâfir olur. Tuhfe nam eserde meshin icmâ' ile, hatta tevâtürle sabit olduğu bildirilmiştir” ibâresini izah ederken meşhur hadis hakkında der ki: “Usul-i hadis ilmine göre, meşhur ravilerin her tabakasında ikiden fazla kimselerin rivayet ettiği, fakat tevâtür derecesine ulaşmayan hadistir. Usul-i fıkh ilmine göre ise; birinci asırda, yani sahabe devrinde haber-i vâhid iken, sonraki asırlarda yalan üzerine ittifakları düşünülemeyen bir cemaat tarafından nakledilen hadistir. Birinci asırda da böyle bir cemaat tarafından rivayet olunursa, o hadis, mütevâtirdir. Birinci ve ikinci asırlarda da bu şekilde rivayet edilmezse, haber-i vâhiddir. Bundan anlaşılır ki, usul ulemasına göre meşhur, haber-i vâhidlerle mütevâtirleri taksim eden bir asıldır. Hadis ulemasına göre ise haber-i vâhidlerin bir kısmıdır ve tevâtür derecesine varmayan hadistir. İnkârcısının bid'atci mi, yoksa kâfir mi sayılacağı hususunda ihtilaf edilen, meşhur usulcülerin ıstılahına göre olan meşhurdur; hadis ulemasına göre olan değildir. ‘İkinci reye göre kafir olur’ ifadesinden murad; meşhur, tevâtürün bir kısmı sayıldığına göredir. Lakin Tahrir'de: ‘Hak şudur ki, meşhurun aslı haber-i vâhid olduğu için, onu inkâr eden bilittifak tekfir edilemez. Onu inkâr, Peygamber aleyhisselâmı yalanlamak değil, müctehidlere hata isnad olduğu için dalâlettir’ denilmiştir.”
    Netice itibariyle, mütevatir hadisin inkârının inkârında bile ihtilaf edilmiştir. Dinin zaruriyatını bildiren mütevâtir hadisi inkâr küfr; değilse bid’attir. Bazı usul uleması, meşhur hadisi de, mütevâtir hadise ilhak ettiği için, bunlara göre de meşhur hadisin inkârı, mütevâtir hadisin inkârı gibidir. Ama ekseriyete göre böyle değildir.
    1 Ağustos 2017 Salı
  • Sual: Yolculuktan dönen kişinin ailesine geceleyin haber vermeden gelmesinin mekruh olduğunu beyan eden hadis-i şerifin hikmeti nedir?
    Cevab: Görmek istemediği şeyleri görebilir. Gündüz gelirse, hanımı kendisi için taranır, süslenir. Bir de gece habersiz geliş, ekseriya ev halkını korkutabilir. (Şir’atü’l-İslâm)
    2 Eylül 2017 Cumartesi
  • Sual: “İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz” hadis-i şerif ile, En’am suresinin tasarrufun yalnızca Allah’a ait olduğunu söyleyen 18. âyet-i kerimesini beraber nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Ölü veya diri her kim ne yaparsa, bunların hepsi Allahü teâlânın iradesi ve tasarrufu iledir.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Hadislerde geçen kibirli, borçlu cennete giremez sözünden maksat nedir?
    Cevab: Tevbe etmeden, borcunu ödeyip helalleşmeden giremez demektir. Böyle ise cehennemde azap görüp, imanı varsa cennete girer.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Ezan okunurken, köpeklerin şeytanları kaçarken gördüklerinden uluduğuna yönelik inanış var. Doğru mudur?
    Cevab: Köpek uluduğu zaman, eşek anırdığı zaman, Allah’a sığınmak hadis-i şerif ile tavsiye edilmiştir. Çünki onlar insanların görmediği şeyleri görebilirler.
  • Sual: Sıhhatinde ulemanın ittifak ettiği ve akaid, fıkıh vs. ile alakalı olmayan muayyen bir hadîsi inkâr etmek insanı Ehl-i Sünnetten çıkarır mı?
    Cevab: Mütevâtir hadisi, te’vilsiz inkâr küfrdür. Te’villi veya bir kavle göre ma’nen mütevâtirse inkârı bid’attir. Halifelik gibi dünyevî bir meselede ise, münkiri bid’at ehli yapar.
    12 Ağustos 2018 Pazar
  • Sual: Padişahın kendini anlattığı mektupta “Allahın gölgesi” demesi caiz midir?
    Cevab: “Sultan yeryüzünde Allah'ın gölgesidir, bütün mazlumlar ona sığınır” hadis-i şeriftir.
    14 Eylül 2018 Cuma
  • Sual: Dünya işlerinde darlığa düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz, hadis-i şerifini nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Kabir ehlini vasıta yaparak dua edilir; Allah doğrusunu ilham eder.
    24 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Bir hadisi şerifte “Sizler emrolunduğunuzun onda birini terk etseniz helak olursunuz. Öyle zamanlar gelecektir ki emrolunduğunun (bildiğinin) onda birini yapan kurtulur” buyruluyor. Buradaki onda biri nasıl anlamalıdır?
    Cevab: İman veya farzlara, haramlara riayet olarak tefsir edilmiştir.
    31 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Mi’raç Gecesi’nde namazın farz oluş şekli ve elli vakitten beş vakte indirilişi hususunda Peygamber Efendimiz  ile Musa aleyhimesselâm  arasında vukû bulan hâdise gerçek midir? Böyle bir şey varsa Allah kulunun gücünü bilmiyor mudur?
    Cevab: Bu hâdise elbette hakikattir, hadis-i şerifle sabittir. Mi’raçta 50 vakit namaz farz olmuşken, Musa aleyhisselâm, kavmin buna güç yetiremez dediği için Rabbine arz edip 5 vakte indirildiği anlatılır. Allahü teala her şeyi bilir. Mümin 5 vakit namaz kıldığı zaman, 50 vakit namaz kılmış sevabı alacaktır. Hikmeti budur. Kendisine bir ağır vazife verildiği zaman af dilemek veya vazifenin indirilmesini istemek suç değildir. Sen benim gücümün olmadığını bilmiyorsun manasına gelmez.
    14 Nisan 2019 Pazar
  • Sual: Abdullah bin Ömer gibi bazı sahabilerin ibadetlerle alâkalı kendi rivayet ettikleri bazı hadislere aykırı hareket ettikleri doğru mudur?
    Cevab: O hükmün, emr-i vücûbî (yani farz veya vâcibi) bildirmediği anlaşılıyor.
    8 Haziran 2019 Cumartesi
  • Sual: İslâm hukuku kitabınızda “Eshab-ı kiramın üstünlük cihetinden sıralanması, bunların hukukî rivayetlerinin değeri cihetinden ehemmiyet taşır” demişsiniz. Hukukî rivayetlerinin değerinden kasıt nedir?
    Cevab: Rivayet ettiği hadis-i şeriflerin helal ve haramı bildirme hususiyeti cihetiyle farklıdır.  Yani daha üstün bir sahabinin rivayet ettiği hadis, daha aşağı derecedeki bir sahabinin aynı sıhhatteki rivayetine tercih edilebilir.
    15 Haziran 2019 Cumartesi
  • Sual: Peygamber namazı sahabenin gözü önünde kıldığı halde, bir takım ihtilaflar olmasını nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Peygamberimizin sünneti farklı kişiler tarafından farklı kısa rivayetlerle sonraki nesillere nakledilmiştir. Bunların tabir ve tefsiri sebebiyle ihtilaflar ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu farklı tatbikat aynı zamanda azimet ve takvayı ifade eder. Bir müctehid azimeti, diğeri takvayı esas almıştır.
    4 Ocak 2020 Cumartesi
  • Sual: Kimya-i Saadet’te kısır kadın almamayı tavsiye eden hadis naklediliyor. Kısır olmak kadının iradi bir tercihi olmadığına göre bu hadisi şerifi nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Evliliğin bir maksadı da çocuk sahibi olmaktır. Kısır olduğu iyi bilinen kadınla evlenmez veya soyu böyle olmayan bir kız seçmesi tavsiye edilir, demektir.
    22 Şubat 2020 Cumartesi
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder