Sual: Bidat ehli kimdir? Bidat sahibi kime denir?
Cevab: Bidat, lügat itibariyle her türlü yenilik demektir. Istılahtaki manası ise Hazret-i Peygamber ve Selef-i sâlihîn denilen eshab-ı kiram, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn zamanında bulunmayan, sonradan ortaya çıkan yenilikler, bir başka deyişle sünnete uymayan, ters düşen, itikat, amel ve sözler demektir.
Bu cihetle bidat, sünnetin zıddıdır. Hazret-i Peygamber, “Kim bizim bu işimizde (dinimizde) bulunmayan bir bidat (yenilik) çıkarır ise bu reddedilir” (Buhârî, Müslim, İbn Mâce, Müsnedü Ahmed) ve “Her bidat dalâlettir, sapıklıktır. Her delalet ateştedir” (Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce, Müsnedü Ahmed) buyuruyor.
Bidat yalnız amelî meselelerde olmaz; itikatta da olabilir. Buradaki bidat ya küfre sebep olur veya olmaz. Küfre sebep olmazsa, böyle inanana İslâm akidesinde ehl-i bidat veya ehl-i kıble denilmektedir. Hâricî, Şiî, Mûtezilî, Vehhabî fırkaları, bu sınıfta mütalaa edilmiş; bunun dışında kalanlara Ehl-i sünnet denilmiştir.
Ehl-i sünnet ve cemaat, inanış ve amellerinde Hazret-i Peygamber ve eshabının yolunda olanlar demektir. Nitekim sünnet yol demektir ve Hazret-i Peygamber’in yolu manasına gelir. Cemaat ise, Hazret-i Peygamber’in cemaati, yani onun arkasında namaz kılanlar, yani eshab-ı kiramdır.
İslâmiyetin inanç ve amel esaslarını, eshab-ı kiram, Hazret-i Peygamber’den görerek ve işiterek öğrenmiş; kendilerinden sonra gelenlere nakletmişlerdir. Selefin icma (ittifak) ettiği meselelerde, sonradan ortaya çıkarılan inanç ve ameller bidattir. “Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, biri kurtulur. Onlar, benim ve eshabımın yolunda olanlardır” hadisi buna delâlet eder (Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn Mâce, Dârimî).
Bunlardan Ehl-i sünnet ve cemaat denilen fırka, Hazret-i Peygamber ve onun cemaati, yani eshabının hepsinin bildirdiği inanç esaslarına uymuştur. Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebinin inanç esasları birbirinin aynı olup, teferruatta, yani amelî/fıkhî hükümlerde ayrılmışlardır.
Diğer fırkalar ise, manası açık olan nassları (ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri) tevil ederek, manası açık olmayan nassları ise sahabenin bildirdiğine uymayan bir şekilde yanlış tevil ederek icmadan ayrı birer yol tutmuşlardır. Bunlar, Ehl-i sünnetten başlıca inanç esasları cihetinden ayrılırlar; ancak tekfir edilmezler, yani dinden çıkmış sayılmazlar. Çünki yanlış tevil etmek suretiyle de olsa Kur’an ve sünnetten manası açık olmayan bir delile dayanmaktadırlar. Hadis-i şerifte, “La ilahe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kafir demeyiniz! Buna kafir diyenin kendisi kafir olur” buyuruldu. Ama zaruriyyat-ı diniye denilen herkesin üzerinde ittifak ettiği açık meselelerde, ayet ve hadise dayansalar da mümin sayılmazlar.
Tenasühe (reenkarnasyon) inanan kâfir olur. İsrâ’ya inanmayan kâfir olur. Mi’raca inanmayan bidat sahibi olur. Eshab-ı kirama dil uzatan, onların halifeliğini kabul etmeyen, Mesih’in nüzulünü, Mehdi’nin zuhurunu, kabir azabını, şefaati kabul etmeyen, günah işleyene kâfir diyen, iman artar eksilir diyen kişi bidat ehlidir. Dinde reform yapmak lazımdır, ayet ve hadisleri bugüne adapte etmelidir, bazı ayet ve hadisler tarihseldir, diyen bidat ehli değil zındıktır.
Resulullah, “Bidat sahiplerine hürmet eden, dirilerini ve ölülerini metheden İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur” ve “Bidat ehliyle arkadaşlık yapmayınız” ve “Bidat ehline sert bakanın kalbini Allah iman ve eman ile doldurur” buyuruyor.
Bidat mezhepleri, selef-i salihin denilen ilk devir ulemasının icma ettiği meselelere aykırı inanç ve amel esasları ortaya çıkardıkları için, ehl-i bidat olarak da bilinir. Kur’an-ı kerimde, “Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, müminlerin yolundan (icmadan) ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve sonu çok fena olan cehenneme sokarız” mealindeki âyet (Nisâ: 115) bu kimseleri kötüler. Fıkhî görüşlerine, bilhassa siyaset hakkındaki görüşlerine bu inanç farklılıkları aksetmiştir.
İbn Âbidîn hazretleri bidat ehlinin imamlığının mekruh olduğunu anlatırken der ki: “Bidat, Peygamber aleyhisselamdan malum ve meşhur olan şeyin aksini itikat etmektir. Fakat bu inat sebebiyle değil bir nevi şüphe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiçbiri bidat sebebiyle tekfir edilemez. Bidat ehlinden murat, haram olan bidati işleyenlerdir. Bazı bidatler vaciptir. Dalâlet fırkalarına red cevabı vermek için delil getirmek, kitap ve sünneti anlatan nahv ilmini öğrenmek bu kabildendir. Kışla ve medrese yapmak, Cuma hutbesinde zamanın sultanına hayır dua etmek ve İslamiyetin ilk zamanlarında olmayan her hayrı meydana getirmek gibi şeyler mendub bidat; mescidleri süslemek gibi şeyler mekruh bidat; lezzetli yemeklerle meşrubat ve elbiselerde bolca davranmak gibi şeyler mubah bidattir. Yani bidat beş kısımdır.
İtikatta olsun, amelde olsun bidat, yani dinde Hazret-i Peygamber ve eshabı zamanında olmayan bir yenilik çıkarana veya bunu yayana bidat ehli denir. Bu bidat bazen küfrdür. Ehl-i bidat asla şüphe götürmeyecek delillere karşı inat ederek bidate inanır. Meselâ haşri veya bu kainatın sonradan var edildiğini kabul etmezse katiyetle kâfir olur.
Bir nevi şüphe varsa, bidatçinin tekfirine mânidir. Meselâ Allahü teâlâyı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin, «O azamet ve celâlinden dolayı görülmez» demeleri bu kabildendir. Yani böyle söyleyen ehl-i bidate kâfir denilmez. Bu bidat haramdır. Bidat bazen tahrimen mekruhtur. Amelde çıkarılan bidatlerin çoğu böyledir. Nafile namazı cemaatle kılmak gibi.
Seâdet-i Ebediyye’de diyor ki: “Bidat ehli, bidat sahibi demek, bidatini yaymak için, yani Müslümanların imanlarını, ibadetlerini bozmak için uğraşan bidat sahibi demektir. Bunlara aldanarak bidat işleyeni sevmemek değil, ona acımak, nasihat vermek lazımdır. Bugün, bütün dünyadaki Müslümanlar üç fırkaya ayrılmıştır: Sünnî, Şiî ve Vehhâbî.”
Bidat bir sünneti ya değiştirir yahut kaldırır. Cenazede nutuk atmak, tabutu tekbirle götürmek, ölünün ardından üç, yedi, kırk, elliikinci geceyi sayarak hayır yapmak, keçi sakal bırakıp sünneti yerine getirdiğine inanmak, sünnetle farz arasında 3 ihlas okumak, namazdan, duadan sonra secde edip de kalkmak, hutbeyi Arabiden başka lisanda vermek, ezanı yüksekte değil elektronik cihazlarla okumak bidattir, tahrimen mekruhtur.
Amelde bidat çıkarmak da itikatta bidat gibidir. Dinde olmayan bir amelin, dinde olduğuna itikat etmekte ve bunu yaymaktadır. Çünkü bir ameli âdet edinen kimse onun dinden olduğuna mutlaka itikat edecektir. Meselâ Şia taifesinin çıplak ayaklara mesh etmesi, mest üzerine meshi inkârda bulunması gibi şeyler bu kabildendir. Binaenaleyh itikatta da, amelde de bidat çıkarıp yayana, bir de bidat olduğu icma ile sabit hususlara itikat ve amel edene (Şiîler gibi) bidat sahibi denir.
Bidati çıkarmayıp yaymayana, ama inanana bidat ehli denmesi için bu bidatin icma ile sabit olan bir hususa aykırı olması lâzımdır. Bir hususun bidat olduğunda ihtilaf varsa, bunu yapana bidat ehli denmez. Meselâ abdestte başını üç ayrı su ile üç defa mesh etmek böyledir. Bunun bazıları mekruh, bazıları bidat olduğunu söylemiş, bazıları da bir beis yoktur demiştir. Akşam namazını kıldıktan sonra cemaate uymanın mekruh veya bidat olduğu söylenmiştir. Namazda selâm verirken ve berekâtuh demek bidat veya mübah yahut müstehabdır. Namazda dil ile niyet Hanefî’de bidat, Şafiî’de müstehabdır. Sakalı sünnet niyetiyle bir tutamdan az yapmak Hanefi’de bidattir, Şafii’de değildir.
Bir husus için sünnet ve bidat diyenler varsa o işi yapmamak; vâcib veya bidat diyenler varsa o işi yapmak lâzımdır. Bu kimse vitir namazında kunutu ikinci rekatte mi yoksa üçüncüde mi okuduğunda şüphe ederse, kunutu tekrarlar. Birinci veya ikinci rekatlerde kunut okumak bidattir. Ancak kunut vâcibdir. Vâcible bidat arasında tereddütlü bulunan şey ihtiyaten yapılır. Bidat ile yapılan ibadet kabul olunmaz. Bu, sahih olmamak demek değildir, ibadetlerine sevap verilmez demektir.”
Bidat ya bir sünneti ortadan kaldırmaktadır, buna bidat-i seyyie denir ve yapılması yasaklanmıştır. Yahut da bir sünnetin daha iyi yapılmasını temin eder veya hiçbir zaman sünnete aykırı olmaz. Buna bidat-i hasene denilmiş ve yapılmasında mahzur görülmemiştir. Meselâ, mektep yapmak, kitap yazmak, minare bidat-i hasenedir. İmam Rabbani gibi bazı âlimler bidat kelimesinden o derece kaçınmışlardır ki, “hiçbir bidatte güzellik yoktur” diyerek bidat-i haseneye sünnet-i hasene adını vermeyi tercih etmişlerdir.
Amelde bidat, âdetlere dair ise yapılmasında hiç mahzur görülmemiştir. Meselâ, yemede, içmede, oturmak ve kalkmakta yenilikler, yeni keşfedilen âletleri ve âdet olan kıyafetleri kullanmak yasak olan bidat değildir, hatta bidat olarak isimlendirilmesi bile doğru değildir.
1 Şubat 2025 Cumartesi