Sual: Kâfirlere cehennem azabı ebedî midir?
Cevab: Cehennemin ebedi olup olmadığı hususunda dört kavil vardır:
1. Cehennem ebedidir. Oraya giren kimseler hiçbir şekilde oradan çıkamayıp sonsuza kadar azap görürler. Kâfirlerden başka, Müslüman olup büyük günah işleyenler tövbe etmeden ölürse cehenneme gider ve ebedi kalır. Hâricîler ve Mu'tezile ile bir kısım Şia’nın görüşüdür.
2. Cehennem ebedî olup cehennemlikler sonsuza kadar orada kalırlar, fakat bir süre azap gördükten sonra bir nevi bağışıklık kazanırlar. Dolayısıyla azaptan elem duymazlar ve ondan lezzet almaya başlarlar. Muhyiddin ibnü’l-Arabî’ye nispet edilir. Ondan evvel Hişam bin el-Hakem’in (190/805) de benzeri bir görüşü vardır. Bâtıniye de bu görüştedir. Halbuki İbnü’l-Arabî, cehennemin ebediyetine kânidir. Ama cehennemin azabına dair farklı görüştedir. Allah’ın rahmeti gazabını aştığı için ve bazı âyetlerin delâletiyle, cehennem azabı devamlı değil, kesintilidir. Bu arada cehennemdekiler nefes alır. Said Nursi de bu görüştedir. Kâfirler cehenneme gidip ebedi kalacak, amelinin cezasını çektikten sonra ateş ile ülfet edecek ve ateşin ilk baştaki şiddetini hissetmeyecektir. “Rahmetim gazabımı geçmiştir” hadisini delil alır.
3. Cehennem ebedîdir. Müminler oradan çıkar, kâfirler ise orada sonsuza kadar kalırlar ve azapları da sonsuza kadar sürer. Müteaddit ayet ve hadisler buna delalet eder. Ehl-i sünnetin sahih kavli budur.
4.Müminler çıktıktan sonra kâfirlerin azabı uzun zaman devam etse de ebedî değildir, bir gün sona erecektir. Bu da Ehl-i sünnetin zayıf kavlidir. Cehennem azabının yerler ve gökler devam ettikçe Allah’ın dilediği müstesna olmak üzere devam edeceği mealindeki ayet-i kerimeyi (Hud, 107) delil alırlar. Ayrıca kafirlerin cehennem azabı için kullanılan hukb kelimesinin (Nebe, 23) sonu olan bir zamanı bildirdiğine istinat ederler. Hazret-i Ömer, Abdullah bin Mes’ud, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Amr, Ebu Hüreyre, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Ümâme, Cabir bin Abdullah’a nispet edilmiştir. Tâbiinden Abd bin Humeyd ve Şa’bî’nin bu kavil üzere olduğu beyan edilmiştir. Sonrakilerden İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim ile İbnü’l-Vezir bu kavil üzeredir. İzmirli İsmail Hakkı ile Musa Carullah da böyle inanmaktadır.
Allahü teâlâ va’dinden (af ve ihsan vaadinden) dönmez; ama vaîdinden (azap tehdidinden) dönebilir.
Ehl-i sünnet’in benimsediği bu iki görüşün delilleri şöyledir: Birinci görüşü benimseyenlerin delillerinin bazıları şunlardır: Allahü teâlâ mealen şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın dilediği müstesnâ olmak üzere içinde ebedi kalıcılar olarak ateş sizin barınağınızdır. Şüphesiz Rabbin hikmeti sonsuz olandır, herşeyi bilendir.” (En’âm, 128); “Bedbaht olanlar ateştedirler. Onlar orada yüksek hırıltılarla ve inleyerek solurlar. Onlar gökler ve yer ayakta durdukça, orada ebediyyen kalıcıdırlar, Rabbinin dilediği kadarı müstesnâ. Şüphesiz Rabbin dilediğini yapandır.” (Hud, 106-107) Bu emirlerde sözü edilen iki istisnâdan sonra cennetlikler için sözü edilen istisna yapılmamıştır. O da Allahü teâlânın: “Bu arkası kesilmeyen bir bağıştır.” (Hud, 108) emridir. Allahü teâlânın “Sonsuz devirler boyunca, içinde kalacaklar.” (Nebe, 23) emri de bu görüşlerine delil gösterilmiştir. İşte bu görüş, yani cehennemin sonunun geleceği, cennetin ebedi olacağı görüşü Hazret-i Ömer, İbni Mes’ud, Ebu Hureyre, Ebu Said ve başkalarından da nakledilmiştir.
Abd bin Humeyd meşhur tefsirinde senedini kaydederek Ömer radıyallahu anhın şöyle dediğini zikretmektedir: “Eğer cehennemliklerin, cehennemde kalacakları müddet alic denilen yerin kum taneleri kadar dahi olsa mutlaka o vakit gelip, bitecek ve onlar oradan çıkacaklardır.” Abd bin Humeyd bunu Allahü teâlânın: “Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar” (Nebe, 23) âyet-i kerimesini tefsir ederken zikretmektedir.
Yine bu görüşün sahipleri derler ki: Cehennem ateşi O’nun gazabının bir gereğidir, cennet de rahmetinin bir gereğidir. Peygamber aleyhisselâm da şöyle buyurmuştur: "Allahü teâlâ mahlûkatı yaratmayı takdir buyurunca Arş’ın üzerinde nezdinde bulunan bir kitaba şunu yazdı: Benim rahmetim gazabımı geçmiştir." Bu hadisi Buharî, Sahih’inde Ebu Hureyre’den gelen bir senetle rivayet etmiştir.
Yine derler ki: Allahü teâlâ azab hakkında onun: “Büyük bir günün azabı” (En’âm, 15), “Can yakıcı” (Hud, 26) ve “Akîm (merhamet olunmayacak)” (Hacc, 55) diye vasıflandırmaktadır. Tek bir yerde ise ihsan edeceği nimetlerin bir günün nimetleri olduğunu bildirmemiştir. Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ben kimi dilersem, onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır.” (A’raf, 156) Yine Allahü teâlâ bizlere meleklerin şu sözlerini nakletmektedir: “Rabbimiz, rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır.” (Mü’min, 7)
O halde (derler) O’nun rahmetinin bu azab görenleri de kuşatması kaçınılmaz bir şeydir. Eğer sonu gelmeyecek bir vakte kadar azabda kalacak olurlarsa, rahmeti onları kuşatmış olmaz. Sahih hadiste de kıyamet günü ellibin yıl ile takdir edilmiştir (Müslim, Ebû Dâvûd, Nesaî). Orada azab göreceklerin azabda kalacakları süre ise günahlarına göre olacaktır. Ahkemu’l-hâkimîn ve erhamu’r-rahimîn olan Allahü teâlâ’nın ebedî, sonu gelmeyecek, bitip tükenmeyecek bir şekilde azablandıracağı bir takım mahlûkları yaratmak, hikmet ve rahmetine sığmaz. Kendilerine ebedî olarak nimetler ihsan edeceği ve sonu gelmez lütuflarda bulunacağı mahlûklar yaratması ise hikmetin bir icabıdır. İhsan bizâtihi istenen bir şeydir. İntikam ise ârizî bir sebeb dolayısıyla istenir.
Yine bu görüş sahipleri derler ki: Cehennemde ebedî olarak kalıp oradan çıkılmayacağına, cehennem azabının kalıcı olduğuna ve bütünüyle büyük bir ziyan olduğuna dair vârid olmuş bütün haberler haktır ve hak oldukları kabul edilir. Bu hususta hiçbir münakaşa olmaz. Bu da cehennem bâki kaldığı müddetçe o azab yurdunda ebedî kalmayı gerektirir. Ancak oradan cehennemin kalıcılığı mevzubahis iken tevhid ehli çıkartılacaktır. Dolayısıyla hapsin, hapis olarak kalmaya devam ettiği sürece hapisten çıkan kimse ile hapis yıkılıp harab olduğu için hapsi sona eren kimse arasında elbetteki bir fark olacaktır.
Cehennemin ebedî kalıcılığını ve yok olmayacağını kabul edenlerin delillerinin bazıları şunlardır: Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar için sürekli bir azab vardır.” (Mâide, 37); “Onlara (azabları) hafifletilmez. Onlar o azab içinde ümitsiz kalacaklardır.” (Zuhruf, 75); “İşte tadın; artık azabdan başka bir şeyinizi arttırmayacağız.” (Nebe, 30); “Onlar orada ebediyyen kalacaklardır.” (Cin, 23); “Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.” (Hicr, 48); “Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir.” (Bakara, 167); “Onlar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler.” (Araf, 40); “Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler, onların üzerinden (cehennem) azabından bir şey hafifletilmez.” (Fatır, 36); “Çünki gerçekten O’nun azabı kalıcı ve yakayı bırakmayandır.” (Furkan, 65), Yani azabı dâimî ve terketmeyendir.
Sünnet’ten pek yaygın şekilde gelmiş rivayetler de cehennemden la ilahe illallah diyenlerin çıkartılacaklarını göstermektedir. Şefaat hadîsleri de günahkâr muvahhidlerin cehennem ateşinden çıkartılacakları hususunda açık ifadeler taşımaktadır. Bu ise onlara has bir hükümdür; şâyet kâfirler de oradan çıkacak olurlarsa, onlar da onların vaziyetinde olacaklar; cehennem ateşinden çıkış iman ehline mahsus olmayacaktır. Cennet ve cehennemin kalıcılığı ise bizâtihi o ikisinin sahip olduğu bir kalıcılık hususiyeti ile değil, Allahü teâlâ’nın onları kalıcılar kılmasıyla olur. (Akîdetü’t-Tahâvî)
Reşahât’ta Abdülgafur Lârî'nin hayatında büyüklerden bazısının da aynı İbni Teymiyye gibi kâfirlere cehennem azabının daimi olmadığına inandıkları geçiyor. Muhyidin-i Arabî hazretleri de Füsûs’da böyle diyor. İbni Teymiyye’nin bu itikadı bilinen bir şey olduğu halde, İslâm âlimleri ona kâfir demediklerine göre, meselenin az da olsa te’vile açık bulunduğu anlaşılıyor.
Herkese Lazım Olan İman kitabında da şöyle diyor: “Allahü teâlânın indirdiği kitâbların hepsi hakdır, doğrudur. Yalan, yanlış olamaz. Cezâ, azâb yapacağım deyip de afv etmesi câiz denildi ise de, bizim bilemediğimiz şartlara veyâ Onun irâdesine, isteğine bağlıdır. Yâhud, kulun hak etdiği azâbı afv eder demekdir. Cezâyı, azâbı bildiren kelâm, birşeyi haber vermek değildir ki, afv edince, yalancılık olsun. Allahü teâlânın va’d etdiği ni’metleri vermemesi câiz değil ise de, azâbları afv etmesi câizdir. Akl da, âyet-i kerîmeler de, böyle olduğunu göstermekdedir.” Buradaki ifade de ilk bakışta hem günahlara ve hem de küfre şâmil gibi anlaşılıyor.
Muhyiddin İbnül-Arabî hazretleri de İbni Teymiyye gibi kâfirlerin ebedi cehennemde kalmayacağını söylediği halde, neden İbni Teymiyye gibi tenkit edilmiyor, denirse; kâfirler için Cehennemin ebedî olup olmadığı meselesinde İbnü’l-Arabi, İbni Teymiyye ile aynı düşünmüyor. İbnü’l-Arabî, “Cehennemlikler ebediyen Cehennemde kalırlar; fakat bir müddet azap gördükten sonra bir nevi muafiyet (bağışıklık) kazanarak taşlaşır veya elem duymayacak hâle gelirler” diyor. İbn Teymiyye ise, “Mü’minler Cehennemden çıktıktan sonra, kâfirlerin azabı uzun zaman devam etse de ebedî değildir; bir gün sona erecektir” diyor. Zâhidü’l-Kevserî hazretleri bu meseleyi ele almıştır.
Nitekim Muhyiddin İbnü’l-Arabî şöyle söyler: “Cehennemden asla çıkamayacak olan Cehennemlikler dört kısımdır: Birincisi; Nemrud, Firavun ve benzeri kimselerdir ki, Allah’a karşı rablık dava etmişlerdir. İkincisi; Müşriklerdir; Allah’a şirk koşanlardır. Üçüncüsü; Muattaladır; Allah’ın fiillerini kabul etmeyen; O’nu âtıl bırakan kâfirlerdir. Dördüncüsü ise münâfıklardır. İnsan ve cinlerden oluşan bu dört grup, Cehennemin asıl sâkinleridir; oradan asla çıkmayacaklardır. Cehennemde ebedî kalanlar -Allah’ın haklarında tayin ettiği- cezalarının müddeti bittikten sonra, artık ateşe karşı bir ünsiyet (alışkanlık) kazanacaklardır. Acıyı hissetme hassaları kaybolup; artık elemi, sızıyı, ağrıyı duymaz hâle geleceklerdir. Hatta uykuda olan birinin -rüyada- gördüğü türden hayalî bir lezzeti bile hissedebileceklerdir.” (Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât-ı Mekkiyye, Beyrut, I/199 vd; III, 98, 99; IV, 327-328.)
İbn Teymiyye ise bâtıl görüşünü desteklemek için müstakil bir risale bile kaleme almıştır. Arada dağlar vardır. İbn Teymiyye, sadece bununla değil, tecsim ve teşbihe dair başka görüşleriyle ehl-i sünnetten çıkmıştır. İbnü’l-Arabî ise, Ehl-i sünnet’in bu hususta kabul ettiği iki görüşten, daha az sahih olanını kabul etmiştir.
17 Şubat 2012 Cuma