Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“ Tasavvuf”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Kâdirilikte raks yok mudur? Mevlânâ Celâleddin Rumi hazretleri için bazı kitaplarda hiç dönmedi yazıyor. Rehber Ansiklopedisi’nde de sadece dövülen demirden Allah sesini işitince dönerek bayıldığı yazıyor. Nakşî yolunda dahi böyle durumlar olabiliyorken, Kâdirîlikte olmadığı söylenebilir mi? Olduğunu söyleyenler neye dayanarak böyle söylüyor?
    Cevab: Mektubat-ı Rabbânînin 2. cild 46. Mektubunda Mevlânâ hazretlerinin raks ettiği yazılıdır. Bu raks, gayrı ihtiyarî, cezbeye kapılarak veya vecde (coşkuya) gelerek, aklın ve nefsin müdahalesi olmadan yapılan rakstır. Şah-ı Nakşibend “Biz bunu yapmayız, ama inkâr da etmeyiz” buyurdu. Mevlânâ hazretleri elbette şimdiki bazı tarikatçiler gibi dönmüş değildir. Bunlarda akıl ve nefsin müdahalesi olduğu açıktır. Kâdirî ve diğer tarikatlarda da sima ve raks vardır. Ama câiz olmanın şartları yukarıda bildirildi.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Osmanlı sarayında padişahlar ve ailesi arasında musiki ( müzik ) yaygın mıydı? Padişahlar arasında beste yapan, ney çalanlar olduğu kaynaklarda geçiyor. Ayrıca müzikle tedavi yapıldığı söyleniyor. Musiki dinen caiz olmadığına göre bunu nasıl izah edilebilir?
    Cevab:

    Evvelemirde şunu söylemek gerekir ki musiki matematik ilminden çıkma bir ilimdir. Musiki bilmek başkadır; beste hazırlamak başkadır; musiki yapmak veya dinlemek başkadır. Ulemâ musikinin bazısını câiz görmüş; bazısını görmemiştir. Bunlar hakkında da ulemâ arasında görüş birliği her zaman bahis mevzuu olmamıştır. O halde musiki haramdır diyerek kesip atmak doğru değildir. Adam öldürmek büyük günah iken, kendini müdafaada câiz ve cihadda lâzım hâle geliyor.
    İmam Gazâlî Hazretleri İhyâ ve Kimyâ kitaplarında musikiyi uzun anlatıyor. Buna göre musikinin hükmü üç şekilde ele alınmaktadır:
    1-Şarkının sözleri haram ise, söylemek ve dinlemek ittifakla haramdır.
    2-Söyleyen kadın ve dinleyen yabancı erkek ise, ittifakla haramdır.
    3-Dinlenen meclis fısk meclisi ise veya dinleyenler fâsık ise, ittifakla haramdır.
    4-Çalgıların hepsi hakkında açık ve kesin nass olmadığı için din âlimleri ihtilaf ettiler. Düğünde def çalmak câizdir. Ramazanda sahur veya iftarı ilân etmek için davul çalmak câizdir. Hac yolunda, cihada giderken, asker karşılarken, bayramlarda davul çalmak câizdir. Sürünün veya kervanın önünde kaval çalmak da câiz görülmüştür. Ney çalmak, bazı Şâfiî âlimlerine göre câizdir. Bando ve mehterde çalgı câizdir. Her çeşit düğünde, seferden dönüş gibi sevinç günlerinde, ezcümle arkadaşların ziyaretinde, arkadaşlarla karşılaşmakta, onlarla bir yemekte çalgı çalınması câizdir. (İhyâ’dan hülâsa tamam oldu.)
    Hadîs ve tasavvuf âlimlerinden Kettânî'nin Terâtib kitabında yazdığı üzere, Hafız Ebu'l-Fadl Muhammed bin Tahir el-Makdisî gibi bazı ulemâ, çalgı âletlerini kuş veya su sesine benzetmiş; kadın sesi ve sözleri tahrik edici olmadıkça çalgı âletiyle musiki dinlemeyi mübah görmüştür. Kettânî, buna dair yirmi kadar kitabın ismini sayıyor. Bununla beraber fıkıh kitaplarında tercih edilen görüş, yukarıda İmam Gazâlî’nin naklettikleridir.
    İbni Hacer, Zevâcir’de diyor ki: Cüneyd-i Bağdadî, Ebu Tâlib-i Mekkî, Sühreverdî gibi zâtlar der ki, “Çalgı dinlemekte insanlar ya avamdır; avam, nefislerini öldürmedikleri için onlara bunu dinlemek haramdır; ya da zâhidlerdir. Onların mücâhedeleri devam ettiği için, bunlara mubahtır. Yahut da âriflerdir; kalbleri uyanık olduğu için onların dinlemeleri de müstehabdır” demiştir. Reşahat’ta anlatıldığı gibi, Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin huzurunda çalgı çalındığı zaman, biz yapmayız; yapan tasavvufçuları da inkâr etmeyiz sözünde de buna işaret vardır.
    Netice itibariyle mehter, bando, kahramanlık türkülerini gerektiğinde ve zaman zaman dinlemek herkese câizdir. Çalgısız ve yabancı kadın sesi olmadan ve sözlerinde dinen mahzurlu bir husus bulunmadıkça şarkı dinlemek de câizdir. Bir erkeğin veya kadının kendi kendine veya kendi cinsi arasında eğlence için değil de, bayram gibi neşe zamanlarında veya sıkıntıyı gidermek veya düzgün konuşmak yahud kafiye öğrenmek maksadıyla çalgısız şarkı söylemesi âlimlerin çoğuna göre câizdir. Beste yapmak da câizdir. Beste ilahi bestesi de olabilir, mehter bestesi de olabilir, şarkı bestesi de olabilir.
    Osmanlı sarayında Enderun mektebindeki gençlere musiki dersi verildiği gibi, haremdeki cariyelerden de istidatlı olanlara musiki dersi verilirdi. Sarayda kızlar bandosu vardı. Bunlar bayramlarda, düğünlerde marşlar çalardı. Son zamanlarda piyano da kullanılmıştır. Piyano davul gibi vurmalı çalgılardandır. Vurmalı çalgıların muayyen zamanlarda çalınmasına izin veren âlimler olduğu yukarıda zikredilmiştir. Padişahlar pek çok meziyeti yanında, hat gibi sanatlarda da maharet göstermiştir. Bunlar arasında musiki ile uğraşıp beste yapanlar olduğu gibi, tamamen uzak duranlar da vardır. Beste yapabilmek musikiden haberdar olmak demektir ki bir insan için meziyettir. Bu da Osmanlı hükümdarları için bir üstünlüktür. Şiir yazabilmek de böyledir. Sarayda musiki dinlenmişse bile, bunun şimdiki insanlar gibi müptezelce yapılmadığına hüsnü zan etmek lâzımdır. Hâdü'd-Dâllîn kitabında da yazdığı üzere bazı âlimler hükümdar her an devlet işleriyle meşgul bulunduğundan sarayını harb meydanı hükmünde görmüş ve burada musiki dinlemeyi bando dinlemek gibi sayıp mahzurlu bulmamıştır. Nitekim hükümdarın vaziyeti, sıradan insanlar gibi değildir. Mamafih ulemanın ekserisi insanların suiistimal edeceklerini düşünerek musikinin mübah olanından bile uzak durulmasını tavsiye etmişlerdir.
    Musiki ile tedavi İslam dünyasında tatbik edildiği gibi, Selçuklu ve Osmanlılar da bilhassa akıl hastalarını su ve kuş sesinden başka musiki ile tedavi etmeye çalışmıştır. Nitekim Edirne Sultan Bayezid Dârüşşifâsında, İstanbul Toptaşı Bimârhânesinde (akıl hastahânesinde), Kayseri Gevher Nesibe Dârüşşifâsında, Edirne Sultan Bayezid Bimarhânesinde, Haleb Arguniyye Bimarhânesinde hep musiki ile tedavinin tatbik edildiği bilinmektedir. İbni Âbidin hazretleri der ki: “Allahü teâlâ haramda şifâ yaratmamıştır” hadis-i şerifi, bunda şifâ olduğu bilinmediği zamandır. Nitekim haramda şifâ müşahede edildiği zaman kullanmak câiz olur. Hastaya kan vermek bu hükme istinaden meşru olmuştur. Musikiye haram diyen ulemâ zaten eğlence vesilesi olduğu için men etmektedir. Tedavi için musikiden istifade etmenin eğlence olmadığı ortadadır. Musiki matematikten çıkma bir ilim olduğu için, makamların bazen kaybedilen muhakemeyi düzeltmeye yardımcı olduğu ilmen müşahede edilmiştir. Musiki ile tedavinin caiz olduğu İbni Hacer'in Zevâcir kitabında 451. kebîre bahsinde yazılıdır.
    Raks da bazen câizdir. Harb oyunları gibi. Mescid-i Nebevi'de Habeşliler raksetmişler, Hazret-i Peygamber de seyretmiştir. Demek ki harb oyunları, mehter gibi sulh zamanında da caiz olmaktadır. Çeçen, Çerkez dansları da buna katılabilir. Bunun dışındaki rakslar ulema arasında ihtilaflıdır. Tasavvufçularınki de cezbe hâlinde ise caiz görülmüş; değilse görülmemiştir. Bugün Mevlevi dervişi kisvesi altında gezenlerin çoğu gösteriş ve şov maksadıyla raks ediyor ki dinen çok mahzurlu bulunmuştur.
    Dindar insanlar fıkıh kitaplarındaki sahih kavillere uyarlar. İhtilaflı mevzularda farklı hareket edenlere de bir şey demezler. Nitekim Şahı Nakşibend hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, “Biz bunları dinlemeyiz. Dinleyen tasavvufçuları da inkâr etmeyiz” buyurdu. Padişahlar da insandır. Masum değildir. Yanlış bir şey, bunların işlemesiyle doğru olmaz. Şu kadar ki, hayırlı işleri daha çoktur.

    10 Ekim 2010 Pazar
  • Sual: Bazı din kitaplarında, günahlardan uzaklaşmadan zikr yapmaları, insanlara fayda yerine zarar verir diye okudum. Bazen tembellikle namazları aksatıyoruz. Zikr etmemiz yarar yerine zarar mı verir?
    Cevab: Burada kasdedilen seyrü sülûkdaki zikrdir. Zikreden kişi bazı haller görür ve kendini kemâle geldi zannedebilir. Bu bakımdan tehlikelidir. Yoksa günah işleyenin de zikr yapmasına bir mâni yoktur. Ancak günahtan sakınmaya ehemmiyet vermeyenin ibadetlerinden sevab alamayacağı kitaplarda yazılıdır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Levitasyon hakkında bilgi verir misiniz? (Levitasyon: Hindistan ve Tibet'teki insanların havada durabilmeleri)
    Cevab: Bir insan aç kalarak nefsini terbiye ederse, kendini tam kontrol ederek, konsantrasyon sayesinde bu gibi işleri yapabilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Ruh çağırmanın İslâm inancındaki yeri nedir?
    Cevab: Ruh çağırmak aklen mümkündür. Ama İslâm inancına göre, sâlih insanların ruhu, kendilerini çağıran fâsıklara gelmez. Müslüman olmayanların ruhu ise azapta olduğu için gelemez. Cin gelip ruh gibi numara yapar. Çağıranlarla dalga geçer. Onlar da ruh geldi zanneder. Hakiki ruh çağırma şöyle olur: Müslüman hürmet ettiği bir mübarek zatın isimini anar, onun hayatını okur, kitabını okur, o zâtın ruhu orada hazır olur. Olunca oraya rahmet yağar, oradakiler istidatları kadar feyz alır. Sâlihlerin anıldığı yere rahmet yağar, hadis-i şeriftir. Diriler, ölülerini hayırla andıkları zaman, onun ruhu için hayır ve hasenat yaptıkları zaman, ruhu azapta değil, serbest ise gelebilir veya rüyada görünür.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Hindistan’daki büyücüler, arkalarında ormanlık alan veya meyveli ağaç gösteriyor. Bu nasıl oluyor?
    Cevab: Göz boyamadır. Kendisini iyi konsantre edebilen insanlar böyle şeyler yapabilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Tasavvufta dünyayı terk etmenin gereği üzerinde duruluyor. Ancak bu sebeple Müslümanların geri kaldığı da söyleniyor. Sizce bizim dünyaya bakışımız nasıl olmalıdır?
    Cevab: Dünyayı terk etmekten maksat, dünyada Allah için olmayan şeyleri, yani günahları, hırsı, faydasız şeyleri terk etmek demektir. Dünyalık, para, makam için, dinin emirlerini terketmek uygun değildir. Müslüman dini için dünyalık verir. Mesela günah işlememek için makam, para ve saireden vazgeçer. Tasavvuftaki dünyayı terk etmekten maksat budur. Bir lokma, bir hırka telâkkisi değildir. Bunun İslâm tarihinde pek çok misali vardır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Zikre yeni başlayan sesli mi yapmalıdır?
    Cevab: Zikr sesli veya sessiz yapılabilir. Zikredenin tercihine kalmıştır. Ancak Nakşî büyükleri, cehrî (sesli) zikri bid’at olarak görmüş, tasvib etmemiştir. Nitekim Kur’an-ı kerimde “Allahı yalvararak ve gizli olarak zikredin” buyurulmaktadır (A’râf: 54). Ancak âdet hâline getirmeksizin, irade ve ihtiyar ile olmadan, dert ve hüzün ile içten gelen yüksek sesle zikr etmenin yasak olmadığı bildirilmiştir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Mürşidden izin almadan yapılan zikr fayda vermez mi?
    Cevab: Zikr sevabı alınır; ama tarikattaki muayyen yükselmeye yardımcı olmaz.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Mevlânâ’ya büyük bir hayranlık duyuyorum. Tahirü'l-Mevlevi adında bir zâtın yazdığı mesnevî şerhini okumam doğru olur mu? Sema ve ney hususunda sorduğum kişiler menfi cevaplar veriyor ve bunun dinde olmadığını söylüyor. Bu sema ve ney hâdisesinin nereden çıkmıştır?
    Cevab: Bahsettiğiniz kitabı tedkik etmedim. Fakat Tâhirü’l-Mevlevi makbul bir zâttır. Kitabı da muteber olsa gerektir. Son zamanlarda vefat eden Şefik Can da salahiyetli bir mesnevî mütehasıssı idi. Âbidin Paşa’nın şerhi makbul, fakat okunması ve anlaşılması bu zamanda zordur. Bu zamanda Mesnevi’yi ehil bir hocadan okumayan, istifade edemez. Hatta zarar bile görebilir. Ehil bir hoca da bilmiyorum. Dinini ve ilmihalini iyice öğrendikten sonra, tasavvufa meraklı olan İmam Rabbani’nin Mektubat kitabını okusa bence daha çok istifade eder. Ney, Mesnevî’nin ilk beyitinden itibaren sıkça geçiyor. Mânâsı semboliktir. Kâmil insan veya mürid mânâsına gelir. Mevlevîlikte ney çalındığını göstermez. Çalınmış olsa bile, nefsi tezkiye bulmuş, mütmeinne olmuş zâtlara musikinin zarar vermeyeceğini, kalbi hasta olan sıradan insanlara ise zarar vereceğini İmam Gazalî bildirmektedir. Sema ise bazı tarikatlarda vardır. Ama şimdikiler gibi gösteriş için değil, hakiki coşku ile yapılmaktadır.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: "Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nın neyi alıp, biz bunu kullanmayız (veya çalmayız) ama çalana da bir şey söylemeyiz" diye bir söz söz işittim. Aslı var mıdır? Açıklaması nedir? Yani bir tarikatte olan bir şey diğerinde nasıl olmuyor
    Cevab: Bir mürşide göre caiz olan, öbürüne göre olmaz. Mesela cehrî zikr Şah-ı Nakşibend’e göre bid’at, Kâdirîlere göre caiz, hatta efdaldir. Ney, çalgı, kalbi tasfiye olmuş olanlara zarar vermez. Hatta kalblerini toparlamalarına yardımcı olur. Ama biz yine de dinlemeyiz demek istiyor.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Rastladığım bir videoda Allahü teâlâ kastedilerek söylenen ''Ete kemiğe büründüm, Mahmud diye göründüm'' cümlesinin Ehl-i Sünnet'e uygun bir te'vili var mıdır?
    Cevab: Aslı, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” şeklindedir. Vahdet-i vücudçu bir telakkiyi gösterir. Ben yokum, Allah var demektir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: Mehdî’nin zuhuru hakkında tasavvuf büyüklerinin bazı keşifleri vardır. İmam-ı Rabbanî hazretleri kıyametin kopmasının hicrî 1500 ile 2000 yılları arasında olacağını keşif buyurmuştur. Kendisi ikinci bin yılın müceddidi olup, mehdî de üçüncü bin yılın müceddidi olacağına göre, daha Mehdî’nin ortaya çıkmasına zaman vardır. Bunları kimse bilemez. Dinin kaynaklarında, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde Mehdî’nin ne zaman zuhur edeceği açıkça bildirilmemiştir. İmamı rabbani hazretleri hicri bin yılında geldiğine göre hazreti mehdi de kendi beyanına göre ondan bin sene sonra yani hicri iki bin senelerinde gelecektir. İmam-ı Rabbanî hazretlerinin keşfine göre kıyamet hicri 1500-2000 arasında ise kıyametin hazreti mehdinin zuhurundan önce olması gibi bir durum ortaya çıkıyor. Acaba ben mi yanlış anladım?
    Cevab: İmamı Rabbani hazretlerinin keşfine göre Mehdi aleyhirrahmenin 1500-2000 hicri yılları arasında geleceği ve ardından da kıyametin kopacağı söyleniyor. Burada bir tenakuz yoktur. Mehdi, üçüncü bin yılın müceddididir. Bu mutlaka 2000 yılından sonra gelecek demek değildir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Mektûbat-i İmam-ı Rabbanî’de 260. mektubda “Allahü teâlânın fiilleri ve sıfatları zâtından ayrı değildirler. Ayrılıkları varsa zıllerdedir.”buyuruluyor. Başka bir ilmihal kitabında sıfat-ı sübûtiyye bildirilirken “Kendinden ayrı olarak, ayrıca vardır.” yazıyor. Bir diğerinde “Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de, sıfât-ı zatiyyesi gibi kâdimdirler. Bu sıfatları da, zâtından ayrılmazlar. Yani sıfatları zâtının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.”diyor. Bir başkasında ise Ehl-i Sünnet itikadında olmak için lâzım gelen hususlar bildirilirken “Allahü teâlânın sıfatları vardır. Ve zâtından ayrıdır”diye bildiriliyor. Bu ifadelerin ayrı ayrı olması nedendir? Allahü teâlânın sıfatlarının zâtından ayrı olması veya olmaması ne demektir? Bu sıfatların mahluklara münasebeti olduğunu söylemek doğru mudur? Bu ifadeler hep aynı şeyi mi anlatmaktadır? Nasıl olduğuna iman etmek gerekir?
    Cevab: İfadeler arasında tezat yok. Allahü teâlânın sıfatı, zâtından ayrı değildir. Bu sıfatların görünüşleri, varlıklarda tecelli eder. Bu elbette Allahü teâlânın zâtından ayrıdır. Ancak bu ayrılık zıllerdedir (gölgelerdedir). Böyle olunca aynı da değildir, gayrı da değildir. Yani bu sıfatlar Allahü teâlâdan ayrı olarak da tecelli edebilir.
    4 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Kimyâ-yı Saadet’te tasavvuf büyüklerinin çarşıda pazarda halk arasında dolaşmaları tevekkülün az olduğuna alâmettir deniliyor. Bunu tam anlayamadım?
    Cevab: Tasavvuf büyüklerinin kazanç temin etmede hırslı olmaları hoş değildir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Din büyüklerinin isimlerini duvara asmak faydalı mıdır?
    Cevab: Faydalıdır. Bakınca kendisi hatırlanır. Hadis-i şerifte “Sâlihler söylenince rahmet-i ilahiye yağar” buyurulmaktadır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Allah adamları ile beraber olmanın veya onların eserlerini okumanın ehemmiyeti nedir?
    Cevab: Hadis-i şeriflerde, “Onlar görülünce, Allah hatırlanır” ve “Sâlihleri söyleyince rahmet-i ilahiye yağar” buyuruldu. Allah’ın sevgili kullarını hatırlamaya ve muhabbete sebep olur. Böylece feyz gelir. İbadetlerin bereketi artar.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Mesnevi'de hakikaten güzel konular işlenmiş; ama bu konular işlenirken müstehcen örnekler verilmiş. Bunları nasıl değerlendirmek gerekir?
    Cevab: Bu hikâyeler eğlence olsun diye değil, ibret için anlatılır. Mesnevî’yi ehli olmayan okumamalıdır. Seksüalite de hayatın bir gerçeğidir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Evliyâdan Bişr-i Hâfî’nin, sokakta başı açık yürüdüğü rivâyet olunuyor. Bunu belirtmeye niçin ihtiyaç duyulmuş olabilir?
    Cevab: Berika’da diyor ki: “Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mübâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müstehabları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gıybet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, yalın ayak gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Bişr-i Hâfî, sokakda yalın ayak yürürdü”. (I/585-586). Başı açık gezmek sünnet veya müstehab değildir. Ama yalın ayak gezmek böyledir. Bişr-i Hâfî’nin, hâfî lakabı da bunun için verilmiştir ki yalın ayak demektir.
    22 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Hallac-ı Mansur ve Seyit Nesimî hakkında dinî olarak menfi şeyler söyleniyor. Bu kişiler hakkında nasıl düşünmek gerekir?
    Cevab: Birincisi vahdet-i vücudcu bir mutasavvıf olup, bu vesileyle söylediği sözler, zâhiren küfr olduğu için muhakeme edilip idam olunmuştur. İkincisi Hurufî zındıklarından olduğu gerekçesiyle idam edilmiştir. Sonradan tevbe ettiği rivayet olunur.
    8 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Yaşlı bir tanıdığım "Mürşid-i kâmilin hanımı, mürşidin talebelerine anne gibidir, namahrem değildir”. Bu söz doğru mudur?
    Cevab: Bahsedilen söz ya yanlış anlaşılmıştır, yahud şaka yapılmıştır, veya cinnet geçirmiştir. Peygamber aleyhisselâm ve ailesi dâhil herkes dinî emirlerle mükelleftir. Kur’an-ı kerimde Hazret-i Peygamber’in hanımlarına bu yolda emir ve tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu yüksek hanımlar, müminlerin anneleri olup, kimseyle evlenmeleri yasak bulunduğu halde, tesettüre riayetle mükellef kılınmıştır.
    23 Haziran 2012 Cumartesi
  • Sual: Namaz kılarken, Kur’an-ı kerim okurken ve zikrederken sallanmak câiz midir?
    Cevab: Namaz kılarken sallanmak mekruhtur. Yahudilere benzemekten dolayı Hazret-i Peygamber tarafından men edilmiştir. Kur’an-ı kerim okurken ve zikrederken öne arkaya veya sağa sola sallanmak, huşu hâsıl etmek için câizdir. Nitekim Kettânî der ki: tasavvuf ehlinin ayakta sallanarak zikretmesi Kur'ân-ı kerim nassı ile meşrudur: "Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allahü teâlâyı zikredin!" (Nisâ suresi, 103). Bundan maksatları sağa sola meyletme ve titremedir ki bu da sahâbeden nakledilmiştir. Ebû Nuaym, Hilye'de Fudayl bin Iyâd'dan şu tahricde bulunur: "Allah Resulü'nün ashabı Allah'ı zikrettiklerinde, şiddetli rüzgârda ağacın önce öne sonra da arkaya sallanması gibi sağa-sola eğilirlerdi." Cafer Tayyar hazretlerinin, Resulullah aleyhisselâmın huzurunda Habeşistan’dan öğrendiği sekseğe benzer bir oyun oynadığı rivâyet olunmuştur. Buhârî’de de geçtiği üzere, Resulullah aleyhisselâm Cafer Tayyar’a “Yaratılışta ve ahlâkta bana en benzeyen sensin” buyurunca; coşa gelip kalkarak sekseğe benzer bir oyun oynamış; Resulullah bu nedir diye sorunca da “Habeşîlerin hükümdarlarına yaptıklarını gördüğüm bir şeydir” buyurdu. Bu, ulaştıkları vecd lezzetiyle sûfilerin raksetmelerinin meşruiyetine de esas teşkil eder. (et-Terâtib)
    4 Temmuz 2012 Çarşamba
  • Sual: Zikr ve râbıtanın fâsıklara zarar verdiğini işittim. Dille yapılan zikr de böyle midir?
    Cevab: Önce itikadı ve ameli düzeltmek, sonra tasavvuf terbiyesine girişmek lazımdır. Aksi takdirde hâsıl olan bazı haller kişiyi felâkete sürükler. Burada kasdedilen tasavvufî zikr ve râbıtadır. Böyle olmayan zikrler, meselâ âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilen zikrleri söylemek; Allah dostlarını ziyaret ederek, hayatlarını öğrenerek, kitaplarını okuyarak ve onları düşünerek yapılan râbıta câiz ve faydalıdır.
    28 Temmuz 2012 Cumartesi
  • Sual: Zaman yolculuğu mümkün olsa, asr-ı saadette gidilirdi. Şu halde imkânsız denebilir mi?
    Cevab: Bu bir fen meselesidir. Maneviyatı yüksek olan zâtların, zaman yolculuğuna ihtiyaç duymaksızın, başka usullere müracaat ederek eskiler ile görüştüğü yaygın bir rivayettir. İmam-ı Rabbani, Mektubat’ta Reşehat'ta anlatılan bir hâdise münasebetiyle tayy-ı mekânın mümkün, ama tayy-ı zamanın mümkün olamayacağını ima ediyor.
    3 Eylül 2012 Pazartesi
  • Sual: Meselâ gıybet gibi bir günah için istiğfar söylerken günahını ve istiğfar ettiğini hatıra getirmek gerekir mi?
    Cevab: Günahı hatırlamak şart değil ise de, istiğfarı kalbde istiğfara niyet ederek söylemek lâzımdır. Aksi takdirde sadece zikr olur.
    11 Eylül 2012 Salı
  • Sual: Namazda huşû nasıl elde edilir?
    Cevab: Namazın farz, vâcib ve sünnetlerini iyice öğrenip tatbik etmeye çalışmak; ayrıca evliyâ hayatlarını okumak huşu hâsıl eder.
    30 Eylül 2012 Pazar
  • Sual: Evliyadan Ahmed bin Hanbel gibi bazısı, rüyasında Allahü teâlâyı gördüğünü bildirmektedir. Bu mümkün müdür?
    Cevab: Sıradan bir insanın dünyada Allahü teâlâyı baş gözüyle veya rüyada gördüm demesine itibar edilmez. Evliyânın rüyada Allahü tealayı görmesi, dünyâ ve âhiret görmeleri gibi değildir. Yani rü’yet değildir. Onlara şühûd hâsıl olmaktadır. Yani kalb gözü ile, misâlini görürler (Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî).
    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Selim Cihangir Han'a yazdığı üçüncü cild, 47. mektubunda kendisini fazlaca aşağı tutup, sultanı da fazlaca övmesindeki hikmet nedir?
    Cevab: Hindistan’da hüküm süren Gürgâniye Devleti’nin hükümdarlarını, Osmanlı padişahları kadar yüksek seciyeli zâtlar olarak görmek doğru değildir. İçlerinde dine ve insanlara hizmetleri kadar, daha ziyade muhitlerinin tesiri altında kalarak haksızlık yapanları da vardır. Ekber Şah’ın hâli ehline malumdur. Hindu asıllı eşinin ve vezirlerinin tesiriyle dinden çıkmış; hatta İslâmiyeti yasaklayarak din-i ilahî adında bir kurmuş; kendisini de ilahlık mertebesine yükseltmişti. Bunun oğlu Selim Cihangir, babası gibi değildi. Bununla beraber Şiî asıllı karısı ve vezirinin telkinleriyle Ehl-i sünnet mensuplarına çok sıkıntılar vermiş; hatta İmam Rabbânî’yi, kendisine secde yaparak selâm vermemesini bahane edip haksız yere üç sene Guvalyar Kalesi’nde hapsetmiştir. Bunun oğlu Şah Cihan babasından daha iyi bir hükümdar ise de, zevcesine olan aşırı aşkı, devlet işlerini yüzüstü bırakmasına sebep oldu. İsrafa varan harcamalarla zevcesi için Tac Mahal adlı muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Bu sebeple oğlu Âlemgir Evrengzib tarafından tahttan indirildi. Âlemgir, hem âlim ve fâzıl, hem de hem İmam Rabbânî’nin halifesinin halifesi Seyfeddin Fârukî’ye hürmetkâr idi. Buna rağmen, zâhir ulemasının reaksiyonundan çekindiği için Mektubat’ın okunmasını Hindistan’da yasaklamıştı.

    Bu devirde Hindistan’da gerek Hindular, gerekse Şiîler büyük güç ve nüfuz kazanmıştı. İmam Rabbânî’nin Ehl-i sünnet çizgisindeki faaliyetleri bunlar arasında büyük bir düşmanlık uyandırdı. Bu arada zâhir ulemâsının Mektubat’taki tasavvufî sembollere dair itirazları İmam Rabbânî ve talebelerine karşı bir muhalefeti güçlendirdi. Kendisini tekfir edenler bile oldu. Tam bu sırada bir Şiî âliminin öldürülmesinden o mesul tutuldu. İşte, İmam Rabbânî, bütün bu nâmüsait şartlar altında irşad faaliyetini yürütebilmek için, ilm-i siyasete çok riayet etmiş; icabında sultanlara karşı alttan almıştır. Mektubat’ta tarihin en haşin hükümdarlarından olan Emir Timur, Nakşî büyüklerine hürmeti ve başka hayırlı işleri bakımından “Timur mürd iman bürd” (Timur öldü, imanı veya emniyeti beraberinde götürdü) sözüyle övülür. Hakkında “Nakşî büyüklerine olan hüsnü zannı sebebiyle iman ile gitmiş olması umulur” denir. Böylece hâlihazırdaki sultanlar, büyük dedeleri övülerek ve onun Nakşî büyüklerine olan hürmeti dile getirilerek insafa davet edilmektedir. Kaldı ki bu husus da tarihi olarak problemlidir. Nitekim Şahı Nakşibendi'nin mürşidi Emir Külal'in torunu büyük dedesine dair menakıbnamesinde, Emîr Külâl’in Timur için dua etmekten çekindiğini ve onu Semerkant’ta ziyaret etmeyi reddettiğini söyler. (Menâkıb-ı Emîr Külâl-i Sûhârî, vr. 29b-31a)

    Emir Timur hakkındaki Mektubat’ta geçen bu söz Şah Nakşbend’e nisbet edilirse de, Şah-ı Nakşibend, Emir Timur’dan 16 sene evvel vefat etmiştir. Üstelik kendisiyle görüşmemiştir. Emir Timur, gençliğinde Emir Külâl’e hüsnü zan ederdi. Şah Nakşibend’in türbesinden geçerken halılarının silkindiği görüp, bereketlenmek için altından geçtiği rivayet olunur. Bu hüsnü zannın hâsıl ettiği manevî destek, Emir Timur’a büyük bir dünyevî şan ve şöhret kazandırmıştır. Emir Timur’un torunu Bâbür Şah ve bunun oğlu Hümâyun da Ubeydullah Ahrar ve halifelerinin muhibleriydi. Gürgâniyye sultanlarında inhiraf Ekber Şah ile başlamıştır. Şah Cihan, İmam Rabbânî’yi hapiste ziyaret edip, babasına ayaklanmak için desteğini istemişse de, İmam Rabbânî babasının az zaman sonra ölüp saltanatın kendisine kalacağını söyleyerek engellemiş; dediği gibi de olmuştur. Bu sebeple Şah Cihan ve halefi Âlemgir zamanında İmam Rabbânî ve müridleri rahat etmiştir.

    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Yunus Emre'yi tekfir etmiş midir?
    Cevab: Hayır. Yunus Emre’nin şathiyelerini okuyan dervişlerin men edilip cezalandırılmasını söylemiştir.
    24 Kasım 2012 Cumartesi
  • Sual: Ebu Hüreyre buyuruyor ki, “Resûlullahdan iki türlü ilim öğrendim. Bunlardan birini sizlere bildirdim. İkincisini söylersem, beni öldürürsünüz” Ebu Hüreyre bu sözü kime hitaben söylemiş ve niçin beni öldürürsünüz buyurmuştur?
    Cevab: Eshab-ı kirama ve tâbiîne hitaben söylemiştir. Bu sözde geçen ikinci tür ilmin mânâsı hakkında iki rivayet vardır: 1-Kıyâmet alâmetleri ve Eshâb-ı kiram arasında cereyan edecek muharebeler ve fitne; 2-Esrar-ı ilahiye, marifet ilmi. Bu hadis-i şerif umumiyetle tasavvufa delil olarak alınmıştır. (Tecrid Şerhi).
    17 Ocak 2013 Perşembe
  • Sual: Kur’an-ı kerimin manevî ahkâmı olduğunu gösteren hadis-i şerifler var mıdır?
    Cevab: İbni Mes’ud rivayet ediyor: “Kur’an-ı kerimde her bir âyetin hem zâhiri, hem de bâtını vardır”.
    17 Ocak 2013 Perşembe
  • Sual: Bir kimse, şeyhinin kendisini gördüğünü, duyduğunu, nerede ne halde olduğunu bildiğini söylese, her şeyi bilmek, görmek, duymak, Allah’ın sıfatı olduğu ve peygamberimize bile verilmemiş iken, böyle söyleyene ne lâzım gelir?
    Cevab: İnsanın hâlihazırdaki halleri gayp değildir. Bunu kamera ile bile tesbit etmek mümkündür. Hatta Allah bazı insanlara böyle kabiliyetler verebilir. Cinler vasıtasıyla da haber alabilir. Bunu bilmek gaybı bilmek demek değildir. Bir üstünlük de sayılmaz. Böyle bir kimse şizofreni de olabilir. Müridlerin şeyhlerine hüsnü zannı fazla olabiliyor. Böyle bilmesi, belki yanlış yapmaktan daha çok sakınmasına sebep olabilir.
    17 Ocak 2013 Perşembe
  • Sual: Evliyanın himmeti ne demektir?
    Cevab: Himmet, gayretini arttırmak mânâsına gelir. Evliyanın himmeti, bir işin tahakkuk etmesi veya etmemesi için teveccühünü teksif etmesi demektir. Himmetü’r-ricâl takla’ul-cibâl (Büyüklerin himmeti, dağları yerinden oynatır), hadis-i şeriftir.
    18 Mayıs 2013 Cumartesi
  • Sual: Bir kimsenin, ölmüş bir kimseyi rüyada veya uyanıkken diri olarak görmesi, ayrıca cinleri veya melekleri görmesi hak mıdır?
    Cevab: Süyûtî’nin el-Mütekaddim ve İbni Hacer’in Fetâvâ kitaplarında diyor ki: Ölüleri iyi veya kötü hâlde görmek, Cenâb-ı Hakkın bazı kullarına ihsan ettiği bir keşiftir, kerâmettir. Dirilere müjde vermek, va’z (nasihat) olmak, yahud ölüler için hayırlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir. Ölüleri görmek daha çok rüyâda olmaktadır. Uyanık iken görenler de vardır. Evliyâ için, hâl sâhibleri için kerâmettir.
    Müminlerin ruhları İlliyyîn denilen makamda, kâfirlerin ruhları Siccîn denilen yerdedir. Her ruh, cesedine bilinmeyen bir hâlde bağlıdır. Bu bağlılıkları, dünyadaki bağlılıklar gibi değildir. Rüyâ gören kimsenin gördüğü şeylere olan bağlılığı gibidir. Fakat ölülerin cesedlerine ve başka şeylere bağlılıkları, rüyâ görenin bağlılığından çok kuvvetlidir.
    Ruhların kendi cesedlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Meyyit kabirden çıkarılıp başka kabre konursa, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. Beden çürüyüp, toprak maddeleri, sıvıları ve hâsıl olan gazları dağılınca, bu bağlılık yine bozulmaz.
    Ölülerin, (mümin iseler) İlliyyîn’deki veya (kâfir iseler) Siccîndeki ruhları, arasıra yanî Allahü teâlâ dileyince mezarlarındaki cesedlerine geri verilirler. En çok Cum’a geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. Cennetlik olanlar, nimetlere kavuşur. Azâb görecekler, azâb olunurlar. Ruhlar, İlliyyîn’de veya Siccîn’de iken, cesed olmaksızın da, nimetlenir veya azâb çekerler. Kabirde ise, ruh ve cesed birlikte nimetlenir yahud azâblanır.
    Ruhun İlliyyîn’de olduğu hâlde, bedene bağlanmasına ve tasarruf yapmasına izin verildiğini İbni Asâkir’in, Abdullah ibni Abbas’tan ve İbni Adînin hazret-i Alî ibni Ebî Tâlib’den haber verdiği şu hadîs-i şerîf de göstermektedir: Resûlullah aleyhisselâm, Ca’fer Tayyâr hazretleri şehid olduktan sonra buyurdu ki, “Bir gece Ca’fer yanıma geldi. Yanında melek vardı. İki kanatlı idi. Kanatlarının uçları kana boyanmış idi. Yemen’deki Bîşe denilen vâdinin ahâlisine yağmuru müjdelemeye gidiyorlardı.”
    İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye Kitâbü’r-Rûh’da diyor ki: Ruhun hâli, kuvvetli ve zayıf ve büyük ve küçük olduğuna göre değişmektedir. Büyük ruhlar için olanlar, başka ruhlar için olmaz. Dünyada da ruhların, kuvvetli, zayıf, süratli olduklarına göre başka başka hâlleri olduğu bilinmektedir. Bedenin esâretinden, bağlılığından ve tasarrufundan kurtulan ruhların kuvvetleri, nüfûzları, himmetleri, süratleri, Allahü teâlâya ve madde âlemine taallukları, bedene bağlı olan ruhlar gibi elbette değildir. Ruhun kendisi yüksektir, temizdir, büyüktür, yüksek himmet sahibidir. Bedenden ayrıldıktan sonra, daha başka olur. Başka şeyler yapabilir. İnsanların öldükten sonra ruhları, rüyada görülüp öyle şeyler yapmışlardır ki, diri iken, bedene bağlı oldukları zaman bunları yaptıkları görülmemiştir. Bir kişi veya iki kişi veya birkaç kişinin, büyük bir orduyu mağlub etmesi çok görülmüştür. Bu söylenenler, Nâzi’ât sûresinin 5. âyetinin tefsîrinde, Beydâvî’nin “Evliyânın ruhu bedenden ayrılınca, melekler âlemine gider. Oradan Cennet bahçelerinde dolaşır. Bedenine de bağlılığı kalıp, tesir eder” sözüne uygundur.
    Şu halde kaynaklar, tasavvuf terbiyesinden geçmiş, kalb gözü açılmış bir kimsenin ölmüş veya diri kimseleri, cin, şeytan ve melekleri bedende görebileceğini söylemektedir. Ruh sağlığı yerinde olmayan kimselerden de benzer haller ortaya çıkabilir. İkisini iyi ayırmak gerekir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Evliyanın kerâmetinin hak olduğunu biliyorum. Evliya zâtın gelecekten haber vermesi hâlinde, yanılma ihtimali var mıdır?
    Cevab: Gaybı ancak Allah bilir. Allah dilerse kullarına da bildirir. Bu takdirde o kimsenin yanılması düşünülemez. Ancak bu bilgi keşf yoluyla geldiği için, evliyanın istidadı nisbetinde rümuzları yanlış anlamış veya ifade etmiş olabilir. Allah katında zaman olmadığı için, keşfin zamanını bilemez, yanlış zamana tabir edebilir. Bu bakımdan âlimlerin ictihadı, yanlış olmak ihtimaline rağmen başkaları için hüccettir; evliyânın keşfi ancak şer’î hükümlere uygun düşerse kabul edilir; ama kimse için hüccet değildir; yalnızca keşf sahibi için hüccet teşkil eder.
    30 Ağustos 2013 Cuma
  • Sual: İlham ve keşf, şer’î delil midir?
    Cevab: İlham, kalbe feyz yoluyla, yani kesbî olmayarak gelen mânâlardır. Sünühât da denir. Berika’da der ki: Gazâlî, Sevrî ve İbrâhîm bin Edhem gibi tasavvuf büyüklerinin çoğu derin âlim ve müctehid idiler. Kutb-i irşâdların hepsi böyle idi. Hadîs-i şerîfde, “İlim üstâddan öğrenilir” (Buhârî) buyuruldu. Ma’rifet ise, keşf ve ilhâm ile hâsıl olur. İlim, keşf ile, ilhâm ile hâsıl olmaz. İlmin kaynağı Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerdir. Hadîka’da da der ki: İlahî marifetler ve rabbânî hakikatler, keşfle ve ilhâm ile hâsıl olur. Hocadan öğrenilmez. Bütün şer’î bilgiler ise, üstâddan öğrenmekle elde edilir. Şer’î bilgiler, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzûm olmazdı. Evliyânın keşfinde hatâ etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihâdda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Belki hatâ edene de bir derece sevâb verilir. Yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatâlı işlerde sevâb verilir. Evliyânın yanlış keşflerine uyanlara, sevâb verilmez. Çünki ilhâm ve keşf, ancak sahibi için seneddir. Başkalarına sened olamaz. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için seneddir. İmam Rabbânî, “Keşfte hatâ, çok olur” buyurmaktadır.

    Peygamberlere gelen ilham, ya vahydir veya sünnet olarak tezâhür eder. Bunun dışında kalan ilhamlar, yani evliyâ denilen kimselere gelen ilhamlar, başkası için hüccet olmaz. Bunlardan şer'i esaslara aykırı olmayanları, sadece ilham sahibi için delildir. Bu hususun tesbiti de bir ictihad sayılır. İlham çoğu zaman zayıf kıyasların, zayıf istishabların, hatta zayıf hadîslerin çoğundan daha kuvvetli görülmüştür. Nitekim "Ey iman edenler! Eğer Allah'an korkarsanız, O size iyi ile kötüyü ayırd edecek bir ma'rifet ve nur verir" meâlindeki âyet-i kerime (Enfâl: 29) ve "Mü'minin firâsetinden sakının, çünki o Allah'ın nuruyla bakar" hadîs-i şerifi (Tirmizî, Tefsirü Sûreti’l-Hicr) ilhamın meşruluğuna delâlet edebilir. İlham da şahâdet-i vicdanda olduğu gibi zâhirî bir delil bulunmadığı zaman hukukî bir kıymet taşır. (Şâtıbî, Muvâfakat)

    Şu halde ilham, keşf, gâibden ses işitmek, şer’î delillerden değildir. Ancak Berika’nın da dediği gibi, bir delil ile sâbit olan şeyin teyidinde hüküm ifade eder. Nitekim bir meselenin hallinde iki delil teâruz ederse, karşı karşıya gelirse, bunların tercihinde veya bir delilin sahih olup olmadığında ilhâm hüküm ifade edebilir. İmam Rabbânî hazretleri, namazda imamın arkasında fâtiha okuyup okumama meselesinde kalbinin bir türlü yatmadığını, bunun için hep imam olduğunu, sonra meselenin doğrusunun kalbine ilham edildiğini bildirmektedir. Hakîm Alî Tirmizî der ki, “Yaşım ilerledikçe, ilmim, amelim ve mücâhedem arttığı hâlde, gençliğimde kavuşmuş olduğum nurları, tesirleri kendimde bulamaz oldum. Sebebini bir türlü anlayamadım. Gençlik zamanım, Resûlullah’ın zamanına daha yakın olduğu için, o zamandaki hâlin daha üstün olduğu, kalbime ilhâm edildi.” (Merecü’l-Bahreyn).
    25 Ekim 2013 Cuma
  • Sual: Nefsin istediklerinin tam zıddını yapmak çok zordur. Nefsi yenmenin en kolay yolu nedir?
    Cevab: Allah dostlarını, Allah’ın sevgili kullarını sevmek; onların hayatlarını ve kitaplarını okumak; onlar gibi olmaya çalışmaktır.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Namaz içinde bir evliyayı düşünmek, onun sevgisini kalbine getirmek böyle düşünmek caiz mi? Yani namazı böyle kılmak caiz mi?
    Cevab: Buna tasavvufta râbıta-ı telebbüsiyye derler. Ehli için faydalı olur demişlerdir
    27 Mayıs 2014 Salı
  • Sual: Bazı tarikatlerin cehrî (açık) zikire bid’at denmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Kur’an-ı kerimde mealen, “Allahı sessizce ve gizlice zikredin” buyurulmaktadır. Bu sebeple bazı tarikatlerde cehrî zikr bid’at olarak görülmüştür.
    27 Mayıs 2014 Salı
  • Sual: Dünyayı sevmemenin, âhireti sevmenin formülü nedir?
    Cevab: Allah dostlarını sevmek.
    12 Haziran 2014 Perşembe
  • Sual: Şems-i Tebrizî’nin babası Mecûsî midir?
    Cevab: Babasının İsmâilî mezhebinde iken Sünnîliğe girdiği söylenirse de, doğru değildir. Sünnî bir Müslüman idi.
    20 Ağustos 2014 Çarşamba
  • Sual: Birçok evliya ve ehl-i tasavvufun nefis terbiyesi için uzlete çekilmesi ve çile çekmesi Peygamberimizin ‘İslâmda ruhbanlık yoktur’ hadisi ile bağdaştırılabilir mi?
    Cevab: Ruhbanlık, hiç evlenmeyip, kendini dünyevî zevklerden uzak tutmak demektir. Uzlet ise sünnettir.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Abdülhakîm Arvasî’nin, "Ben bir seyyidim. Bu demektir ki Türk değilim. Ama yeryüzünde bütün Türkler silinse, üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa gene biri ben olurdum. Son Türk kalsa da o gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa bugünkü mânâda İslâmiyet olmazdı” diye bir söz söylemiş midir?
    Cevab: Tek parti devrinin sıkıntılı zamanlarında, Hicaz’dan bir vesileyle gelen akrabaları, kendisini Hicaz’a davet etmişler; “Burada sizin kıymetinizi bilmiyorlar; Hicaz’a gelin, hizmetinizde bulunmakla şereflenelim” dediklerinde, “Yaşanacak yer Türkiya’dır. Zira Ehl-i sünnetin kuvvetli olduğu yerdir. Esasen Hicaz’da bulunsaydım, buraya gelmekliğim icab ederdi” diye cevap vermiştir. Osmanlıları çok sever; İslâmiyete yaptığı hizmetleri her zaman överdi. Sualdeki ifade ise mantık ve belâgata aykırıdır. Zaten bu sözü rivâyet eden zâta bizzat sorduğumda, şimdilerde nakledilenden farklı bir manada söylemiştir.
    8 Temmuz 2015 Çarşamba
  • Sual: Toplu halde veya sesli yahud sessiz zikr, Hazret-i Peygamber zamanında da tatbik edilmiş midir?
    Cevab: Tarikatlerdeki zikr vazifeleri, bu hâliyle sonradan tertip edilmiştir. Ancak bunların hepsi bir sünnete istinad eder. Nihayet zikr, nâfile bir ibâdettir. Bir insan dilediği kadar nâfile ibâdet yapabilir. Hangi müride ne kadar zikr verileceği ise, tasavvuf mütehassıslarının yılların tecrübesi ve manevî müktesebatıyla tayin ve tensib edeceği bir şeydir.
    8 Temmuz 2015 Çarşamba
  • Sual: İmam Rabbanî hazretleri bir mektubunda cüllab içince halsiz düştüğünü söylüyor. Bunun sebebi nedir?
    Cevab: İmam Rabbânî hazretleri inkıbaz rahatsızlığı için ilaç olarak cüllâb (gülsuyu) içiyor. Bu da ishal yapıyor. Bundan dolayı halsiz düşüyordu.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Bir makalenizde “Mürşid-i kâmiller ictihad makamında olmalarına rağmen, ictihad etmemiştirler” demişsiniz. Müctehidin kendi ictihadıyla amel etmesi vacip olduğu için, müctehid müctehidi taklid edemez diye biliyorum. Ne dersiniz?
    Cevab: Müctehid, bir meselede ictihad etmişse mutlaka buna uymalıdır. Zaruret olmadan başka müctehidi taklid edemez. Ama ictihad etmemişse başka müctehidi taklid edebilir. 4. asırdan sonra gelen pek çok âlim, ictihad makamına yükseldiği halde, maslahat sebebiyle ictihad etmeyerek dört mezhebden birini taklid etmiştir. Mezheb içinde ictihadda bulunmasına mâni yoktur.
    16 Şubat 2016 Salı
  • Sual: Peygamberimizin maneviyatını incitmemek için âriflerin Tebbet suresini okumayı men ettiği doğru mudur?
    Cevab: Bu sure, Hazret-i Peygamber’in imana gelmeyen amcası Ebu Leheb için nâzil olmuştur. Ebu Leheb’in kızı Dürre Müslüman olmuştu. Bazıları kendisinin yüzüne karşı alay veya incitmek niyetiyle bu sureyi okuyunca, üzülmüş; amcazadesi olan Resulullah’a şikâyette bulunmuştu. Resulullah da “Dürre bendendir; ben ondanım. Beni seven onu sever; onu üzen, beni üzer” buyurdu. Bunun üzerine sahabe-i kiram, peygamberimizi üzmemek endişesiyle bir müddet Tebbet suresini hiç okumadılar. Ehli beytten bir zâtın bulunduğu bir cemaatte, imam olun kimsenin, sırf bu zâtın üzülmemesi için Tebbet suresini okumaması belki bir incelik olarak görülebilir. Ama bunu âdet edinmek mahzurludur. Bugün bunun okunmaması gerektiği sözünün, Şiîler tarafından yayılması muhtemeldir.
    19 Mart 2017 Pazar
  • Sual: Tekke ve tasavvuf edebiyatında olan şathiyelerin dinen bir mahzuru var mıdır?
    Cevab: Bunlar cezbe halinde ise yoktur. Ancak aklı başında iken bunlara zahiri mana vermek mahzurludur.
    6 Mayıs 2017 Cumartesi
  • Sual: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri için Şâfiî mezhebli, Hanefî meşrebli ifadesi ne manaya geliyor?
    Cevab: Mezhebi Şâfiîdir; Hanefî’nin şartlarını da gözetir.
    2 Temmuz 2017 Pazar
  • Sual: Evliyanın kerametini inkar etmek veya keramete inanmamak bir müslümanı Ehli Sünnet dairesinden çıkarır mı?
    Cevab: Evet. Ama müşahhas bir hadisenin keramet olduğunu kabul etmemek böyle değildir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Tasavvufî metinlerde ve divan edebiyatında geçen İskender’in aynası nedir?
    Cevab: İskender'in aynası, âyine-i âlem-nümâ (cihanı gösteren ayna) olarak da bilinir. Hakkında çeşitli rivayetler mevcuttur. Bunların birçoğu efsanedir. Büyük İskender, İskenderiye şehrini kurduğu zaman, orada bulunan hakimlerden Belinas, Hermis ve Valines bir ayna yapmışlar ve yüksek bir yere koymuşlar. Güya bu aynada oraya gelmekte olan gemiler daha bir aylık yolda iken görülebilirmiş. Eğer gelen düşman gemisi ise bu aynadan güneş ışığı aksettirilerek daha uzaktayken yakılabilirmiş. İskender tarafından hocası Aristo'ya yaptırıldığı da rivayet edilir. Bu aynanın bir gece, bekçileri uyurken çalınıp denize atıldığı söylenir. Bu aynanın Hind hükümdarı Kayd tarafından İskender'e hediye edilen dört kıymetli eşyadan biri olduğu söylenir. Yuvarlak (top ayna) ve düz olduğu hakkında ihtilâf bulunan bu aynanın iki tarafı da gösterirmiş. Arka yüzüne yalancılar baktığı zaman görüntü vermezmiş ve İskender de kimin yalan söylediğini bu ayna vasıtasıyla anlarmış. Çünkü aynanın arka yüzü yalancıların görüntüsünü kabul etmezmiş.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin 1300 çiftliği olduğu ve her birinde 3000 işçi çalıştığı rivayet ediliyor. Doğru ise bir Allah adamının böyle zengin olması olacak şey midir?
    Cevab: Doğrudur. İslâmiyette zengin olmak değil, dünyaya düşkün olmak yasaklanmıştır. Para, cepte olmalıdır; kalbde değil. Mal, çoluk çocuk, ilim, makam mevki de böyledir. İbrahim, Davud, Süleyman peygamberler çok zengindi. Eshab-ı kiram içinde Hazret-i Osman, Abdurrahman bin Avf gibi çok zengin zâtlar vardı. Hele âhir zamanda insan dinini, canını ve ırzını ancak para ile koruyacağını hadis-i şerifler bildirmektedir.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Âlimlere, tarikat ve tasavvuf önderlerine hürmet nasıl olmalıdır? El etek öpmek var mıdır?
    Cevab: Her millette hürmet, örf ve adetlere göre tayin edilmiştir. Bir topluluğun örf ve âdetinde hangi kaideler varsa, büyüklere o şekilde hürmet gösterilir.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Alvarlı Efe hazretlerinin efe lakabı nereden geliyor?
    Cevab: Efendinin kısaltılmışıdır.
    15 Nisan 2018 Pazar
  • Sual: Evliyalıkta yükselebilmek, için bir edebi bile terk etmemek lazım gelirken, bid’at inanışla nasıl müctehid olunuyor?
    Cevab: Müctehidlikle evliyalık birbirinden farklı şeylerdir. Bid’at ehlinden olan bir kimsenin büyük bir âlim olması mümkündür. Nitekim Zemahşerî, Kadı Abdülcebbar, Zâhidî gibi Mutezile âlimleri, amelde Hanefî oldukları için, görüşleri zaman zaman Hanefî mezhebinde hüccet kabul edilmiştir. (İbni Âbidîn)
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin bazı mektublarında birbiriyle zıt ifadeler var. Bunun sebebi ne olabilir?
    Cevab: Farklı zamanlarda yazılmıştır. Seyrü sülûk esnasında bazı fikirleri değişmiştir. İlimle meşgul olanlar, ilimleri arttıkça, önceki fikir ve görüşlerini de değiştirirler. Bundan tabii bir şey olamaz.
  • Sual: Dünya işlerinde darlığa düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz, hadis-i şerifini nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Kabir ehlini vasıta yaparak dua edilir; Allah doğrusunu ilham eder.
    24 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Osman Gazi’nin kayınpederinin mensubu olduğu Vefâiyye tarikatinin Şiî olduğunu okudum. Ne dersiniz?
    Cevab: Vefâiyye tarikati, Ebu’l-Vefa adında 501/1107 tarihinde Bağdad’da vefat etmiş bir Ehl-i sünnet âlimi ve velisine bağlanır. Irak, Suriye ve Anadolu’da yayılmış; bazı konar-göçer Türkmen aşiretleri arasında da intişar etmiştir. Sonraki asırlarda isyan ederek Selçukluları felakete sürükleyen Baba İlyas gibi bazı şahısların bu tarikate mensup olup Ehl-i sünnet yolundan ayrıldığına dair bazı tarihî rivayetler varsa da, bu, Vefaiyye’nin ve de Şeyh Edebali’nin Şiî oluğunu göstermez. Kurucusunun adı Osman olan ve içlerinde iki de Bayezid (yani Muaviye) bulunan Osmanlıların başta Şia olduğunu, Yavuz Sultan Selim’den sonra siyaset icabı Sünnîleştiğini söyleyen ve yazan ahmaklara inanmayın.
    14 Eylül 2019 Cumartesi
  • Sual: Tasavvuf tarihini doğru şekilde anlatan bir kitap tavsiye edebilir misiniz?
    Cevab: Reşahat, Tezkiretü’l-Evliya, Nefehatü’l-Üns, Müzekki’n-Nüfus, Mektubat-ı Rabbani, Risale-i Hâlidiyye, Kimya-i Saadet, Riyadu’t-Tasavvufiyye.
    15 Şubat 2020 Cumartesi
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder