Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“Cihad-Emri Maruf”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Bir Müslümanın kâfirlere domuz eti ve şarap satması caiz midir?
    Cevab: Dârülislâmda müslümana ve kâfire domuz eti, leş, şarap satamaz. Çünkü Müslüman için bunlar mal değildir. Dârülharbde bunları kâfire satmak İmam Ebu Hanife’ye göre câiz ise de, iş haline getirmek müslümana yakışmaz.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual:

    Eti yenen ve yenmeyen hayvanlar hangileridir?

    Cevab:
    HELÂL ET MESELESİ: Bir etin helâl olması, hayvanın eti yenen hayvanlardan olup olmasından başka, hayvanı kesen ve kesim şekli ile de alâkalıdır. Eti yenen hayvanlar usulüne uygun bir şekilde kesilirse, eti ve her şeyi helâl olur. Eti yenmeyen hayvanlar usulüne uygun şekilde kesilirse, etinden başka her şeyi helâl olur. Domuz ve köpek müstesnadır.


    Eti yenen-yenmeyen hayvanlar

    Domuz ve köpek eti ittifakla helâl değildir. Avını köpek dişi ile veya pençesi ile yakalayan hayvanın eti de helâl değildir. Dolayısıyla arslan, kaplan, kurt, fil, ayı, kedi gibi yırtıcı hayvanlar ile pençeli olup başka kuşlara saldıran kartal, atmaca, şahin, doğan, pençesizlerden de leş yiyen çaylak, akbaba, leş kargası gibi yırtıcı kuşlar helâl değildir. Ancak Mâlikîlere göre dört ayaklı yırtıcı hayvanlar kerahetle helâldir. Kirpi, gelincik, tilki, sırtlan, samur Şâfiî’de helâldir. Kirpi, köstebek, yılan Mâlikî’de helâldir. Tilki ve sırtlan Hanbelî’de helâldir, kirpi Hanbelî’de helâl değildir. Çakal Şâfiî’de de haramdır. Kırlangıç, hüdhüd (ibik kuşu), yarasa, baykuş, papağan, tavus kuşu, saksağan [penguen] helâldir. Bunlar Şâfiî’de helâl değildir. Leş kargası yenmez. Ekin kargası ve kara karga Hanefî ve Mâlikî’de helâldir. Güvercin, turna, toy, bülbül, keklik, bıldırcın, sığırcık, serçe helâldir. Leylek helâl olmakla beraber insanlar bunu yemeği hoş görmezler.

    Deniz mahsullerinden balığa benzeyenleri yemek câizdir. Midye, karides, istakoz, ahtapot, kalamar gibi balığa benzemeyenleri yemek helâl değildir. Timsah ve kurbağa hariç hepsi Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî’de helâldir. Hem suda, hem karada yaşayan yengeç, kunduz, kurbağa [fok, su samuru] gibileri Hanefî ve Şâfiî’de helâl değildir. Mâlikî ve Hanbelî’de helâldir; bunlardan kaplumbağa gibileri kesilerek yenir; yengeç gibi akar kanı olmayanlar balık gibi tutulup yenir. Timsah dört mezhepte de helâl değildir.

    Karada, suda yaşayan haşaratı yemek helâl değildir. Meselâ, kertenkele, kaplumbağa, yılan, kurbağa, arı, pire, bit, sinek, akrep, midye, yengeç, fare, köstebek, kirpi, sincap yemek helâl değildir. Bütün kara haşereleri Mâlikî’de kerahetle câizdir. Çekirge ittifakla helâldir. Ancak Mâlikî’de kendiliğinden değil, dışarıdan bir müdahale ile ölmüş olması gerekir.

    Sığır (inek, öküz, manda), davar (koyun, keçi), deve, kümes hayvanları (tavuk, ördek, kaz), yabanî eşek (zebra), tavşan, zürafa, geyik, yaban sığırı, yaban keçisi helâldir. At eti İmam Ebu Hanife’ye göre tenzihen mekruhtur. Diğerlerine göre helâldir. Ehlî eşek ve katır yenmez. İki ayrı cins hayvanın yavrusu anasına tâbidir. Mâlikî ve Şâfiî’de biri ehli, diğeri vahşi iki hayvanın yavrusu yenir.

    Kendiliğinden ölen hayvan helâl değildir. Ölmek üzere olup usulünce kesilen hayvan helâldir. Ava atış yapıp bu darbe ile ölen hayvan helâldir. Balık ve çekirge kendiliğinden ölse bile helâldir.


    Hayvanın kesim usulü

    Hayvanın boğazında merî denilen yemek borusu, hulkûm denilen hava borusu ve evdâc denilen iki yanda birer kan damarı vardır. Bu dört borudan üçü bir anda kesilmelidir. İmam Ebu Yusuf’a göre mutlaka yemek, nefes ve şah damarından biri kesilmelidir. Hayvanı yalnız ensesinden kesmek câiz değildir. Şâfiî ve Hanbelî’de yalnızca nefes ve yemek borusu kesilir. Mâlikî’de nefes borusu ile iki şah (boyun) damarını kesmek gerekir. Başı tamamen kesilen hayvan dört mezhepte de kerahetle helâldir. Hayvan kesildiği zaman boğaz çıkıntısı başta kalırsa helâldir; vücud tarafında kalırsa Hanefî ile bazı Mâlikîlere göre helâl, Şâfiî ve Hanbelî ile Mâlikîlerin ekseriyetine göre helâl değildir.

    Hayvan ensesinden kesilip nefes borusunu keserken canlı ise Hanefî ve Şâfiî mezhebinde helâl olur. Mâlikî mezhebinde ensesinden kesilen hayvan hiç helâl olmaz.

    Kesmeyip de, bir yerine bıçak saplayarak, ensesine ve alnına vurarak veya boğarak veya ilaçlayarak, elektrikleyerek öldürülen kara hayvanları leş olur. Bunları yemek helâl değildir.

    Su içinde kendiliğinden ölüp, karnı üst tarafta duran balık helâl değildir. Bunun dışında ağ ile, saçma ile, ilaç ile, sarsıntı ile ölen her balık helâldir.


    Hayvanı kesen kimse

    Müslümanın veya Ehl-i kitabın (Yahudi ve Hıristiyanların) Allah’ın ismini veya bir sıfatını, herhangi bir lisan ile söyleyerek kestiği hayvan helâldir. Besmele unutulursa helâl olur. Besmelenin kasden terk edilerek kesilen hayvan Hanefî’de helâl değildir, Şâfiî’de kerahetle helâldir. Mâlikî mezhebinde, Besmelesi unutulan da helâl değildir. Av hayvanını da yakalarken besmele çekilmezse veya avı Müslüman veya Ehl-i kitap olmayan biri yakalarsa bunun eti helâl değildir. Ancak böyle tutulan balık helâldir. Kesen müşrik, putperest, ateist ve mürted ise kestiği hayvan hiç helâl değildir. Yedi yaşından küçük çocuğun, delinin ve sarhoşun kestiği de helâl değildir. Şâfiî’de kerahetle helâldir.


    Hayvanı keserken besmele

    Allah’tan başkası için kesilen hayvan yenmez. Makam sahipleri bir yere gelince şerefine kesilen hayvan yenmez. Çünki Allah’tan başkası için hayvan kesmek olur. Keserken Allah’ın ismini söylese de yenmez. Eğer gelene yedirmek için kesilirse helâl olur. Ehl-i kitabın Allah’ın değil de, İsa veya Uzeyr Peygamber’in ismini söyleyerek kestiği hayvan yalnızca Mâlikî mezhebine göre kerahetle helâldir.

    Arapça bildiği halde, besmeleyi başka lisan ile söylemek câizdir.

    Bir hayvana söylenen tekbir ile başka hayvan kesilemez. Tekbirin kesen tarafından söylenmesi lâzımdır. Bıçağa yazmak olmaz.

    Besmele ile gönderilen av köpeğinin ve doğan kuşunun yakalayıp ısırarak yaralayıp öldürdüğü av hayvanı helâldir. Diri getirdikleri av hayvanını kesmek lâzımdır. Köpeğin, yaralamayıp boğduğu ve yaralayıp etinden yediği av yenmez.


    Hayvanın yenmeyen yerleri

    Kurbanın ve eti yenen her hayvanın yedi yerini yemek haramdır. Bunlar, akan kan, bevl âleti [zekeri], hayaları [koç yumurtası], bezleri [guddeleri], safra kesesi, dişi hayvanın önü ve bevl kesesi [mesâne]. Gudde herhangi bir hastalık sebebiyle deri ile et arasında meydana gelen sertleşmiş ez bezeleridir.

    Hayvanı usulünce kesmek veya av hayvanı ise vurmak suretiyle hayvan temiz olur. Yemesi helâl ise yenir. Eti yenen hayvanlardan kendiliğinden ölenler leş olur. Eti yenmez ise de, kılı, kemiği, dişi temizdir. Derisi tabaklanınca temiz olur. Eti yenmeyen hayvan usulüne uygun kesilince yalnız derisi temiz olur. Domuz ve yılan derisi tabaklansa bile temiz olmaz. Domuzun hiçbir yerinden istifade edilemez. Hanefî ve Mâlikî’de kılı ayakkabı dikişinde kullanılabilir. Şâfiî’de köpeğin de derisi tabaklansa bile temiz olmaz.

    Helâl et ile helâl olmayan et beraber aynı çömlekte pişirilirse yenmez. Deniz hayvanlarından yemesi câiz olmayanlar temizdir. Helâl et beraber pişirilirse, deniz mahsulleri ayırılıp kalan kısmı yenir. Balığın içi yenmez; ama salamura ise veya böylece pişirilmiş ise temizlenip kalanı yenir. Eti yenmeyen hayvanın kesildiği bıçak ile kesilen veya böyle etin doğrandığı tahta üzerinde doğranan helâl et yıkanır veya ateşte pişirilirse temiz olur. Haram etin kızartıldığı ızgara üzerinde helâl eti kızartmak câizdir. Çünki ateş temizleyicidir. Tavuk tüyleri yolunmadan ve içi temizlenmeden kaynar suya atılıp 20-25 saniye bekletilirse necis olur ve yenmez. Çünki içindekilerle beraber pişer ve içindeki necaset derisine akseder. Ancak kaynar olmayan sıcak suya atılırsa, eti helâl olur, ancak tüyleri yolunup içi boşaltıldıktan sonra derisini soğuk suyla yıkamak gerekir. Et şarap ile kaynatılırsa necis olur, yenmez. Üç kere temiz su ile kaynatıp her birinde soğutulursa temiz olur denildi.

    Müslüman kasaptan alınan bir etin, nasıl kesildiği bilinmiyorsa, helâl olmak ihtimali varsa, yani kesenler Müslüman-Ehl-i kitap ve müşrik-mürted karışık ise, yemek helâl olur. Harâm olduğu görerek veya âdil bir müslümanın haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse yenmez. Fakat sorup araştırmak lâzım değildir. Ehl-i kitabın dârülharbde kesmiş oldukları aksi sâbit olmadıkça helâl ve temiz kabul edilir. Ehl-i kitap olmayanın etli yemeklerini yemek onların kestiği kat’î bilinmediği için kerahetle câizdir. Böyle kasaptan alınan etler de kerahetle helâldir. Çin gibi Budist veya Küba gibi komünist memleketlerde satılan etin, Müslüman veya ehl-i kitap olmayan biri tarafından kesildiği yahud leş olduğu bilinmedikçe, alınıp yenmesi câizdir. Çünki burada Ehl-i kitap ve Müslümanlar da yaşamaktadır.

    4 Kasım 2010 Perşembe
  • Sual: İslâmiyetten haberi olmayan Yahudi, Hıristiyan ve putperestlerin âhirette gideceği yer hususunda Müslüman kaynakları ne söylemektedir?
    Cevab:

    “Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz” mealindeki âyet-i kerimeleri (İsrâ: 15, Kasas: 59) nazara alan İmam Eş’arî, kendilerine peygamber gönderilmeyen gayrımüslimlerin ehl-i necat olduğunu, yani cehenneme gitmeyeceklerini söylemiştir. Çünki İmam Eş’arî, Şâfiî usulüne tâbi olduğu için, ibarelere çok ehemmiyet vermektedir. Ama aklî delillere ve şeriat sahibinin maksatlarını ön planda tutan İmam Mâtüridî, bunu gayrımüslimlerin peygamber gönderilmedikçe ibâdetten mesul tutulamayacağı mânâsına hamletmiş; Hazret-i İbrahim’in Kur'an-ı kerimde anlatılan yıldızlara, sonra aya, sonra güneşe bakarak, hepsinin battığını, o halde bunları böyle hareket ettiren ve asla batmayan (yok olmayan) bir yaratıcının bulunduğunu anlamak gerektiğini bildiren kıssasına (En’am: 76-78) bakıp, insanların aklıyla bir yaratıcının varlığını bulmaya muktedir olduğunu, o halde aklıyla bir yaratıcının varlığını bulamayanların ehl-i necat olmadığını söylemiştir.

    Ehl-i necat demek, cehenneme gitmez demektir. Peki nereye gider? Onu ikisi de söylemiyor. Bu hususta sonra gelenler tarafından çok farklı söylenmiştir. Bazıları cennete girer demiştir. Bazıları A’raf’ta, yani cennet ile cehennem arasında bir yerde kalır demiştir. Muhyiddin Arabî gibi bazıları, kıyamet günü Hazret-i Peygamber onları dine davet eder; kabul eden cennete, etmeyen cehenneme gider demiştir.

    Müşriklerin küçükken ölen çocukları için de bazıları “Her doğan, müslüman fıtratı üzere doğar” hadîs-i şerîfi gereği cennete gider dedi. Bazıları “Rabbimden müşrik çocuklarının cennette müminlere hizmetkâr olmasını diledim. Rabbim kabul etti. Çünki onlar babaları gibi müşrik değildir. Önceki misaktadır (yani ezelde verdikleri iman sözü üzeredir)” hadîs-i şerîfi gereğince cennette müslümanlara hizmetçi olur dedi. Bazıları Cennet ve Cehennem arasında kalan A’raf adlı yerdedir dedi. Bazıları, ilm-i ilahîde âkıl ve bâliğ oldukları zaman mümin olacağı belli ise cennete, değilse cehenneme gider dedi.  Bazıları anne ve babalarına tâbi olarak cehenneme gider dedi. Nitekim Hazret-i Hadice, Hazret-i Peygamber’e Câhiliye devrinde ölenlerin çocuklarının hâlini sorduğu zaman “Onlar ateşdedir” cevabını almıştı. Bazıları Allah’ın dilediği yerdedir dedi. Bazıları âhirette imtihan olunur ve mihnet çekerler dedi. Bazıları hayvanlar gibi toprak olurlar dedi. Bazıları ise sükûtu tercih etti. Bütün bunlar İmam Süyûtî’nin Tevşîh adlı eserinde zikredilmektedir. Hâdimî Berîka’da (C. I, s. 287-288) ve Kâdızâde Âmentü Şerhi’nde (s. 277) naklediyor. Görülüyor ki bu hususta hadîs-i şerifler ve kaviller muhteliftir. Süyûtî sahih kavli, İmam Muhammed’den ve Devânî’nin Nevevî’den naklettiği üzere Allahü teâlâ günahsız hiç kimseye azap etmeyeceği vechile bunların cehennemlik olmadığı istikametinde bildiriyor.

    Bu mesele, İmam Rabbani hazretlerinin Mektûbât’ında da ele alınmaktadır (I. Cild 259. mektub) Kelâmda müctehid olan  İmam Rabbânî, şöyle diyor: “Ebû Mensur Mâtüridî ve yetiştirdiği büyükler, acaba neden Allahü teâlânın varlığını ve birliğini aklın yalnız başına bulabileceğini söylediler? Dağda, çölde yetişip de putlara tapanların, peygamberlerden haberi olmasa bile Cehenneme gideceklerini söylediler. Akılları ile bulmaları lâzım idi, dediler. Biz böyle anlamıyoruz. Bunların kendilerine, hakikat duyurulmadıkça, kâfir olmayacaklarını söylüyoruz. Bu haber de, peygamberler ile gönderilmektedir. Evet, Allahü teâlâ, aklı, doğru yolu bulmak için yaratmış ise de, yalnız başına bulamaz. Akla, o yol haber verilmedikçe, şiddetli azap yapılmaz.”

    Şöyle bir sual sorulsa: “Dağda yetişip, hiç bir din duymayıp puta tapan müşrikler, Cehennemde sonsuz kalmazsa, Cennete girmesi lâzım gelir. Bu da olamaz. Çünki müşriklere, Cennet haramdır, yani yasaktır. Bunların yeri Cehennemdir. Nitekim, Allahü teâlâ, Mâide sûresi yetmişbeşinci âyetinde, Îsâ aleyhisselâmın meâlen, (Allahü teâlâdan başkasına tapınanlar, başkalarının sözlerini Onun emirlerinden üstün tutanlar, Cennete giremez. Onların konacağı yer Cehennemdir) dediğini beyan buyurdu. Âhırette Cennet ile Cehennemden başka yer de yoktur. A’raf’ta kalanlar, bir müddet sonra Cennete gideceklerdir. Sonsuz kalınacak yer, ya Cennettir, ya Cehennem! Bunlar hangisinde kalacaktır?”

    “Bu suali halletmek için, Fütûhât-i Mekkiyye sahibinin [Muhyiddin el-Arabî]: (Peygamberimiz, kıyâmet günü, bunları dine davet eder. Kabul eden Cennete, etmeyen Cehenneme sokulur) sözü, bu fakire iyi gelmiyor. Çünki âhıret, mükâfat yeridir, hesap yeridir. Emir yeri, iş yeri değildir ki, oraya peygamber gönderilsin! Çok zaman sonra, Allahü teâlâ, merhamet ederek, bu meselenin hallini ihsan eyledi. Şöyle bildirdi ki, bu müşrikler, ne Cennette, ne Cehennemde kalmayacak, âhırette diriltildikten sonra, hesaba çekilip, kabahatleri kadar mahşer yerinde azap çekecektir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. Bir yerde sonsuz kalmayacaklardır. Herkesin aklı birçok dünya işlerinde bile şaşırıp yanılırken, iyiliklerine, merhametine son bulunmayan sahibimizin, peygamberleri ile haber vermeden, yalnız akılları ile bulamadıkları için, kullarını sonsuz olarak ateşte yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. Böyle kimselerin sonsuz olarak Cennette kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersiz ise; sonsuz azap çekeceklerini söylemek de öyle yersiz oluyor. Nitekim, itikadda ikinci imamımız Ebul-Hasen Eş’arî, bunların Cehenneme girmeyeceklerini söylüyorsa da, bu sözünden, Cennette kalacakları anlaşılıyor. Çünki ikisinden başka yer yoktur. O halde cevabın doğrusu, bize bildirilendir. Yani bunlar mahşer günü, hesapları görüldükten sonra, yok edileceklerdir. Bu fakire göre, kâfirlerin çocukları da böyle olacaktır. Çünki Cennete girmek, iman iledir. Ya kendisi iman etmiş olacak, veya imanlının çocuğu olduğu için, yahud ana-babası birlikte mürted olunca [dinden çıkınca], kendisi dârülislâmda kaldığı için imanlı sayılmış olacaktır. Dârülislâmda bulunan müşriklerin çocukları ve zimmîlerin [gayrımüslim vatandaşların] çocukları da dârülharbdeki kâfirlerin çocukları gibidir. Çünki bu çocuklarda iman yoktur. Bunlar Cennete giremez. Cehennemde sonsuz kalmak da, tekliften sonra inanmamanın cezâsıdır. Çocuk ise, mükellef değildir. Bunlar hayvanlar gibi diriltilip, hesapları görüldükten sonra yok edileceklerdir. Eskiden bir peygamberin vefatından sonra çok vakit geçip, zâlimler tarafından din bozularak unutulduğu zamanlarda yaşayıp, peygamberlerden haberi olmayan insanlar da kıyâmette böyle sonradan tekrar yok edileceklerdir.”

    İmam Rabbânî hazretleri bu sözüyle Mâtüridiye ile Eş’ariye mezhebinin sözlerinin arasını bir bakıma bulmuş oluyor. İnsan, aklıyla düşünerek yaratıcının varlığını bilebilir. Ancak emir ve yasaklarla muhatap olmak, bir peygamberin bildirmesiyle olur. Bir yaratıcının varlığının bilgisi kendisine ulaşan bir kimse, düşünmezse ve düşünmediği için anlamaz ve iman etmezse veya düşünüp bulduktan sonra, bu akla ve fenne uygun değildir diyerek iman etmezse, mesul olur. Kendisine bir peygamber tebliği ulaşmadığı için, aklıyla düşünmeyip, bir yaratıcının varlığını anlamayan kimse, iman etmiş sayılmaz; ancak mesul de olmaz. Cennete de, Cehenneme de girmez. Kâfirlere yapılan azap, buna yapılmaz. Hesabı görüldükten sonra, hayvanlar gibi, toprak olur, yok olur. İmam Rabbânî hazretlerinin, kıyamette hayvanların toprak olmasına kıyas ederek bu ictihada vardığı anlaşılmaktadır. Nitekim İmam Rabbânî hazretleri Mebde ve Me’âd kitabının otuzuncu fıkrasında der ki, “Kelâm ilmine ait meselelerde bu fakirin kendine mahsus görüşü ve hususî ilmi vardır. Mâtüridiye ve Eş’ariye arasındaki ihtilaflı meselelerin çoğunda, o meselenin anlaşılması başladığı zaman hakikatin Eş’ariye tarafından olduğu malum oluyor. Fakat keskin görüş ve firâset nuru ile bakılınca, açıkça anlaşılıyor ki, hak, Mâtüridiye tarafındadır. Kelâm ilmindeki ihtilâflı meselelerde, bu fakirin reyi Mâtüridî âlimlerinin görüşüne uygundur.”

    Allahü teâlânın var olduğunu, bir olduğunu anlamak için, tabiattaki nizamı incelemek; peygamberlerin haber vermelerinden ve bu haberleri işiterek, okuyarak öğrendikten sonra farz olmaktadır. Hanefî âlimi İbni Âbidîn hazretleri Reddü’l-Muhtar’ın mürted bâbında buyuruyor ki: “Buhârâ âlimleri dediler ki, peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz. Eş’arî mezhebi böyledir. Muhtar olan kavl de budur. Bu âlimler, (Yerleri ve gökleri ve kendini gören, aklı başında bir kimsenin Allah’ın varlığını anlamaması özür olmaz) sözünden murat ve maksat, peygamberlerden işittikten sonra, anlamaması özür olmaz demektir, dediler. Bu takdirde İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin: (İnsanların akıllarıyla Allah’ı bilmeleri vâcib olurdu) kavlindeki (vâcib olurdu) kelimesinin manasını (lâyık olurdu) manasına hamletmek gerekir.” Demek ki Hanefî âlimlerinden bir kısmı da İmam Eş’arî’nin görüşündedir.

    Netice itibariyle İmam Rabbânî hazretlerine göre: Şâhikü’l-cibâl yani dağlarda yaşayıp kendisine peygamber tebliğatı ulaşmayan veya ehl-i fetret, yani bir peygamberden çok zaman geçip, iman bilgilerinin unutulduğu veya zâlimlerce değiştirildiği bir zamanda (fetret devrinde) yaşayan müşrikler cehenneme gitmeyecek, hayvanlar gibi yok edileceklerdir. Kâfirlerin küçükken ölen çocuklarını da böyledir.

    Şu kadar ki, dağlarda veya fetret devrinde yaşayıp, peygamber tebligatı kendisine ulaşmayan, fakat tevhid inancında olanlar ve bunların küçükken ölen çocukları böyle değildir. Bunların Mâtüridî ve Eş’arî mezhebine göre ehl-i necat olup, cennete gidecekleri anlaşılmaktadır. Nitekim Kâdızâde Ahmed Efendi, Ferâidü’l-Fevâid adındaki Âmentü Şerhi’nde diyor ki: “Aklı olana özür ve bahane yoktur. Eğer câhil, İslâm dinini işitmeyip, nazar ile sahih marifet elde ederse, hakikaten mümin olup, Cennetlik olur. Eğer imandan ve küfrden birini elde edemezse, mazur olup, hükmen mümin kılınıp, Cennet ehli olur. Küfr itikad ederse, mazur olmaz, kâfir olur, Cehennem ehli olur. Zira ehliyeti olduğu açıktır. Âlimlerin çoğu Ebû Hanife mezhebini böyle beyan ettiler. Bazıları İmam-ı A’zam’a göre İslâm dinini duymayıp, küfr ve iman etmeyen mazur olduğu gibi; dini duyup, mukaddem tertiplerde [yani İbrahim aleyhisselâm kıssasında anlatıldığı üzere kâinattaki düzene bakarak Allahü teâlânın varlığını ve birliğini anlamakta] hata edip kâfir olan dahi mazur olur dediler. Eş’arî’den, “İslâm dinini duymayan, kâfir de olsa mazurdur. Ehl-i cennettir” diyenler buna delil İsrâ sûresi onbeşinci âyet-i kerimesinin sonu olan (Biz bir ümmete resul gönderip hak yoluna davet etmeyince, azab etmeyiz) kelâmını göstermektedirler. Hanefîler tarafından bu âyet-i kerime şer’î hükümler hakkında olup, ma’rifet hakkında değildir. Bu bildirilen ayrılıklar, ayırıcı akıl hakkındadır.” (İstanbul 1978, s. 22-23)

    İmam Gazâlî hazretleri Türkçeye de çevrilip basılmış olan Faysalü’t-Tefrika  kitabında, “Hazret-i Muhammed’in ismini hiç işitmeyenlerle, ismini işitse bile vasıf ve hususiyetlerini işitmeyenler veya bu vasıfları zıdlarıyla beraber işitenler rahmet-i ilahiyyenin şümulünde olup ehl-i necattır. Bugün İslâm daveti kendilerine ulaşmayan Rumlar ve Türkler böyledir. Çünki bunlar Hazret-i Peygamber’i belki işitmiştir ama, hayalî veya yalancı bir şahıs olarak işitmiştir” diyor. (Kâhire 1325/1907, s. 22 vd.) Bu da İmam Rabbânî hazretlerinin yukarıda zikredilen kavliyle benzemektedir. Nitekim bugün bütün dünyada Hazret-i Peygamber ve tebligatı doğru olarak herkes tarafından bilindiği kat’î olarak söylenemez. Hele İslâmiyet aleyhinde yoğun bir propagandanın yürütüldüğü bir zamanda, basit insanların İslâmiyet ve Hazret-i Peygamber hakkında doğru bir bilgi öğrenmesi fevkalâde zordur.

    Said Nursî bugün dünyada yaşayıp İslâmiyeti hakkıyla işitmemiş olan gayrımüslimlerin ehl-i fetret olup cennete gideceğini söylediği için tenkid edilmektedir (Kastamonu Lâhikası, s. 69-70, 111; Mektubat, 28. mektup, 8. mesele, s. 385). Eş’arîler fetret ehline ehl-i necat dediği için, kendisi de Şâfiî-Eş’arî olan Said Nursî Efendi böyle söylemiştir. Burada onbeşinden küçük olanların ne dinde olursa olsun şehid olacağı; onbeşinden büyük olanların ise cihan harbine sebebiyet vermeyip, masum ve mazlum iseler şehid olacağı sözü problemlidir. Bir çocuk onbeşinden önce de bülûğa erebilir ve şer’en mükellef hâle gelir. Ayrıca eğer bu gayrımüslimler hakikaten ehl-i fetret iseler, ehl-i necattır. Ehl-i necat, ehl-i cennet kabul edilse bile; şehidlik ancak Allah yolunda ölen müslümanlar için sözkonusudur. Hükmî şehidlik gibi istisnaî bir hâli burada mevzubahis etmek, doğrusu söz götürür. Üstelik cihan harbine sebebiyet verip vermemenin ahkâm-ı islâmiyye bakımından bir ehemmiyeti yoktur. Bu, siyasî bir keyfiyettir. İmana tealluk etmez. Nitekim önceki cihan harbine sebebiyet verenlerin bir kısmı da Müslüman Türkler arasından çıkmış olup, Said Nursî Efendi’nin eserlerinde bunlardan övgüyle bahsedilmektedir. Bir başka enteresan husus da, müsamahaya mazhar görülen sınıfın Hıristiyanlar oluşudur. Bu mantıkla Yahudîlerin de ehl-i necata dâhil edilmesi beklenirdi. Yahudîlerin, tevhide Hıristiyanlardan daha yakın olduğu herkesçe malumdur. Avrupa’da tarih boyunca hunharca katledilen, mallarına el konulan ve yurtlarından atılan Yahudîlerin sayısı, mazlumen ölen Hıristiyanlardan az değildir.

    14 Nisan 2011 Perşembe
  • Sual: Dârülharbin şartları nelerdir?
    Cevab: Bir memleket, İslâm hukukuna göre idare olunuyorsa, yani kanunlar Kur'an-ı kerime göre ise, orası dârülislamdır. Aksi takdirde dârülharbdir. (Şerhu es-Siyeri'l-Kebîr)
    29 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Fıkıh kitaplarında namazı devlet reisi veya vâlinin izni ile kılmak, Cuma namazının eda şartı olarak sayılıyor. Bu hüküm şeriat devleti için mi geçerlidir?
    Cevab: Darülislamda, yani İslâm hukukuna göre idare olunan yerlerde Cuma namazı kılmak farzdır. Bunu halife veya bunun izin verdiği kimse (imam-hatib) kıldırır. Bugün için halife olmayan yerlerde, cuma namazı Hanefî mezhebine göre farz olmamaktadır. Ama Müslümanlar toplanıp bir imamın arkasında Cuma kılarlarsa, sahih ve buna uymak caiz olur. Özürsüz Cumaya gitmemek fitne olur. Cuma namazı İslamiyetin şiarıdır. Üstelik cemaat sünnet-i müekkede veya vaciptir. Cuma günü öğlen namazı cemaatle kılınamadığı için, özürsüz cumaya gitmeyen bundan mahrum kalarak mekruh işlemiş olur. Onun için darülharbde de, halife olmayan yerde de cuma namazlarına mutlaka gitmeli; zuhr-i ahir namazını da ihmal etmemelidir.
    22 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Arabaya kasko yaptırmanın dinen mahzuru var mıdır?
    Cevab: Kaza ve hayat sigortası, garer (belirsizlik) bulunan akid olduğundan dârülislâmda câiz değildir. Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre caizdir.
    6 Temmuz 2012 Cuma
  • Sual: Bankaların likit fon muamelesi caiz midir?
    Cevab: Likit fon denilen sistemde bilindiği kadarıyla, banka mudinin parasıyla fon alır. Bu fonda, para, repo, altın, döviz ve hisse senedi gibi yatırımlara bağlanır. O fonun yükselişine göre az mikdarda da olsa muntazam ve garantili şekilde mudinin parasında artış olmaktadır. Bu fonda fâiz ve hisse senedi gibi şer’î hükümlere uygun olmayan hususlar bulunduğu için, bankaya para yatırıp B tipi (likit) fon veya A tipi fon muamelesine girmek, bankaya para yatırıp fâiz almak gibidir. Dârülharbde İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre câizdir.
    13 Temmuz 2012 Cuma
  • Sual:

    Milletlerarası bir konferansta Hindistan âlimlerinden Muhammed Tahir Kadri, memleketlerin darülharb ve darülislam şeklinde ayrılmasına karşı çıkarak beş kategoriye ayırıyor. Darülislam tarifinde de İslâm ahkâmının tatbik edildiği yer olarak değil; huzur ve barışın yaşandığı yer olarak izah ediyor. Günümüzdeki Birleşmiş Milletler çatısı altında bulunan bütün ülkelerin darülahd olduğunu ve bunun da darülislamla aynı olduğunu söylüyor. Bu söyledikleri muteber midir?

    Cevab:

    Bu, modernist bir tefsirdir. İslâm hukuku, dünyayı dârülislâm ve dârülharb olarak ikiye ayrılır. Dârülislâm, İslâm hukukuna göre idare olunan memleketlerdir. Velev ki Müslümanlar az olsun. Dârülharb bunun zıddıdır. Velev ki Müslümanlar çok olsun. Tabirlerdeki İslâm (barış) ve harb insanı yanıltmamalıdır. Dârülahd, dârüssulh, dârüzzimme, dârülbağy gibi alt kısımlara da ayrılabilir. Ama hükümleri benzer. Dârüssulh veya darülahd için ayrı hükümler vardır. Bunlar dârülharb olmakla beraber, diğerlerinden hüküm bakımından farklıdır. Dârülislam ile dârülharb arasında bir yerdedir. Osmanlılar zamanında Fransa dârüssulh idi. Eflak, Erdel, Dubrovnik dârülahd veya dârüzzimme idi. Osmanlıların son zamanlarında 1856 Paris Muahedesi’nden sonra Avrupa devletlerine bu statü tanınmış; ama bu statü arada bir bunlarla harbe engel olmamıştır. Sulh bozulabilir. Bugün kaidelere muvafık dârülislâm yoktur ki, dârüssulh veya dârülahd olsun.

    24 Kasım 2012 Cumartesi
  • Sual: Laik bir sistemle idare olunan memleketlerde rey kullanmak veya kullanmamak câiz midir?
    Cevab:
    Bu dini bir maslahat değildir. Kullanmak da, kullanmamak da kişiye kalmıştır. Kullanırken de hayırlı olacağına inandığı şekilde kullanır. Şer’î hukuk cari olmayan yerde rey vermek caizdir. Bu, o sistemi tasvib etmek değildir. Ehven bir idarecinin başa geçmesini temin maksadıyladır. “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” mealindeki Mâide suresinin 44. âyet-i kerimesinde geçen, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, Allah'ın indirdiğini kabul etmemek, onu beğenmemek, ondan dolayı hükmetmek diye tefsir edilmiştir. Âyet-i kerimelere kafaya göre mânâ verilemez.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Mecburi askerlik, Müslüman erkeğe cihadın farz olmasının neticesi midir?
    Cevab: Şer’î bir devlette öyledir. Cihada gitmek farzı kifayedir. Seferberlik olursa farzı ayndır. Böyle olmayan şimdiki devletlerde, cihad ile alakası yoktur. Kanuni mecburiyettir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Düşmanın kadın, çocuk ve yaşlı mensupları, savaşmıyorsa ve kendi taraflarına yardım etmiyorsa, kısaca savaşa dâhil değilse, öldürülmeleri nasıl caiz olur?
    Cevab: Harbde, muhariplerin fidye mukabili serbest bırakılması, esir mübâdelesi, esirlerin köle yapılması veya öldürülmesi, kumandanın, yani halifenin salahiyetindedir. Maslahata muvafık gördüğü şıkkı tercih eder. Muharip olmayan kadın, çocuk, yaşlı, sakat ve rahipler, öldürülmez. Yağma ise, harb kızışınca, askeri cesaretlendirmek için yapılır. Bu da kumandanın salahiyetindedir ve menkul mallar içindir.
    28 Aralık 2017 Perşembe
  • Sual: Müslümanların da bulunduğu bir birlikle savaşa gönderilen kişi nasıl hareket eder?
    Cevab: Emre itaat lazımdır. Kendisini tehlikeye atmak olmaz. Oradaki kanı heder olanlara, yani imansızlara ve fitnecilere niyet ederek atılır. Aksi takdirde onlar kendisini vurur.
    3 Ocak 2018 Çarşamba
  • Sual: Emr-i bi’l-maruf farzı ayn değil midir?
    Cevab: Farz ve haramlar için, farzdır. Sünnetler için, sünnettir. Müstehaplar için müstehabdır. Bu zamanda dil ile emri maruf âlimlere aittir.
    3 Ocak 2018 Çarşamba
  • Sual: Günümüzdeki din adamlarının siyasetçileri desteklemesi gerekir mi?
    Cevab: Ulema, idarecilere nasihat eder; politikaya karışmaz.
    3 Ocak 2018 Çarşamba
  • Sual: Kadınların camiye gitmesi, çalışması, evlilik çağı, erkek kadın münasebetleri, müzik dinleme ve buna benzer meselelerde İslami ölçüyü mutedil bir şekilde söylediğimde, dinî bilgisi olanlardan bile reaksiyon alıyorum. Bazıları ise zaman değişti tarzında cevaplar veriyorlar. Bu tür meselelerde nasıl davranmalıyız?
    Cevab: Herkese her şey söylenmez. Âhir zamanda, dini doğru olarak öğrenip yaşamaya çalışmalı; hâliyle nümune olmalı. İnsanlara anlamayacağı şeyleri söylemek fitneye sebebiyet verebilir, düşmanlıklarını doğurur. Sorana söylemeli, sorulmazsa susmalı. Meselenin delillerini iyi bilmeyenin emr-i maruf yapması doğru değildir.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: İslâmiyet geldikten sonra köleliği neden yasaklanmadı?
    Cevab: Kölelik harb hukukunun tabii neticesidir. Mütekabiliyet esasına istinad eder.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: İmam Ebu Hanife ye göre hırsızın çaldığı mal çabuk bozulan meyve türünden ise ona hadd-i sirkat tatbik edilmediğinden, günümüzde gelişen teknoloji ile meyveler hemen toparlanıp dondurucuda saklanabilir olduğu için, hırsıza hadd-i sirkat lazım gelir mi?
    Cevab: Lazım gelmez. Zamanımızda hadd-i sirkat tatbiki mümkün değildir. Zira had cezaları darülislâmdae ve kadı tarafından verilip tatbik edilir.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Zâlim idareciye isyan etmek neden caiz değildir?
    Cevab: Ordusu ve polisi vardır. İsyan ederse, daha beter olur. Zalim idareci eli kolu boş oturacak değil ya! Ancak dua edilir.
  • Sual: Şu an ki Filistinlilerin İsrail zulmüne karşı ne yapmaları icab eder?
    Cevab: İlim, kültür, sanat ve ticarette kendilerini yetiştirmeleri, zenginleşmeleri; güçlü bir cemiyet olmaları icab eder. Silahlı mücadele ile bir yere varmak kolay değildir. Resulullah aleyhisselâm, Mekke’de evvela kaliteli bir müslüman cemiyeti meydana getirdi. Sonra devlet kurdu. Âyet-i kerimede meâlen “Peygamberde sizin için en güzel bir örnek vardır” buyuruldu.
  • Sual: Bedelli askerlik için bankadan kredi çekmek caiz midir?
    Cevab: Bankadan faizli kredi almak caiz değildir. Askere gitmeyip kredi almak daha kârlı ise, ancak o zaman dârülharbde câiz olur. Bu da çalışıp maaş alan kimseler için câridir.
    13 Temmuz 2018 Cuma
  • Sual: Şer’î bir devlette ateistlikleri açık ve ortada olanların hayat hakkı var mıdır?
    Cevab: Vardır. Nitekim Abbasiler devrinde Dehrîler vardı. Hükümet bunlara ilişmezdi.
    29 Haziran 2018 Cuma
  • Sual: Ecnebi ülkelerde müslüman güreşçilerin, boksörlerin yaptıkları müsabakaların cihad hükmünde olduğu doğru mudur?
    Cevab: Hayır. Boks gibi dövüşme sporları hiç  caiz değildir. İlimde, fende, ahlâkta ilerleyip herkese numune olmak, İslâmiyeti doğru bir şekilde anlatmak bu zamanda cihaddır.
    26 Ekim 2018 Cuma
  • Sual: Cuma namazı bugün için farz değildir diyenler var. Kılınmasa mesuliyeti yok mu?
    Cevab: Dârülharbde, yani şer’î hükümlere göre idare olunmayan yerlerde halife bulunmadığı için Hanefî mezhebinde farz değilse de Müslümanlar toplanıp Cuma kılarlarsa bu sahih olur; öğle farzı yerine geçer. O halde Cuma namazına gidilir. Diğer üç mezhebde bu şart aranmaz; diğer şartları varsa, her yerde kılmak farzdır. 
    26 Ekim 2018 Cuma
  • Sual: İslâm savaş dinidir, barış dini değildir diyenlere nasıl cevap verilebilir?
    Cevab: İslâm dini, dünyaya ve insanlığa barış getirmek; insanları dünyada rahat yaşamalarını, ahirette ise ebedî saadete kavuşmaları için gönderilmiştir. İslâm, barış demektir. Kuran-ı kerim’de savaştan çok barış kelimesi geçer. Peygamber Efendimizin vefatında bütün Arabistan ona tâbi olmuştu. Bunlardan inatçılıklarıyla meşhur Mekke ve Taif dışında tamamı, barış yoluyla bu yeni konfederasyona bağlanmıştı. Kur’an-ı kerimde “Düşman sulha yanaşırsa, siz de yanaşın ve “Sulh hayırlıdır” mealinde ayet-i kerimeler bunu göstermektedir. İcab ederse kendini korumak için savaşmak da meşrudur. Hayatta kalmak, barış içinde yaşamak böyle olur. “Hazır ol cenge, ister isen sulh ü salah” mısraı bunu ifade eder.
    28 Ocak 2019 Pazartesi
  • Sual: İmam Şâfiî hazretlerinin, bir belde bir kez dârülislâm olmuşsa, bir daha dârülharb olmaz sözünü nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Ulema dârülislamın dârülharbe dönüşmesinde ihtilaf ettiler. Mâlikiler, Hanbelîler ve İmameyn (İmam Ebu Hanife’nin iki talebesi Ebu Yusuf ve Muhammed) dediler ki: Bir beldede küfür ahkâmının zuhuruyla orası dârülislamdan dârül-harbe dönüşür. İmam Ebu Hanife ise bir yerin dârülharbe dönüşmesini şu üç şarta bağladı. 1- Orada küfr ahkâmının zuhuru. 2- Dârülküfre sınır olması. 3- Orada ilk eman ile -yani müslümanların emanı ile- kendisine eman verilmiş olan zimmî kalmaması; yani kısas ve diyet ahkâmının tatbik edilmiyor, müslüman ile gayrı müslimlerin gayrı şer’î bir statüde yaşıyor olmasıdır. (Bedâyi’u’s-Sanâyi', I/232; Esne’l-Metâlib, IV/174; Keşşâfü’l-Kınâ, I/98.)
    Binaenaleyh üç mezhepte de bir memlekette Müslümanlar ekseriyette olsa bile, beş vakit ezan okunsa, camiler açık olsa bile, burada ahkâm-ı islâmiyye tatbik edilmiyorsa, orası dârülharbdir. Dâr, ülke demektir ki, burada devlet ile aynı manadadır. Çünki ahkâmın tatbiki, devlet otoritesini icap ettirir.
    Şâfiî mezhebine göre, dârülislâmı kâfirler istila etseler, müslümanlara galebe çalsalar ve [kendi dinlerinin] hükümlerini izhar etseler bile orayı dârülharb olmaz. Nitekim hadis-i şerifte geldi ki “İslam âlidir (yücedir), hiçbir şey ondan daha âli olamaz.” Şâfiî mezhebinin bu içtihadının manası, dârülharbdeki malların mülkiyeti ile alakalıdır. Dârülislâm, kâfirlerin istilasına uğrasa, Müslümanların malı, gayrımüslimlerin mülkiyetine geçmez. Müslümanlara burayı tekrar fethedip dârülislâma katmak bir vecibedir. Sonra orası tekrar fethedilirse, Müslüman malını Şâfiî’ye göre alabilir; Hanefi’de alamaz, bu mal artık ganimet sayılır.
    İbn Hacer Tuhfe’de Râfiî’nin şu sözünü nakleder: Dârülislâm 3 surettedir: 1-Müslümanlarla meskûndur. 2-Müslümanlarca fethedilip, cizye mukabili gayrı müslimlerin elinde bırakılan yerdir. 3-Müslümanlarca meskûn iken kâfirlerin galebe çaldığı yerdir. Râfiî ikinci kısım için diyor ki, tek bir müslüman olmasa bile, burası müslümanların (yani İslâm hukukunun) hâkimiyetinde olduğu (yani cizye alınmakla şer’î hükümlerin tatbik edildiği) yerdir. Müslümanların hâkimiyeti ve dinini izhar etmesi, İslâm hukukunun hâkimiyetidir ki, cizye, had, kısas gibi tatbikatı ifade eder; ezan veya camiyi değil. Demek ki bir memlekette Müslümanların az veya çok olması, oranın hukuki statüsüne tesir etmiyor. (Tuhfetü'l-Muhtâc, IX/269)
    Yine İbn Hacer der ki: (Dârülislamda lakît bulunduğu zaman) ki burada dârülislâm diye tabir edilen yer, kadim zaman evvel bizim istilâ (feth) etmemizden sonra kâfirlerin uzun zamandan beri galip oldukları (ellerinde tuttukları) Gırnata gibi müslüman meskeni olduğu bilinen yerlerdir. Ancak Râfiî’nin bazı müteahhirînden naklettiğine göre, bu mahalden men olunmuyorsak, oradan, (yani dârülislamdan) sayılır; değilse dârülküfrdür. Sübkî, bunu tashih ederek (yani sahih bularak) ona şöyle cevap verdi: Orası sureta dârülküfr olur, hükmen değil.” (İbn Hacer, Tuhfetü’l-Muhtac, VI/350; Remlî, Nihayetü’l-Muhtac, V/454)
    Tuhfe’yi şerheden Şirvânî der ki: “İslâmın âli oluşundan murad, kıyamete değin intişarı, iştiharı ve küfrü sindirmesidir. Ancak bu, bazı yerlerin [dârülislâm iken] dârülküfre dönüşmesine münafi (aykırı) değildir. Tıpkı birçok vak’ada kâfirlerin kendi ehillerine yardım ederek onların [ehl-i islâma olan] galebesinin bu hâle münafi gelmemesi gibi.” (IX/269)
    İbn Hacer’in Râfiî’den naklettiği görüş, bir yerin dârülharbe dönüşebileceğine delildir. Dolayısıyla bütün Şâfiî âlimlerine göre bir yer suret-i kat’iyyede dârülharb olmaz diye mutlak bir kaide yoktur. Bir kere dârülislâm olan yer, bir daha dârülharb olmaz sözünün manasının mülkiyet olduğu, Râfiî gibi âlimlerin kavlinden de anlaşılmaktadır. Zira maksat eğer mülkiyet olmasaydı, dârülislâm olan yer dârülküfre dönüşür diyeemezlerdi.
    Son devir Şâfiî âlimlerinden Süleymaniye Medresesi müderrisi Şeyh Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Sevânihü’l-Efkâr kitabında diyor ki: “Dârülharb diye ahkâm-ı şer’iyyenin cârî [yürürlükte] olmadığı memâlike [ülkelere] denir. Ahkâm-ı şer’iyyenin cârî olmadığı ülke, ister müslüman, ister müslümandan gayrı kimselerle meskûn olsun, dârülharbdir. Ahkâm-ı şer’iyyenin cârî olduğu yerler dârülislâmdır. Ahâli gerek müslim ve gerek gayrı müslim olsun. Bu cereyandan [tatbikattan] murad, mehâkim [mahkemeler] ve hükûmetçe olan cereyandır. Yoksa eşhas beyninde cereyan-ı ahkâma bu bâbda hüküm yoktur. [Yani şahıslar arasında tatbik edilip edilmemesi mühim değildir.] Zira şahs-ı müslim, her ne zaman ve mekânda olursa olsun, ahkâm-ı şer’iyye ile âmil olmasına bir mâni’ yoktur.” Görülüyor ki Şâfiî mezhebinde olduğu halde, dârülislâm ve dârülharb tefrikini münhasıran hukuka bağlamıştır.
    İslâm Hukukunda Ülke Kavramı müellifi Ahmet Özel, İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı dârülislâm maddesinde diyor ki: “Şâfiîler’e göre dârülislâm daha sonra istilâya uğramış olsa, hatta istilânın üzerinden uzun yıllar da geçse dârülharbe dönüşmez. Dârülislâmın dârülharbe kesinlikle dönüşmeyeceği şeklindeki bu görüş, mülkiyetin hukuken gayri müslimlere geçmeyeceği anlamındadır. Çünkü diğer üç mezhebin aksine Şâfiîler’e göre gayri müslimler istilâ ile müslümanların mal ve mülklerine hukuken sahip olamazlar. Ancak gerek bir İslâm ülkesini istilâ etmesi gerekse Şâfiîler’e göre savaşın sebebinin küfür olması göz önüne alındığında bu devletle savaş halinde bulunulacağı ve ülkenin siyasî ilişkiler açısından dârülharp sayılacağı da açıktır. Nitekim halkının irtidad ederek istilâ ettiği ülke, İmâm Şâfiî’ye göre küfür hükümlerinin uygulanmasıyla dârülharbe dönüşür. Zira malların ve arazilerin mülkiyeti esasen irtidad edenlere ait olup bir el değiştirme söz konusu değildir.”
    Eğer bir kere dârülislâm olan yer, bir daha dârülharbe dönüşmez denirse, İspanya, Sicilya, Sardinya, Kıbrıs, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Makedonya, Hırvatistan, Slovenya, Macaristan, Polonya, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Hindistan dâhil olmak zere dünyanın bugün İslâmiyetin kokusu kalmamış memleketlerini dârülislâm saymak icap eder ki, şer’en de, aklen de muhaldir. İspanyollar, Gırnata’yı; Normanlar, Sicilya’yı işgal ettiklerinde; İngilizler, Hindistan, Kıbrıs, Filistin; Fransızlar Mağrib; Holandalılar Endonezya gibi İslâm beldelerinde Müslümanların kendi hukuklarını tatbike bir müddet de olsa müsaade ettiler. Nitekim bir yer gayrı müslimlerce istilâ edilirse, hükümet gayrı müslim bile olsa, orada yaşayan Müslümanlara hürriyet verilir, onlar da kendi aralarından bir emir (kadı, müftü) seçer ve şer’î ahkâmı (had, kısas vs) tatbik edebilirlerse, Hanefî’de de orası dârülharb olmaz, dârülislâm kalmaya devam eder. İdareciler müslüman olsa, beş vakit ezan okunsa, halkın ekseriyeti müslüman olsa bile, ahkâm-ı islâmiyenin tatbiki mümkün değilse, orası dârülharbe dönüşür. Çünki bütün âlimlere göre bir yerin dârülislâm olmasının alâmeti orada Müslümanların hâkim bulunması, yani orada ahkâm-ı şer’iyyenin tatbikidir. Hele bir belde gayrı müslimlerce istila edilmiş olmayıp, yakın tarihte nadiren de görüldüğü üzere dârürridde olmuşsa, yani mürtedlerin hâkimiyetine geçmişse, burasının dârülharbe dönüşmesinde ihtilaf yoktur.
    Kâsânî der ki, “Bir beldenin dârülislâm veya dârülharb oluşundan maksat, bizzat İslâm veya küfrün mahiyeti değildir. Kasıt, emniyet ve korkudur. Eğer emniyet mutlak surette müminlere; korku da mutlak surette kâfirlere aitse o belde dârülislâmdır. Korku mutlak surette müminlere aitse; orası da dârülküfrdür. Hükümler, emniyet ve korkuya bağlıdır.” (Bedâyi, VII/131).
    Dârülharb ve dârülislâm mefhumları, mugalata (demagoji) mevzuu yapılamayacak kadar teknik şer’î ıstılahlardır. Şunun bunun gönlüne göre mana verilemez. Kur’an-ı kerim, şer’î hükümleri tatbik etmeyi emreder ve esas tutar. Bir şahıs/memleket, şer’î hükümleri kabul eder; ama kısmen veya tamamen tatbik etmezse, günahkârdır. Zira amel, imandan bir cüz değildir. Ama bu hükmü/hükümleri kısmen veya külliyen inkâr ederse mümin değildir. Ahkâm-ı islâmiyyeyi inkâr eden ve laikliği düstur edinmiş bir belde/ülke/devlet, isterse halkı kâmilen müslüman olsun dârülharbdir. Bunda hiç şüphe yoktur. Aksi, nassı inkâr demektir.
    İmam Ebu Hanife’nin ikinci şartı, eğer bir belde dârülislâma bitişik ise, müslümanların vazifesinin burayı kurtarıp, tekrar dârülislâm haline getirmesi vecibesine işaret etmektedir. Bugün Müslümanların sayıca çok olduğuna, ezana, minareyle bakıp da, ahkâm-ı islâmiyenin artık tatbik edilmediği eski dârülislâm beldelerini hâlâ dârülislâm zannedenler şunu anlamıyor: Bugün yeryüzünde müslümanların el ele verip de kâfirlerin müslümanlardan istila ettiği yeri/yerleri yahut müslümanları kurtaracak bir vahdet ve kuvveti yoktur. İmam Ebu Hanife zamanında mümkün olan bu iş, şu an mümkün değildir. Şu anda teknik manada hakiki dârülislâm yoktur ki, dârülislâma bitişik olma keyfiyeti vâki olsun. Tahavî, Muhtasar'da, İmam Ebu Hanife’nin dârülislama bitişik olma şartını işaret ederek, “Eğer İmam Ebu Hanife müslümanların bu hâlini görseydi, böyle içtihat etmezdi” diyor. Şâfiî mezhebinin kavli de böyle anlaşılmak icap eder. İfsadın ta o zaman yayıldığı malum olduğuna göre, hâlâ bir kere dârülislâm olan yer, bir daha dârülharbe dönüşmez diyenlere ne denir?
    22 Şubat 2019 Cuma
  • Sual: Bazı ateistler, İslâm barış diniyse, dört halife ve Emevîler devrinde fetihler neden var, diye sordu?
    Cevab: İslâm, barış dinidir ama, herkes barışçı demek değildir. Sulhu korumak için bazen harb lâzım geliyor. İslâmiyet herkese Allah’ın adının duyurulmasını, İslâmiyet'in tanıtılmasını emrediyor. Bu da umumiyetle fetih yoluyla olur. Ateistlerle arkadaş olmayınız.
    5 Nisan 2019 Cuma
  • Sual: ‘Dinde zorlama yoktur’ âyet-i kerimesi ile ‘İnsanlarla La ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum’ hadis-i şerifinin arası nasıl bulunur?
    Cevab: Yani ya la ilahe illallah deyip Müslüman olacaklar veya Müslümanların hâkimiyetini kabul edecekler demektir. Yani hükmen Müslüman olacaklardır. Yoksa inanç olarak Müslüman olmaya zorlanamazlar.
    14 Nisan 2019 Pazar
  • Sual: Bir müslüman devlet, müslümanların yaşadığı bir şehri muhasara edip burayı savaşla alsa, ordunun burayı yağmalaması caiz olur mu?
    Cevab: Kumandan harb esnasında zaferi çabuklaştırmak adına yağma vadedebilir. Müslümanın malı yağma edilmez, ganimet olmaz.
    25 Temmuz 2019 Perşembe
  • Sual: İlahiyat ikinci sınıftayım. Fakülteyi bitirince ne yapmamı tavsiye edersiniz?
    Cevab: İmam Hatip mektebine hoca olun. Olmuyorsa lise ve ortaokullara din dersi hocası olun. Olmuyorsa imam olun.
    8 Ekim 2019 Salı
  • Sual: İşgal ile fetih arasındaki farklar nelerdir?
    Cevab: Umumiyetle edene göre fetih, edilene göre işgal deniyor ise de, işgal hukuken tanınmayan geçici bir haldir. Fetihte ise artık orası vatan edinilmiştir. İşgalde geçicilik ve tanımama; fetihte kalıcılık ve tanınma vardır.
    22 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Roma’nın fethine dair hadis-i şerif var mıdır?
    Cevab: Hazret-i Peygamber, “Kostantîniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne iyi kumandandır; onun askeri ne iyi askerdir” buyurarak müminlere İstanbul’un fethini müjdelediği gibi, Roma’nın da fethedileceğini müjdelemiştir. Deylemî’nin Müsnedül-Firdevs eserinde geçen hadis-i şerife göre, “Lâ tekumüs-sâa, hattâ yeftehallahu alel-mü'minînel-kostantîniyyetir-rûmiyyete bit-tesbîhi vet-tekbîr”. Yani, Allahü teala müminlere teşbih ve tehlille Roma’nın fethini nasip etmedikçe kıyamet kopmaz. Araplar, Kostantiniyye es-Sugrâ veya yalnız Kostantiniye dedikleri zaman İstanbul’u; Kostantiniyeti’r-Rûmiyye veya Kostantiniyyeti’l-Kübrâ dedikleri zaman Roma’yı kast ederler. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, kıyamete yakın, Mehdi aleyhirrahme zuhur edince, Roma fetholunacaktır. Zira fetih, tekbir ve tehlille müyesser olacaktır.
    1 Nisan 2020 Çarşamba
  • Sual: Fethedilen topraklarda ganimetin sınırı var mıdır? Kılıç hakkı nedir? 
    Cevab: Harb yoluyla fethedilen yerlerde menkul ve gayrı menkul bütün mallar, esirler, galiplere ganimet olur. Beşte biri devlet hazinesine alınır; diğerleri gazilere dağıtılır. Buna kılıç hakkı denir. Osmanlılarda, fethedilen yerdeki mabedler hükümdarın inisiyatifiyle olduğu gibi bırakılır; bunlardan bir tanesi Cuma namazı kılınmak üzere kılıç hakkı olarak camiye çevrilirdi. Ayasofya Camii gibi.
    16 Nisan 2020 Perşembe
  • Sual: Harb esirleri köle olmak istemezlerse ne olur?
    Cevab: Öyle bir alternatifleri yoktur. Hükümdarın obsiyonuna göre ya fidye veya esir değiş-tokuşu ile serbest kalırlar veya köle yapılırlar.
    17 Mayıs 2020 Pazar
  • Sual: Müslümanların sanatta, mesela sinemacılıkta çalışması caiz midir?
    Cevab: Zamanın silahı ne ise, bununla hizmet etmek icap eder.
    8 Eylül 2020 Salı
  • Sual: İsviçre’de yaşıyorum. Buradaki insanlara İslâmiyetin hükümlerini anlatmak istiyorum. Nasıl hareket edeyim?
    Cevab: Emr-i maruf vazifedir ama, bunun şartları vardır. Bir kere ilim sahibi olmak lazımdır. Ayrıca ilm-i siyaseti de iyi bilmek icap eder. Avrupa’da çok hassas bir vaziyet hüküm sürmektedir. Bu gibi mevzulara girmemelidir. Aksi takdirde fitne çıkar; hem kendisi sıkıntı çeker; hem de Müslümanların sıkıntısına sebep olunur.
    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Devlet adamları laik/seküler bir devlet düzeninde İslami hükümleri getirmek için  İslâmiyete aykırı bazı fiiller içine girebilir mi?  Takiyye yapabilir mi?
    Cevab: İslâmî hükümlerin hâkimiyeti, ancak Mehdi aleyhirrahme devrinde mümkün olabilir. Müslümanların iyiliği için ilm-i siyasete dikkat etmek, politikacılar ve herkes için lazımdır.  Cenab-ı Peygamberin Mekke devri, hatta Hudeybiye Musalahası numunedir.

    Ehl-i sünnet kaynaklarında takiyye tabiri geçmez; yerine müdârâ mefhumu vardır. Müdârâ, dinini ve dünyasını kurtarmak için dünyalık vermek demektir. Müdahanenin zıddıdır. Bu, dünyalık için dinden taviz vermek demektir. Hadis-i şerifte, “Ben müdârâ için gönderildim” buyuruluyor (Künûkü’d-Dekâik).

    Berika gibi fıkıh kitaplarında der ki: Dine hizmet etmek isteyenin, hem dinin hükümlerini, hem de zamanının şartlarını ve insanların hallerini iyi bilmesi lazımdır. Resulullah’a birisi geldi. Onu uzaktan görünce, “Kabilesinin en kötüsüdür” buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp, iltifat eyledi. Gidince, Hazret-i Âişe sebebini sordu. “İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kimsedir” buyurdu. O, Müslümanların başında bulunan bir münafık idi. Müslümanları onun şerrinden korumak için müdârâ buyurdu (Buhârî). “Bâ dôsitan mürevvet bâ düşmenan müdârâ”, yani dostlara mertçe davranmak, düşmanları idare etmek lazımdır, sözü meşhurdur. Sovyetler zamanında muallimlik yapan bir tanıdığımızdan, Bolşevik İhtilali yıldönümü merasiminde Lenin hakkında bir konuşma yapmasını istemişler. O da Lenin hakkında tarihi biyografik malumat verip, taraftarlarınca meziyet sayılan bazı muvaffakiyetlerini anlattıktan sonra “Onun gibi bir şahsiyet, tarihte ne gelmiştir, ne de gelir. Hakkıyla anlatılırsa, vicdanlarda layık olduğu yeri alacaktır” diyerek sözünü bitirmiş ve çok alkış almış.

    Mektubat-ı Rabbâniyye’de diyor ki: Takiyye, kalbinde olanın aksini söylemektir. Buna müdârâ da denir. İtikadını, mezhebini saklamak demektir. Muhtelif şekilleri vardır: Birincisi, kâfirler arasında olup, malından, canından korkanın, kalbi razı olmadığı halde muhabbet izhar etmesidir. Bu, caizdir. İkincisi, kalbinde olanı açıkça söylemesidir. Bu, efdaldir. Müseyleme’nin şehit ettiği sahabi böyledir. Üçüncüsü, öldürmek, zina, malını gasp, yalancı şahitlik, namuslu kadını kazf etmek, Müslüman kadınları kâfirlere haber vermek gibi zararlı şeyleri yapmak caiz değildir. Dördüncüsü, takiyye, kâfirlerin galip olduğu yerde caizdir. Şâfiî mezhebinde, zâlim Müslümanlar arasında da caiz olur. Beşincisi, malını muhafaza için de, takiyye caiz olur. “Müminin malı, canı gibi kıymetlidir” hadis-i şerifi buna şahittir. “Malını muhafaza ederken öldürülen, şehit olur” hadis-i şerifi de böyledir. Çünki insanın mala ihtiyacı pek çoktur. Mesela, su gabeni fahiş ile pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz. Teyemmüm etmek caiz olur. İmam-ı Mücahid diyor ki, İslamiyet'in başlangıcında takıyye caiz idi. Çünki o zaman, Müslümanlar garib idi, zaif idi. İslam devleti teşekkül edince, bu hüküm değişti. Takıyye, kıyamete kadar caizdir diyenler de vardır. Bunların kavilleri, evladır. Çünki müminin kendinden zararı, mümkün olduğu kadar def etmesi lazımdır.” (III/55)

    Müteaddit Kur’an ayetlerinde, zayıflara dinlerini, hâllerini saklamaları hususunda müsaade edildiği beyan olunmaktadır. Ölümden kurtulmak için putları ikrar eden Ammar’ın hâli mazur görülmüştür. Bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyuruluyor: “Müminler, kâfirleri dost edinmesinler. Onlardan sakınmanız hali müstesnadır.” (Âli İmran: 28). Kendisine dini bayramlarına iştirak etmesini isteyen kavmine, İbrahim aleyhisselâmın, geride kalıp putları kırmak için, “Ben hastayım” diye cevap verdiği meşhurdur. (Saffât: 88-89)

    Ehl-i sünnete göre göre takiyye, canını, malını, ırzını, dini korumak için şerrinden korkulan Müslüman veya gayrı müslim herkese karşı kendisini saklamak demektir. Caiz ve lazımdır. Bu, Şiî-Caferîlerin iman esaslarından olan takiyyeden farklıdır. Bunun sınırı, farzların terki ve haramların işlenmesidir. Yani dine hizmet için farzı terkedip günah işlemek caiz değildir. Hele herkese kafa tutup da, dine hizmet için takiyye gerekçesine sığınmak, kabul edilir şey değildir. İkrah (zorlanma) hâli müstesnadır. Bu sebeple dinini kayıranlar, laik memleketlerde siyasetten uzak durmayı tercih etmişlerdir. Mamafih dârülislam ile dârülharb arasında şer’î hükümler cihetiyle farklılıklar ve bazı ruhsatlar mevcuttur. Bilmeyenler, bu kişiyi günah işledi zanneder.

    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: İslâm askerleri düşmanla harb sahasına varınca düşman askerlerinin birbirini kestiğini görse, ortadaki düşman malları ganimet olur mu?
    Cevab: Muharebe şart değildir. Düşmanın her şeyi ganimettir.
    12 Ekim 2020 Pazartesi
  • Sual: Gayrı Müslimlerin Hz. Peygamber’e hakaret meselesi üzerine bir müslümanın tavrı ne olmalıdır?
    Cevab: Gayrı müslimler, sadece iman ile muhataptırlar. İman etmeyen birinin, İslâm dinine hürmet göstermesi beklenmez. Böyle birine zarar vermek caiz değildir, fitneye Müslümanlara büyük zarar verilmesine sebep olur.
    22 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Ömrünü İslamiyet'e düşmanlık ederek geçirmiş birisi öldüğü zaman sevinmek caiz olur mu?
    Cevab: İmam-ı Rabbani hazretleri, eliyle, diniyle ve kalemiyle dine zarar verenlerin, öldüğüne üzülmek şöyle dursun, sevinmek lazım geldiğini bildiriyor. Yine de bunu ilan etmek doğru değildir.
    22 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Hz. Ali’nin “İnsanlara anlayabilecekleri şeyler söyleyiniz. Siz Allah ve Resulünün yalanlanmasını ister misiniz?” sözüne göre, mesela dini bilgisi zayıf olan bir insana İslâmda recm olduğunu söylemememiz mi gerekir?
    Cevab: Hz. Ali, dehrilere, yani ateistlere uzun uzun Allahın varlığını anlatmadı. “Siz haklıysanız, benim inanmakla zararım yok. Ama ben haklıysam, sizin haliniz ne olacak?” dedi. Avama derin ince hassas meseleler anlatılmaz. Yoksa küfre düşebilir. Veya anlayacağı kadar anlatmalıdır. İlk mektep matematiği ile lise matematiği ve yüksek matematik aynı mı anlatılıyor?
    22 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Selefi radikal Taliban, nasıl oluyor da Afganistan gibi Sünni an’aneye mensup mutedil bir coğrafyada kendisine taraftar toplayabiliyor?
    Cevab: Taliban, Vehhabi tesirindeki Diyobend ekolünün mahsulüdür. Ancak kendisine Sünni imajı vermekte; Afganistan’ın sosyo-ekonomik problemlerinden istifade ederek inkişaf etmektedir.
    3 Aralık 2020 Perşembe
  • Sual: Bir harb hakiki cihad ise kaybedilmez sözünüzün delili var mıdır?
    Cevab: Kur’an-ı kerimde “Şüphesiz askerlerimiz asla mağlup olmaz” mealinde ayet-i kerime vardır (Saffat:173). Bir harb, eğer 1-meşru cihad ise ve 2-perakende olmayıp kumandanın emirlerine uyulmuşsa, zafer mev’uddür, vadedilmiştir.
    16 Şubat 2021 Salı
  • Sual: Şer’î bir devlette Müslümanlar bir beldeyi fethetse, o beldedeki savaşa katılmayan kişiler ve aileleri de ganimete dâhil midir?
    Cevab: Düşman esirlerinin tamamı ganimete dâhildir. Ancak muharip olmayanlar öldürülmez.
    16 Şubat 2021 Salı
  • Sual: Meşru cihad olmayan bir harbe iyi niyetle giden ve ölen asker şehit olmaz mı?
    Cevab: Zorla götürüldükleri için imanı varsa şehit olur.
    29 Mart 2021 Pazartesi
  • Sual: Bugün bir şer’î devlet olsaydı, mesela hangi ülkelerin fethine gidilebilirdi?
    Cevab: Cihadın maksadı toprak ve ganimet elde etmek değil; Allah’ın adını yüceltmek, yani İslâmiyeti insanlara duyurmaktır. Şimdi bir İslam devleti olsaydı, silahlı değil, bütün dünya ile iyi münasebetler kurarak İslâmiyeti yayardı. İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbânî hazretleri, söz ve kalem olan cihadın, kılıç ve top ile olan cihaddan üstün tutmaktadır. Şu halde ilk bin yılın silahı kılıç idi, ikinci bin yılın silahı söz ve kalem olacaktır. (1.cilt 65. Mektub)
    3 Nisan 2021 Cumartesi
  • Sual: Bir müslüman devlet hangi gerekçeyle başka bir müslüman devlet ile savaşabiliyor?
    Cevab: Meşru müdafaa.
    4 Mayıs 2021 Salı
  • Sual: Harbden geri çekilmenin hükmü nedir?
    Cevab: Yenişemeyeceği düşmanla sulh yapmak caizdir. Fazla zarara uğramamak için geri çekilmek caizdir. Bunu kumandan tayin ve takdir eder. Kur’an-ı kerimde bu mealde ayet-i kerime var. Hazret-i Peygamber’in tatbikatı böyledir.
    5 Temmuz 2021 Pazartesi
  • Sual: Cihad ibadet ise, gayrı müslim vatandaşların orduda istihdamının sebebi nedir?
    Cevab: İbadet olarak değil, icap ettiğinde ücretli olarak istihdam edilmiştir.
    5 Temmuz 2021 Pazartesi
  • Sual: Uydurukça veya yerinde kullanılmayan kelimelere fazla takılıyorsunuz. İşin özü mühim değil mi?
    Cevab: Zâhirden, bâtına; şekilden, öze yol vardır. Zâhir harapsa, bâtın da harap kalır. Kaldı ki bu bir şuur meselesidir.
    5 Temmuz 2021 Pazartesi
  • Sual: TDK’nin dilimizde yaptığı tahribatı iyi anlatan bir kitap tavsiye eder misiniz?
    Cevab: Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca; Nihad Sami Banarlı, Türkçenin Sırları; Abdurrahman Acer, Türkçenin Müdafaası; Agah Sırrı Levend, Türk Dilinin Gelişme ve Sadeleşme Evreleri; Kadir Mısıroğlu’nun 1000 Kelimeyi Boykot.
    5 Temmuz 2021 Pazartesi
  • Sual: İbn Âbidin’e göre, bir diyarda Müslümanların ahkâmı ile müşriklerin ahkâmı birlikte icra edilirse, orası yine dârülislâmdır. Bu ne manaya geliyor?
    Cevab: Bir memleketi kâfirleri istila etse, orada yaşayan Müslümanların kendi müftüleri olup şeriatı tatbik etseler, burası dârülislam olmaya devam eder. İspanyol işgalinde Endülüs, Osmanlı hakimiyetinde Eflak ve Boğdan, İngiliz işgalinde Hindistan gibi.
    5 Ağustos 2021 Perşembe
  • Sual: Bir kadının zevcinin dinî bilgisi zayıf olsa, ona nasihat etmesi caiz olur mu?
    Cevab: Bir kadın, kocasıyla dini münakaşalara girmemelidir. Aksi takdirde zevcin izzet-i nefsi kırılır; aile huzuru kalmaz. Hele ukalalık kimsenin hoşuna gitmez; fayda yerine zarar getirir. İlm-i siyaset bunu icap ettirir. Kadın, kocasının hocası değildir. Ondan mesul de değildir. Evde muteber bir ilmihal bulundurmalı; beraber okumalı. Hem bir şey paylaşıldığı için, muhabbeti arttırır; hem de nasibi olduğu kadar istifade eder.
    29 Ağustos 2021 Pazar
  • Sual: Ben şeriatla idare edilmek istemiyorum diyen bir müslümana ne cevap verilir?
    Cevab: Cevap verilmez.
    29 Ağustos 2021 Pazar
  • Sual: İslâmiyeti tebliğ etmek her müslümana farz mı?
    Cevab: Tebliğ âlimlerin vazifedir. Fitne çıkarmak tehlikesi de vardır. Avam dua eder ve imkânı varsa bu işi usulüne uygun olarak yapanlara mali yardım yapar.
    8 Aralık 2021 Çarşamba
  • Sual: Bir erkek zevcesine peşpeşe üç talak verse, ama bununla tamamen ayrılacağını bilmese, ne lazım gelir?
    Cevab: Bilse de bilmese de, korkutmak için söylemiş olsa da, beynunet-i kübrâ, yani büyük ayrılık meydana gelir. Eşler tamamen ayrılır ve bir daha evlenemezler. Kadın bir başkasıyla evlenip, zifafa girdikten sonra, bu evlilik ölüm veya talak ile son bulsa, o zaman isterse eski kocasıyla yeni bir nikâhla evlenebilir. Müslüman için cehl özür olmaz. Bir amele başlayan, bunun dinî hükmünü öğrenmek mecburiyetindedir. Nasıl ki namazın şartlarını öğrenmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte, “Kim zevcesini bilerek veya bilmeyerek üç talak ile boşasa, kadın ondan tamamen ayrılmış olur” buyuruldu. (Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 15094) Ancak dârülharbde meşhur olmayan farzları bilmemek özür olduğundan, bir erkek zevcesine üç defa boş ol dese, bununla beynunet-i kübrâ (kati ayrılık) meydana geldiğini bilmese, ikinci ve üçüncü talâkı muteber değildir. Dârülharbde, bunu öğrenme imkânı varken öğrenmemişse, günahkâr olur. Dârülislâmda ise bilmemek özür değildir.
    12 Aralık 2021 Pazar
  • Sual: Bir müslüman cihada çıkıp esir düşse ve bu esnada ölse, şehit sayılır mı?
    Cevab: Evet.
    5 Ocak 2022 Çarşamba
  • Sual: Düşmana esir edilen müslüman, işkenceye uğramamak veya sorgulanırsa sır vermek tehlikesiyle intihar edebilir mi?
    Cevab: Hayır.
    5 Ocak 2022 Çarşamba
  • Sual: Namaz kılmayan bir kimsenin başkasına “namazını kıl” demesi, içki içen kimsenin başkasına “içki içme” demesi günah olur mu?
    Cevab: Hayır. O günahı işlemek, emr-i maruf vecibesini düşürmez. Ama tesiri olmaz. "Yapmadıklarınızı neden söylersiniz?” mealinde ayet-i kerime vardır.
    1 Mart 2022 Salı
  • Sual: Güçlü düşmandan kaçmak caiz olur mu?
    Cevab: Fetâvâ-yı Hindiyye’de Serahsî’nin Muhît’inden alarak diyor ki: Müslümanların adedi, düşmanların yarısı kadar veya daha fazla ise, kaçmaları helal değildir. Bu, silahları olduğu zamandır. Silahları yok ise, silahı olan düşmandan kaçmaları caiz olur. Bunun gibi, kendisinde ok aleti olmayan müslümanın ok atandan kaçmasında beis yoktur. [Meselâ füzesi yok ise, füzesi olan düşmandan kaçması, geri çekilmesi, sulh yapması, kaleyi boşaltması câiz olur.] Bu esasa göre, bir kişinin üç kişiden kaçması caiz olur. Adedleri on iki bin veya daha fazla olunca, kendilerinden kat be kat fazla olan düşmandan kaçması helal olmaz. Bu, kelimeleri (gayeleri, davaları, maksadları) bir olduğu zamandır. Farklı farklı olduğu zaman, ikiye bire itibar edilir. Zamanımızda ise tâkata (güce) itibar olunur. Her kim mancınıkla saldırmayı planlayan bir kale halkının mevziinden veya benzeri bir mevziden kaçarsa veya kendilerine ok veya taş atılan bir mevziiden firar ederse, bunda beis yoktur. (II/193).
    1 Mart 2022 Salı
  • Sual: Müslüman Çeçenlerin, Rus ordusunda Ukrayna’ya karşı savaşması caiz midir?
    Cevab: Şer’î kaidelere göre kurulmuş ve işleyen bir devlet olmadığı için, hiçbir müslümanın gönüllü olarak harbe iştirak etmesi, Müslüman olsun olmasın, düşmana atış yapması caiz değildir. Ancak kendisine şahsen saldıranlara bizzat mukabele etmesi caizdir. Bir de mecburi askerlik sebebiyle orduda bulunanlar müstesnadır. Bunlar da mümkün mertebe geri hizmette vazife almayı tercih etmelidir. Buna kadir olmaz da cepheye sürülürlerse, karşı tarafa atış yapmaları caiz olur. Bunu yaparken din düşmanlarına attığına niyet etmek iyi olur.
    17 Mart 2022 Perşembe
  • Sual: Kimya-ı Seadet’te En üstün kesb yolu cihaddır deniyor. Bugün silahlı cihad olmayıp, kalemle yapılan cihaddan, yani din kitabı yazmaktan para kazanmak doğru mudur?
    Cevab: Nafaka kadar kazanmak caiz ve tayyip ve efdaldir.
    20 Mart 2022 Pazar
  • Sual: Bugün cihad hükmü ortadan kalkmış mıdır?
    Cevab: Cihad hükmü, ebediyyen devam eder. Silahlı cihadın hükmü şimdi kalkmıştır. Çünki halife ve şer’î hükümet yoktur. Dil ile, kalem ile ve hal ile cihad kıyamete kadar devam eder. İslamiyeti öğrenip yaşayıp anlatarak emr-i maruf yapılır. Hizmet edenlere yardım ve dua edilir. Sözle emri marufu alimler yapar. Bunlar kalmadı ise kitapları yayılır.
    26 Nisan 2022 Salı
  • Sual: Bir memleket işgal edildiğinde, hükümdar izin vermese bile vatanı savunmak niyetiyle halkın milli mücadeleye girişmesi caiz midir?
    Cevab: Bu işlere hükümet karar verir, halk değil.
    19 Mayıs 2022 Perşembe
  • Sual: Harbden kaçmak büyük günahlardan olduğuna göre, memleketimize gelen sağlıklı Suriyelilerin hükmü nedir?
    Cevab: 1.Harbden değil, cihaddan kaçmak günahtır. Şu anda İslam devleti ve halife olmadığı için zaten cihad yoktur.

    2.Bu Suriyelilerin çoğu kadın, yaşlı ve çocuktur.

    3.Kime karşı savaşacaklar?

    4 Haziran 2022 Cumartesi
  • Sual: Bir ateist, peygamberimize “Muhammed” diye hitap ederse ikaz etmek lazım gelir mi?
    Cevab: Cenab-ı Peygambere hürmetle mükellef olan, müslümanlardır. Başkası ne yaparsa yapsın, Müslümanı alâkadar etmez.
    4 Haziran 2022 Cumartesi
  • Sual: Mesela Fatih Sultan Mehmed’in Rodos’ta, Belgrad’da kaybetmesi, bunların meşru cihad olmadığını mı gösterir?
    Cevab: Bir harb kaybedilmişse bunun meşru cihad olmadığını göstermez, söz dinlenmemiş veya ikmal yapılmamış olabilir. Harbin kazanılması için

    1-Meşru olması,

    2-Kumandanın sözünü dinlemek,

    3-Hazırlıklı olmak şarttır.

    8 Haziran 2022 Çarşamba
  • Sual: Kız kardeşim namaz kıldığı halde çok açık saçık giyiniyor. Rahatsız oluyorum. Ne yapmalıyım?
    Cevab: Bilmemesi mümkün değildir. Dinleyecek, kabul edecek biriyse, kibarca bir defa söylenir. Sen namaz kılıyorsun, ne güzel, bir de şöyle giyinmesen, denir. Bir ilmihal hediye edilir. Dinlemezse seyrek görüşülür.
    4 Ağustos 2022 Perşembe
  • Sual: Bazı camilerde uygunsuz kitaplar var. Bunları alıp imha etmek caiz midir?
    Cevab: Fitne olur. Karışmamalı, muteber kitapları hediye etmelidir.
    4 Ağustos 2022 Perşembe
  • Sual: Bir kimse halifeye karşı ayaklansa, ama halkı da halifeyi koruyacağız diye kandırsa, bu kişiler muharebede ölse şehit midir?
    Cevab: İmanı varsa bilmediği için şehittir. Biliyorsa düşman tarafından öldürülse bile şehit olmaz.
    6 Eylül 2022 Salı
  • Sual: Akrabalarımın bahçesi var. Öşür vermediklerini sanıyorum. İkaz etmem lazım gelir mi?
    Cevab: Verdiklerine hüsnü zan edersiniz. Vermedikleri kati biliniyorsa, sorarlarsa söylersiniz.
    25 Eylül 2022 Pazar
  • Sual: Dini noksanlığını gördüğümüz arkadaşlarımıza bunu söylemeli miyiz?
    Cevab: Delili iyi bilinen bir meseleyse, çok yakınlara dinleyeceği umulursa söylenir. Değilse sorana söylenir.
    8 Ekim 2022 Cumartesi
  • Sual: İslami hassasiyetler cihetiyle adli ve idari hakimlik arasında fark var mıdır?
    Cevab: Farkı yoktur. Türkiye’de veya başka ecnebi memleketlerde hakimlik ve avukatlık yapmak caiz, hatta niyeti düzeltirse, yani dine, millete, insanlara faydalı olmayı hedeflerse, nafakasını çıkarıp kimseye muhtaç olmamayı düşünürse sevaptır.
    19 Kasım 2022 Cumartesi
  • Sual: “Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar.” Bu hadis, şimdiyi mi anlatıyor?
    Cevab: Elbette. İfade hem hakiki; hem de mecazdır. Fitnelere karışmamak, haklı bile olsa kimseyle münakaşa etmemek, aşırılıklardan kaçınmak, haddini bilmek, zamanın şartlarını anlamaya çalışmak, ön planda olmamak, sokaklara dökülmemek lazımdır.
    29 Kasım 2022 Salı
  • Sual: Eğer bir kumandan, kâfirleri usulü dairesinde İslamiyete davet etmeden ve bu husustaki delilleri etraflıca serdetmeden harbe girişir ve kendilerini ansızın baskın suretiyle gaflet üzere yakalayıp öldürtür ise, aynen bir müslümanı katletmiş gibi diyet ödemekle mükellef olduğuna göre, Sırpsındığı zaferi bununla tezat teşkil etmez mi?
    Cevab: Hayır. Sırpsındığı, bir harbin içindeki muharebedir. Harb devam ederken yapılan muharebelerde haber vermek icap etmediği gibi baskın yapmak da caizdir. Kaldı ki düşman saldırırsa, İslama davet edilmesi gerekmez. Ayrıca yazdığınız hüküm de doğru değildir. Harbînin öldürülmesinde kısas ve diyet lazım gelmez. Zira darülharbdedir ve düşmandır. Ancak müstemenin, yani izinle darülislamda bulunan gayrı müslimin öldürülmesinde diyet lazım gelir.
    16 Aralık 2022 Cuma
  • Sual: İslâm devletinin ordusunun devamlı düşmanlarla muharebe etmesi mi icap eder?
    Cevab: Hayır. Dünyada müslümanlarla gayrı müslimler arasındaki hakim statü sulhdür. Cihadın meşru olması için bazı şartlar ve sebepler vardır. Ancak o zaman harbe girişilir. Bu da düşmanın müslümanlara tecavüzüdür.
    16 Aralık 2022 Cuma
  • Sual: Müslümanlara karşı hakaretlere ve zulümlere reaksiyon olarak yapılan toplu nümayiş ve yürüyüşlere katılmak caiz midir?
    Cevab: Kanun dairesinde hareket etmek caiz ise de, bunların faydası olmadığı gibi, zararı da çoktur. Kendisini tehlikeye atmak caiz olmaz. Bu hakaret ve zulümlerin bitmesi için her müslüman kendisine düşeni yapar. Bu ise sokaklarda değildir.
    2 Ocak 2023 Pazartesi
  • Sual: Bir mecliste bir din düşmanı övülse, orada onu sevmeyen birisi de fitneden dolayı sussa, sükût ikrardan gelir mi?
    Cevab: Her zaman sükût ikrardan gelmez.
    25 Ocak 2023 Çarşamba
  • Sual: Mevlana’nın ilerde müslüman olur diye Moğollarla iyi geçinip harbetmemesi saçma değil mi?
    Cevab: Mevlana, Hazret-i Peygamber’in sünnetine uymuştur. O, kendisine eziyet eden müşrikler için, “Ya Rabbî onları helak etme, bilmiyorlar, umarım onların soyundan müminler gelsin” buyurdu. Bu hadis-i şerif, Buhari ve Müslim’de geçer. Kendi kafasına uymuyor, bildikleriyle uyuşmuyor diye alimlerin sözlerini tahkir etmek en azından cehalet alametidir.
    27 Ocak 2023 Cuma
  • Sual: Ehli sünnet bir gencin çevresi bidat ehli ise ne yapmalıdır?
    Cevab: Bidat ehlinden uzak durmak dinin emridir. Zaruret varsa, helaya gider gibi görüşür. Bahane söyler. Görüşünce münakaşa etmez.
    7 Şubat 2023 Salı
  • Sual: Meşru hükümdara nasihatin sınırı nedir?
    Cevab: Alimler, devlet adamları, hatta ailesi, her müslüman gibi hükümdara da nasihat verir, istişare ettiği zaman doğru bildiğini söyler. Ancak bu kişilerin fikirleri her zaman hükümdar için geniş ihatalı olamaz. Hükümdarın bilgi kaynakları ve ufku, her zaman yanındakilerden fazladır. İleri gitmeleri fitneye sebep olur.
    16 Şubat 2023 Perşembe
  • Sual: Harbde düşman şehirlerinin, meskun mahallerin bombardıman edilmesi caiz midir?
    Cevab: Harbde muharip olmayanlara ilişilmez.
    16 Şubat 2023 Perşembe
  • Sual: Tesettürlü ama namaz kılmayan veya namaz kılan ama tesettürlü olmayan kadın için ya tam yap ya da yapma denir mi?
    Cevab: Her bir farz veya haramın hükmü ayrıdır. Bir şeyin hepsi ele geçmezse, tamamı da terk edilmez. Yaptığının karşılığını alır, yapmadığının karşılığını öder. Belki yaptığı yapmadığını affettirir. Ama günaha devam edenler, ibadetlerinin sevabını alamaz.
    21 Şubat 2023 Salı
  • Sual: “Silah kullanmayı öğreniniz. Çocuklarınıza yüzmeyi ve atıcılığı öğretiniz!” hadis-i şerifleri bugün nasıl tatbik edilir?
    Cevab:

    Hadis-i şeriflerin hükmü geçmez, manası ve tatbik sahası değişebilir. Bugün bedeni kuvvet ve atıcılığın kıymeti kalmamıştır. Ama çocuklarınıza cihad edecek vasıtaları öğretin diye anlaşılır. Bu zamanın cihadı kalem iledir, fikir iledir, ilim iledir, yaşantı iledir. Bunu yapınca, hadis-i şerife uyulmuş olur. 

    16 Mart 2023 Perşembe
  • Sual: Vakit israfı olduğu için Twitter, Instagram ve Facebook kullanmamak uygun mudur?
    Cevab:

    Bunların hepsi lüzumsuz ve zaman israfı olan şeylerdir. Ancak zamanın silahıyla silahlanmak da lüzumlu bir kaidedir. Bundan müsağni kalmak mümkün değildir. Bu fayda ve lüzum da herkes için değil, muayyen kişiler için mevzubahis olabilir. 

    16 Mart 2023 Perşembe
  • Sual: Yabancı dil öğrenmek dinen makbul müdür?
    Cevab:

    Hazret-i Peygamber, katiplerine ecnebi lisan öğrenmelerini isterdi. “Bir kavmin lisanını öğrenen, onun hilesinden emin olur” buyurdu. Bu zamanda hem kolay iş bulup maişetini çıkarabilmek, hem de insanlığa hizmet edebilmek için Arapça’dan başka, en az bir ecnebi lisan öğrenmek lüzumlu ve faydalıdır.

    16 Mart 2023 Perşembe
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder