Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“Tasavvuf”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Nefehat gibi kitaplarda bazı evliya için kuddise sirruh, bazı evliya için rahmetullahi aleyh deniyor. Hikmeti nedir?
    Cevab: Kuddise sırruh, “Allah sırrını takdis etsin”; rahmetullahi aleyh ise “Allahın rahmeti onun üzerine olsun” demektir. Seyyid Sıbgatullah Arvasi hazretlerine bu sual soruldu. Birincisi nefsinden tamamen kurtulanlar, ikincisi kendinde nefsinden bir şeyler kalanlar içindir. Nefsden tamamen kurtulmak, irşadın şartı değildir. Rahmetullahi aleyh denenlerden de bir çoğu irşad makamına oturmuşlar, büyüklerin yolunda olup faideli olmuşlardır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Tasavvuf kitaplarında bu âlemin vehm olduğu yazıyor. Bu ne mânâya gelmektedir?
    Cevab: Âlemin vehm mertebesinde yaratıldığını, yani var gibi göründüğünü, ama Allahü teâlâ tarafından bu görünüşün devamlı kılındığını İmam Rabbanî hazretleri bildiriyor. Felesoflar da böyle demişti ama onlar tamamen hayal olduğunu ve var gibi göründüğünü söylemişti.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam Rabbânî hazretleri Mektubat’ta “sohbetin edeplerini titizlikle gözetiniz ki, faidelenebilesiniz” diyor. Sohbetin edepleri nelerdir? Meselâ hiç sual sormamak bir edep midir?
    Cevab: Burada kasdedilen mürşid-i kâmillerin sohbetindeki edebdir. Şimdi böyle bir sohbet bulmak neredeyse imkânsızdır. Ama Allah rızâsı için bir araya gelip, dinden imandan bahsetmek, vaktiyle yaşamış mürşid-i kâmilleri anmak, onların sözlerini söylemek, hayatlarından ve menkıbelerinden bahsetmek de mecazen sohbet sayılır. Herkese göre edebin şekli farklıdır. Sohbet tasavvufi bir sohbet ise, konuşmamak, sual sormamak gerekir. Uyku bastırmak da edebe zarar vermez. Fıkıh meclisinde sual sorulur; uyku uyunmaz. İlim sahipleriyle sohbetin edebi bundan daha aşağıdır. Arkadaşlarla sohbetin edebi daha aşağıdır. Edeb, insanın haddini bilmesidir. Ben bu sohbetten maddî (ilmî) ve manevî olarak istifade edeyim. Ben bu sohbetin feyzine muhtacım diye düşünmek, edebi gözetmek olur. Kendisini üstün görmemek, karşısındakinden aşağı görmek, kimseyi incitmemeye çalışmak edebdir. Böyle davranan kimse, hep istifade eder.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Manevî olarak istiharemde Gavsülazam Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yoluna çağrıldım. Ankara ve Kırıkkale’de aradım ama bu yolu bulamadım. Nakşibendî yolunu buldum. Ama ben tam olarak Kâdirî yolunu istiyorum. Çok buhrandayım. Lütfen bana yardım edin, içim yanıyor.
    Cevab: Tasavvuf kitaplarında Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin bütün tarikatlerin, ezcümle Nakşibendî tarikatinin de rehberlerinden olduğu yazıyor. Onun yolunda olmak, illâ bir Kâdirî tekkesi bulup ona bağlanmak demek değildir. Bugün ne Ankara ve civarında, ne de Türkiye’de böyle hakikî bir tekke bulmak kolaydır. İlmihalini öğrendikten sonra, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin hayatını, menkıbelerini, Günyetüttâlibîn gibi kitaplarını okuyup, gönlünü ona bağlamak daha faydalı olur. Buna Kâdirî muhibbi denir ki bu zamanda tasavvufta makbul olanı bence budur.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Kâdirilikte raks yok mudur? Mevlânâ Celâleddin Rumi hazretleri için bazı kitaplarda hiç dönmedi yazıyor. Rehber Ansiklopedisi’nde de sadece dövülen demirden Allah sesini işitince dönerek bayıldığı yazıyor. Nakşî yolunda dahi böyle durumlar olabiliyorken, Kâdirîlikte olmadığı söylenebilir mi? Olduğunu söyleyenler neye dayanarak böyle söylüyor?
    Cevab: Mektubat-ı Rabbânînin 2. cild 46. Mektubunda Mevlânâ hazretlerinin raks ettiği yazılıdır. Bu raks, gayrı ihtiyarî, cezbeye kapılarak veya vecde (coşkuya) gelerek, aklın ve nefsin müdahalesi olmadan yapılan rakstır. Şah-ı Nakşibend “Biz bunu yapmayız, ama inkâr da etmeyiz” buyurdu. Mevlânâ hazretleri elbette şimdiki bazı tarikatçiler gibi dönmüş değildir. Bunlarda akıl ve nefsin müdahalesi olduğu açıktır. Kâdirî ve diğer tarikatlarda da sima ve raks vardır. Ama câiz olmanın şartları yukarıda bildirildi.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İmam Rabbânî hazretleri 136. mektupta geçen “Çok ilerisini düşünmek, bu yolda küfr sayılır” cümlesinde kasdedilen nedir açıklar mısınız?
    Cevab: Küfr gibidir. Yani küfran-ı nimet sayılır. Yani nimetin kıymetini bilmemek demektir. Tasavvuf ehlinin imanı kâmil olur. Rabbinden razı olur. Gelecek endişesi taşıyorsa, imanın kâmil olmadığı anlaşılır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Osmanlı sarayında padişahlar ve ailesi arasında musiki ( müzik ) yaygın mıydı? Padişahlar arasında beste yapan, ney çalanlar olduğu kaynaklarda geçiyor. Ayrıca müzikle tedavi yapıldığı söyleniyor. Musiki dinen caiz olmadığına göre bunu nasıl izah edilebilir?
    Cevab:

    Evvelemirde şunu söylemek gerekir ki musiki matematik ilminden çıkma bir ilimdir. Musiki bilmek başkadır; beste hazırlamak başkadır; musiki yapmak veya dinlemek başkadır. Ulemâ musikinin bazısını câiz görmüş; bazısını görmemiştir. Bunlar hakkında da ulemâ arasında görüş birliği her zaman bahis mevzuu olmamıştır. O halde musiki haramdır diyerek kesip atmak doğru değildir. Adam öldürmek büyük günah iken, kendini müdafaada câiz ve cihadda lâzım hâle geliyor.
    İmam Gazâlî Hazretleri İhyâ ve Kimyâ kitaplarında musikiyi uzun anlatıyor. Buna göre musikinin hükmü üç şekilde ele alınmaktadır:
    1-Şarkının sözleri haram ise, söylemek ve dinlemek ittifakla haramdır.
    2-Söyleyen kadın ve dinleyen yabancı erkek ise, ittifakla haramdır.
    3-Dinlenen meclis fısk meclisi ise veya dinleyenler fâsık ise, ittifakla haramdır.
    4-Çalgıların hepsi hakkında açık ve kesin nass olmadığı için din âlimleri ihtilaf ettiler. Düğünde def çalmak câizdir. Ramazanda sahur veya iftarı ilân etmek için davul çalmak câizdir. Hac yolunda, cihada giderken, asker karşılarken, bayramlarda davul çalmak câizdir. Sürünün veya kervanın önünde kaval çalmak da câiz görülmüştür. Ney çalmak, bazı Şâfiî âlimlerine göre câizdir. Bando ve mehterde çalgı câizdir. Her çeşit düğünde, seferden dönüş gibi sevinç günlerinde, ezcümle arkadaşların ziyaretinde, arkadaşlarla karşılaşmakta, onlarla bir yemekte çalgı çalınması câizdir. (İhyâ’dan hülâsa tamam oldu.)
    Hadîs ve tasavvuf âlimlerinden Kettânî'nin Terâtib kitabında yazdığı üzere, Hafız Ebu'l-Fadl Muhammed bin Tahir el-Makdisî gibi bazı ulemâ, çalgı âletlerini kuş veya su sesine benzetmiş; kadın sesi ve sözleri tahrik edici olmadıkça çalgı âletiyle musiki dinlemeyi mübah görmüştür. Kettânî, buna dair yirmi kadar kitabın ismini sayıyor. Bununla beraber fıkıh kitaplarında tercih edilen görüş, yukarıda İmam Gazâlî’nin naklettikleridir.
    İbni Hacer, Zevâcir’de diyor ki: Cüneyd-i Bağdadî, Ebu Tâlib-i Mekkî, Sühreverdî gibi zâtlar der ki, “Çalgı dinlemekte insanlar ya avamdır; avam, nefislerini öldürmedikleri için onlara bunu dinlemek haramdır; ya da zâhidlerdir. Onların mücâhedeleri devam ettiği için, bunlara mubahtır. Yahut da âriflerdir; kalbleri uyanık olduğu için onların dinlemeleri de müstehabdır” demiştir. Reşahat’ta anlatıldığı gibi, Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin huzurunda çalgı çalındığı zaman, biz yapmayız; yapan tasavvufçuları da inkâr etmeyiz sözünde de buna işaret vardır.
    Netice itibariyle mehter, bando, kahramanlık türkülerini gerektiğinde ve zaman zaman dinlemek herkese câizdir. Çalgısız ve yabancı kadın sesi olmadan ve sözlerinde dinen mahzurlu bir husus bulunmadıkça şarkı dinlemek de câizdir. Bir erkeğin veya kadının kendi kendine veya kendi cinsi arasında eğlence için değil de, bayram gibi neşe zamanlarında veya sıkıntıyı gidermek veya düzgün konuşmak yahud kafiye öğrenmek maksadıyla çalgısız şarkı söylemesi âlimlerin çoğuna göre câizdir. Beste yapmak da câizdir. Beste ilahi bestesi de olabilir, mehter bestesi de olabilir, şarkı bestesi de olabilir.
    Osmanlı sarayında Enderun mektebindeki gençlere musiki dersi verildiği gibi, haremdeki cariyelerden de istidatlı olanlara musiki dersi verilirdi. Sarayda kızlar bandosu vardı. Bunlar bayramlarda, düğünlerde marşlar çalardı. Son zamanlarda piyano da kullanılmıştır. Piyano davul gibi vurmalı çalgılardandır. Vurmalı çalgıların muayyen zamanlarda çalınmasına izin veren âlimler olduğu yukarıda zikredilmiştir. Padişahlar pek çok meziyeti yanında, hat gibi sanatlarda da maharet göstermiştir. Bunlar arasında musiki ile uğraşıp beste yapanlar olduğu gibi, tamamen uzak duranlar da vardır. Beste yapabilmek musikiden haberdar olmak demektir ki bir insan için meziyettir. Bu da Osmanlı hükümdarları için bir üstünlüktür. Şiir yazabilmek de böyledir. Sarayda musiki dinlenmişse bile, bunun şimdiki insanlar gibi müptezelce yapılmadığına hüsnü zan etmek lâzımdır. Hâdü'd-Dâllîn kitabında da yazdığı üzere bazı âlimler hükümdar her an devlet işleriyle meşgul bulunduğundan sarayını harb meydanı hükmünde görmüş ve burada musiki dinlemeyi bando dinlemek gibi sayıp mahzurlu bulmamıştır. Nitekim hükümdarın vaziyeti, sıradan insanlar gibi değildir. Mamafih ulemanın ekserisi insanların suiistimal edeceklerini düşünerek musikinin mübah olanından bile uzak durulmasını tavsiye etmişlerdir.
    Musiki ile tedavi İslam dünyasında tatbik edildiği gibi, Selçuklu ve Osmanlılar da bilhassa akıl hastalarını su ve kuş sesinden başka musiki ile tedavi etmeye çalışmıştır. Nitekim Edirne Sultan Bayezid Dârüşşifâsında, İstanbul Toptaşı Bimârhânesinde (akıl hastahânesinde), Kayseri Gevher Nesibe Dârüşşifâsında, Edirne Sultan Bayezid Bimarhânesinde, Haleb Arguniyye Bimarhânesinde hep musiki ile tedavinin tatbik edildiği bilinmektedir. İbni Âbidin hazretleri der ki: “Allahü teâlâ haramda şifâ yaratmamıştır” hadis-i şerifi, bunda şifâ olduğu bilinmediği zamandır. Nitekim haramda şifâ müşahede edildiği zaman kullanmak câiz olur. Hastaya kan vermek bu hükme istinaden meşru olmuştur. Musikiye haram diyen ulemâ zaten eğlence vesilesi olduğu için men etmektedir. Tedavi için musikiden istifade etmenin eğlence olmadığı ortadadır. Musiki matematikten çıkma bir ilim olduğu için, makamların bazen kaybedilen muhakemeyi düzeltmeye yardımcı olduğu ilmen müşahede edilmiştir. Musiki ile tedavinin caiz olduğu İbni Hacer'in Zevâcir kitabında 451. kebîre bahsinde yazılıdır.
    Raks da bazen câizdir. Harb oyunları gibi. Mescid-i Nebevi'de Habeşliler raksetmişler, Hazret-i Peygamber de seyretmiştir. Demek ki harb oyunları, mehter gibi sulh zamanında da caiz olmaktadır. Çeçen, Çerkez dansları da buna katılabilir. Bunun dışındaki rakslar ulema arasında ihtilaflıdır. Tasavvufçularınki de cezbe hâlinde ise caiz görülmüş; değilse görülmemiştir. Bugün Mevlevi dervişi kisvesi altında gezenlerin çoğu gösteriş ve şov maksadıyla raks ediyor ki dinen çok mahzurlu bulunmuştur.
    Dindar insanlar fıkıh kitaplarındaki sahih kavillere uyarlar. İhtilaflı mevzularda farklı hareket edenlere de bir şey demezler. Nitekim Şahı Nakşibend hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, “Biz bunları dinlemeyiz. Dinleyen tasavvufçuları da inkâr etmeyiz” buyurdu. Padişahlar da insandır. Masum değildir. Yanlış bir şey, bunların işlemesiyle doğru olmaz. Şu kadar ki, hayırlı işleri daha çoktur.

    10 Ekim 2010 Pazar
  • Sual: Aşağıda gösterilen İmam-ı Rabbani hazretlerine ait ifadeyi  Taha Akyol Bilim ve Yanılgı kitabında tenkit ediyor. Bu söz doğru mudur? Doğru ise nasıl anlamak gerekir? "Onların akla dayanan, düzgün ilimlerinden biri geometridir ki, ne dünya saadetine ne de ebedi kurtuluşa faidesi yoktur. Bir üçgenin üç iç açısının toplamı iki dik açıya  ( 180 dereceye )  eşittir demek ve bunu isbatlamak insanlığa ne kazandırır!"
    Cevab: Hendese (geometri) din ilimlerinden ayrı bir ilim değildir. Vaktiyle medreselerde Arapça alet ilimleri yanında mantık ile beraber ona paralel hendese de okutulurdu. Hatta “Hendese ilm-i fıkhın mîzânıdır, Kim ânı kem eyleye, nâsın çingânıdır” beyiti vaktiyle bazı medreselerin duvarına asılırdı. [Geometri, fıkıh ilminin terazisi, ölçüsüdür. Kim onu aşağı görürse, insanların aşağısıdır mânâsındadır.] Zamanın en büyük âlimlerinden ve müceddidlerin en önde geleni kabul edilen, kelâmda müctehidlik mertebesine ulaşmış İmam Rabbânî hazretlerinin burada gaflete düşmesi beklenir mi? Öyleyse İmam Rabbânî hazretleri 1. Cild Mektubat’ın 266. Mektubunda geçen bu sözü niçin söylemiştir? Bunun için mektubun bu sözden öncesini okumak kâfidir. Burada Allah’ın dünya hâdiselerinin meydana gelmesindeki rolünü inkâr eden felsefecilerin iddiaları ağır bir şekilde reddedilirken, bunların dayandığı metodlar çürütülmektedir. İmam Rabbânî hazretleri diyor ki:

    "Allahü teâlâ, Kâdir-i muhtârdır. [Ya’nî dilediğini yapabilir. Tabî’at kuvvetleri gibi, elbette işi yapmağa] mecbur değildir. Eski Yunan felsefecileri, akılları ermediğinden, kemal, büyüklük, mecbur olmakta, her halde yapabilmektedir deyip, Allahü teâlânın ihtiyarını, yani seçmesini inkâr ettiler. Yapmağa mecburdur dediler. Bu ahmaklar, Allahü teâlâ, bir şeyi yaratmağa mecbur olmuş ve sonra başka bir şey yaratmamıştır dedi. Bu uydurma şeye de, akl-ı feâl deyip, her şeyi bu yapıyor dediler. Akl-ı feâl dedikleri şey de, yalnız onların vehmlerinde, hayallerinde olan bir şeydir. Bunların bozuk inanışlarına göre, Allahü teâlâ hiçbir şey yapmıyor. İnsan sıkışınca, bunalınca, akl-ı feâle yalvarır. Allahü teâlâdan bir şey istemez. Çünki Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yoktur. Her şeyi yapan, yaratan akl-ı feâldir derler. Hatta akl-ı feâle de yalvarmazlar. Çünki onu kendilerinden belâları gidermekte irade ve ihtiyar sahibi bilmezler. Bu nasipsizler, ahmaklıkta, sersemlikte, sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. Kâfirler, her işlerinde Allahü teâlâya sığınıyor. Belâların giderilmesini ondan istiyorlar. Bu alçaklar ise, böyle değildir. Bu nasipsizlerde iki şey, sapık ve ahmak fırkaların hepsinden daha çoktur. Bunlardan biri, Allahü teâlânın gönderdiği haberlere inanmıyorlar. Peygamberlerin bildirdiklerine inat ve düşmanlık ediyorlar. İkincisi, bozuk ön fikirler ileri sürüyor. Asılsız, çürük deliller, şahitler göstererek, boş, sapık düşüncelerini ispata kalkışıyorlar. Bozuk düşüncelerini ispat için öyle yanılıyorlar ki, hiçbir alçak böyle yanlış, çürük şey yapmamıştır. Dünyada olan her işi, durmadan giden, dönen göklerin ve yıldızların değişmeleri ve vaziyetleri yapıyor diyorlar. Gökleri yaratanı ve yıldızları icad edeni ve hepsini hareket ettireni ve aralarında nizam kuranı görmüyorlar. Bunu bir şeye karışmaz sanıyorlar. Ne kadar ahmaktırlar! Ne kadar alçaktırlar! Bunları akıllı bilen, sözlerine inanan ise, bunlardan daha alçaktır. Onların akla dayanan, düzgün ilimlerinden biri geometridir ki, ne dünya saadetine, ne de ebedî kurtuluşa faydası yoktur. Bir üçgenin, üç iç açısının toplamı, iki dik açıya müsâvîdir demek ve bunu isbatlamak, insanlığa ne kazandırır!"

    Görülüyor ki felsefeciler her şeyi akıl ve mantık çerçevesinde isbat ve kabul ettikleri için, Allah’ın varlığını mecburen kabul ettikten sonra, kâinattaki hâdiselerde Allah’ın rolü olmadığını, her şeyin akıl ve mantık kâideleri çerçevesinde kendiliğinden cereyan ettiğini söylemektedir. Bunlara göre “Evlilik olmadan çocuk dünyaya gelemez. Aksi, akla ve mantığa aykırıdır. Bunu Allah bile değiştiremez. Çünki tabiat hâdiseleri sebepler meyanında cereyan eder”. Halbuki Allah dilerse babasız, hatta annesiz ve babasız insan yaratabilir. İşte İmam Rabbânî hazretleri, felsefecilerin böyle söylerken dayandıkları en mühim istinad noktası olan geometrinin bu gibi girift meselelerde söyleyecek bir sözü olmadığını, her şeyi tek başına geometri (mantık) ile izaha kalkışmanın insanları saadete götüremeyeceğini izah etmektedir. Nitekim Mektubat’ı tercüme ve şerh eden merhum Hüseyn Hilmi Işık burayı izah ederken köşeli parantez içinde şöyle diyor: “Fen bilgileri, modern makinalar ve elektronik âletler ve yeni bulunan her şey, Allah’ın Peygamberi’ne uyarak kalbleri temizlenmiş, ahlâkı güzelleşmiş imanlı kimseler tarafından yapılmadıkça ve kullanılmadıkça faydalı olamazlar. İnsan haklarını, rahatı, huzuru sağlayamazlar. Harbin ve sefâletin ortadan kalkmasına yaramazlar. Zulme, işkenceye vasıta olurlar.”

    İmam Rabbânî hazretleri kelâmda çok mühim bir kitap olan Mevâkıf ve şerhlerini okumuş ve okutmuşlardır. Nitekim Mektûbât'ta muhtelif yerlerde bu kitaptan alıntı ve tenkidler vardır. Oğlu Muhammed Masum'un da genç yaşta Mevâkıf şerhlerini okuduğu malumdur.Bilenler bilir, Şerhu’l-Mevâkıf kelâmda ileri seviyede bir kitaptır. Bunu okumadan evvel iyi derecede akide-kelâm-felsefe-mantık bilgisi okumak gerekir. Bu ilimleri anlayarak okuyan biri ancak Şerhu’l-Mevâkıf’ın arka planına inebilir. Hele felsefeyi okumayan biri, meselenin arka planına inemez ve buradaki mesele ve münazaralara bir mânâ veremez. Bu meseleler o devirde gerek filozoflarla, gerek Hristiyanlarla ve gerekse Mu’tezile ile yapılan münazaralar üzerine ortaya çıkmıştır. Zamanla münakaşalar bir noktaya varmış ve tarafların kullandığı deliller/öncüller de ayrı ve yeni bir münakaşa mevzuu olmuştur. Temelde Mu’tezilî düşünceyi bilmeyen birisi, Ehli sünnet kelâmcıların alâkalı mevzulardaki görüşünü de pek bir yere oturtamaz. Kezâ felsefî düşünceyi, bu düşüncenin âlem tasavvurunu bilmeyen birisi, kelâmcıların onlara karşı geliştirdiği tezleri de argümanları da mânâlandıramaz. Neticede bu mevzuların bugün için aktüalitesi yoktur. Fikir dünyamızda doğrudan karşılıkları yoktur. Mantık tahsili de böyledir. Mantıkla felsefe-kelâm ve umumî olarak ilim-fen irtibatı kurulamazsa, yani mantığın bir düşünme disiplini olduğu kavranamazsa, talebe kelâm kitaplarında geçen ibareleri çözemez. Geometri, medreselerde mantık dersi çerçevesinde okutulan ehemmiyetli bir ilimdir. Hal böyle olunca İmam Rabbânî gibi eserleri büyüklüğünü gösteren bir kelâm âliminin, geometriye karşı olması beklenemez. Tekrar edelim ki yukarıdaki söz geometri gibi mantık disiplini içinde âlemi, yaradılışı, dünya hayatını, öldükten sonraki hayatı izah etmeye çalışmanın yanlışlığına dikkat çekmektedir. Mantık ve geometri, dünyevî işlerde işe yarar. Tek başına bu hâliyle ebedî saadete yardımcı olamaz. Ancak dinî hükümler çerçevesinde kullanılırsa işe yarar. O halde geometri yardımıyla din hükümlerini bertaraf etmek makul değildir.

    25 Aralık 2010 Cumartesi
  • Sual: Bazı din kitaplarında, günahlardan uzaklaşmadan zikr yapmaları, insanlara fayda yerine zarar verir diye okudum. Bazen tembellikle namazları aksatıyoruz. Zikr etmemiz yarar yerine zarar mı verir?
    Cevab: Burada kasdedilen seyrü sülûkdaki zikrdir. Zikreden kişi bazı haller görür ve kendini kemâle geldi zannedebilir. Bu bakımdan tehlikelidir. Yoksa günah işleyenin de zikr yapmasına bir mâni yoktur. Ancak günahtan sakınmaya ehemmiyet vermeyenin ibadetlerinden sevab alamayacağı kitaplarda yazılıdır.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Levitasyon hakkında bilgi verir misiniz? (Levitasyon: Hindistan ve Tibet'teki insanların havada durabilmeleri)
    Cevab: Bir insan aç kalarak nefsini terbiye ederse, kendini tam kontrol ederek, konsantrasyon sayesinde bu gibi işleri yapabilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Ruh çağırmanın İslâm inancındaki yeri nedir?
    Cevab: Ruh çağırmak aklen mümkündür. Ama İslâm inancına göre, sâlih insanların ruhu, kendilerini çağıran fâsıklara gelmez. Müslüman olmayanların ruhu ise azapta olduğu için gelemez. Cin gelip ruh gibi numara yapar. Çağıranlarla dalga geçer. Onlar da ruh geldi zanneder. Hakiki ruh çağırma şöyle olur: Müslüman hürmet ettiği bir mübarek zatın isimini anar, onun hayatını okur, kitabını okur, o zâtın ruhu orada hazır olur. Olunca oraya rahmet yağar, oradakiler istidatları kadar feyz alır. Sâlihlerin anıldığı yere rahmet yağar, hadis-i şeriftir. Diriler, ölülerini hayırla andıkları zaman, onun ruhu için hayır ve hasenat yaptıkları zaman, ruhu azapta değil, serbest ise gelebilir veya rüyada görünür.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Hindistan’daki büyücüler, arkalarında ormanlık alan veya meyveli ağaç gösteriyor. Bu nasıl oluyor?
    Cevab: Göz boyamadır. Kendisini iyi konsantre edebilen insanlar böyle şeyler yapabilir.
    15 Kasım 2011 Salı
  • Sual: Tasavvufta dünyayı terk etmenin gereği üzerinde duruluyor. Ancak bu sebeple Müslümanların geri kaldığı da söyleniyor. Sizce bizim dünyaya bakışımız nasıl olmalıdır?
    Cevab: Dünyayı terk etmekten maksat, dünyada Allah için olmayan şeyleri, yani günahları, hırsı, faydasız şeyleri terk etmek demektir. Dünyalık, para, makam için, dinin emirlerini terketmek uygun değildir. Müslüman dini için dünyalık verir. Mesela günah işlememek için makam, para ve saireden vazgeçer. Tasavvuftaki dünyayı terk etmekten maksat budur. Bir lokma, bir hırka telâkkisi değildir. Bunun İslâm tarihinde pek çok misali vardır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Bazı tarikatlerde olduğu gibi kişinin kendini şişlemesi câiz midir?
    Cevab: Cezbe denilen kendinden geçme hallerinde olabilir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Her bir mürşid, yaşadığı cemiyetin lisanıyla tebliğ yaptığı halde, neden Mevlânâ Türk cemiyetinde eserlerini Farsça te’lif etmiştir?
    Cevab: Tebliğini, sohbetini Türkçe yapmıştır. Mesnevi yüksek bir ilim kitabıdır. Herkes okusun ve anlasın diye yazılmamıştır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: 12 Hak tarikat olduğu söyleniyor bunların isimleri nelerdir?
    Cevab: Tarikat insana bazı usullere riayet ederek Allahü teâlâya kavuşmak, yani O’nu tanımak, yani emir ve yasaklarını seve seve yapmak imkânı veren bir yoldur. 12 tarikat sözü Anadolu Şiîlerine aittir. Tarikat 12 tane değildir. Hadîs-i şerifte, “Allahü teâlâya kavuşturan yollar 360 bin tanedir” buyuruldu. Tasavvuf tarikatlerinin en meşhurları Nakşibendi, Kadiri, Çeşti, Sühreverdî, Kübrevî, Şâzelî, Mevlevî, Bektaşî, Halvetî, Rifâî gibi tarikatlerdir. Hepsinin aslı iki tanedir. Biri Hazret-i Ebu Bekr’den, diğeri Hazret-i Ali’den gelen iki yoldur. Birincinin temsilcisi Nakşibendî, ikincinin temsilcisi Kâdirîdir. Diğer tarikatlerin çoğu bu ikisinden çıkmadır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de diyor ki: “Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin çoğu "rahmetullahi teala aleyhim ecmain" Tevhid-i Fiili ile karşılaşmaktadır. Her şeyi yapan Allahü tealadır derler. bu büyükler bu işleri yaratanın bir olduğunu bilir. Bu işleri yapan birdir demek istemezler. Böyle söylemek zındıklık olur.” diyor. Bunun alt paragrafında da İşleri yapan bir yapıcıdır demek sekr halinde söylenen sözlerdendir. Sözün doğrusu şöyledir ki: işleri yapan çoktur, işleri yaratan birdir. Tevhid-i vücud bilgileri de böyledir.” Bu satırlarda işleri yapan çok, ama yaratan birdir diyor. Bunu izah eder misiniz?
    Cevab: Dünyadaki bütün işleri farklı güçler yapıyor. Bulut, yağmur yağdırıyor. Çiftçi, tarla ekiyor. Hepsini yaratan birdir, Allah’dır.
    20 Kasım 2011 Pazar
  • Sual: Zikre yeni başlayan sesli mi yapmalıdır?
    Cevab: Zikr sesli veya sessiz yapılabilir. Zikredenin tercihine kalmıştır. Ancak Nakşî büyükleri, cehrî (sesli) zikri bid’at olarak görmüş, tasvib etmemiştir. Nitekim Kur’an-ı kerimde “Allahı yalvararak ve gizli olarak zikredin” buyurulmaktadır (A’râf: 54). Ancak âdet hâline getirmeksizin, irade ve ihtiyar ile olmadan, dert ve hüzün ile içten gelen yüksek sesle zikr etmenin yasak olmadığı bildirilmiştir.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Mürşidden izin almadan yapılan zikr fayda vermez mi?
    Cevab: Zikr sevabı alınır; ama tarikattaki muayyen yükselmeye yardımcı olmaz.
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Mevlânâ’ya büyük bir hayranlık duyuyorum. Tahirü'l-Mevlevi adında bir zâtın yazdığı mesnevî şerhini okumam doğru olur mu? Sema ve ney hususunda sorduğum kişiler menfi cevaplar veriyor ve bunun dinde olmadığını söylüyor. Bu sema ve ney hâdisesinin nereden çıkmıştır?
    Cevab: Bahsettiğiniz kitabı tedkik etmedim. Fakat Tâhirü’l-Mevlevi makbul bir zâttır. Kitabı da muteber olsa gerektir. Son zamanlarda vefat eden Şefik Can da salahiyetli bir mesnevî mütehasıssı idi. Âbidin Paşa’nın şerhi makbul, fakat okunması ve anlaşılması bu zamanda zordur. Bu zamanda Mesnevi’yi ehil bir hocadan okumayan, istifade edemez. Hatta zarar bile görebilir. Ehil bir hoca da bilmiyorum. Dinini ve ilmihalini iyice öğrendikten sonra, tasavvufa meraklı olan İmam Rabbani’nin Mektubat kitabını okusa bence daha çok istifade eder. Ney, Mesnevî’nin ilk beyitinden itibaren sıkça geçiyor. Mânâsı semboliktir. Kâmil insan veya mürid mânâsına gelir. Mevlevîlikte ney çalındığını göstermez. Çalınmış olsa bile, nefsi tezkiye bulmuş, mütmeinne olmuş zâtlara musikinin zarar vermeyeceğini, kalbi hasta olan sıradan insanlara ise zarar vereceğini İmam Gazalî bildirmektedir. Sema ise bazı tarikatlarda vardır. Ama şimdikiler gibi gösteriş için değil, hakiki coşku ile yapılmaktadır.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Bir gün Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî’de Abdullah Ensarî Hazretlerinin "Ya Rabbi hangi kulunu cehenneme atmayı murad edersen bizim üzerimize saldırtırsın" diye yazdığını okudum. Bu cümleyi okuyunca güldüm. Daha sonra şöyle bir beyt geldi: "Korkarım ki her kim bu fakirlere gülerse, tard olunur, imansız gider" şeklindedir. Bu benim imansız öleceğime bir işaret midir, çok üzülüyorum.
    Cevab: Beytin manası, evliyaya düşman olup zarar vermek isteyenler, Allahü tealanın şer murad ettikleridir, demektir. Kimsenin imanla ölüp ölmeyeceği bilinmez. İmansız gitmekten korkmak, imanla gitmenin alâmetidir. Bu gibi hareketlerle imansız gidilmez. Vesvesedir.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: "Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nın neyi alıp, biz bunu kullanmayız (veya çalmayız) ama çalana da bir şey söylemeyiz" diye bir söz söz işittim. Aslı var mıdır? Açıklaması nedir? Yani bir tarikatte olan bir şey diğerinde nasıl olmuyor
    Cevab: Bir mürşide göre caiz olan, öbürüne göre olmaz. Mesela cehrî zikr Şah-ı Nakşibend’e göre bid’at, Kâdirîlere göre caiz, hatta efdaldir. Ney, çalgı, kalbi tasfiye olmuş olanlara zarar vermez. Hatta kalblerini toparlamalarına yardımcı olur. Ama biz yine de dinlemeyiz demek istiyor.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Rastladığım bir videoda Allahü teâlâ kastedilerek söylenen ''Ete kemiğe büründüm, Mahmud diye göründüm'' cümlesinin Ehl-i Sünnet'e uygun bir te'vili var mıdır?
    Cevab: Aslı, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” şeklindedir. Vahdet-i vücudçu bir telakkiyi gösterir. Ben yokum, Allah var demektir.
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: İmam Rabbânî hazretlerinin Mektubat’ında İbrahim aleyhisselâmın dininin ve milletinin bütün diğer dinlerden ve milletlerden üstün olduğu, bunun için bizim peygamberimiz aleyhisselâm onun milletine uymak emir olunmuştur yazıyor. En üstün din İslâmiyyet değil midir? Bunun izahı nasıl olur?
    Cevab: Burada kasdedilen tevhid inancıdır. İbrahim aleyhisselam zamanında tevhid inancınan sahip ondan başka kimse kalmadığı için, sonra gelen bütün muvahhidler onun milletinde (yolunda) sayılır. Kur’an-ı kerim böyle diyor. Bunun etraflı cevabı, benim İslam Hukuku ve Önceki Şeriatler kitabında vardır.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Mehdî’nin zuhuru hakkında tasavvuf büyüklerinin bazı keşifleri vardır. İmam-ı Rabbanî hazretleri kıyametin kopmasının hicrî 1500 ile 2000 yılları arasında olacağını keşif buyurmuştur. Kendisi ikinci bin yılın müceddidi olup, mehdî de üçüncü bin yılın müceddidi olacağına göre, daha Mehdî’nin ortaya çıkmasına zaman vardır. Bunları kimse bilemez. Dinin kaynaklarında, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde Mehdî’nin ne zaman zuhur edeceği açıkça bildirilmemiştir. İmamı rabbani hazretleri hicri bin yılında geldiğine göre hazreti mehdi de kendi beyanına göre ondan bin sene sonra yani hicri iki bin senelerinde gelecektir. İmam-ı Rabbanî hazretlerinin keşfine göre kıyamet hicri 1500-2000 arasında ise kıyametin hazreti mehdinin zuhurundan önce olması gibi bir durum ortaya çıkıyor. Acaba ben mi yanlış anladım?
    Cevab: İmamı Rabbani hazretlerinin keşfine göre Mehdi aleyhirrahmenin 1500-2000 hicri yılları arasında geleceği ve ardından da kıyametin kopacağı söyleniyor. Burada bir tenakuz yoktur. Mehdi, üçüncü bin yılın müceddididir. Bu mutlaka 2000 yılından sonra gelecek demek değildir.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Mektûbat-i İmam-ı Rabbanî’de 260. mektubda “Allahü teâlânın fiilleri ve sıfatları zâtından ayrı değildirler. Ayrılıkları varsa zıllerdedir.”buyuruluyor. Başka bir ilmihal kitabında sıfat-ı sübûtiyye bildirilirken “Kendinden ayrı olarak, ayrıca vardır.” yazıyor. Bir diğerinde “Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de, sıfât-ı zatiyyesi gibi kâdimdirler. Bu sıfatları da, zâtından ayrılmazlar. Yani sıfatları zâtının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.”diyor. Bir başkasında ise Ehl-i Sünnet itikadında olmak için lâzım gelen hususlar bildirilirken “Allahü teâlânın sıfatları vardır. Ve zâtından ayrıdır”diye bildiriliyor. Bu ifadelerin ayrı ayrı olması nedendir? Allahü teâlânın sıfatlarının zâtından ayrı olması veya olmaması ne demektir? Bu sıfatların mahluklara münasebeti olduğunu söylemek doğru mudur? Bu ifadeler hep aynı şeyi mi anlatmaktadır? Nasıl olduğuna iman etmek gerekir?
    Cevab: İfadeler arasında tezat yok. Allahü teâlânın sıfatı, zâtından ayrı değildir. Bu sıfatların görünüşleri, varlıklarda tecelli eder. Bu elbette Allahü teâlânın zâtından ayrıdır. Ancak bu ayrılık zıllerdedir (gölgelerdedir). Böyle olunca aynı da değildir, gayrı da değildir. Yani bu sıfatlar Allahü teâlâdan ayrı olarak da tecelli edebilir.
    4 Nisan 2012 Çarşamba
  • Sual: Kimyâ-yı Saadet’te tasavvuf büyüklerinin çarşıda pazarda halk arasında dolaşmaları tevekkülün az olduğuna alâmettir deniliyor. Bunu tam anlayamadım?
    Cevab: Tasavvuf büyüklerinin kazanç temin etmede hırslı olmaları hoş değildir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Din büyüklerinin isimlerini duvara asmak faydalı mıdır?
    Cevab: Faydalıdır. Bakınca kendisi hatırlanır. Hadis-i şerifte “Sâlihler söylenince rahmet-i ilahiye yağar” buyurulmaktadır.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Allah adamları ile beraber olmanın veya onların eserlerini okumanın ehemmiyeti nedir?
    Cevab: Hadis-i şeriflerde, “Onlar görülünce, Allah hatırlanır” ve “Sâlihleri söyleyince rahmet-i ilahiye yağar” buyuruldu. Allah’ın sevgili kullarını hatırlamaya ve muhabbete sebep olur. Böylece feyz gelir. İbadetlerin bereketi artar.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Mesnevi'de hakikaten güzel konular işlenmiş; ama bu konular işlenirken müstehcen örnekler verilmiş. Bunları nasıl değerlendirmek gerekir?
    Cevab: Bu hikâyeler eğlence olsun diye değil, ibret için anlatılır. Mesnevî’yi ehli olmayan okumamalıdır. Seksüalite de hayatın bir gerçeğidir.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bazıları “şeyhi/mürşidi olmayanın şeyhi şeytandır” diyorlar. Bu sözü nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Risale-i Kuşeyriyye’de der ki: Mürid bir şeyhin terbiyesinde yetişir, yoksa ebediyyen iflah olmaz. Nitekim Ebu Yezid (Bestamî) buyurdu ki: Hocası olmayanın hocası şeytandır. ((Men lem yekûn lehu üstâz fe-imâmuhu şeytân)”. Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfus ve İmam Şa’ranî’nin Uhudü’l-Kübrâ kitaplarında da geçer. “Men lem yekûn şeyhe lehu felâ dine lehu ve men lem yekûn şeyhahu feşeyhuhu şeytân” şeklinde tedavülü meşhurdur. Hakiki bir mürşidi olmayan sâlik (tasavvuf yolcusu), gördüğü hallere mânâ veremez, şaşırır, kendisinde bir şey vehmeder, doğru yoldan ayrılarak şeytanın maskarası olur veya tasavvuf iman ve ihlâsın kalbde yerleşmesini, yani tahkikî imanı hâsıl etmeye yaradığından, mürşidi olmayan, hakiki imanı elde edemez ve şeytana kolayca aldanır.
    8 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Nefy-i isbat nedir?
    Cevab: Nefy-ü-isbat, Lâ ilâhe illallah sözünü diyerek yapılan zikrdir. Nefy, (Lâ ilâhe) yani Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur demektir. İsbat ise, (illallah) yani Allahü teâlâ vardır demektir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de geçen, "Sıfatlar ezelîdir, bunların eşyaya teallukları bağlantıları hâdistir" sözü ne demektir? Bağlantı ne demektir?
    Cevab: Yaratma sıfatı ezelîdir. Bir şey yarattığı zaman, o eşyaya taalluk etmiş oluyor. O eşya ezelde yok idi.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de "Yalnız arşta ayna kabiliyeti vardır" deniyor, başka nesnelerde yok mudur? Arş bildiğimiz gökyüzü müdür?
    Cevab: Arş, (bize göre) varlık ve yokluk âlemlerinin arasında Allahü tealanın sıfatlarının tecelli ettiği mukaddes bir yerdir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de II. Cilt 19. Mektupta "sünnet" kelimesi tek başına kullanıldığı için şeriat mânâsında mıdır? Öyle olunca burada kullanılan bid’at da itikaddaki bid’at midir?
    Cevab: Bid’at her zaman sünnettin zıddı değildir. Bid'at hem itikadda, hem amelde, hem âdette olabilir. Birincisi küfr veya haram, ikincisi tahrimen mekruh, üçüncüsü müah veya lâzımdır. Bid’at bir bütündür. Amelde bid’at de itikad ile irtibatlıdır.  Çünki sünnette yeri omayan bir şeyin dinden olduğuna itikad etmektedir.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de geçen “Vahdet-i vücud tanıyan evliyâ, mevcudatı mertebelere ayırıyor” ne demektir?
    Cevab: Dünyadaki her şey Allahü teâlâyı gösteren bir ayna ise, her birinin mertebeleri, değişik hal ve hükümleri vardır demek oluyor.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de geçen "Şeyh" tabirinin daha çok vahdet-i vücuta inananlar için kullanıldığını söylemek mümkün müdür?
    Cevab: Hace Ahrâr’ın “Şeyhlik yapsaydım, hiçbir şey kendisine mürid bulamazdı” sözünü böyle anlamak gerekmez. Şeyh umumi bir tabirdir. Burada hal sahibi tasavvuf ehli kasdediliyor. Hal ve keramet sahibi olmak, şeyhliğin icabı olduğundan, yani ben de haller gösterseydim, herkesten ileri giderdim demek istiyor.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de deniyor ki: “Allahü teâlâya kavuşturan yollar mahlûkların nefesleri kadardır. Her hayali, aslına kavuşturan bir yol vardır ve her mahlukun ayn-ı sâbitesi, yani mebde-i taayyunu, yani yaratılmasına ve vücutta kalmasına vâsıta olan ism-i ilahi başkadır" ne demek?
    Cevab: Her nefes, Allahü teâlâya ve Resulüne tâbi olmak veya olmamak bakımından ayrılır. Tâbi olmakta, kavuşmaya vâsıta olan bir eser vardır. Böylece tâbi olunan her nefes, rızaya kavuşmak için de bir fırsat teşkil eder. Benzetmek gibi olmasın, daha çok alışveriş yaparsanız, çekilişe daha fazla katılabilirsiniz.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Evliyâdan Bişr-i Hâfî’nin, sokakta başı açık yürüdüğü rivâyet olunuyor. Bunu belirtmeye niçin ihtiyaç duyulmuş olabilir?
    Cevab: Berika’da diyor ki: “Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mübâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müstehabları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gıybet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, yalın ayak gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Bişr-i Hâfî, sokakda yalın ayak yürürdü”. (I/585-586). Başı açık gezmek sünnet veya müstehab değildir. Ama yalın ayak gezmek böyledir. Bişr-i Hâfî’nin, hâfî lakabı da bunun için verilmiştir ki yalın ayak demektir.
    22 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Hallac-ı Mansur ve Seyit Nesimî hakkında dinî olarak menfi şeyler söyleniyor. Bu kişiler hakkında nasıl düşünmek gerekir?
    Cevab: Birincisi vahdet-i vücudcu bir mutasavvıf olup, bu vesileyle söylediği sözler, zâhiren küfr olduğu için muhakeme edilip idam olunmuştur. İkincisi Hurufî zındıklarından olduğu gerekçesiyle idam edilmiştir. Sonradan tevbe ettiği rivayet olunur.
    8 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: İmam Rabbanî hazretlerinin Mektubat kitabında sıkça, "Bazı zamanlar çoluk çocuğumuzun da bize düşman olacağı veya olduğu" ve "Evin, eşin ve çocukların idaresini Allahü teâlâ'ya bırakınız" deniyor. Ancak bunun ne şekilde yapılacağı tam olarak bildirilmiyor. Burada esas tema tevekkül müdür?
    Cevab: Sâlikin meşguliyeti Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalıdır. Bu sebeple evdeki işler gibi basit dünya işlerini bu işin meraklısına tevdi etmelidir. Büyüklerimizden de böyle gördük. Mesela ev badana olacak; rengini hanımlar seçer. Çoluk çocuğun düşman olması, onların dünyalık istekleri o kadar artar ki veya onları hak yolda bulundurmak o kadar zorlaşır ki, sâlikin/müslümanın kendi işine/ibâdetine vakti ve gücü kalmaz, hatta seyr ü sülükünü terk bile edebilir demektir. Kendisini geçim için gereğinden fazla zorlamamalı, hırsa kapılmamalı, çoluk çocuğum ne olur diye düşünmemelidir. Âyet-i kerimede mealen “Kim Allah’ın dinine yardım ederse; Allah da ona yardım eder ve ayaklarını sıkı tutar” buyuruluyor.
    20 Mayıs 2012 Pazar
  • Sual: İmam Rabbanî hazretlerinin Mektubat kitabında "Diğer yolların en sonunda verilenler, bu yolda olanlara en başta verilir" sözü çok sık tekrar ediliyor. Burada kasdedilen nedir?
    Cevab: Bu yoldan kasıt, Nakşibendî tarikatidir. Bir takim haller ve zevkler, tatlı rüyalar başlangıçta verilerek sâlikin (tasavvuf yolcusunun) gönlü celbedilir. Yolun sonuna, yani fenâya kavuştuktan (Allah’ın sevgisini kazandıktan) sonra bunların maksat olmadığını anlar
    20 Mayıs 2012 Pazar
  • Sual: Nakşibendi tarikatı ne zaman kollara ayrılmıştır, kaç kolu vardır?
    Cevab: Nakşibendi tarikati, Hazret-i Ebu Bekrden beri gelen bir yolun, Bahaeddin Buharî Şah-ı Nakşibend’den sonra aldığı isimdir. Çünki Şah Nakşibend, bu yolu yeniden tanzim etmiştir. Bundan sonra bir kola ayrılmadan devam etmiştir. Ancak her mürşidin elbette müteaddid halifeleri vardır ve bu halifelerinden de farklı yollar devam etmiştir.
    20 Mayıs 2012 Pazar
  • Sual: Yaşlı bir tanıdığım "Mürşid-i kâmilin hanımı, mürşidin talebelerine anne gibidir, namahrem değildir”. Bu söz doğru mudur?
    Cevab: Bahsedilen söz ya yanlış anlaşılmıştır, yahud şaka yapılmıştır, veya cinnet geçirmiştir. Peygamber aleyhisselâm ve ailesi dâhil herkes dinî emirlerle mükelleftir. Kur’an-ı kerimde Hazret-i Peygamber’in hanımlarına bu yolda emir ve tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu yüksek hanımlar, müminlerin anneleri olup, kimseyle evlenmeleri yasak bulunduğu halde, tesettüre riayetle mükellef kılınmıştır.
    23 Haziran 2012 Cumartesi
  • Sual: Namaz kılarken, Kur’an-ı kerim okurken ve zikrederken sallanmak câiz midir?
    Cevab: Namaz kılarken sallanmak mekruhtur. Yahudilere benzemekten dolayı Hazret-i Peygamber tarafından men edilmiştir. Kur’an-ı kerim okurken ve zikrederken öne arkaya veya sağa sola sallanmak, huşu hâsıl etmek için câizdir. Nitekim Kettânî der ki: tasavvuf ehlinin ayakta sallanarak zikretmesi Kur'ân-ı kerim nassı ile meşrudur: "Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allahü teâlâyı zikredin!" (Nisâ suresi, 103). Bundan maksatları sağa sola meyletme ve titremedir ki bu da sahâbeden nakledilmiştir. Ebû Nuaym, Hilye'de Fudayl bin Iyâd'dan şu tahricde bulunur: "Allah Resulü'nün ashabı Allah'ı zikrettiklerinde, şiddetli rüzgârda ağacın önce öne sonra da arkaya sallanması gibi sağa-sola eğilirlerdi." Cafer Tayyar hazretlerinin, Resulullah aleyhisselâmın huzurunda Habeşistan’dan öğrendiği sekseğe benzer bir oyun oynadığı rivâyet olunmuştur. Buhârî’de de geçtiği üzere, Resulullah aleyhisselâm Cafer Tayyar’a “Yaratılışta ve ahlâkta bana en benzeyen sensin” buyurunca; coşa gelip kalkarak sekseğe benzer bir oyun oynamış; Resulullah bu nedir diye sorunca da “Habeşîlerin hükümdarlarına yaptıklarını gördüğüm bir şeydir” buyurdu. Bu, ulaştıkları vecd lezzetiyle sûfilerin raksetmelerinin meşruiyetine de esas teşkil eder. (et-Terâtib)
    4 Temmuz 2012 Çarşamba
  • Sual: Eflâtun’a İsa aleyhisselâmın tebliği ulaştığı, ama kibrinden kabul etmediği söyleniyor. Doğru mudur?
    Cevab: Bu ifade İmam Rabbânî hazretlerinin Mektubat’ında geçiyor. Burada yüksek akıl sahiplerinin bile aklıyla Allahü teâlâyı bulmalarının imkânsız olduğu, bir peygamberin bildirmesine ihtiyaç bulunduğunu anlatmak için bu misal verilmiştir. Ama İsa aleyhisselâmın tebliğinin Eflâtun’a ulaştığı kat’i değildir. Eflâtun milâddan üçyüz sene evvel yaşamıştır. İsâ aleyhisselâm ise tarihçilerin tesbitine göre Eflâtun’dan üç yüz sene sonra yaşamıştır. İsâ aleyhisselâm ile aynı çağda yaşadıklarına dair rivâyeti zayıftır. İsâ aleyhisselâm üç sene peygamberlik tebliğinde bulunduktan sonra göğe yükseltildi. Kendisine inananlar çok azdı. İsevî dini, İsa aleyhisselâmın yaşadığı Filistin havalisinde bile çok sınırlı bir yayılma imkânı buldu. İsâ aleyhisselâm dünyada iken Yunanistan’da işitilmesi muhaldir. Eflâtun’un işittiği başka bir peygamber olabilir. Öyle bile olsa tebliğinin tam olarak kendisine ulaştığı belli değildir.
    12 Temmuz 2012 Perşembe
  • Sual: İlm-ül yakîn, ayn-ul takîn, hakk-ul yakîn, bunları misalle izah edebilir misiniz? Ne demektirler?
    Cevab: Baklava diye bir tatlı olduğunu güvenilir kişilerden duymak ilmülyakîndir. Görmek aynülyakîndir. Yemek hakkulyakîndir.
    28 Temmuz 2012 Cumartesi
  • Sual: Zikr ve râbıtanın fâsıklara zarar verdiğini işittim. Dille yapılan zikr de böyle midir?
    Cevab: Önce itikadı ve ameli düzeltmek, sonra tasavvuf terbiyesine girişmek lazımdır. Aksi takdirde hâsıl olan bazı haller kişiyi felâkete sürükler. Burada kasdedilen tasavvufî zikr ve râbıtadır. Böyle olmayan zikrler, meselâ âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilen zikrleri söylemek; Allah dostlarını ziyaret ederek, hayatlarını öğrenerek, kitaplarını okuyarak ve onları düşünerek yapılan râbıta câiz ve faydalıdır.
    28 Temmuz 2012 Cumartesi
  • Sual: Mevlânâ’nın “Hocamı buldum, aklımı bıraktım” şeklinde bir sözü vardır. Halbuki aklı olmayanın dini yoktur. Aklını kullanmadan nasıl dine uyulur?
    Cevab: Nasıl bir doktor hastasına ilaç ve tedavi tatbik ederse, niye bana acı ilaç verdin, niye perhiz verdin, niye karnımı yardın diyemezse, tasavvufta da mürşid müridine böyle vazifeler verir. Burada müridin akıl yürütmesi doğru değildir. Elbette aklı olmayanın dini olmaz. Mevlânâ’ya atfedilen bu sözde onun kasdedilmediği çok açıktır.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: Bazı dinî hikâye ve menkıbelerde evliyanın dine aykırı şeyler yaptığı zikrediliyor. Bunları nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Menkıbeler Allah sevgisini yerleştimek, ibret almak, kalbde coşku hâsıl etmek için anlatılır. Menkıbeler üzerinde kritik yapılmaz. Yanlış ve eksik nakledilmiş olabilir. Bazı hususlar da mecaza hamledilebilir.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: Zaman yolculuğu mümkün olsa, asr-ı saadette gidilirdi. Şu halde imkânsız denebilir mi?
    Cevab: Bu bir fen meselesidir. Maneviyatı yüksek olan zâtların, zaman yolculuğuna ihtiyaç duymaksızın, başka usullere müracaat ederek eskiler ile görüştüğü yaygın bir rivayettir. İmam-ı Rabbani, Mektubat’ta Reşehat'ta anlatılan bir hâdise münasebetiyle tayy-ı mekânın mümkün, ama tayy-ı zamanın mümkün olamayacağını ima ediyor.
    3 Eylül 2012 Pazartesi
  • Sual: Meselâ gıybet gibi bir günah için istiğfar söylerken günahını ve istiğfar ettiğini hatıra getirmek gerekir mi?
    Cevab: Günahı hatırlamak şart değil ise de, istiğfarı kalbde istiğfara niyet ederek söylemek lâzımdır. Aksi takdirde sadece zikr olur.
    11 Eylül 2012 Salı
  • Sual: Tasavvufa dair kitaplar okumayı çok seviyorum. Bu hususta hangi kitapları tavsiye edersiniz?
    Cevab: En güzel tasavvuf kitabı Mektubat-ı Rabbânî’dir. Sonra İmam Gazâlî’nin Kimya-yı Seadet’i gelir. Bunlarda hulâsa olarak şöyle deniyor: Fıkıh iyi öğrenmeden tasavvuf kitabı okumak, tasavvuf ile meşgul olmak caiz değildir ve çok tehlikelidir. İnsana lâzım olan tam ve doğru bir iman, sonra itikadı Ehl-i sünnete göre düzeltmek, sonra ibadet ve amelleri öğrenip yapmak, farzları yerine getirip haramlardan kaçınmaktır. Sonra sıra tasavvufa gelir. Tasavvuf farz değil, müstehabdır. Bu zamanda ehli yok gibidir. İnsan ilmi ve ameli eksik ise, tasavvufa meylederse, yaptıkları boşa gider. Üstelik itikadını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Tefsir ve hadisten din öğrenilmez. Din, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Allahü teala insanları kulluk etmeleri için yaratmıştır. Bu kulluğun ne olduğu ise fıkıh kitaplarında yazar. Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, fıkıh âlimleri hüküm çıkarabilir. Avam da bunlara uyarak Kur'an ve sünnete uymuş olur. Tefsir ve hadis okumak için iyi Arapça bilmek ve zarurî dinî bilgilere vâkıf olmak lâzımdır.
    20 Eylül 2012 Perşembe
  • Sual: Namazda huşû nasıl elde edilir?
    Cevab: Namazın farz, vâcib ve sünnetlerini iyice öğrenip tatbik etmeye çalışmak; ayrıca evliyâ hayatlarını okumak huşu hâsıl eder.
    30 Eylül 2012 Pazar
  • Sual: Nakşibendiyye yolunun Abdulkâdir-i Geylânî’den de nasibi vardır. Abdulkâdir-i Geylânî hazretleri de bu yolun hocalarından birisi gibidir diye işittim. Bu doğru ise nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Gavsiyyet makamı itibariyledir. Oniki imamdan gelen velâyet nurları, Gavs’da toplanmış ve bu makam başka kimseye verilmemiş. Bu itibarla Nakşibendî tarikatı da Gavs’dan nasib sahibidir. Seyyid Abdülhakîm Arvasî’ye, “Abdülkadir-i Geylânî, Nakşibendî tarikatının büyüklerinden olmadığı halde, isminin hatm-i hâcegân silsilesinde zikredilmesi ve tarikata yeni girmiş birinin okuduğu Fâtihalara anılmasının sebebi nedir?” diye sorulmuş; O da aşağıda hülâsa ettiğimiz cevabı vermiştir.
    Allahü teâlâya ulaştıran yollar ikidir: Birisi nübüvvet yoludur ve gireni aslın aslına kavuşturur. Bu yol ile kavuşanlar, bizzat Peygamberler ile onların sohbetiyle şereflenmiş zâtlardır. Ümmetin büyüklerinden bazı zâtlar da bunlar arasındadır. Bunlar az ve belki de azın azıdır. Bu yolda tavassut (aracılık) ve haylûlet (araya girme) yoktur. Bu yol ile ulaşanlardan her kim ki feyz alırsa, bir kimsenin aracılığı ile ulaşmaksızın nisbeti asıldan alır. Hiçbirisi diğerine engel olmaz.
    Diğer yol, vilâyet yoludur. Aktâb, evtâd, nücebâ, büdelâ ve bütün diğer veliler bu yoldan vâsıl olmuşlardır. Bu yola sülûk yolu demişlerdir. Bu yolda tavassut vardır ve haylûlet lâzımdır. Birinci yolun reisi Fahr-i âlem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemdir. İkinci yolun imamı Hazret-i Ali’dir. Resulullah’ın iki mübarek ayağı üzeredir. Hazret-i Fâtıma ve Hasen ile Hüseyn onunla ortaklardır. Her kim ki bu ikinci yol ile feyz ve hidâyete kavuşursa, Hazret-i Ali’nin tavassutu ile ulaşır. Zira onlar bu yolun sonundadır. Bu makam, onunla müteayyin olur, elde edilir.
    Bu mansab, bu rütbe, Hazret-i Emîr’in neş’e-i rûhânîsinden başlar. Neş’e-i unsûrîsine kadar sürer. Neş’e-i unsurînin sonunda, yani vefatında bu büyük ve kıymetli mansab, Hazret-i Hasen ile Hüseyn’e, tertîb üzere verilir. Onlardan sonra bu büyük mansab, oniki imamdan her birisine tertib üzere verilir. Yani Hazret-i Emîr’in vefatından sonra Hazret-i Hasen’e, onun vefatından sonra Hüseyn’e, ondan sonra Zeynelâbidin’e, ondan sonra Muhammed Bâkır’a, ondan Ca’fer-i Sâdık’a, ondan Musa Kâzım’a, ondan Ali Rızâ’ya, ondan Muhammed Nakî’ye ve ondan Ali Askerî’ye, ondan Muhammed Mehdî’ye intikal eder. Ondan sonra bu büyük mansabın kimseye verildiği keşfen görülmez. Bu zâtalrın asırlarında ve vefatlarından sonra her kime ki bu vilâyet yolu ile feyz ve hidâyet nasib olur ise, bunların tavassutu ve haylûletiyle olur.
    Aktâb, encâb ve evliyâullahın hepsinin sığınma yerleri onlardır. Etrafın, yani dâirenin merkeze bağlılığı gibidir. Tâ ki nöbet şeyh Abdülkadir Geylânî’ye gelince, bu mansab kendisine verildi. Ve zikr olunan imamlar ile Hazret-i Şeyh’in arasında hiç kimse bu merkezde görülmüyor. Hazret-i Şeyh’den başka kimseye de müyesser olmadı. “Efelet şümûsül-evvelîne ve şemsünâ ebeden alel ufuki’l ulâ lâ tağrub” (Bizden evvelkilerin güneşi battı. Bizimki ise ebediyen batmaz) sözü ile bu sırra işaret ediyor. Güneşten maksad, rüşd ve hidâyet feyzidir. Batmasından maksad, bu feyzlerin kesilmesidir. Yani vefatıdır. Zira vefatlarıyla kesilip, diğerine verilirdi. Hazret-i Şeyh’in vücûdü ile bu muamele onda karar buldu ve rüşd ve hidâyete kavuşmanın vâsıtası oldu. Ondan önceki oniki imam dahi böyle idi. Vilâyet yoluyla yeryüzünde feyz alma, rüşd ve iman hidâyeti dünyada var oldukça devam eder. Demek olur ki Hazret-i Şeyh, vücûd-i unsûrîden sonra âlemin inkırazına (çöküşüne) kadar bu mansabın sâhibidir. Kendisinin mezkûr beytinden bu ma’nâ anlaşılır.
    1 Ekim 2012 Pazartesi
  • Sual: Evliyadan Ahmed bin Hanbel gibi bazısı, rüyasında Allahü teâlâyı gördüğünü bildirmektedir. Bu mümkün müdür?
    Cevab: Sıradan bir insanın dünyada Allahü teâlâyı baş gözüyle veya rüyada gördüm demesine itibar edilmez. Evliyânın rüyada Allahü tealayı görmesi, dünyâ ve âhiret görmeleri gibi değildir. Yani rü’yet değildir. Onlara şühûd hâsıl olmaktadır. Yani kalb gözü ile, misâlini görürler (Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî).
    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Selim Cihangir Han'a yazdığı üçüncü cild, 47. mektubunda kendisini fazlaca aşağı tutup, sultanı da fazlaca övmesindeki hikmet nedir?
    Cevab: Hindistan’da hüküm süren Gürgâniye Devleti’nin hükümdarlarını, Osmanlı padişahları kadar yüksek seciyeli zâtlar olarak görmek doğru değildir. İçlerinde dine ve insanlara hizmetleri kadar, daha ziyade muhitlerinin tesiri altında kalarak haksızlık yapanları da vardır. Ekber Şah’ın hâli ehline malumdur. Hindu asıllı eşinin ve vezirlerinin tesiriyle dinden çıkmış; hatta İslâmiyeti yasaklayarak din-i ilahî adında bir kurmuş; kendisini de ilahlık mertebesine yükseltmişti. Bunun oğlu Selim Cihangir, babası gibi değildi. Bununla beraber Şiî asıllı karısı ve vezirinin telkinleriyle Ehl-i sünnet mensuplarına çok sıkıntılar vermiş; hatta İmam Rabbânî’yi, kendisine secde yaparak selâm vermemesini bahane edip haksız yere üç sene Guvalyar Kalesi’nde hapsetmiştir. Bunun oğlu Şah Cihan babasından daha iyi bir hükümdar ise de, zevcesine olan aşırı aşkı, devlet işlerini yüzüstü bırakmasına sebep oldu. İsrafa varan harcamalarla zevcesi için Tac Mahal adlı muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Bu sebeple oğlu Âlemgir Evrengzib tarafından tahttan indirildi. Âlemgir, hem âlim ve fâzıl, hem de hem İmam Rabbânî’nin halifesinin halifesi Seyfeddin Fârukî’ye hürmetkâr idi. Buna rağmen, zâhir ulemasının reaksiyonundan çekindiği için Mektubat’ın okunmasını Hindistan’da yasaklamıştı.

    Bu devirde Hindistan’da gerek Hindular, gerekse Şiîler büyük güç ve nüfuz kazanmıştı. İmam Rabbânî’nin Ehl-i sünnet çizgisindeki faaliyetleri bunlar arasında büyük bir düşmanlık uyandırdı. Bu arada zâhir ulemâsının Mektubat’taki tasavvufî sembollere dair itirazları İmam Rabbânî ve talebelerine karşı bir muhalefeti güçlendirdi. Kendisini tekfir edenler bile oldu. Tam bu sırada bir Şiî âliminin öldürülmesinden o mesul tutuldu. İşte, İmam Rabbânî, bütün bu nâmüsait şartlar altında irşad faaliyetini yürütebilmek için, ilm-i siyasete çok riayet etmiş; icabında sultanlara karşı alttan almıştır. Mektubat’ta tarihin en haşin hükümdarlarından olan Emir Timur, Nakşî büyüklerine hürmeti ve başka hayırlı işleri bakımından “Timur mürd iman bürd” (Timur öldü, imanı veya emniyeti beraberinde götürdü) sözüyle övülür. Hakkında “Nakşî büyüklerine olan hüsnü zannı sebebiyle iman ile gitmiş olması umulur” denir. Böylece hâlihazırdaki sultanlar, büyük dedeleri övülerek ve onun Nakşî büyüklerine olan hürmeti dile getirilerek insafa davet edilmektedir. Kaldı ki bu husus da tarihi olarak problemlidir. Nitekim Şahı Nakşibendi'nin mürşidi Emir Külal'in torunu büyük dedesine dair menakıbnamesinde, Emîr Külâl’in Timur için dua etmekten çekindiğini ve onu Semerkant’ta ziyaret etmeyi reddettiğini söyler. (Menâkıb-ı Emîr Külâl-i Sûhârî, vr. 29b-31a)

    Emir Timur hakkındaki Mektubat’ta geçen bu söz Şah Nakşbend’e nisbet edilirse de, Şah-ı Nakşibend, Emir Timur’dan 16 sene evvel vefat etmiştir. Üstelik kendisiyle görüşmemiştir. Emir Timur, gençliğinde Emir Külâl’e hüsnü zan ederdi. Şah Nakşibend’in türbesinden geçerken halılarının silkindiği görüp, bereketlenmek için altından geçtiği rivayet olunur. Bu hüsnü zannın hâsıl ettiği manevî destek, Emir Timur’a büyük bir dünyevî şan ve şöhret kazandırmıştır. Emir Timur’un torunu Bâbür Şah ve bunun oğlu Hümâyun da Ubeydullah Ahrar ve halifelerinin muhibleriydi. Gürgâniyye sultanlarında inhiraf Ekber Şah ile başlamıştır. Şah Cihan, İmam Rabbânî’yi hapiste ziyaret edip, babasına ayaklanmak için desteğini istemişse de, İmam Rabbânî babasının az zaman sonra ölüp saltanatın kendisine kalacağını söyleyerek engellemiş; dediği gibi de olmuştur. Bu sebeple Şah Cihan ve halefi Âlemgir zamanında İmam Rabbânî ve müridleri rahat etmiştir.

    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: Necib Fazıl, O ve Ben adlı eserinde Abdülhakim Efendi'ye "Sultandan veli olur mu?" diye sual edildiğinde "Olmaz" diye cevab verdiğini söylüyor. Fakat bu hususta başka şeyler de söyleniyor. Hatta padişahların hepsi için evliyadır diyenler bile oluyor. Meselenin aslı nedir?
    Cevab: Necib Fazıl Bey, bunu ne mânâda söylediğini tasrih etmiyor. Velâyet-i kübrâ mânâsında söylemiş olsa gerektir. Zira bunun için çile vs gerekir. Zira mürşid-i kâmil ve mükemmil olmak için bu makamda olmak şarttır. Her evliyalık için şart değildir.
    20 Ekim 2012 Cumartesi
  • Sual: İtikadnâme’de “Melekler cisimdir; feylesoflarin sandığı gibi maddesiz de değildir” yazıyor. Mektubat-ı Rabbânî’de de “Melekler şahadet âlemindendir; yani madde ve ölçü âlemindendir” diyor. Başka yerde ise “Melekler nurdan yaratılmıştır… Işık, madde değildir” yazıyor. Bazıları da melekler maddeden yaratılmamıştır diyor. Bunun doğrusu nasıldır?
    Cevab: Melekler nurdan yaratılmıştır. Nur (ışık) madde değildir; elle tutulmaz, ama gözle görülebilir, şahadet âlemindedir, hayal değildir. Şimdi buna enerji diyorlar. Madde değildir diyenler bunu kasdediyor. Bir şeyin madde olmaması, yok olduğunu göstermez. Maddedir diyenler de bunu kasdediyor. Bunlar fizik meseleleridir.
    24 Kasım 2012 Cumartesi
  • Sual: Okuduğumuz menkıbelerde zaman zaman hatiften ses duyulduğu anlatılıyor. Mesela Hazret-i Ömer vefat edip kabre götürüldüğü zaman oradakilerin Hazret-i Peygamber’in sesini duyduğu naklediliyor. Buradaki ses işitmekten murad nedir?
    Cevab: Ses işitmek, ses işitmektir. Manasını anlamak tatmadıkça mümkün değildir. Cenab-ı Hakk’ın kudreti ve halk (yaratma) sıfatı nasıl mahluklar şeklinde tecelli ediyorsa, kelâm sıfatı da bu şekilde tecelli edebilir. İlham da melekler vasıtasıyla işittirilmesidir. Belki böyle olmuştur.
    24 Kasım 2012 Cumartesi
  • Sual: Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Yunus Emre'yi tekfir etmiş midir?
    Cevab: Hayır. Yunus Emre’nin şathiyelerini okuyan dervişlerin men edilip cezalandırılmasını söylemiştir.
    24 Kasım 2012 Cumartesi
  • Sual: Ahilik bir tarikat mıdır? Öyle ise hangi silsileye bağlıdır?
    Cevab: Tasavvuf tarihindeki fütüvvet meşrebi, Anadolu'da Selçuklular devrinde Ahi Evren tarafından daha da müesseseleştirilmiş ve bu zâtın ismine nisbetle Âhîlik diye anılır olmuştur. Âhî, kardeşim demektir. Ahi Evren zamanında onun etrafında toplanan Ahiler hem esnaf, hem de çoğu (belki de hepsi) onun müridi idiler. Bu sebeple Ahiliğin temel kaynakları olan fütüvvetnâmelerde tasavvufî mevzulara çokça rastlanır. Zamanla Ahiliğin tasavvufi ciheti zayıflayıp, esnaflık tarafı ağır basınca; bir kısım merasimler ve gülbankler an’anevî olarak devam etse bile, tasavvufî mahiyetini kaybetmeye başlamış ve "tasavvufî ahlak" bahisleri, "esnaf için iş ahlâkı" olarak devam edebilmiştir. Osmanlılarda Sultan Fatih devrinden sonra Ahiliğin tasavvufî ciheti sona ermiş; esnaf cemiyeti olarak ise Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar zayıflayarak varlığını devam ettirmiştir.
    Ahi Evren bir tarikat şeyhi ise de, tarikat silsilesi kat’i olarak bilinmemektedir. Evhadüddin Kirmânî'den çokça istifade ettiği, hatta onun damadı olduğu söylenir. Evhadüddin Kirmânî de, Sühreverdiyye'den Rükneddin Sücasî'nin mürididir. Şu halde Ahilik için Sühreverdiyye'nin bir kolu denebilir. Şeyh Edebali, kendi zamanı ve beldesindeki Ahilerin şeyhi ise de; Bağdad'da kurulan Vefâiyye tarikatına mensuptur. Ahilikte, esnaflık kısmı göze görünür olduğu için, tarikat mensubiyeti zaman içinde zikredilmez olmuş; Ahilik müstakil bir tarikat zannedilmiştir.
    11 Aralık 2012 Salı
  • Sual: Tekke, zaviye ve âsitâne arasında kelime manaları dışında fonksiyonel bir fark var mıdır?
    Cevab: Esaslı bir fark yoktur. Tekke, şeyhin oturduğu yerdir. Zâviyede oturan şeyh yoktur; müridler toplanıp zikr vs yapar. Âsitâne de şeyhin oturduğu tekkedir. Dergâh, hângâh da aynıdır.
    6 Ocak 2013 Pazar
  • Sual: Müstekimzade’nin İkdam matbaasında 1314’de basılan Fıkh-i Ekber tercemesinin 44. sahifesinin hâtime faslında;(İbni Abbâs hazretleri bir âyet-i kerimenin tefsirinde, eğer bu âyetin tefsirini söylesem, beni zecr ve tekfîr ederdiniz) buyurduğu nakl ediliyor. Âyet-i kerimelerin bâtınî manası olmadığına göre İbni Abbâs hazretlerinin buyurduğunu nasıl anlamak lâzımdır?
    Cevab: Hadis-i şerifte “Kur'ân-ı kerimin her bir âyetinin bir zâhiri bir de bâtını vardır” buyurulmaktadır. İbni Abbâs'dan yapılan rivayete benzer bir rivayette, Ebû Hüreyre, "Resûlullah’dan iki kap dolusu ilim aldım. Birisini sizlere bildirdim. Diğerine gelince onu meydana çıkaracak olsam şu boğazım kesilir" dedi. Bu hadisi şerh edenlerin bir kısmına göre, birincisi , ilm-i zâhir; ikincisi ilm-i bâtındır. İbn Abbas ve Ebu Hureyre'nin ifadeleri "İnsanlara akılları nisbetinde konuşun" hadis-i şerifine de muvafıktır. Ancak Kur’ân-ı kerimin, Bâtınîlerin verdiği gibi zâhiri manaları iptal eden bâtınî manaları yoktur. Bâtınîler, zâhirî manâyı neredeyse iptâl edecek derecede tevîller yaptıklarından, haramları mubah mesabesine indirmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre zâhir ile bâtın birbirinden ayrılmaz. Kur'ân-ı kerimin bâtınî tefsirine işarî tefsir denir. Tasavvufî tefsirler, ezcümle Ruhu’l-beyan böyledir.
    6 Ocak 2013 Pazar
  • Sual: Ebu Hüreyre buyuruyor ki, “Resûlullahdan iki türlü ilim öğrendim. Bunlardan birini sizlere bildirdim. İkincisini söylersem, beni öldürürsünüz” Ebu Hüreyre bu sözü kime hitaben söylemiş ve niçin beni öldürürsünüz buyurmuştur?
    Cevab: Eshab-ı kirama ve tâbiîne hitaben söylemiştir. Bu sözde geçen ikinci tür ilmin mânâsı hakkında iki rivayet vardır: 1-Kıyâmet alâmetleri ve Eshâb-ı kiram arasında cereyan edecek muharebeler ve fitne; 2-Esrar-ı ilahiye, marifet ilmi. Bu hadis-i şerif umumiyetle tasavvufa delil olarak alınmıştır. (Tecrid Şerhi).
    17 Ocak 2013 Perşembe
  • Sual: Kur’an-ı kerimin manevî ahkâmı olduğunu gösteren hadis-i şerifler var mıdır?
    Cevab: İbni Mes’ud rivayet ediyor: “Kur’an-ı kerimde her bir âyetin hem zâhiri, hem de bâtını vardır”.
    17 Ocak 2013 Perşembe
  • Sual: Bir kimse, şeyhinin kendisini gördüğünü, duyduğunu, nerede ne halde olduğunu bildiğini söylese, her şeyi bilmek, görmek, duymak, Allah’ın sıfatı olduğu ve peygamberimize bile verilmemiş iken, böyle söyleyene ne lâzım gelir?
    Cevab: İnsanın hâlihazırdaki halleri gayp değildir. Bunu kamera ile bile tesbit etmek mümkündür. Hatta Allah bazı insanlara böyle kabiliyetler verebilir. Cinler vasıtasıyla da haber alabilir. Bunu bilmek gaybı bilmek demek değildir. Bir üstünlük de sayılmaz. Böyle bir kimse şizofreni de olabilir. Müridlerin şeyhlerine hüsnü zannı fazla olabiliyor. Böyle bilmesi, belki yanlış yapmaktan daha çok sakınmasına sebep olabilir.
    17 Ocak 2013 Perşembe
  • Sual: Evliyanın himmeti ne demektir?
    Cevab: Himmet, gayretini arttırmak mânâsına gelir. Evliyanın himmeti, bir işin tahakkuk etmesi veya etmemesi için teveccühünü teksif etmesi demektir. Himmetü’r-ricâl takla’ul-cibâl (Büyüklerin himmeti, dağları yerinden oynatır), hadis-i şeriftir.
    18 Mayıs 2013 Cumartesi
  • Sual: Müridin, şeyhinin vefatından sonra başka bir şeyhe intisap etmesi câiz midir?
    Cevab: Bir mürid, şeyhi vefat edince, seyrü sülûku bitmemişse, aynı tarikatten veya başka tarikatten bir şeyhe intisap edebilir. Buna eski şeyhinin ruhaniyeti üzülmez, sevinir. Bazen de bir tarikat ile müridin tabiatı uyuşmayabilir. Başka bir şeyhte nasibini arayabilir. Bazen de bir mürid, bir tarikatten kemâle gelir. Sonra manevî bir işaret üzerine teberrüken bir başka tarikatten de seyrü sülûk yaparak kemâle gelir. Meselâ Ali Behçet Konevî, Afyonkarahisar mevlevihanesinde Alaüddin Çelebi’yi mürid olup, Mevlevî tarikatinde şeyh olmuşiken; 1796 senesinde bir gece Mevlânâ’nın rüyasına girip sevketmesi üzerine Nakşibendî tarikatine girip Bursalı Burhaneddin Efendi’nin halifesi olmuştur.
    19 Mayıs 2013 Pazar
  • Sual: Bir mürşid-i kâmilin hilâfet vermesi ile icâzet vermesi arasındaki fark nedir?
    Cevab: İkisi de aynıdır. O kimsenin, hocası gibi talebeyi irşad edebilecek salâhiyeti hâiz olduğunu gösterir. Bugünki diplomaya benzer. Yazılı olması şart değildir. Ama umumiyetle yazılı ve en az iki şahit huzurunda yapılır. Daha ziyade hilâfet tasavvuf, icâzet zâhirî ilim için kullanılır.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Bir mürşidin birden fazla halifesi olabilir mi?
    Cevab: Elbette. Mürşidin yetiştirip velâyet makamına kavuşturduğu, yani evliya yaptığı talebeleri arasından hususi yetiştirdiği kimseler, hocaları tarafından münasip görülürse başkalarını irşad için tayin olunabilir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Mutlak hilâfet diye bir şey var mıdır?
    Cevab: Mürşidinin usullerinden müstakil olarak mürid yetiştirebilmeyi ifade eder. Abdülkadir Geylânî, Şahı Nakşibend, İmamı Rabbanî gibi zâtlar hep mürşid-i mutlak veya mutlak halife kabul edilir. Eğer hayatta iken mürşidine sorup aldığı cevaplara göre, vefatından sonra ise mürşidinin usulleri dairesinden çıkmayarak mürid yetiştiren zâta, mürşid-i mukayyed veya mukayyed halife denir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Bir kimsenin, ölmüş bir kimseyi rüyada veya uyanıkken diri olarak görmesi, ayrıca cinleri veya melekleri görmesi hak mıdır?
    Cevab: Süyûtî’nin el-Mütekaddim ve İbni Hacer’in Fetâvâ kitaplarında diyor ki: Ölüleri iyi veya kötü hâlde görmek, Cenâb-ı Hakkın bazı kullarına ihsan ettiği bir keşiftir, kerâmettir. Dirilere müjde vermek, va’z (nasihat) olmak, yahud ölüler için hayırlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir. Ölüleri görmek daha çok rüyâda olmaktadır. Uyanık iken görenler de vardır. Evliyâ için, hâl sâhibleri için kerâmettir.
    Müminlerin ruhları İlliyyîn denilen makamda, kâfirlerin ruhları Siccîn denilen yerdedir. Her ruh, cesedine bilinmeyen bir hâlde bağlıdır. Bu bağlılıkları, dünyadaki bağlılıklar gibi değildir. Rüyâ gören kimsenin gördüğü şeylere olan bağlılığı gibidir. Fakat ölülerin cesedlerine ve başka şeylere bağlılıkları, rüyâ görenin bağlılığından çok kuvvetlidir.
    Ruhların kendi cesedlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Meyyit kabirden çıkarılıp başka kabre konursa, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. Beden çürüyüp, toprak maddeleri, sıvıları ve hâsıl olan gazları dağılınca, bu bağlılık yine bozulmaz.
    Ölülerin, (mümin iseler) İlliyyîn’deki veya (kâfir iseler) Siccîndeki ruhları, arasıra yanî Allahü teâlâ dileyince mezarlarındaki cesedlerine geri verilirler. En çok Cum’a geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. Cennetlik olanlar, nimetlere kavuşur. Azâb görecekler, azâb olunurlar. Ruhlar, İlliyyîn’de veya Siccîn’de iken, cesed olmaksızın da, nimetlenir veya azâb çekerler. Kabirde ise, ruh ve cesed birlikte nimetlenir yahud azâblanır.
    Ruhun İlliyyîn’de olduğu hâlde, bedene bağlanmasına ve tasarruf yapmasına izin verildiğini İbni Asâkir’in, Abdullah ibni Abbas’tan ve İbni Adînin hazret-i Alî ibni Ebî Tâlib’den haber verdiği şu hadîs-i şerîf de göstermektedir: Resûlullah aleyhisselâm, Ca’fer Tayyâr hazretleri şehid olduktan sonra buyurdu ki, “Bir gece Ca’fer yanıma geldi. Yanında melek vardı. İki kanatlı idi. Kanatlarının uçları kana boyanmış idi. Yemen’deki Bîşe denilen vâdinin ahâlisine yağmuru müjdelemeye gidiyorlardı.”
    İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye Kitâbü’r-Rûh’da diyor ki: Ruhun hâli, kuvvetli ve zayıf ve büyük ve küçük olduğuna göre değişmektedir. Büyük ruhlar için olanlar, başka ruhlar için olmaz. Dünyada da ruhların, kuvvetli, zayıf, süratli olduklarına göre başka başka hâlleri olduğu bilinmektedir. Bedenin esâretinden, bağlılığından ve tasarrufundan kurtulan ruhların kuvvetleri, nüfûzları, himmetleri, süratleri, Allahü teâlâya ve madde âlemine taallukları, bedene bağlı olan ruhlar gibi elbette değildir. Ruhun kendisi yüksektir, temizdir, büyüktür, yüksek himmet sahibidir. Bedenden ayrıldıktan sonra, daha başka olur. Başka şeyler yapabilir. İnsanların öldükten sonra ruhları, rüyada görülüp öyle şeyler yapmışlardır ki, diri iken, bedene bağlı oldukları zaman bunları yaptıkları görülmemiştir. Bir kişi veya iki kişi veya birkaç kişinin, büyük bir orduyu mağlub etmesi çok görülmüştür. Bu söylenenler, Nâzi’ât sûresinin 5. âyetinin tefsîrinde, Beydâvî’nin “Evliyânın ruhu bedenden ayrılınca, melekler âlemine gider. Oradan Cennet bahçelerinde dolaşır. Bedenine de bağlılığı kalıp, tesir eder” sözüne uygundur.
    Şu halde kaynaklar, tasavvuf terbiyesinden geçmiş, kalb gözü açılmış bir kimsenin ölmüş veya diri kimseleri, cin, şeytan ve melekleri bedende görebileceğini söylemektedir. Ruh sağlığı yerinde olmayan kimselerden de benzer haller ortaya çıkabilir. İkisini iyi ayırmak gerekir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de nefsini Frenk kâfirinden bile aşağı görmeyen, büyüklerin feyzine kavuşamaz diyor. Bir Müslüman kendisini Müslüman olmayan birinden nasıl aşağı görür?
    Cevab: Kasdedilen, herkesin kendi nefs-i emmâresini gayrımüslimden aşağı görmesidir. Zira nefs-i emmârede hiç iyilik yoktur. Halbuki gayrımüslim birinde bazı iyilikler olabilir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Büyüklerin sözünde rabbani tesir vardır sözünün manası nedir?
    Cevab: Yani ihlâsla söyledikleri için karşıdakine tesir eder, inanılır.
    26 Temmuz 2013 Cuma
  • Sual: Mektubat-ı Rabbânî’de diyor ki: “Efdal olmak, bu fakire göre fazîleti, meziyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek, din için herkesten çok mal vermek ve canını tehlikelere atmaktır. Yani dinde sonra gelenlere üstad olmaktır. Sonra gelenler, herşeyi öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi Sıddîk hazretlerinde toplanmıştır.” Birçok kimse din için çok mal vermiş, canını tehlikelere atmıştır. Önce imana gelme ölçüsüne göre ise mesela Hazret-i Ömer 40. Müslüman olmasına rağmen üstünlükte ikinci sıradadır. O halde üstünlük nasıl bu üç şarta göre oluyor?
    Cevab: Hazret-i Sıddık’ın üstünlüğü için bildirilmiştir. Mutlak şartlar değildir. Hazret-i Ömer de önce imana gelmiş sayılır. İlk Müslümanlar bir grup sayılır.
    30 Ağustos 2013 Cuma
  • Sual: Evliyanın kerâmetinin hak olduğunu biliyorum. Evliya zâtın gelecekten haber vermesi hâlinde, yanılma ihtimali var mıdır?
    Cevab: Gaybı ancak Allah bilir. Allah dilerse kullarına da bildirir. Bu takdirde o kimsenin yanılması düşünülemez. Ancak bu bilgi keşf yoluyla geldiği için, evliyanın istidadı nisbetinde rümuzları yanlış anlamış veya ifade etmiş olabilir. Allah katında zaman olmadığı için, keşfin zamanını bilemez, yanlış zamana tabir edebilir. Bu bakımdan âlimlerin ictihadı, yanlış olmak ihtimaline rağmen başkaları için hüccettir; evliyânın keşfi ancak şer’î hükümlere uygun düşerse kabul edilir; ama kimse için hüccet değildir; yalnızca keşf sahibi için hüccet teşkil eder.
    30 Ağustos 2013 Cuma
  • Sual: Mektubat-ı Masumiyye’de “Derdlerin, belâların gitmesi için, kalb ile istigfâr okumak çok fâidelidir.” diyor. Derd ve belâların üzerimizden gitmesi niyeti ile okuduğumuz istiğfarı, kalben, yani kendimiz işitmeksizin mi okuyacağız?
    Cevab: Kalben bilerek istiğfar etmek demektir. Zira kalben istiğfar ettiğini düşünmeden dil ile istiğfar edilirse, istiğfar edilmiş olmaz; yalnızca zikr sayılır.
    30 Ağustos 2013 Cuma
  • Sual: Mektubat-ı Masumiye’de, “Geçim sıkıntısı olanın, bir işte çalışması câizdir. Kazanırsa, iyi olur. Kazanamazsa, bu işin üzerine düşmemelidir. Uğraşmasının sonu gelmez. Zararı artar.” diyor. “Zararı artar” sözünden ne kasd edilmiş olabilir?
    Cevab: İnsan meşru sebeplere yapıştıktan sonra, istediği iş tahakkuk etmezse, artık üzerine fazla düşmemeli, niye oldu, niye olmadı, kim engelliyor dememelidir. Bu işten vazgeçmeli, kadere rıza göstermelidir. Aksi takdirde sebeplere çok tesir yüklemiş olur ki, tevekkülü bozar ve imana zarar verebilir.
    30 Ağustos 2013 Cuma
  • Sual: İlham ve keşf, şer’î delil midir?
    Cevab: İlham, kalbe feyz yoluyla, yani kesbî olmayarak gelen mânâlardır. Sünühât da denir. Berika’da der ki: Gazâlî, Sevrî ve İbrâhîm bin Edhem gibi tasavvuf büyüklerinin çoğu derin âlim ve müctehid idiler. Kutb-i irşâdların hepsi böyle idi. Hadîs-i şerîfde, “İlim üstâddan öğrenilir” (Buhârî) buyuruldu. Ma’rifet ise, keşf ve ilhâm ile hâsıl olur. İlim, keşf ile, ilhâm ile hâsıl olmaz. İlmin kaynağı Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerdir. Hadîka’da da der ki: İlahî marifetler ve rabbânî hakikatler, keşfle ve ilhâm ile hâsıl olur. Hocadan öğrenilmez. Bütün şer’î bilgiler ise, üstâddan öğrenmekle elde edilir. Şer’î bilgiler, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzûm olmazdı. Evliyânın keşfinde hatâ etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihâdda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Belki hatâ edene de bir derece sevâb verilir. Yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatâlı işlerde sevâb verilir. Evliyânın yanlış keşflerine uyanlara, sevâb verilmez. Çünki ilhâm ve keşf, ancak sahibi için seneddir. Başkalarına sened olamaz. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için seneddir. İmam Rabbânî, “Keşfte hatâ, çok olur” buyurmaktadır.

    Peygamberlere gelen ilham, ya vahydir veya sünnet olarak tezâhür eder. Bunun dışında kalan ilhamlar, yani evliyâ denilen kimselere gelen ilhamlar, başkası için hüccet olmaz. Bunlardan şer'i esaslara aykırı olmayanları, sadece ilham sahibi için delildir. Bu hususun tesbiti de bir ictihad sayılır. İlham çoğu zaman zayıf kıyasların, zayıf istishabların, hatta zayıf hadîslerin çoğundan daha kuvvetli görülmüştür. Nitekim "Ey iman edenler! Eğer Allah'an korkarsanız, O size iyi ile kötüyü ayırd edecek bir ma'rifet ve nur verir" meâlindeki âyet-i kerime (Enfâl: 29) ve "Mü'minin firâsetinden sakının, çünki o Allah'ın nuruyla bakar" hadîs-i şerifi (Tirmizî, Tefsirü Sûreti’l-Hicr) ilhamın meşruluğuna delâlet edebilir. İlham da şahâdet-i vicdanda olduğu gibi zâhirî bir delil bulunmadığı zaman hukukî bir kıymet taşır. (Şâtıbî, Muvâfakat)

    Şu halde ilham, keşf, gâibden ses işitmek, şer’î delillerden değildir. Ancak Berika’nın da dediği gibi, bir delil ile sâbit olan şeyin teyidinde hüküm ifade eder. Nitekim bir meselenin hallinde iki delil teâruz ederse, karşı karşıya gelirse, bunların tercihinde veya bir delilin sahih olup olmadığında ilhâm hüküm ifade edebilir. İmam Rabbânî hazretleri, namazda imamın arkasında fâtiha okuyup okumama meselesinde kalbinin bir türlü yatmadığını, bunun için hep imam olduğunu, sonra meselenin doğrusunun kalbine ilham edildiğini bildirmektedir. Hakîm Alî Tirmizî der ki, “Yaşım ilerledikçe, ilmim, amelim ve mücâhedem arttığı hâlde, gençliğimde kavuşmuş olduğum nurları, tesirleri kendimde bulamaz oldum. Sebebini bir türlü anlayamadım. Gençlik zamanım, Resûlullah’ın zamanına daha yakın olduğu için, o zamandaki hâlin daha üstün olduğu, kalbime ilhâm edildi.” (Merecü’l-Bahreyn).
    25 Ekim 2013 Cuma
  • Sual: İtikadname kitabında diyor ki: Evliyânın Allahü teâlâyı görmesi, dünya ve âhiret görmeleri gibi değildir. Yani rü’yet değildir. Onlara şühûd hâsıl olmaktadır. Yani kalb gözü ile, misâlini görürler. Burada "misalini görürler" ne demektir?
    Cevab: Misalini görmek, görüntüsünü görmek, sıfatların tecellilerini, yani meydana gelişini görmek demektir. İmam Rabbanî hazretleri, 3. Cild 90. mektubunda der ki: “Süâl: Kalbde kendisine yakîn hâsıl olan şeyin âlem-i misâlde sûreti bulununca, Allahü teâlânın sûreti, görünüşü olmak lâzım gelmez mi? Cevâb: Allahü teâlânın misli yoktur. Fakat, misâli vardır dediler. Âlem-i misâlde sûret görünür dediler. Nitekim Muhyiddîn-i Arabî, Cennette görmeği de, âlem-i misâldeki sûret olacak demiştir. Âlem-i misâldeki sûret, Allahü teâlânın âlem-i misâldeki sûreti değildir. Kalbde yakîn hâsıl olan şeyin sûretidir. Kalbde yakîn hâsıl olan, keşf olan ise, Zât-ı ilâhî değildir. Zât-ı ilâhînin, nisbetleri, itibârlarıdır. Ârifin işi, Zât ile olunca, böyle hayâller meydâna çıkar. Hiç rü’yet ve mer’î [görme ve görülen şey] yoktur.
    Âlem-i misâlde maddelerin, zâtların sûreti olmaz. Mânâların sûreti olur. Âlemler [mahlûklar], Allahü teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının görünüşleridir. Zâtlıkları, kendi varlıkları yoktur. Bunun için, âlemin hepsi, mânâ demektir. [Âlemde madde yoktur.] Onun için, âlemin, âlem-i misâlde sûreti vardır. Allahü teâlânın isimleri ve sıfatları da, Zât-ı ilâhî ile durabildiği için, mânâ gibidirler. Bunların âlem-i misâlde sûretleri olabilir. Fakat Zât-i ilâhînin hiç sûreti olamaz. Sûret, hudûdlü olur ve kaydlı olur. Âlemler, Onun mahlûkudur. Hiçbir mahlûk, Onu hudûdlayamaz. Bir kayd ile bağlayamaz. Allahü teâlânın misâli var demek, yalnız zât-ı ilâhînin değil bazı bakımlardan, bazı cihetlerden misâli olur demektir. Fakat Zât-ı ilâhînin değil, bazı itibârlarla, bazı bakımlardan misâli olur demek, bu fakire ağır geliyor. Belki zıllerinden uzak bir zıllin misâli olabilir. Tekrar edelim ki, âlem-i misâlde, sıfatların ve mânâların sureti vardır. Zâtın sureti yoktur. O hâlde, Füsûs sahibinin (Allahü teâlâ, Cennetde, âlem-i misâldeki sûreti olarak görünecektir) demesi, O’nu rü’yet değildir. Hattâ, sûretini bile rü’yet değildir.” Görülüyor ki, İmam-ı Rabbanî hazretlerine göre misal lafzı bile ağır bir sözdür. Anlaşılan, bu meseleler, ehlinden başkasına gizlidir.
    25 Ekim 2013 Cuma
  • Sual: Nefsin istediklerinin tam zıddını yapmak çok zordur. Nefsi yenmenin en kolay yolu nedir?
    Cevab: Allah dostlarını, Allah’ın sevgili kullarını sevmek; onların hayatlarını ve kitaplarını okumak; onlar gibi olmaya çalışmaktır.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Mektubat’ta geçen mebde-i taayyün ilâhî kemâllerin, yüksekliklerin ilm-i ilâhîdeki başlangıcı ve ilk kaynağı ise, Allahu teâlânın ilminin başlangıcı olmadığı halde nasıl "ilm-i ilâhîdeki başlangıcı" denebilir?
    Cevab: Sâlik, mânevî yolculukta önce letâifinden (latifelerinden) birini ya da hepsini fenâya ulaştırır. Fenâya ulaşan letâif, Arş’ın üzerindeki asıllarına yükselir. Sonra sâlik, ilâhî isimler ve sıfatlar âlemindeki hakîkatına kadar urûc eder (yükselir). Bu hakîkat, letâifin asıllarının da asılları olup, “ayn-ı sâbite”, “taayyün-i vücûbî” veya “mebde-i taayyün” diye adlandırılır. Umumiyetle insanların mebde-i taayyünü, ilâhî bir ismin gölgesidir. Peygamberler ve meleklerin mebde-i taayyünü (hakîkati, zuhûrunun başlangıç yeri) ise ilâhî isimlerin asıllarıdır. Mebde-i taayyün, kişinin terbiyecisi (rabbi) ve feyz vâsıtası olan ilâhî isimdir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Mektubat’ta geçen "şuunat" ve "itibarat" kelimelerini nasıl anlamamız lazımdır?
    Cevab: Seyrü sülük yaparken, Velâyet-i Kübrâ mertebesinde isim ve sıfatların tecellîsinin zuhura gelmesidir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Mektubat’ta “Hub olmasaydı, îcâd küşâyiş bulmaz ve âlem ademde gizli kalırdı. Hubb-i evvel, manissa-i zuhûra gelmiş olup, sebebi halk-ı halâyık olmuşdur”. Yani ezelî sevgi, mahlûkatın yaratılmasına sebeb olmuşdur. Sevgi olmasaydı, âlem yaratılmazdı, diyor. Biliyoruz ki Allahü teâlânın zâtından, sıfatlarından, isimlerinden ve fiillerinden başka herşey mahlûktur. Halbuki burada mahlûklar yokken sevgi vardı, mânâsı çıkıyor. Bunu nasıl anlamak lâzımdır?
    Cevab: Allahü tealanın muhabbet sıfatı tecelli etmiş; kâinat sonra yaratılmıştır. Bu sıfat, Muhammed aleyhisselâmın aslına olan muhabbettir. Lev lâke lev lâke lemâ halaktü’l-eflâk (Sen olmasaydın, sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım) hadis-i kudsîsi bunu bildirmektedir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Mektubat-ı Ma'sûmiyye’de (1/11) “Âdet olarak, riyâ, gösteriş olarak değil de, Allah rızâsı için fakirlere yemek, sadaka verip, sevablarını meyyitin ruhuna göndermek, iyi olur ve büyük ibâdet olur. Fakat bunun belli gün veya gecede yapılması için güvenilir bir haber yoktur” buyuruluyor. Fıkıh kitaplarının cenâze bahsinde ise, "Ölü evinden yemek, helva dağıtılması mekrûh ve çirkin bir bid'atdir. Birinci, üçüncü, yedinci gibi günlerde helva, çörek gibi şeyler yapmak ve kabr başında yemek dağıtmak ve hâfızları, hocaları, mevlidcileri toplayıp, okutup yemek vermek mekruhtur" diyor. Bu iki ifadeye göre, meyyitin ruhu için nasıl yemek verilmelidir? Bid'at olan sadece bunları belli günlerde yapmak mıdır? Yoksa hemen defnden sonra kabri başında veya ölü evinde dağıtmak da mı bid'attir?
    Cevab: İkinci ifadeye göre, ta’ziye zamanlarında, yani hemen sıcağı sıcağına ölü evinden yemek verilmesi uygun değildir. Zira hadis-i şerifte ölü evine başkalarının yemek getirmesi tavsiye edilmiştir. Aksi takdirde, sünnete muhalif oluyor. Birinci ifade ise, her zaman ölünün ruhu için yemek ve sadaka verilebilir; ancak zaman tayin etmemelidir, diyor. Ölü evine uzaktan taziyeye gelen misafirlere, evde yemek ikram edilmesi ise buna girmez; caizdir.
    24 Nisan 2014 Perşembe
  • Sual: İmam Rabbanî Hazretleri’nin Mektubat’ında: ''Allahü teâlânın ism-i zâhirleri o kadar çok tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hatta nisa şeklinde, onların uzuvları halinde ayrı ayrı zahir oldu'' diyor. Bu ne demektir?
    Cevab: Tecellî-yi sûrîde Hak Teâlâ sâlikin gözüne âlemdeki maddî şeyler gibi görünür, eşyâda tecellî eder. Bu tecellînin mekânı insan, hayvan, mâden v.s olabilir. Allahü Teâlâ’nın bir ateşe veya ağaca tecellî edip oradan Hazret-i Mûsâ’ya hitap etmesi gibi (bk. Tâhâ, 20/9-14.). Bunlar hocasına yazdığı ve seyrü sülûk esnasındaki hallerini anlattığı tasavvufi derinliği olan hususlardır. Göründüğü gibi mana verilemez. İmam Rabbanî Hazretleri bu ümmetin en hayırlılarındandır. Elbette göründüğü gibi mana vermek yanlış olur.
    3 Mayıs 2014 Cumartesi
  • Sual: Namaz içinde bir evliyayı düşünmek, onun sevgisini kalbine getirmek böyle düşünmek caiz mi? Yani namazı böyle kılmak caiz mi?
    Cevab: Buna tasavvufta râbıta-ı telebbüsiyye derler. Ehli için faydalı olur demişlerdir
    27 Mayıs 2014 Salı
  • Sual: Bazı tarikatlerin cehrî (açık) zikire bid’at denmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Kur’an-ı kerimde mealen, “Allahı sessizce ve gizlice zikredin” buyurulmaktadır. Bu sebeple bazı tarikatlerde cehrî zikr bid’at olarak görülmüştür.
    27 Mayıs 2014 Salı
  • Sual: Bir tasavvuf kitabında, “Büyüklerimizden bazıları fâsıklara ve zâlimlere çok sert davranırdı, bazıları da hepsine şefkat ve merhamet gösterip nasihat ederdi” diyor. Her iki muamele birbirine zıt görünüyor. Bunun izahı nedir?
    Cevab: Her zâtın mizacı farklıdır. Sıfat-ı ilahiyyenin insanlarda tecellisi başka başkadır.
    27 Mayıs 2014 Salı
  • Sual: Dünyayı sevmemenin, âhireti sevmenin formülü nedir?
    Cevab: Allah dostlarını sevmek.
    12 Haziran 2014 Perşembe
  • Sual: Bir evliyanın evliya olup olmadığını sorgulamak bildiğim kadarıyla caiz değil. Bugün sahte ile gerçek evliyayı nasıl anlayabiliriz?
    Cevab: Evliya, dinin emirlerine uyan, dünyaya düşkün olmayan, cömertlik, merhamet gibi İslâm ahlâkının umdelerinde hassas olan ve görüldüğünde Allah hatırlanan, konuştuğu zaman gönlün meylettiği kimsedir. mürşitlik iddiasında ise, sahih bir mürşidden yazılı ve şahitli icazetnamesi olması da aranır.
    27 Temmuz 2014 Pazar
  • Sual: Şems-i Tebrizî’nin babası Mecûsî midir?
    Cevab: Babasının İsmâilî mezhebinde iken Sünnîliğe girdiği söylenirse de, doğru değildir. Sünnî bir Müslüman idi.
    20 Ağustos 2014 Çarşamba
  • Sual: ''Ne olursan ol yine gel'' sözünün Mevlana’ya ait olmadığı doğru mudur?
    Cevab: Evet. XI. asrın büyük evliyasından Ebu Said Ebu'l-Hayr'a aittir.
    20 Ekim 2014 Pazartesi
  • Sual: Bir kitap hazırlıyorum. İmam-ı Rabbani hazretlerinin mektuplarında ismi geçen Seyyid Mirekşah hakkında malumata ihtiyacım vardır.
    Cevab: Mirekşah hakkında İmam Rabbânî hazretlerini öven muasırı âlimlerden biri olduğundan fazla bir şey bilmiyoruz. Mektubat'ın 3. cildi 99. mektubunun sonunda "Seyyid Mîrek Şah"ın ismi geçiyor. Bu mektup Mir Mü'min Belhi'ye gönderilmiş olup Mîrek Şah'a da dua edilmektedir. Buradan yola çıkarak bu mektubun muhatabı Belhî gibi Mîrek Şah'ın da Belh'te yaşadığı tahmin edilebilir. İmam-ı Rabbani'nin halifeleri arasında Mîrek Şah'ın ismi geçmez. Muhammed İhsan Müceddidî'nin Ravzatü'l-Kayyumiyye isimli eserinde: "İmam-ı Rabbbani asrındaki ulema ve meşayıh" başlığı altında "Seyyid Mîrek Şah Belhi" bir cümle ile anılmıştır. Şöyle diyor: "Seyyid Mirek Şah, Belh'in büyük şeyhlerinden idi. İmam-ı Rabbani'nin irşadını duyunca gayr-i ihtiyari gıyaben ondan teveccüh ve istimdad eyledi". [Cild: 1, vr. 172.] Umdetü’l-Makamat’ta Seyyid Ali Kavvam’ın halifelerinden Seyyid Mîrek geçiyor. Ali Kavvam, Bahaeddin Cünpurî’nin halifesidir ve 950/1543’de vefat etti. Umde’de diyor ki: “Lâhora taşınan kudvet-ül meşâyih Şeyh Mirek onun talebesinden ve icâzetlilerindendir. Tevhîd-i vücûdî sâhiblerinin bütün sırlarına vâkıf olup, bu mevzu’da yüksek mertebeleri vardı. İlm ve hâllerinin çokluğu sebebiyle Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabinin “kuddise sirruh” bildirdiği ince ma’nâlarda eşsiz idi ve onun meşrebinde idi. Bu ilmler, hâller, sekrler ve sofîlere mahsûs sözler, onu istilâ etmesine rağmen, yaratılışının yüksekliğinden ve çok yüksek maksadlı olmasından, belki de Allahü teâlânın hıfzı ihsânıyla, Şeyh-i Rabbânî Ebu Suleyman Daraninin,“Çok def’a, günlerce kalbime bu kavmin [evliyânın] nüktelerinden bir nükte vâkı’ olur; iki âdil şâhid olan Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflere uygun olmadıkca, onları kabûl etmiyorum” sözü gereğince, Kitâb ve sünnete aykırı bir hâli, ister kendinde görsün, ister başkasından işitsin, i’tibâr etmez, inanmazdı. Hâllerin ve sözlerin doğruluğuna ve amellerin hâlis olduğuna hakîkî nişân budur. Allahü teâlâ onlara nihâyetsiz rahmetinden bol bol rahmet versin ve bu düâya âmîn diyenlere de merhamet etsin. Âmîn!”
    23 Kasım 2014 Pazar
  • Sual: Bu zamanda bir tarikata mensub olmak lâzım mıdır?
    Cevab: Tasavvuf, iman, fıkıh ve ahlâk bilgilerini öğrenip hakkıyla tatbik ettikten sonra, imanı vicdanîleştirmek, nefsi mağlup etmek için sülûk edilecek bir yoldur. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi tasavvuf büyükleri, önce ilim ve amelden sonra tasavvufu tavsiye etmiştir. Tasavvuf terbiyesi, müslüman için faydalı ve lâzımdır. Merecülbahreyn’de, Ahmed Zerrûk’dan alarak diyor ki, İmâm-ı Mâlik, “Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan sapıtır, bid’at sâhibi olur. Her ikisini edinen hakîkate varır” buyurdu. Fıkhı doğru öğrenen ve tasavvufun zevkıni alan, kâmil insan olur. Bu zamanda tasavvuf ehli çok az, ama sahtesi bol olduğu için, hakikî mürşid bulamayanların, önceki evliyadan, İmam-ı Rabbani gibi zâtları sevip, onların kitaplarını okuyarak, kabirlerini ziyaret ederek, hayat ve menkıbelerini dinleyerek muhabbet yoluyla tasavvufî neşve hâsıl etmek daha münasiptir.
    23 Kasım 2014 Pazar
  • Sual: Nakşibendî tarikatının kolları nelerdir?
    Cevab: Nakşibendî tarikatının kolları yoktur. Hazret-i Ebu Bekr’den gelen ve zikr-i hafiyi esas alan tasavvuf yolu, Muhammed Bahaeddin Buharî Şahı Nakşibend’den tek bir hatta devam etmektedir. Ancak her mürşidin çeşitli halifeleri; onların da halifeleri olabilir. Bunlar aynı tarikatin kollarıdır. Farklı tarikatler değildir.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Nakşibendilerdeki hatme duası nedir?
    Cevab: Hatme veya hatm-i hâcegan, Nakşibendî tarikatinde, sıkıntılı zamanlarda yapılması Şah-ı Nakşibend tarafından tavsiye edilen bir tarikat vazifesidir. Bir takım zikr, sure ve duaların söylenmesiyle icra edilir. Küçük ve büyük hatme olmak üzere ikiye ayrılır. Katılanların sayısına göre mahiyeti değişir.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Birçok evliya ve ehl-i tasavvufun nefis terbiyesi için uzlete çekilmesi ve çile çekmesi Peygamberimizin ‘İslâmda ruhbanlık yoktur’ hadisi ile bağdaştırılabilir mi?
    Cevab: Ruhbanlık, hiç evlenmeyip, kendini dünyevî zevklerden uzak tutmak demektir. Uzlet ise sünnettir.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Abdülhakîm Arvasî’nin, "Ben bir seyyidim. Bu demektir ki Türk değilim. Ama yeryüzünde bütün Türkler silinse, üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa gene biri ben olurdum. Son Türk kalsa da o gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa bugünkü mânâda İslâmiyet olmazdı” diye bir söz söylemiş midir?
    Cevab: Tek parti devrinin sıkıntılı zamanlarında, Hicaz’dan bir vesileyle gelen akrabaları, kendisini Hicaz’a davet etmişler; “Burada sizin kıymetinizi bilmiyorlar; Hicaz’a gelin, hizmetinizde bulunmakla şereflenelim” dediklerinde, “Yaşanacak yer Türkiya’dır. Zira Ehl-i sünnetin kuvvetli olduğu yerdir. Esasen Hicaz’da bulunsaydım, buraya gelmekliğim icab ederdi” diye cevap vermiştir. Osmanlıları çok sever; İslâmiyete yaptığı hizmetleri her zaman överdi. Sualdeki ifade ise mantık ve belâgata aykırıdır. Zaten bu sözü rivâyet eden zâta bizzat sorduğumda, şimdilerde nakledilenden farklı bir manada söylemiştir.
    8 Temmuz 2015 Çarşamba
  • Sual: Toplu halde veya sesli yahud sessiz zikr, Hazret-i Peygamber zamanında da tatbik edilmiş midir?
    Cevab: Tarikatlerdeki zikr vazifeleri, bu hâliyle sonradan tertip edilmiştir. Ancak bunların hepsi bir sünnete istinad eder. Nihayet zikr, nâfile bir ibâdettir. Bir insan dilediği kadar nâfile ibâdet yapabilir. Hangi müride ne kadar zikr verileceği ise, tasavvuf mütehassıslarının yılların tecrübesi ve manevî müktesebatıyla tayin ve tensib edeceği bir şeydir.
    8 Temmuz 2015 Çarşamba
  • Sual: Molla Câminin Mevlânâ Celâleddin’in Mesnevî’sini meth için yazdığı "Mesnevi-yi Mevlevi-yi Manevi/Est kuran der zuban-ı Pehlevi" (Mânâ âleminin efendisinin Mesnevisi Farsça olarak yazılmış Kur'andır) meâlindeki beyti nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Kur'an-ı kerimin en iyi tefsiri mânâsına mecaz bir sözdür.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: İçinde bulunduğumuz yüzyıl itibariyle sürekli olarak babadan oğula geçmekte ve bu kimseler şeyhlerine aynı şekilde baba gavs posta oturan oğluna yine gavs demekteler. Bu üslupta bir şeyhlik makamı ve bir unvan vermek ne kadar sıhhatlidir? Bazı müridlerin "Bizim şeyhimiz nazar ehlidir. Sadece nazar etmekle sülük ettirir” sözü ne kadar sıhhatlidir?
    Cevab: Zamanımızda tarikat adı altında faaliyet gösterenlerin birçoğu tarikat ve tasavvuf adabından mahrumdur. Nakşibendiyede irşad edebilmek için, bir mürşid-i kâmilin sahih halifesi olmak lâzımdır. Bugün halife olduğu, mürşid olduğu söylenenlerin çoğunun halifeliğinin sıhhati bile şüphelidir. Nakşibendi tarikatında sohbet en mühim yetiştirme vasıtasıdır. Sonra râbıta, sonra zikr gelir. Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye makamına gelmemiş bir kimsenin şeyhlik yapması, hele kendine râbıta yaptırması büyük bir zulüm ve cinayettir. Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri bundan 90 sene evvel buyurdu ki ‘Tekkeleri değil, boş mekânları kapattılar; tekkeler zaten kendilerini kapatmış vaziyette idiler. Bid’at girmemiş tekke kalmamış gibiydi. Şimdi kim tarikattan, müridlikten bahsediyor ise inanmayın; ancak muhabbet ve muhiblik bâkîdir’ buyurmuştur.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: İmam Rabbani Hazretleri'nin Mektubatı’nda geçen ‘Rabıta yapmak (yani şeyhin şeklini zihninde canlandırmak) Allahü teâlâyı anmaktan daha üstündür’ ve ‘Pirin gölgesinin bile Allahü teâlâyı zikretmekten daha üstün olduğu’ ifadelerini izah eder misiniz? Şeyhin gölgesi, nasıl Allah'ı zikretmekten daha üstün olabilir?
    Cevab: Râbıta, zaten zikr demektir. Hadis-i şerifte, ‘Allah adamları görülünce, Allah hatırlanır’ buyuruldu. İmam Rabbânî, bunu bilmeyecek biri midir? Tasavvufta, râbıta, sohbetten; sohbet de zikrden üstündür, yani faidelidir. Bunu mürşid-i kâmiller tayin eder. Mürşidin, müridine verdiği ders ve vazife, doktorun hastasına ilaç ve tedavi takdir edişi gibidir. Tasavvuf ıstılahlarına vâkıf olmayanın tasavvuf kitabı okuması caiz değildir.
    16 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Ricâl-i gayb kimdir? Bilinebilir mi?
    Cevab: Hadis-i şeriflerde, Allahü teâlânın yeryüzüne maddî ve manevî nimetlerin verilişine vasıta kıldığı anlatılan evliyadır. Ehli, kim olduklarını bilebilir. 
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: İmam Rabbanî hazretleri bir mektubunda cüllab içince halsiz düştüğünü söylüyor. Bunun sebebi nedir?
    Cevab: İmam Rabbânî hazretleri inkıbaz rahatsızlığı için ilaç olarak cüllâb (gülsuyu) içiyor. Bu da ishal yapıyor. Bundan dolayı halsiz düşüyordu.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Bazı tasavvuf ehlinin zâhiren küfür gibi olan sözlerinin sekr hâlindeyken olduğu söyleniyor. Ama bu ifadeleri kitaplarına bile yazdıkları görülüyor. Sonradan da bu ifadeleri çıkartmamışlar. Bu hâli nasıl anlamalıyız?
    Cevab: Sekr (tasavvuf sarhoşluğu), yani tasavvuf yolculuğu sırasında insanın uğradığı şuurun sislenmesi hâli, her zaman gelip geçici bir şey değildir. İkinci bir husus, bu kitaplar orijinal olmayıp, sonradan talebeleri tarafından kaleme alınmış olabilir. Onlar, bu sözleri hiç söylememiş ve yazmamış olabilirler. Diğer söz ve hallerinde, düzgün bir itikat ve amel çizgisi gösteren, ittiba-i Resulü herşeyin üzerinde tutan Muhyiddin Arabî gibi zâtlara, bu sebeple hüsnü zan edilmektedir.
    17 Eylül 2015 Perşembe
  • Sual: Mevlânâ Hâlid hazretlerinin, ‘kerimlerin kapısında ehil ve nâ-ehil beraberdir’ sözünü nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Bu söz, hevesi olup da, istidadı tam bulunmayan müridler için söylemiştir. Kerim olan, bunun hakkıdır, bunun hakkı değildir demez; isteyen alsın deyip saçar. Ehil olanlara mükâfât verilirken, ehil olmayanlara da verilir.
    28 Eylül 2015 Pazartesi
  • Sual: Ubeydullah-ı Ahrar’ın, Fıkarat adlı kitabından naklen: “Pirin gölgesinin bile Allah’ı zikretmekten daha üstün olduğu“ ifade edilmektedir. Bu sözler “Allah’ı anmak en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir. (Ankebut: 45) âyeti ile tezat değil mi?
    Cevab: O da zikr ve râbıta sayılıyor. Zira “Onlar görülünce Allah hatırlanır” hadis-i şeriftir.
    2 Ocak 2016 Cumartesi
  • Sual: Bayezid Bistami hazretleri ile Şeyhi arasında çok uzun bir zaman bulunmaktadır. Hatta onu hiç görmediği bazı mehazlarda geçiyor. Bunun izahı nasıldır?
    Cevab: Bayezid Bistamî, başka bir mürşid vâsıtasıyla evliya olduktan sonra İmam Cafer’in ruhaniyetinden de istifade etti ve halifesi oldu. Ruhaniyet ile rüya aynı değildir. Rüyada halife olmak sahih değildir. Tasavvufta yazılı hilafet âdeti İmam Rabbani hazretlerinden sonra başlamıştır.
    2 Ocak 2016 Cumartesi
  • Sual: Mektubat’ta "Fâsıka hürmet haramdır" sözünden ne anlamalıdır?
    Cevab: Fıskı sebebiyle hürmet etmek veya fıskına aldırmadan hürmet etmek haramdır. Fıskını beğenmek ise küfrdür.
    21 Ocak 2016 Perşembe
  • Sual: Bir makalenizde “Mürşid-i kâmiller ictihad makamında olmalarına rağmen, ictihad etmemiştirler” demişsiniz. Müctehidin kendi ictihadıyla amel etmesi vacip olduğu için, müctehid müctehidi taklid edemez diye biliyorum. Ne dersiniz?
    Cevab: Müctehid, bir meselede ictihad etmişse mutlaka buna uymalıdır. Zaruret olmadan başka müctehidi taklid edemez. Ama ictihad etmemişse başka müctehidi taklid edebilir. 4. asırdan sonra gelen pek çok âlim, ictihad makamına yükseldiği halde, maslahat sebebiyle ictihad etmeyerek dört mezhebden birini taklid etmiştir. Mezheb içinde ictihadda bulunmasına mâni yoktur.
    16 Şubat 2016 Salı
  • Sual: Aynı devirde birden fazla mürşid-i kâmil olabilir mi? Olursa insan hangisine bağlanacağını neye göre tayin edecektir?
    Cevab: Olabilir. Böyle bir şart bulunmamaktadır. Bugün neredeyse yok gibidir. Fıkıh âlimlerine, mesela İmam Ebu Hanife’ye tâbi olmak iyidir.
    16 Şubat 2016 Salı
  • Sual: Bazı âyinlerde müslümanlar hoplayarak zıplayarak kendilerini şişleyerek zikir çekiyorlar. Bunun hükmü nedir?
    Cevab: Cezbe, yani tasavvufî coşku halinde insanın aklı başından gider. Bunlar gerçekten böyle midir, bilemeyiz.
    18 Nisan 2016 Pazartesi
  • Sual: Vahdet-i Vücud çoğu kez panteizmi andırdığı için, bir tür zındıklık olarak itham olunuyor. Vahdet-i Vücud ile panteizmin farkı nedir?
    Cevab: Biri görüntüsü, diğeri kendisi diyor.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Bir mürid, şeyhinden ayrılıp başka bir şeyhe mürid olsa, eski şeyhi ona şefaat eder mi?
    Cevab: Mürid, önceki şeyhini inkâr etmezse, yenisinden feyz alabilir. Aksi takdirde ikisinden de feyz alamaz.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Mevlana ile Şems arasındaki münasebetin aslı nedir?
    Cevab: Şeyh ve mürid münasebetidir.
    28 Ağustos 2016 Pazar
  • Sual: Evli bir çiftin dışarıda el ele tutuşup yürümesinde mahzur var mıdır?
    Cevab: Dinen caizdir. Ama umumi adaba uymak, cemiyette hoş karşılanmayan şeyleri yapmamak ve suizanna sebebiyet vermemek icab eder.
    28 Ağustos 2016 Pazar
  • Sual: Tasavvuf, İslam öncesi şaman kültüründen tesir görmüş müdür?
    Cevab: Tasavvuf, orijinal İslâmî bir usuldür. Bütün peygamberler zamanında mevcut olan bir nefsi tasfiye metodudur. Resulullah aleyhisselâmın, mağarada Hazret-i Ebu Bekr’e ve yatağına yattığı zaman Hazret-i Ali’ye zikr telkininde bulunmasına istinad eder. Hükümlerinin ve ritüellerinin sonradan tedvin edilmiş olması, bunun sonradan ortaya çıktığını veya Şaman, Hind vs kültüründen alındığını göstermez.
    29 Ocak 2017 Pazar
  • Sual: Peygamberimizin maneviyatını incitmemek için âriflerin Tebbet suresini okumayı men ettiği doğru mudur?
    Cevab: Bu sure, Hazret-i Peygamber’in imana gelmeyen amcası Ebu Leheb için nâzil olmuştur. Ebu Leheb’in kızı Dürre Müslüman olmuştu. Bazıları kendisinin yüzüne karşı alay veya incitmek niyetiyle bu sureyi okuyunca, üzülmüş; amcazadesi olan Resulullah’a şikâyette bulunmuştu. Resulullah da “Dürre bendendir; ben ondanım. Beni seven onu sever; onu üzen, beni üzer” buyurdu. Bunun üzerine sahabe-i kiram, peygamberimizi üzmemek endişesiyle bir müddet Tebbet suresini hiç okumadılar. Ehli beytten bir zâtın bulunduğu bir cemaatte, imam olun kimsenin, sırf bu zâtın üzülmemesi için Tebbet suresini okumaması belki bir incelik olarak görülebilir. Ama bunu âdet edinmek mahzurludur. Bugün bunun okunmaması gerektiği sözünün, Şiîler tarafından yayılması muhtemeldir.
    19 Mart 2017 Pazar
  • Sual: Abdülhakim Arvasi hazretlerinin hayatını okurken, çilehanede kaldığı ve mevlid dinlemeyi sevdiği bildirilmektedir. İmam-ı Rabbanî hazretleri ise bunların Nakşibendî tarikatında bid’at olduğunu söylemektedir. Bunu nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Mevlid sünnettir; ama dinî ve tasavvufî vazifeleri bırakıp mevlid ile meşgul olmayı kınıyor. İkinci husus, Nakşibendiyye’de sâlike çile, riyâzet lâzım değildir. Ama mürşid olmak için çile lâzımdır. Zira tâliblerin hallerini anlamakta, bu lüzumlu bir usuldür ve vasıtadır. Her mürşid talebesini kendi ictihad ve usulüne göre yetiştirir. Birinin bid’at dediğine, öbürü demeyebilir.
    27 Mart 2017 Pazartesi
  • Sual: Tekke ve tasavvuf edebiyatında olan şathiyelerin dinen bir mahzuru var mıdır?
    Cevab: Bunlar cezbe halinde ise yoktur. Ancak aklı başında iken bunlara zahiri mana vermek mahzurludur.
    6 Mayıs 2017 Cumartesi
  • Sual: İmam-ı Rabbani  hazretleri, rehberin tenkit edilmemesi gerektiğini bildiriyor. Eshab-ı Kiram bazı hususlarda Peygamberimize aleyhisselam bu vahiy mi yoksa sizin fikriniz mi şeklinde sorduklarını okuyoruz. Burada rehberi sorgulamış olmuyorlar mı?
    Cevab: Tasavvufta mürid, rehberin, yani mürşid-i kâmil makamındaki şeyhinin kendisini yetiştirmek üzere tavsiye buyurduğu işlere itiraz edemez. Hüsnü zan ettiği mürşidi sorgulayamaz. İstemiyorsa tasavvufa girmez; o zâta mürid olmaz. Ama olmuşsa, söz dinlemesi lâzımdır. Gassalın elindeki ölü gibi olmak sözü burada câridir. Teşbih çek demişse çekilir; çekme demişse çekilmez. Mürşid elbette haram olan bir şeyi emretmez veya farzı yasaklamaz. Bunun dışında avam, zâhirî ilimlerde, kelâm ve fıkıhda Ehl-i sünnet âlimlerine uyar. Rehber zaten bundan farklı birşey söylemez. Söylemiş ise, rehber değildir. Zâhirî ilimlerde, talebenin hocasını sorgulaması, ona sual sorması câizdir. Ola ki hocasından farklı bir şey öğrenmiştir. Nitekim İmam Ebu Yusuf, hocası İmam Ebu Hanife’den farklı ictihadları vardır. Bu, ona itiraz, hatta muhalefet değildir.
    6 Mayıs 2017 Cumartesi
  • Sual: Nakşî tarikatine mensubum. Arada meşhur bir şeyhin toplu cehrî zikr kayıtlarını dinliyorum. Bunların çoğunda musiki vardır. Bu aşkla yapılan zikrleri dinlerken, ben de bazen iştirak ediyorum. Bunun mahzuru var mıdır?
    Cevab: Nakşîbendî tarikatinde hafi zikr, yani gizli, sessiz zikr esastır. Şah-ı Naşibendin yolu, cehrî zikre münafidir. Zira Kur’an-ı kerimde, zikri gizli yapmak emrediliyor. Nhakşibendilikte cehrî zikr yapılmaz; yapanlar, inkâr da edilmez. Çünki bunu caiz gören âlimler ve tarikatlar vardır. Ama Nakşibendi olduğunu söyleyen biri, cehrî zikr yaparsa, bu, tarikatinden ve büyüklerinden feyz almasına mani olur. Bugünki tarikatlerin, tasavvuf âdâbına ne kadar riayet ettiği söz götürür. Musiki ile zikr olmaz. Zira ibadet ile eğlence bir araya gelmez. Hele kadın-erkek karışık zikr meclisi, fısk meclisinden daha fenadır. Bid’at ve fısk olan yerden uzak durmalıdır. Aşk ile yapılması, zikrin doğru olduğunu göstermez. Şeytan, nice günahları aşk ile işletir. Bahsettiğiniz kişinin, hakiki bir şeyh olduğu pek söylenemez.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: Evimizde sofra adabı nasıl olmalıdır?
    Cevab: Evvela küçükler el yıkar; sonra büyükler el yıkar. Evvela büyükler oturur; sonra küçükler oturur. Evvela büyükler başlar; sonra küçükler başlar. Büyükler kalkmadan küçükler kalkmaz. İcab ederse müsaade ister. Yemekten sonra evvela büyükler el yıkar; sonra küçükler. Sofrada güzel mevzulardan konuşmak caizdir. Hiç konuşmamak Mecusi âdetidir. İğrenç şeylerden, hastalıklardan, üzücü şeylerden konuşmak doğru değildir. Mevzuyu büyükler açar. Suali büyükler sorar. İcab ederse müsaade alarak küçükler de konuşur. Sorulan suale cevap verirler. Sofrada başı örtülü olmak müstehabdır. Şir’atü’l-İslam kitabına bakınız.
    21 Haziran 2017 Çarşamba
  • Sual: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri için Şâfiî mezhebli, Hanefî meşrebli ifadesi ne manaya geliyor?
    Cevab: Mezhebi Şâfiîdir; Hanefî’nin şartlarını da gözetir.
    2 Temmuz 2017 Pazar
  • Sual: Mürid olabilmek için namaz kılıyor olmak şart mıdır? Zamanla mükellefiyetleri yerine getirmek olur mu?
    Cevab: Farzları yapıp haramdan kaçınmayanın mürid olması caiz değildir Hatta sünnetleri ve mekruhları da gözetmesi lazımdır. Sıra ondan sonra tasavvufa gelir. Tasavvuf müstehabdır. Aksi takdirde fayda değil zarar görür.
    1 Ağustos 2017 Salı
  • Sual: Mektubat-ı Rabbânî’de 1. cild 16. mektupta İmam-ı Rabbânî hazretlerinin kaleme aldığı ve âlem-i menamda Peygamberimiz efendimiz tarafından medh edildiğini yazdığı kitap hakkında malumat verir misiniz?
    Cevab: Bunu bilen ve bahseden biri olduğunu zannetmiyorum. Ne Nur Ahmed'in ta’lîkâtında, ne de Hutekî şerhinde bu eser hakkında bir kayıt yoktur. İmam-ı Rabbânî'nin bazı notları, küçük risâleleri Mebde ve Meâd, Maârif-i Ledünniyye gibi adlarla talebeleri tarafından derlenmiştir. Bu mevzubahis risale de o eserlere dahil edilmiş olabilir. Ama bu sadece tahmindir.
    1 Ağustos 2017 Salı
  • Sual: Evliya kabrinden toprak almakta beis var mıdır?
    Cevab: Bir evliyanın kabrinden toprak alıp, yakınlarının kabrine eklemek teberrüken olursa caizdir. Bu mübarek zatın o toprakla irtibatı olduğu, böyle yapmakla umulur ki burada yatan kişinin azabı varsa, o zat hürmetine hafifler ve artık buraya her geldiğinde o evliya zatı da hatırlamak ve ona dua etmek maksadıyla caiz olur. Mübalağa etmemelidir.
    2 Eylül 2017 Cumartesi
  • Sual: Şeyh icazet verirken yazılı olması şart mıdır?
    Cevab: Hayır. İki şâhid huzurunda olması kâfidir. Ancak İmam-ı Rabbânî hazretlerinden beri bilhassa Nakşibendiler, hem sahteciliğe engel olmak, hem de kötü niyetli kişilerin dedikodularına mahal açmamak için yazılı hilâfete ehemmiyet vermişlerdir. Cumhuriyet devrinde bu işler yer altına indiği için pek çok şeyhin hakiki icazeti yoktur veya olanlar da uydurmadır. Çünkü bu işte artık devlet kontrolü mevzubahis değildir.
    2 Eylül 2017 Cumartesi
  • Sual: Vefat etmiş evliya zatlardan, kabrine giderek, bana bir ev ver, bana bir oğul ver, kızıma koca bul diye  yardım istemek caiz midir?
    Cevab: Bu zat hürmetine ver ya rabbî, demelidir. Nitekim Abdülhakîm Arvâsî hazretleri Tezveren Dede demenin mahzurlu olduğunu beyan buyurmuştur.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubat kitabını baştan sona okudum, ama pek bir şey anlamadım. Bu kitabı daha iyi anlayabilmek için tavsiye edeceğiniz başka kitaplar var mı?
    Cevab: Anladığınız kadar okursunuz. İlmihalini iyi bilmek ve İmam Rabbânî hazretlerinin hayatını okumak faydalı olabilir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Facebook, Instagram gibi sitelerde arkadaşlık isteği gönderen saliha hanımları arkadaş olarak eklemek uygun mudur?
    Cevab: Kaydolmak caiz ise de, yabancı hanımlarla tanımasa bile internet üzerinden arkadaşlık etmek uygun değildir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Evliyanın kerametini inkar etmek veya keramete inanmamak bir müslümanı Ehli Sünnet dairesinden çıkarır mı?
    Cevab: Evet. Ama müşahhas bir hadisenin keramet olduğunu kabul etmemek böyle değildir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Mevlânâ Hâlid hazretlerinin “Ehil na-ehil beraber est be-dergâh-ı ilahî” sözünü nasıl anlamamız gerekir?
    Cevab: Allah’ın dergâhında ehil olan ve olmayan beraberdir manasına gelen bu söz, gayret eden ama kabiliyeti zayıf mürid, muhabbet ve ihlası sebebiyle diğerleriyle beraber muamele görür demektir. Yoksa hiçbir şey yapmayıp yan gelerek yatan, beraber oldukları kişiler sebebiyle onların derecesine kavuşamaz.
    3 Ocak 2018 Çarşamba
  • Sual: Mektubat-ı Rabbânînin sonunda İmam-ı Rabbânî’nin büyük oğulları Muhammed Sâdık’ın 3 mektubu var. Bu mektubların başında Birinci Arîza, İkinci Arîza ve Üçüncü Arîza yazıyor. Burada niçin arîza kelimesi kullanılmış?
    Cevab: Küçükten büyüğe yazılan yazıya arîza denir. Arzedilen demektir. Hürmeten ve edeben böyle yazılmış.
    3 Ocak 2018 Çarşamba
  • Sual: Tasavvufî metinlerde ve divan edebiyatında geçen İskender’in aynası nedir?
    Cevab: İskender'in aynası, âyine-i âlem-nümâ (cihanı gösteren ayna) olarak da bilinir. Hakkında çeşitli rivayetler mevcuttur. Bunların birçoğu efsanedir. Büyük İskender, İskenderiye şehrini kurduğu zaman, orada bulunan hakimlerden Belinas, Hermis ve Valines bir ayna yapmışlar ve yüksek bir yere koymuşlar. Güya bu aynada oraya gelmekte olan gemiler daha bir aylık yolda iken görülebilirmiş. Eğer gelen düşman gemisi ise bu aynadan güneş ışığı aksettirilerek daha uzaktayken yakılabilirmiş. İskender tarafından hocası Aristo'ya yaptırıldığı da rivayet edilir. Bu aynanın bir gece, bekçileri uyurken çalınıp denize atıldığı söylenir. Bu aynanın Hind hükümdarı Kayd tarafından İskender'e hediye edilen dört kıymetli eşyadan biri olduğu söylenir. Yuvarlak (top ayna) ve düz olduğu hakkında ihtilâf bulunan bu aynanın iki tarafı da gösterirmiş. Arka yüzüne yalancılar baktığı zaman görüntü vermezmiş ve İskender de kimin yalan söylediğini bu ayna vasıtasıyla anlarmış. Çünkü aynanın arka yüzü yalancıların görüntüsünü kabul etmezmiş.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin 1300 çiftliği olduğu ve her birinde 3000 işçi çalıştığı rivayet ediliyor. Doğru ise bir Allah adamının böyle zengin olması olacak şey midir?
    Cevab: Doğrudur. İslâmiyette zengin olmak değil, dünyaya düşkün olmak yasaklanmıştır. Para, cepte olmalıdır; kalbde değil. Mal, çoluk çocuk, ilim, makam mevki de böyledir. İbrahim, Davud, Süleyman peygamberler çok zengindi. Eshab-ı kiram içinde Hazret-i Osman, Abdurrahman bin Avf gibi çok zengin zâtlar vardı. Hele âhir zamanda insan dinini, canını ve ırzını ancak para ile koruyacağını hadis-i şerifler bildirmektedir.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Âlimlere, tarikat ve tasavvuf önderlerine hürmet nasıl olmalıdır? El etek öpmek var mıdır?
    Cevab: Her millette hürmet, örf ve adetlere göre tayin edilmiştir. Bir topluluğun örf ve âdetinde hangi kaideler varsa, büyüklere o şekilde hürmet gösterilir.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Alvarlı Efe hazretlerinin efe lakabı nereden geliyor?
    Cevab: Efendinin kısaltılmışıdır.
    15 Nisan 2018 Pazar
  • Sual: Evliyalıkta yükselebilmek, için bir edebi bile terk etmemek lazım gelirken, bid’at inanışla nasıl müctehid olunuyor?
    Cevab: Müctehidlikle evliyalık birbirinden farklı şeylerdir. Bid’at ehlinden olan bir kimsenin büyük bir âlim olması mümkündür. Nitekim Zemahşerî, Kadı Abdülcebbar, Zâhidî gibi Mutezile âlimleri, amelde Hanefî oldukları için, görüşleri zaman zaman Hanefî mezhebinde hüccet kabul edilmiştir. (İbni Âbidîn)
  • Sual: Mektûbât-ı Rabbânî’nin 256.mektubunda Muhyiddin Arabî’nin “Her şehirde, Müslümanların olsun, kâfirlerin olsun, bir kutb bulunur” sözü naklediliyor. Kâfir şehrinde nasıl kutb olur?
    Cevab: Kutb bir beldeye maddî ve manevî rızkların gelişine vasıta olan evliya demektir. Bu kutb, oranın kâfir halkından değildir. Kâfir şehirlerinde ekalliyette yaşayan Müslümanlar arasında kutb olabileceği gibi, başka yerde yaşayan bir kutb da, bu şehrin kutbu olarak vazifelendirilmiş olabilir. Nefahatü’l-Üns mukaddimesinde uzun anlatılıyor.
  • Sual: Son devirde mutasavvıf olarak tavsif edilen veya tasavvuftan bahseden bazıları arasında kadınlar da var. Bu kişilerin şer’î hükümlere uymadığı görülüyor. Bu hususta ne söylenebilir?
    Cevab: İnsan günahsız değildir; mürid de öyledir. Ancak hakiki tasavvuftan önce şeriat gelir. Şeriate uymayan tasavvuf ehli olamaz. Şeriata uymayıp da tasavvuftan bahsedenler yanlış yoldadır. Bugün tasavvuftan bahsedenlerin çoğu, Müslümanlıktan bihaberdir.
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin bazı mektublarında birbiriyle zıt ifadeler var. Bunun sebebi ne olabilir?
    Cevab: Farklı zamanlarda yazılmıştır. Seyrü sülûk esnasında bazı fikirleri değişmiştir. İlimle meşgul olanlar, ilimleri arttıkça, önceki fikir ve görüşlerini de değiştirirler. Bundan tabii bir şey olamaz.
  • Sual: Zamanımızda tarikatların farklı silsileleri oluyor. Doğru yol bir tane ise neden böyle farklılıklar var? Veya hangisinin doğru olduğu nereden anlaşılır?
    Cevab: Her mürşid-i kâmilin birden fazla halifesi olabilir. Her birinin de müteaddid halifeleri olabilir. Böylece tasavvuf silsilesi farklı yollardan devam edebilir. Mesela Abdülkâdir Geylânî’nin, Muhammed Ma’sum Fârukî’nin, Mevlânâ Hâlid Bağdadî’nin çok sayıda halifesi vardır. Mesela Cafer Sadık’ın, Yusuf Hemedanî’nin, Abdülhâlık Gocdüvânî’nin, Şah-ı Nakşibend’in, İmam-ı Rabbânî’nin, Ma’sum Fârukî’nin, Abdullah Dehlevî’nin, Mevlânâ Hâlid’in müteaddid halifelerinden silsile devam etmiştir. Bazı mürşidlerin ise hiç halifesi yoktur. Onun silsilesi devam etmemiştir. Ancak zamanımızda kendisini önceki mürşidlere nisbet eden bazı gruplar, bu zâtlara sahih yolla bağlı değildir. Ya halife değil, vekildir; yani tekkenin muayyen işlerini görmek üzere vazifelendirilmiştir; yahud da tamamen sahtedir. Dikkatli olmalıdır.
    19 Ağustos 2018 Pazar
  • Sual: Münazara nasıl yapılır?
    Cevab: Münazara ilmi adında bir ilim vardır. Münazaranın adabı, ahlâk kitaplarında yazar. Münazara için ilm-i hilafı iyi bilmek lazımdır. Yani müdafaa edeceği mezhebin delillerini gayet iyi öğrenmelidir. Bunun dışında karşı tarafın argümanlarını ve delilerini de gayet iyi bilmelidir. Bunları çürütecek delilleri bilmelidir. Zamanın şartlarını, insanların huylarını iyi bilmelidir. Sağlam bir asaba, güzel bir hitabete mâlik olmalıdır. Bu münazaralar bazen kısa bir zamanda mağlubiyetle neticelendiği gibi, günlerce hatta aylarca devam edebilirdi. İki taraf da yenişemezdi. Münazaralarda nefsaniyet değil, hakkın ortaya çıkması ön plandaydı. Münâzırın buna da dikkat etmesi lazımdır.
    5 Ekim 2018 Cuma
  • Sual: Bir şiirde “Can kulağıma  ( Ene eşeddü şevkan )  geleli, maddenin dışındaki âlemde seyrân isterim” beyiti geçiyor. Buradaki ene eşeddü şevkan ne manaya geliyor?
    Cevab: Bir ara vahiy kesildi. Müşrikler “Rabbi Muhammed'i terk etti” dediler. Bir müddet sonra Cebrail Aleyhisselam geldi. Peygamber Efendimiz ona “Seni çok özledim” dedi. O da “Ben seni daha çok özledim, ama emir kuluyum” dedi ve Meryem suresinin 64. âyetini getirdi. Ene (İnnî) eşeddü şevkan ileyhim, ben daha çok seni özledim demektir. Muhyiddin Arabi hazretleri Füsus’da bunu uzun izah ediyor ve tasavvufî manalar yüklüyor.
    19 Ekim 2018 Cuma
  • Sual: Bir grup velâyet-i kübrânın sahabe mesleği olduğunu; velâyet-i suğrânın ise tasavvuf mesleği olduğunu; kendi mesleklerinin sahabe mesleği olup, kitap okuyarak tasavvufta çok daha kısa zamanda velâyet-i kübrâya erdiklerini iddia etse, buna ne denir?
    Cevab: Bu işler kitapla olmaz. Olsaydı, kitap okuyarak herkes ameliyat yapabilirdi. Velâyet-i amme, her çeşit hayırlı amelle olabilir. Velâyet-i hâssa ise ancak bir mürşid-i kâmil-i mükemmilin dizi dibinde seyrü sülük ile terbiye görerek hâsıl olabilir.
    2 Kasım 2018 Cuma
  • Sual: “Bu zamanda mürşid-i kâmil yok gibidir” sözü ne manaya gelmektedir?
    Cevab: Kolay bulunmaz, görünenlerin de çoğu ehli değildir, demektir.
    16 Aralık 2018 Pazar
  • Sual: Âlem-i misal hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: Âlem-i ecsad ile âlem-i ervahın, yani dünya ve âhiret hayatının görüntüsüne âlem-i misal denir. İnsanlar rüyada âlem-i misali müşahade ederler.
    13 Şubat 2019 Çarşamba
  • Sual: Mızraklı ilmihalde “Büyük zâtların kabrini ziyâret için uzak memleketlere gitmemek, başka bir işi için gidilince ziyâret etmek iyi olur. Yalnız, Peygamberimizi ziyârete gitmek sevâbdır” yazıyor. Muhammed Ma’sûm hazretleri ise 3. cild 142. mektûbunda buyuruyor ki,  “İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kabrini ziyâret niyeti ile Serhend şehrine gelmeniz çok iyi olur. Buradaki feyzlere ve bereketlere kavuşursunuz.” Bunu neşreden, İbni Âbidin’den naklen “Uzak kabirleri ziyaretin mendûb olduğu buradan anlaşılmaktadır. Halîlürrahmân, Seyyid Ahmed Bedevî gibi evliyâ bunun için ziyâret edilmektedir” diyor. Bunu nasıl anlamalıyız?
    Cevab: “Yalnızca üç mescidi ziyaret için memleketinden çıkılır” hadis-i şerifine istinaden, sırf ibadet maksadıyla cami, türbe, kabir ziyaretinin uygun olmadığı hükmü verilmiştir. Muhammed Masum hazretleri burada tevazu ediyor. Serhend’e gelince, Muhammed Masum Hazretleri ile görüşüp, ondan feyz alacaktır. O feyz, zaten İmamı Rabbani hazretlerinden gelir. Bu vesileyle kabrini de ziyaret ederek feyzi arttıracaktır. Mektubat nâşirinin ifadesi, uzak yerlerden gelen kimselerin, bulunduğu yerlerdeki evliyayı ziyaret etmesinin mendub olduğuna haml olunur.
    9 Mart 2019 Cumartesi
  • Sual: “Cânib-i mâşuktan olmazsa muhabbet âşıka/Sa’y-i âşık, âşıkı mâşûka îsâl eylemez.” beytini nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Sevilenden muhabbet olmazsa, sevenin eli boş kalır. Yani sevgi yukarıdan aşağı gelir. Allah bir insanı severse, o da Allah’ı sever. Baba ve anne evladını sevdiği için, evlad anne ve babayı sever. Yukarıdan gelen sevgi daha kuvvetlidir. Nitekim Kur’an-ı kerimde “Allah onlardan; onlar da Allah’tan razıdır” buyurularak bu hakikate işaret edilmiştir.
    24 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Dünya işlerinde darlığa düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz, hadis-i şerifini nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Kabir ehlini vasıta yaparak dua edilir; Allah doğrusunu ilham eder.
    24 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Ciddiyet ve vakar nasıl kazanılır?
    Cevab: Bu bir mizaç meselesidir. Az konuşmalı, çok düşünmeli. Şaka yapmamalı. Basit insanlarla az görüşmeli. Kılık kıyafetine, adabı muaşerete dikkat etmelidir.
    24 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Evliyaların, mübarek zatların cesedi çürümez, kokmaz diye bir şey var mıdır?
    Cevab: Cesedin çürüyüp çürümemesi toprakla alakalıdır. Tabii bir hadisedir. Herkesin cesedi çürüyebilir; ama helal yiyenlerin cesedi çürümez.Her cesedi çürüyene de helal yememiştir, denilemez.
    31 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Bazı cemaat liderlerinin müceddid olduğu söyleniyor. Ne dersiniz?
    Cevab: Her cemaat mensubu, kendi cemaatinin liderini olduğundan  yukarı tanımaya ve tanıtmaya pek meraklıdır. Müceddid olmanın şartları bellidir.
    31 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Din dersi hocamız, tasavvufun Hind alt kıtasından yayıldığını söyledi. Doğru mudur?
    Cevab: Tasavvuf, Resulullah’a kadar uzanan bir disiplindir. Sahabilerin hepsi tasavvufta kemale gelmiştir. Zira peygamberin bir vazifesi de irşaddır. Bunlardan ikisinin yolu devam etmiştir. Hazret-i Ebu Bekr’den Nakşibendîlik; Hazret-i Ali’den Kâdirîlik gelmiştir. Diğer tarikatlar bunlardan birine mülhaktır. Tasavvuftaki bazı ritüellerin, Hind an’anesine göre adlandırılması, Hindistan’dan doğduğunu göstermez veya tasavvufun Hindistan’da da olması Hind menşeli olduğunu göstermez. Hristiyan ve Yahudi geleneğinde de kendilerince bir tasavvuf telakkisi vardır.
    5 Nisan 2019 Cuma
  • Sual: Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Ariflerin Satrancı diye bir eseri var mıdır?
    Cevab: İbnü’l-Arabî hazretlerinin müridlerine seyrü sülük yollarını göstermek için tertiplediği rivayet edilen bir oyundur. Eğer böyle bir şey varsa, bunu normal bir oyun gibi görmemelidir. İbnü’l-Arabî’nin çok sözü tevile muhtaç sembolik ifadelerdir. Âriflerin satranç oynamaya ihtiyacı yoktur.
    14 Nisan 2019 Pazar
  • Sual: Tasavvufla meşgul olmaya başladıktan sonra diğer insanlara karşı kibir ve ucb teşekkül etti. Kurtulmak için gayret sarfediyorum, dua ediyorum; fakat kurtulamıyorum. Ne tavsiye edersiniz?
    Cevab: Tasavvufla uğraşmayı bırakın. Zamanımızda bu işin ehli neredeyse kalmamış gibidir. Sahtekâr müteşeyyihlerin eline düşülürse, insanı felakete götürür. İlmihal okuyun; ibadetlerinizi yerine getirin; haramlardan kaçının. Onun dışında hayatınızı yaşayın.
    14 Nisan 2019 Pazar
  • Sual: Nakşibendiyye yolunun büyükleri, isimler ve sıfatları bırakıp zât-ı ilahiyyeyi isterler sözündeki isimler ve sıfatlardan maksat nedir?
    Cevab: Seyri sülükda sâlik Allahü tealanın isimlerini ve sıfatlarında seyreder; onun isim ve sıfatlarının hâliyle hâllenir. Yani bu isimler ve sıfatlar onda tecelli eder. Nakşî yolunda, bunlar ikinci planda kalır; zâtını tanımak önde gelir.
    8 Haziran 2019 Cumartesi
  • Sual: Sahabe arasında râbıta yapanlar var mıydı?
    Cevab: Evet. Hazret-i Ebu Bekr mesela, “Ya Resulallah, her an gözümün önündesin” diye arzetmiştir. Kur’an-ı kerimde geçen ve Yusuf aleyhisselâmın babasını gördüğü kıssa meşhurdur. Ömer Ziyaeddin Dağıstanî’nin tasavvufu, şer’î kaidelere göre izah eden kitabı vardır. Matbudur.
    1 Temmuz 2019 Pazartesi
  • Sual: Okuduğumuz kitaplar bizi bilgilendiriyor ama, maalesef manevi olarak güçlenemiyorum. Tevekkül, sabır, irade sahibi olmak istiyorum fakat bunun yolu nasıldır bilemiyorum. Neler yapabilirim?
    Cevab: Şeriata uymalı; Mektubat-ı Rabbanî, Kimya-i Saadet okumalı. Lüzumsuz insanlarla görüşmemeli; lüzumsuz işlerle uğraşmamalı. Dua ve zikre devam etmelidir. 
    22 Temmuz 2019 Pazartesi
  • Sual: Mektubat-ı Rabbani’de "İzn ile yapılan ibâdetler makbûldür" ifadesi geçiyor. Bu tam olarak ne demektir?
    Cevab: Nafile ibadetler ve zikir, mürşidin izniyle yapılırsa daha sevap olur. Bir muteber din kitabında yazılı olması, dua ve zikr için izin sayılır.
    22 Temmuz 2019 Pazartesi
  • Sual: Bir cemaate mensup olmak şart mıdır?
    Cevab: Hiç lüzum yoktur. İlmihal okuyup amel edin. Peygamberimizin hayatını okuyun. Ailenize hizmet edin. Boş zamanda zikre devam edin.
    22 Temmuz 2019 Pazartesi
  • Sual: Bir kimsenin dinini öğrendiği hocasını, diğer herkesten çok sevmesi ve üstün tutmalı lazım değil midir?
    Cevab: Herkesin yeri ayrıdır. Bir kimsenin, dinini öğrendiği, vesilesiyle din büyüklerini tanıdığı hocasını çok sevmesi normaldir. Ama İslâmiyette herkesin bir üstünlük sıralaması vardır. Mesela hiç kimse, sahabe gibi olamaz.
    7 Ağustos 2019 Çarşamba
  • Sual: İmâm-ı Gazâlî hazretleri, El-Münkizü anid-dalâl” kitabında, “Zaruriyatın, yani delile muhtaç olmayan bilgilerin güvenirliliğine emin oldum. Bu hale, deliller vasıtasıyla ulaşmadım. Bu, Allahü tealanın kalbime ihsan ettiği bir nur ile oldu” diyor. Delilsiz inanmak nasıl olur?
    Cevab: Tasavvuf vasıtasıyla imanın vicdanîleştiğini anlatıyor. Bu mertebedeki mümin, delil aramaksızın iman eder. Hükümlerin delilini keşfeder.
    24 Ağustos 2019 Cumartesi
  • Sual: İnsan sebeplere yapışmadan veya kendi iradesi, tercihi dışında başına gelen şeyler onun için hayırlı mıdır? Bunda da vardır bir hayır denebilir mi? 
    Cevab: Sebeplere yapışmak Allah'ın emridir. Sebeplere yapışmadan başına gelen bela da onun için hayırlıdır. Günahlar dışında bir insanın başına gelen her şey hayırlıdır.
    14 Eylül 2019 Cumartesi
  • Sual: Osman Gazi’nin kayınpederinin mensubu olduğu Vefâiyye tarikatinin Şiî olduğunu okudum. Ne dersiniz?
    Cevab: Vefâiyye tarikati, Ebu’l-Vefa adında 501/1107 tarihinde Bağdad’da vefat etmiş bir Ehl-i sünnet âlimi ve velisine bağlanır. Irak, Suriye ve Anadolu’da yayılmış; bazı konar-göçer Türkmen aşiretleri arasında da intişar etmiştir. Sonraki asırlarda isyan ederek Selçukluları felakete sürükleyen Baba İlyas gibi bazı şahısların bu tarikate mensup olup Ehl-i sünnet yolundan ayrıldığına dair bazı tarihî rivayetler varsa da, bu, Vefaiyye’nin ve de Şeyh Edebali’nin Şiî oluğunu göstermez. Kurucusunun adı Osman olan ve içlerinde iki de Bayezid (yani Muaviye) bulunan Osmanlıların başta Şia olduğunu, Yavuz Sultan Selim’den sonra siyaset icabı Sünnîleştiğini söyleyen ve yazan ahmaklara inanmayın.
    14 Eylül 2019 Cumartesi
  • Sual: Selman-ı Fârisî hazretleri ile Cafer-i Sadık hazretleri aynı devirde yaşamadıkları halde neden Nakşi silsilelerde böyle gözükmektedir?
    Cevab: Önce başka bir mürşit tarafından evliya yapılmışlar; sonra ruhâniyetinden istifade ederek halifesi olmuşlardır.
    8 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Evliya menkıbeleri okumanın ne gibi faydası vardır?
    Cevab: İhlası arttırır; güzel ahlâkı yerleştirir. 
    8 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Feridüddin Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliya isimli eserinde “Üstadına, Allah’tan daha fazla teslimiyet göstermeyen asla mürid olamaz” cümlesini nasıl anlamamız gerekir?
    Cevab: Mürşid, Allah’ın emir ve yasaklarını bildirir. Ona tâbiyet, Allah’a tâbiyet demektir. İkisini ayırmak doğru değildir. Burada mübalağa ile müridin teslimiyeti tavsiye edilmiş.
    12 Ekim 2019 Cumartesi
  • Sual: Eshab-ı kiram mucize görerek imanda yakine ulaşmışlar. Şu andaki Müslümanlar mucize görmediği için imanda yakini nasıl artabilir?
    Cevab: Şeriata uyarak ve tasavvuf yoluyla.
    16 Ekim 2019 Çarşamba
  • Sual: İstiğfar, kelime-i tevhid gibi tesbihleri zikrederken kendimiz duyacak kadar ses ile mi yoksa kalp ile mi yapmak lazımdır?
    Cevab: Kalb ile yapmak ancak sülük ehline mahsustur. Kendi duyacak kadar olmalı ki zikr olsun.
    22 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Resulullah aleyhisselamın sevgisini kazanmak istiyorum. Ne yapmam lazımdır?
    Cevab: Peygamberin sünnetine, yani dinin emir ve yasaklarına uyan, onun hayatını öğrenen kimse, inşallah muhabbetini kazanır.
    22 Ekim 2019 Salı
  • Sual: İmam Rabbânî hazretlerinin Mektubat'ındaki şiirler kendisine mi aittir?
    Cevab: Çoğu Sa’di Şirazî ve Hafız'a aittir.
    10 Kasım 2019 Pazar
  • Sual: Kurumsal tasavvuf ekolleri neden Hicaz’da değil de Mevali coğrafyalarda ortaya çıktı?
    Cevab: Tasavvuf, Hazret-i Peygamber zamanından beri vardır. Teşkilatlı hali (tekke, ritüeller vs) Irak’ta Araplar arasında başladı. Zamanla Türkistan ve Hindistan Müslümanları arasında inkişaf ve tekamül etti.
    14 Aralık 2019 Cumartesi
  • Sual: Geçmişteki ve günümüzdeki birçok sağcı siyasetçinin Gümüşhanevi tekkesinden çıkması tesadüf müdür?
    Cevab: Zannettiğiniz kadar fazla değildir. Bu kişiler zaten birbiriyle arkadaşlardı. Burası entelektüel bir şehir tekkesi idi. Dine yakınlık duyanların gidip gelmesi kolay idi.
    4 Ocak 2020 Cumartesi
  • Sual: Tasavvuf kitaplarında geçen “Din kitaplardan okuduğunu yapanın kurtulmak ihtimali vardır. Bir büyüğe bağlı olanın, kurtulmamak ihtimali yoktur sözü ne manaya geliyor?
    Cevab: Burada hakiki bir mürşide bağlanarak tasavvufta evliyalık makamına gelmek anlatılıyor. Bu makama gelenlerin nefsi mutmainne olduğu için kolay kolay imansız gitmezler. Bu zamanda böyle mürşit yok gibidir. Onların kitapları vardır. Şimdi ilmihalini bilen ve tatbik eden inşallah kurtulur.
    17 Ocak 2020 Cuma
  • Sual: Bir arkadaşım dedi ki, bizim şeyhimiz yatağımızda kaç kere döndüğümüzü bile biliyor. Bunu nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Bu zamanda böyle şeyh pek yoktur.
    7 Şubat 2020 Cuma
  • Sual: Tasavvuf tarihini doğru şekilde anlatan bir kitap tavsiye edebilir misiniz?
    Cevab: Reşahat, Tezkiretü’l-Evliya, Nefehatü’l-Üns, Müzekki’n-Nüfus, Mektubat-ı Rabbani, Risale-i Hâlidiyye, Kimya-i Saadet, Riyadu’t-Tasavvufiyye.
    15 Şubat 2020 Cumartesi
  • Sual: Ucba kapılan kimse ne yapar?
    Cevab: Ucb, amellerini güzel görüp beğenmek ve bununla övünmektir. Bir şeyin yanlış olduğunu bilmek ve kendisini bunu yaptığını farkında olmak iyi bir şeydir. Ucb, hased gibi fiiliyata dökülmeksizin zihinden geçerek işlenen günahlara kapılıp da sonra bunun yanlış olduğunu düşünürse günah olmaz.
    22 Şubat 2020 Cumartesi
  • Sual: Mektubat’ta zavallı mahlûkların hiçbiri Allahü tealayı, sıfatlarını ve fiillerini anlayamaz, bilemez, yazıyor. Buna peygamberlerde dâhil midir?
    Cevab: Herkes, Allahü tealanın bildirdiği kadar bilir. Peygamberler bu hususta herkesten ileridedir.
    22 Şubat 2020 Cumartesi
  • Sual: Bir hocamız, 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı'sında aşağıdaki gibi bir hâlin ortaya çıktığını söylüyor: “İlk zamanlarda İslâmın karşı çıktığı ruhbanlık, tasavvufla birlikte başka isimler altında yeniden belirmiş, kişi ile Tanrısı arasında bir aracı tabaka oluşmuştu. Çoğunlukla tarikat ve toprak ağalığı karışımından oluşan bu tabakalar halk üzerinde bir tahakküm odağı hâlindeydi.” Buna ne dersiniz?
    Cevab: Bu yanlış değerlendirme, İslâmî kültürün zayıflığından olsa gerektir. Tasavvuf, çok eski bir disiplindir. Tasavvuf erbabını ruhbana benzetmek çok hatalıdır. Mürşid, mürid ile rabbi arasında feyz vasıtasıdır. Kur’an, Allah’a kavuşmak için vesile, vasıta arayınız, buyuruyor. Mürşid arada vasıta olur, feyz Allah’tan gelir ve sonra mürşid aradan çekilir. Hristiyanlıkta ise ruhban olmadan bazı ibadetler yapılamaz. Ancak çok kültür seviyesi düşük dağlıların yaşadığı yerlerde tasavvuf erbabı halk arasında nüfuz sahibi olmuştur ki bu tabiidir ve faydalıdır. Köy ağalığının doğuş sebepleri için Osmanlı Hukuku kitabımı okumanızı tavsiye ederim.
    13 Mart 2020 Cuma
  • Sual: Abdülhakîm Arvasi Efendinin, “İslam gizli ferdlerde kaldı” derken ne kast ediyor?
    Cevab: Hakiki İslâmiyet cemiyetten çekildi; ancak gizli ve nadir ferdlerde kaldı, demek istiyor. Yani bu zamanda dinini doğru olarak öğrenen, ihlasla amel eden kurtulur.
    3 Mayıs 2020 Pazar
  • Sual: İmam-ı Azam ve diğer mezhep imamları hangi tarikata bağlı idiler?
    Cevab: Hepsi tasavvuf ile meşgul olmuş; büyük birer evliya ve mürşittir. O zamanlar şimdi bildiğimiz tarikatlar teşekkül etmemişti. Onlar da bir mürşid-i kâmilin dizinin dibinde kemâle geldiler. İmam Ebu Hanife ve İmam Mâlik, Cafer Sadık’tan, İmam Şâfiî, Maruf Kerhî’den, Ahmed bin Hanbel, Zünnun Mısrî ve Bişr Hâfî’den feyz almıştır.
    5 Haziran 2020 Cuma
  • Sual: Mektubat’ta “Sizin bu nimete kavuşmanız, İslamiyet bilgilerini öğretmekle ve fıkıh hükümlerini yaymakla olmuştur” cümlesinde fıkıhtan kasıt nedir?
    Cevab: Hem itikat ve hem de ibadet ve ahlâk bilgileridir. Birincisine fıkh-ı ekber denir.
    20 Haziran 2020 Cumartesi
  • Sual: Bir Müslümanın nefsinin kâfir olması ne demektir?
    Cevab: İnsanda ruh ve nefis olmak üzere iki kuvvet vardır. Onu insan yapan, ruhudur. Nefis, hayvanda da vardır. Nefsin dini veya sınırı yoktur. Neyin helal neyin haram olduğunu, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez. Sadece bedeni ayakta tutmaya yarar. Bedenin bineğidir. Bu sebeple nefis kâfirdir, denir. Ruh, bedene hâkim ise, o kimse sâlih Müslümandır. Nefis bedene hâkim ise, fâsıktır. Ruh tamamen nefse hâkim ise, evliyalıktır.
    21 Haziran 2020 Pazar
  • Sual: Evliyayı tanımak için bir kıstas var mı?
    Cevab: Üç nişan olur velilerde, demiş, erbâb-ı dil; biri ol ki, görenin gönlü ona mâil olur. Onun ikinci nişanı, oldur ki, iyi bil, her ne dese, dinleyenler, sözüne kâil olur. Üçüncüsüne gelince, cümle âzâsı anın, şer ile âdâb ile her zaman âmil olur.
    23 Haziran 2020 Salı
  • Sual: Bazıları tasavvuf silsilelerinin uydurma olduğunu; Hazret-i Ebu Bekr’e veya Ali’ye zikr telkin ettiğinin hadis kitaplarında geçmediğini söylüyor. Buna ne denebilir?
    Cevab: Tasavvuf, peygambere kadar uzanan bir ilimdir. Hadis kitaplarında olmaması bunun gerçek olmadığını göstermez. Her hadis, hadis kitabında olmayabilir. Binlerce yıllık an’ane uydurma olamaz. İmam Rabbanî hazretleri gibi, en az hadis kitaplarını yazanlar kadar salih ve âlim zatlar, kitaplarında nakletmişlerdir. Silsileler sonradan tanzim edilip (uydurulma değil), yalan söyleme ihtimali bulunmayan zatlar tarafından rivayet olunmuştur. Ömer Ziyaeddin Dağıstanî, tasavvuf ritüellerinin şeriatteki delillerini Fetâvâ-i Ömeriyye fi’t-Tarâiki’l-Aliyye kitabında toplamıştır. Latin harfleriyle neşredilmiştir.
    9 Temmuz 2020 Perşembe
  • Sual: Şahsiyetimi nasıl düzeltirim?
    Cevab: İyi insanlarla görüşerek; iyilerin hayatını okuyarak insan ahlâkını düzeltebilir. 
    20 Ağustos 2020 Perşembe
  • Sual: Elimdeki Mektubat-i Rabbânî tercümesinin 47. mektubunda Ekber Şah devri için “Milleti hep bunların kitapları, gazeteleri kışkırtmıştı” yazıyor. O zaman gazete var mıydı?
    Cevab: Bu manevi, yani manaya göre bir tercümedir. İnsanların mesajı anlaması için böyle kullanılmıştır Yani bugünkü bazı gazetelerin yaptığı gibi demek istiyor.
    20 Ağustos 2020 Perşembe
  • Sual: Mektubat-ı Rabbânî’nin 80.mektubunda: “Kur’an-ı kerimi Ebû Bekr-i Sıddîk topladı. Emîr’in topladığı Kur’ân-ı kerîm bundan başkadır” diyor. Bunun izahı nedir?
    Cevab: Kur’an-ı kerim Mushaf hâline getirilmeden evvel sahabenin elinde muhtelif sırayla tertiplenmiş mushaflar vardı. Emîr’in, yani Hazret-i Ali’nin mushafı, âyetlerin iniş sırasına göre idi. İbni Mes’ud’unki surelerin uzunluğuna, Ubeyy’inki âyetlerin Mekkî ve Medeni olmasına göre idi. Bunların okunması Resulullah’ın son tatbikatına uymadığı için icma ile men edildi.
    20 Ağustos 2020 Perşembe
  • Sual: Tasavvufun İslam dünyasını sarması da bizzat siyasi buhranların ve hususiyle Moğol istilasının verdiği ümitsizlikle ilgiliydi görüşüne katılır mısınız?
    Cevab: Tasavvuf, Hazreti Peygamber'e kadar ulaşan bir disiplindir. Moğol istilası ile ne alakası var? Bu müsteşriklerin uydurduğu bir iddiadır. Buhranlı zamanların doğurduğu ümitsizlik ancak tasavvufa alakayı artırmış olabilir.
    20 Ağustos 2020 Perşembe
  • Sual: Mektubat-ı Rabbânî tercümesinde İmam Gazali’nin meşhur kitabı için el-Münkizü anid-Dalâl geçiyor. Halbuki kitabın orjinal isminde an yerine min harf-i cerri kullanılmış. Bunun hikmeti nedir?
    Cevab: Mektubat mütercimi zat-ı fazıl merhum, kitaplardan tercüme ve tasnif yaparken, dini ve esaslı bir mesele olmadıkça pek metne müdahale etmezlerdi. İmam-ı Rabbani hazretlerinden dini bir hata zaten beklenmez. Tercüme ederken ani’d-dalal ise, değiştirmemişlerdir. An ile min harf-i cerri arasında mana itibariyle esaslı bir fark yoktur. İmam-ı Rabbani hazretleri belki an ile yazılmış başka bir nüshayı görmüşlerdir. Eski kitaplarda bu gibi farklılıklara çok rastlanır. Sizin sualinizin uzun halinde ifade ettiğiniz gibi mütercim merhum için, “Biz İmam-ı Rabbani hazretlerine tâbiyiz; o aniddalal şeklinde yazmış; biz de o şekilde yazdık, İmam hazretleri hata ile an harfi cerrini kullanmıştır; onlar da hata yapabilir, biz düzeltelim dememişlerdir", denemez. Nitekim mütercim merhum, bu kitabın Arabi aslını neşrederken meşhur ismine de müdahale etmemiş; min harfi cerri ile bastırmışlardır. Yine Mektubat’ın başka bir yerinde Şah-ı Nakşibend hazretlerine atfedilen Emir Timur’un ölümüne dair “Timur mürd iman bürd” sözünü, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin Emir Timur’dan önce ölmüş olması keyfiyetine binaen değiştirdiler. İmam-ı Rabbani hazretleri öyle diyorsa öyledir demediler. İlmin haysiyeti ve dinin şerefi bunu icap ettirir. İmam-ı Rabbani hazretleri sağ olsaydı böyle isterdi. Mesela teşehhüdde işaret parmağının kaldırılması meselesinde, İmam Rabbani hazretleri kaldırılmamasının daha iyi olduğunu söylerken; mahdumu ve halifesi Said-i Faruki ve silsileyi Aliyyeden Mazhar-ı Can-ı Canan kaldırılmasının iyi olduğuna dair rey beyan etmişlerdir Mektubat mütercimi merhum bu husus kendilerine arz edildiğinde, “İmam-ı Rabbani hazretleri bundan razıdır. Âlimlerin ihtilafı rahmettir. Bir talebenin her ilmî meselede hocası ile aynı görüşte olması beklenmez. Nitekim İmam Ebu Yusuf hazretlerinin içtihatlarında hocasına mutabakatı muhalefetinden fazla değildir” buyurdular.
    1 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Mektubat-ı Rabbani’de şeytan kuvvetli düşmandır buyuruluyor. Halbuki ayet-i kerimede şeytanın aldatması zayıftır buyuruluyor. Bu tearuz nasıl giderilir?
    Cevab: Şeytanın zayıflığı, kuvvetli düşmanlar arasındaki zayıflıktır. Nefs ve kötü arkadaş daha güçlüdür.
    8 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Mürşid-i kâmiller müctehid midir?
    Cevab: Mürşid-i kâmil-i mükemmil, fıkıhta ictihad ve tasavvufta velayet-i hassa derecesinde olmalıdır.
    8 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Mürşid-i kâmiller günah işler mi? 
    Cevab: İslamiyette peygamberlerden maada kimse masum değildir. Ama insanlara numune oldukları için, biiznillah büyük günahtan himaye-i rabbaniye altında bulundukları kitaplarda yazıyor.
    8 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Keramete iman, ehl-i sünnetin şiarından olmakla beraber, bir velinin velayetine inanmak de böyle midir?
    Cevab: Tek tek velilerin velayetine inanmak bir hüsn-i zan bildirir. Onun için eskiden evliyaya mazanneden bir zat, yani veli olduğu zannedilenlerden bir zat, denirdi.
    28 Eylül 2020 Pazartesi
  • Sual: Üveysî ne demektir?
    Cevab: Tasavvuf kitaplarında diyor ki: Allah’ın rızasına ve sevgisine kavuşmak için, ihlas, kalb-i selim sahibi olmak lazımdır. Kalb de, ancak Resulullaha inanmak, Onu sevmek ve Ona tâbi olmakla temizlenir. Bunun için, birinci yol, hayatta olan mürşid bir veliyi tanıyıp, sözlerinden, kitaplarından doğru itikadı, şeriati ve tasavvufun edeplerini öğrenip bunlara uymak şartı ile, ona rabıta yapmak, yani kalbini onun kalbine bağlamaktır. Bir veli, kendi üstadlarından almış olduğu yazılı vesikadan ve bütün sözlerinin, hareketlerinin şeriate uygun olmasından anlaşılır. Böyle bir mürşid görülemediği zaman, herhangi bir mürşide rabıta yapan onun üveysîsi olur. Mektubat-ı Rabbanî’de diyor ki (I/286; II/89), “Bir Arifin sohbetine kavuşamayana, büyüklerin ruhlarından feyiz almak nasib olur. Allah onun ilerlemesi için, bunların ruhlarını vasıta yapar.” Arifler, veliler, Allahü tealanın vad ettiği müjdeye kavuştukları için, öldükten sonra da, taliblere feyiz verirler.

    Nitekim hadis-i kudsîde “Bir veli kuluma düşmanlık eden, bana harb ilan etmiş olur. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında, en sevdiğim, ona farz ettiğim şeydir. Nafile ibadet [de] yaparak, bana yaklaşan kulumu çok severim. Çok sevdiğim kulumun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. İstediğini elbette veririm. Bana sığındığı zaman, elbette korurum” buyuruldu. Bu hadis-i kudsî, Nevevî’nin Hadis-i Erbain kitabında izah edilmektedir.

    Farzlarla hâsıl olan kurb, yani Allah’a yaklaşmak, nafilelerle hâsıl olandan, elbette daha çoktur. Fakat, ihlas ile yapılan farzlar kurb hâsıl eder. İhlas, ibadetleri, Allahü teala emr ettiği için yapmaktır. Ehl-i sünnet olan her müminde biraz ihlas vardır. Takva ile ve ibadet yapmakla, kendisine feyiz denilen kalb nurları gelir. Bir velinin kalbinden saçılan bu feyizlerden alırsa, ihlası çabuk ve çok artar. Takva, haramlardan nefret etmek, haram işlemeği hatıra bile getirmemektir. Allah’a yaklaşmak, Onun rızasına, sevmesine kavuşmak demektir. Allah’ın, müminlerin kalplerine gönderdiği nurlar, feyizler, ibadetleri ve takvası çok olanlara, gelmektedir. Yani, bunların feyiz almak istidadları, kabiliyyetleri artar. Feyizler, Resulullah’ın kalbinden yayılmaktadır. Gelen feyizleri almak için, Resulullah’ı sevmek lazımdır. Sevmek de, onun ilmini, güzel ahlakını, mucizelerini, kemalatını öğrenmekle hâsıl olur. Resulullah da, onu görüp severse, feyiz alması çoğalır. Bunun için, sohbetinde bulunup, güzel yüzünü görenler, tatlı sözlerini işitenler, daha çok feyiz aldılar. Eshab-ı kiram, bunun için, çok feyiz alıp, kalpleri dünya sevgisinden temizlenerek, ihlas sahibi oldular. Kavuştukları nurlar, feyizler, evliyanın kalplerinden dolaşarak, zamanımıza kadar geldi. Bir kimse, kendi zamanında bulunan bir veliyi tanıyıp, çok sever ve sohbetinde bulunarak, kendini sevdirirse, Resulullah’ın kalbinden velinin kalbine gelmiş olan nurlar, bunun kalbine de akarak kalbi temizlenir. Sohbetine kavuşamazsa, onu düşünmesi, yani velinin şeklini, yüzünü hatırına getirmesi de, sohbetinde bulunmuş gibi olur. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri der ki, “Bütün feyizlere, bütün nimetlere, üstadlarıma olan sevgim sebebi ile kavuştum. Kusurlu ibadetlerimiz, bizi Allaha yaklaştırmağa sebep olabilir mi?”. Yani, mürşidi sevmek, onun kalbinden saçılan feyizleri almağa sebep olur. Feyiz alınca, ihlas hâsıl olur. İhlas ile yapılan ibadet de, insanı hakiki imana kavuşturur. Hadis-i şerifte, “Her şeyin menbaı vardır. İhlasın, takvanın menbaı, kaynağı, âriflerin kalpleridir” buyuruldu (Künûzü’d-Dekâık). Veli olmak için, yani Allah’a yakın olmak, yani onun sevgisine kavuşmak için, ihlas ile şeriate uymak lazımdır.

    Maddi silsileye sahip bir mürşidden, tekke terbiyesi ve sülük ile değil de, manevi olarak başkasını evliya yapmak ile salahiyetlendirilen zattan istifade ederek kemale elen kişiye denir. Az kimse vardır ki, istidadları çok kuvvetli olup, peygamberin veya bir velinin ruhundan feyiz alarak, vilayet mertebesine kavuşurlar. Bunlara üveysî denir. Mesela Şerh-ı Mevakıf’da anlatıldığına göre (s.617), Bayezid Bistamî, İmam Ali Rıza’nın sohbetinde kemale gelip veli olduktan sonra, o zaman hayatta olmayan İmam Cafer Sadık’ın üveysîsi oldu ve ruhaniyetinden yardım görerek halifesi oldu. Zeynüddin Taybadî, Nizameddin Hirevî’nin talebesi idi. Ahmed Nameki Cami’nin türbesini çok ziyaret ederek ruhaniyetinden feyiz aldı. Üveysî oldu. Üveysî tabiri Üveys el-Karenî’den gelir. Resulullah’ı hiç görmediği halde, ona muhabeti ve hırkasına tevessülü ile ruhaniyetinden istifade ederek yükselmiş; veli olmuştu.

    Abdülhak Dehlevi Mişkat tercümesinde buyuruyor ki, “Peygamberler ve Evliya öldükten sonra, bunlardan yardım istemeğe, meşayıh-ı ızam ve fıkıh âlimlerinin çoğu caizdir dedi. Keşif ve kemal sahipleri, bunun doğru olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu ruhlardan feyiz alarak yükseldiler. Böyle yükselenlere üveysî dediler. İmam Şâfiî buyuruyor ki, İmam-ı Musa Kazım’ın kabri, duamın kabul olması için bana tiryak gibidir. Bunu çok tecrübe ettim. İmam Gazali buyurdu ki, diri iken tevessül olunan, feyiz alınan kimseye, öldükten sonra da tevessül olunarak feyiz alınır. Ahmed bin Zerruk diyor ki, Ebül-Abbas Hadremi hazretleri bana sordu ki, diri olan veli mi, yoksa ölü olan mı daha çok yardım eder? Herkes, diri olan diyor. Ben ise, ölü olan daha çok yardım eder diyorum dedim. Doğru söylüyorsun. Çünki diri iken, kullar arasındadır. Öldükten sonra ise, Hakkın huzurundadır, buyurdu. İnsan ölürken ruhunun ölmediğini ayet-i kerimeler ve hadisi şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kamillerin, velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü tealaya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü tealadır. Her şey onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü tealanın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü tealanın, dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü tealanın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır”.

    Abdülhak Dehlevî Eşiatü’l-Lemeat’ta da buyuruyor ki: “Çok kimse, kabir ehlinden istifade edildiğine inanmıyor. Kabir ziyareti, ölülere okumak, onlara dua etmek için yapılır diyorlar. Tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimlerinden çoğu ise, kabirdekilerden yardım görüldüğünü bildirdiler. Keşif sahibi olan evliya da, bunu sözbirliği ile bildirdiler. Hatta bunlardan çoğu, ruhlardan feyiz alarak olgunlaştıklarını haber vermişlerdir. Bunlara üveysî demişlerdir.

    Tasavvufçuların üveysî demeleri, üstadı yoktur demek değildir. Çünki üveysî demek, onun yetişmesinde ruhaniyanın da hizmeti olmuştur demektir. Hace-i Ahrar, Yakub-i Çerhî’nin hizmetinde yetiştiği halde, üstadı bulunduğu halde, Bahaeddin-i Buharî’nin ruhaniyetinden de yardım gördüğü için, Hace-i Ahrar’a üveysî denilir. Bunun gibi, Bahaeddin-i Buharî’nin üstadı, Seyyid Emir Külal hazretleri idi. Fakat ayrıca Hâce Abdülhalık Goncdüvanî’nin ruhaniyetinden de istifade ettiği için, Bahaeddin-i Buhariye üveysî denilmiştir.

    Dürrü’l-Mearif kitabında diyor ki (s.87): “Abdüllah Dehlevi hazretleri buyuruyor ki, Resulullaha veya evliyadan birine üveysî olmak için, her gün tenha bir yerde iki rek’at namaz kılıp, bir Fatiha okuyarak, sevaplarını onun mübarek ruhuna göndermeli, bir müddet oturup, hep onun ruhunu düşünmelidir. Birkaç gün sonra, onun üveysîsi olur. Hüvelgani risalesinde, Abdüllah Dehlevî’den naklen diyor ki, “Resulullahın üveysîsi olmak isteyen, yatsı namazından sonra, hayalinde, Resulullahın iki mübarek ellerini tutup, ya Resulallah! Beş şey için sana biat eyledim: Bunlar, Kelime-i şehadet, namaz kılmak, zekât vermek, Ramezan ayında oruç tutmak ve yola gücü yetenin hacca gitmesidir demelidir. Birkaç gece böyle yapınca, muradına kavuşur. Bir velinin üveysîsi olmak için, tenha bir yerde, iki rek’at namaz kılıp, sevabını o velinin ruhuna göndermeli ve ruhunu düşünerek beklemelidir”.

    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Abdülkadir Geylani Hazretlerinin, “Kabrim beytullahtır, sırrım Allah’ın sırrıdır, emrim Allah’ın emridir, arş kürsi tutamımın içindedir, Allah’ın bütün beldeleri hakiki mülkümdür, bütün kutuplar hükmüm ve taatim altındadır” ve buna benzer birçok beyitleri hakkında nasıl düşünmelidir?
    Cevab: Bunlar sekr halinde söylenmiş sözlerdir. Her birinin tevili vardır. Avamın bunları okuması ve mana vermeye çalışması caiz değildir. Abdülkadir Geylani, her işinde ve sözünde sünnet-i seniyyeye ittibayı önde tutar. Bu sebeple hüsn-i zan lazımdır.
    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Şah-ı Nakşibend hazretlerinin bir talebesine nehre atla dediği ve onun da atladığı doğru mudur? Doğruysa bunun fetvası var mıdır? Müridin mürşidine teslimiyette ölçüsü ne olmalıdır?
    Cevab: Bunlar uydurma şeylerdir. Şah-ı Nakşibend böyle bir şey emretmez. Emrederse dinlemek caiz olmaz. Böyle biri zaten mürşid değildir. Hadis-i şerifte, “Hâlıka isyan olan yerde mahlûka itaat olmaz” buyuruldu. Mürid, mürşidin elinde, gassalın önündeki ölü gibidir sözü doğrudur. Bu tasavvuf terbiyesi için caridir. Mürşid, istidadlı bir müridi, manevi işaret alırsa terbiye etmeye başlar. Ona istidadına göre vazifeler verir. Mürid bana niye bu vazifeyi verdin, niye şunu vermedin diyemez. Bunu teyid ve müridi itaate teşvik için bu gibi menkıbeler tertiplenmiştir.
    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Tarikatlarla ve tasavvufla alakalı kitap tavsiye eder misiniz?
    Cevab: Benim bu mealde yazım ve programlarım vardır. Şu kitaplara da bakılabilir:

    1.Kimya-i Saadet- İmam Gazali;

    2.Tasavvuf - Mahir İz;

    3.Derviş Keşkülü - Necdet Tosun;

    4.Tasavvuf İkliminde Kişilik İnşası Nefehat’ten Seçmeler- Çamlıca Yayınları;

    5.Ömer Ziyaüddin Dağıstani - Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar  (el-Fetava)

    6.Tasavvuf Bahçeleri (Er-Riyâdut-Tasavvufiyye) - Abdülhakim Arvasi

    7. Mektubat-ı Rabbani – İmam-ı Rabbani Ahmed Faruk Serhendi,

    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: İmam-ı Rabbani Hazretleri bir mektubunda (III/13), sıkıntılardan dolayı ümitsiz olan bir kimseye Allah’tan ümidi kesmek küfrdür, buyuruyor. İnsanlar hayatı boyunca çeşitli sebeplerle birçok kez ümitsizliğe düşebiliyor. Bunlar küfre mi sebep oluyor?
    Cevab: Havf ve reca, yani Allah’ın azabından emin olmamak ve onun rahmetinden ümit kesmemek imanın şartıdır. Burada kast edilen, bu çeşit ümitsizliktir.
    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Konuşma adabı ile alakalı kitap tavsiyesi verebilir misiniz? 
    Cevab: Şiratü’l-İslâm. 
    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: İmanını kaybeden bir kişi daha sonradan tövbe edip kelime-i şehadet getirse, bu kişi bulunduğu tarikattan çıkmış olur mu?
    Cevab: Bu dini bir mesele değildir. İnâbesini tazeler.
    29 Eylül 2020 Salı
  • Sual: Mektubat-ı Rabbani kitabını anlamasak da feyz ve bereket için okumak lazımdır sözünü nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Kur’an-ı Kerim müstesna, hiçbir kitap anlamadan feyiz ve bereket için okunmaz; ilim için okunur. Okurken müellifinin ve okuyanın ihlası nisbetinde feyz ve bereket alınır. Mektubat-ı Rabbani çok faydalı bir kitaptır; pek çok yeri anlaşılır. Tasavvufi derinliklere dair tatmayanın anlayamayacağı bazı yerler ise, bereket için okunur ve geçilir. Nakşibendî büyükleri, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ve kitabının büyüklüğünü ifade etmek için “Mektubatı anlamak nerede, biz nerede? Biz ancak bereket için okuruz” demişlerdir.
    12 Ekim 2020 Pazartesi
  • Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, Osmanlılarda ne zaman tanınmaya başlamıştır?
    Cevab: Halifesi Masum Efendi’nin halifesi Murad Münzevi, İstanbul’da Eyüp Nişancası’nda yaşamıştır. Halifesi Masum Efendi’nin halifesi Ahmed Yekdest Efendi’nin halifesi Tokatlı Emin Efendi’nin halifesi Süleyman Sadeddin Efendi  18.asirda Mektubat’ı Türkçe’ye tercüme etmiştir. Ama çok yayılmamıştır. Mektubat’ın tanınması ve yayılması Seyyid Abdülhakim Efendi’nin İstanbul’a gelişinden sonra olmuştur.
    12 Ekim 2020 Pazartesi
  • Sual: “Bir kimse senin pîrini inkâr ederse ve sen o kimseyle iyi olursan köpek senden daha iyidir” sözünü nasıl anlamalıyız?
    Cevab: İmamı Rabbanî hazretlerinin Mektubat’ında geçen bu sözün manası şudur: Mürid, mürşidini o kadar çok sevecek ki, onu sevmeyenleri sevmeyecek; onu sevenleri sevecek. Şeyhinde fani olmayan mürid, kemale gelemez. Görmez misiniz ki köpek, efendisinin düşmanlarına hiç bakmaz, düşman olur.
    22 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Bayezidi Bistami, Marufu Kerhi, Davud Tai bazı büyüklerin hayatını okuyorum. Boş bakış olur diye evinin damına bile bakmazmış. Çok sevdiği için yufka ekmeğini kendisine yasaklayan, serin su içmeyen ya da çok sevdiği bir tatlıdan kendisini mahrum eden var. Bunlar bize çok ağır geliyor. Biz nasıl hareket etmeliyiz?
    Cevab: Kimya-i Saadet kitabında bunun cevabı vardır. Herkesin hâli bir olmaz. Herkesin verası, şahsi kemaline göredir. O büyükler farklı bir kemalde oldukları için, farklı bir dünyada idiler. Seyyid Abdülhakîm Efendi’nin buyurduğu gibi, “İşan işan est. Onlar, onlar idi. biz onların yanında, gaip olsak, aranmayız; hâzır olsak hesaba katılmayız”. Sıradan insanlar şeriatın emir ve yasaklarına uysalar kâfidir ki, bu da bu zamanda az değildir.
    22 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretlerinin, Seyyid Fehim hazretleri için “Gözlük kullanmamış olsalardı, ben gözlüğün menfeatini, faidesini inkâr ederdim.” sözlerinin hikmeti nedir?
    Cevab: Yani gözlüğün menfaatli olduğunun bence en mühim delili Seyyid Fehim efendinin kullanmasıdır. O, eğer gözleri bozuk olduğu halde kullanmamış olsaydı, ben, gözlüğün faidesi olmadığına hükmederdim. Zira menfaati olsaydı kullanırdı. Bu, üstadına bağlılığın edebi bir ifadesidir.
    24 Ekim 2020 Cumartesi
  • Sual: Psikoloji talebesiyim. Bütün dinlerde psikoloji olduğu halde, niçin İslamiyette yoktur?
    Cevab: Psikoloji ilmini kuran Müslümanlardır. Nitekim bu disipline isim veren de onlardır: İlmünnefs. Zira bu ilim, ruhun değil, nefsin tezahürleriyle meşguldür. Ruh hakkında kimsenin fazla malumatı yoktur ve olamaz. Avrupa’da akıl hastaları içine şeytan girmiş diye yakılırken, şarkta hasta olarak kabul edilir ve akıl hastanelerinde tedavi edilirdi. İmam Gazali’den Kınalızade’ye kadar yüzlerce âlim, insan psikolojisini anlatan kitaplar yazmıştır. Tasavvuf ilmi, psikolojik tedavi demektir. Kimya-ı Seadet ve Ahlak-ı Alâî’ye bakarsanız, görürsünüz. İkisinin de Türkçe Latinize edilmiş hali mevcuttur.
    29 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Mektubat’ta Ebul Hasan Harkani Hazretlerinin doğru yoldan ayrıldığı yazılıyor. Doğru yoldan çıkan kimse nasıl evliya olmuş?
    Cevab: Tasavvufi seyrü sülükteki sözlerinden ve bazı hallerinden bahsediliyor. Mürşid olmadan çok evvelki hâlidir.
    24 Kasım 2020 Salı
  • Sual: Sohbet dinlerken zikretmiş mi oluruz?
    Cevab: Evet, sohbet, zikirdir. Ama şimdi hakiki sohbet yok gibidir. İmam Gazalî, İmam Rabbânî gibi kıymetli âlimlerin kitaplarını okumak da sohbet tesiri hâsıl eder. el-Mükâtebe nısfu muhataba (Yazı, konuşmanın yarısıdır) veya “Mükâtebe, mükâleme gibidir” sözleri meşhurdur.
    15 Aralık 2020 Salı
  • Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, “Ruh mekânsızdır. Ne insanın içindedir, ne dışında” buyuruyor. Mekânsızlık sadece Allah’a mahsus değil midir?
    Cevab: İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bir ruh mütehassısının sözüne hemen hatalı hükmü vermek büyük bir cüretkârlıktır. Ruh mekânsızdır demek, bir mekâna bağlı değildir; yani bedenden ayrı da yaşar ve latiftir, demektir. Nitekim uykuda ruh beden ayrılır, âlem-i misali gezer. Ölünce de ruh bedenden ayrılır ve berzahta yaşar. “Allah, Âdemi kendi suretinden yarattı” mealindeki hadis-i şerif de bu şekilde tefsir edilmiştir. Yani nasıl Allah, yarattığı hiçbir şeye benzemezse, ruh sebebiyle insan da başka mahlûklara benzemez. Cenab-ı Hak ile insan arasında böyle bir müşterek nokta vardır.
    25 Aralık 2020 Cuma
  • Sual: Evliya günah işler mi?
    Cevab: Peygamberlerden başka herkes günah işleyebilir. Evliyada nefs, mutmainne olmuştur; ama hâlâ hayattadır. Fırsatını bulunca günah işletebilir.
    7 Şubat 2021 Pazar
  • Sual: Deveyi ipe bağladığımızda ipe değil de, Allaha daha çok güvenmek için ne yapmalıdır?
    Cevab: Allah dostlarının hayatlarını ve kitaplarını okuyup, onları çok sevmelidir.
    28 Şubat 2021 Pazar
  • Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat’ta zekât için “Malınızın kırkta bir zekâtını müslüman fakirlere yalvara yalvara veriniz” buyuruyor. Buradaki “yalvara yalvara” ifadesini nasıl anlamalıyız?
    Cevab: Fakire zekâtını alarak kendisini yükten kurtardığı için minnet ederek; kabul etmezse, yalvara yalvara vermek lazımdır Çünkü bu vazifedir; bir lütuf ve ihsan değildir.
    28 Şubat 2021 Pazar
  • Sual: İnsanın kendini bilmesi ne demektir?
    Cevab: Hadis-i kudside, men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu buyuruldu. Nefsini bilen, rabbini bilir demektir. İnsanın kendini tanıması, Allah’ın karşısında aczini bilmesi, günahlarını, kusurlarını, huyunu tanıması, bu istikamette rabbine kulluk etmesi demektir.
    29 Mart 2021 Pazartesi
  • Sual: Mektubat-ı Rabbani’nin 1. cilt 191. mektubunda şöyle geçiyor: “İpekli kumaşları, altın ve gümüş gibi ziynet eşyasını kadınlara mübah etmesinin fâidesi erkekleredir.” Kadınlar ipek, altın ve gümüş kullanınca erkeklere ne gibi bir fayda hâsıl oluyor?
    Cevab: 1-Güzel görünüyor. 2-Alıp satıyorlar; kâr ediyorlar.
    29 Mart 2021 Pazartesi
  • Sual: Bazı tasavvuf kollarında çilehanede çile çekmek riyazat yapmak var. Bu safhada sufiler cemaatle namazı terk mi ediyorlardı?
    Cevab: Çilehanedeki sufi, abdest ve gusl için, ayrıca cemaatle namaz için ve lüzum ederse iftar etmek üzere çilehaneden çıkabilir. Bu, riyazeti bozmaz.
    22 Nisan 2021 Perşembe
  • Sual: Tevessül ve istigâse arasındaki fark nedir?
    Cevab: Tevessül, duasında evliyayı ve mukaddes şeyleri vesile etmektir. İstigâse, evliyanın ruhaniyetinden yardım istemektir. İkisi de ehl-i sünnete göre caiz ve makbuldür.
    28 Mayıs 2021 Cuma
  • Sual: Şafii mezhebindeki bir velinin kabrini ziyaret eden Hanefî ayakkabılarını çıkarmalı mıdır?
    Cevab: Kabir ziyaretinde ayakkabı çıkarmak dinî bir husus değildir. Tasavvuf edebindendir.
    16 Ağustos 2021 Pazartesi
  • Sual: Nakşiler haricindeki tarikat ehlinde Hazret-i Ali hakkındaki müfrid muhabbetin sebebi nedir?
    Cevab: Tarikat silsileleri O’na varmaktadır. Bu ve Anadolu’da yaygın olan Şii propagandaları ve pek tarikat ehlinin kalmayıp tekkelerin cahillerin eline düşmesi, bu muhabbetin ifrata varmasına sebebiyet vermiştir.
    10 Ekim 2021 Pazar
  • Sual: Bir kitapta; “Evliya, her şeyi öğrenir, bilir. Şeriata uymakta, dünya işlerinde aklını kullanır. Hesabını yapmakta, sanatında, ticaretinde hiç hata yapmaz” yazıyor. Bunu nasıl anlamamız lazım?
    Cevab: Hata yapmak, bütün insanların hususiyetidir. Ancak peygamberler, hatada bırakılmaz; taraf-ı ilahiden tashih edilir. Hurma aşılama kıssasındaki, “Siz dünya işlerini benden iyi bilirsiniz” hadis-i şerifi meşhurdur. Ne peygamberler, ne de onların varisi olan âlimler insanlara dünyayı öğretmek için gönderilmiştir. Onlar, ahiret saadetini kazanmanın yollarını göstermekle memurdur. O halde, bu sözü tashih ve tevil etmek lazımdır. Âlimler ve veliler, dünya ve âhiret işlerinde sebeplere yapışır; ama neticeyi sebepten bilmez. Akl-ı selimleri sayesinde dünya işlerini de, ilm-i siyaseti de iyi bilirler. Böylece insanları yanlış cihete sevketmezler. İbn Abidin’de diyor ki: “Evliya, velinin cem'idir. Veli, feil vezninde ismi faildir. Araya isyan karışmamak üzere taatı devam eden kimse manasınadır. Bu kelime ismi mef'ul manasına da gelebilir. Bu takdirde kendisine, Allah'ın ihsanı kesilmeden devam eden kimse demek olur. Bir kimsenin hakikatta veli olabilmesi için bu iki vasfın tahakkuku mutlaka lazımdır. Bir de peygamberin masum olması nasıl şart ise velinin de mahfuz olması şarttır. İmam Kuşeyri’nin Risale’sinde böyle beyan edilmiştir.” Şu halde bu sözü, insanlara numune oldukları için Allah tarafından günahtan mahfuziyet manasına da almak mümkündür ki, mutlak masumluk veya lâyuhtilik (hatasızlık) manasına gelmez.
    28 Ekim 2021 Perşembe
  • Sual: Mutlak halife ve hilafet-i mutlaka nedir?
    Cevab: Halîfe, bir tasavvuf mürşidinin yetiştirip başkalarını da yetiştirmekle vazifelendirdiği talebesidir. Tasavvufta hilâfet (halifelik) üç çeşittir: Birincisi ve en yükseği hilâfet-i mutlakadır. Mürşid-i kâmil-i mükemmildir. Kendi gibi müşâhade makamında bir mürşid-i kâmil-i mükemmil tarafından tayin edilir. Tarikat işlerini onun ilmî, amelî ve ahlâkî kifayetine tevdi eder. Halife-i mutlak, mürşidi gibi müridleri kendi usulüyle terbiye eder ve kemale getirir. Abdülkadir Geylani, İmam Şazeli, Ahmed Rufai, İmam Rabbani gibi zatlar böyledir. İkincisi hilâfet-i mukayyededir. İlim, amel, takva ve verâda kâfi ve tarikatın şartlarını yerine getirmeye muktedir bir zâtı, münâsip gördüğü şartlar ve sınırlamalarla hilâfet-i mukayyede ile halife yapar. Bu, arzetmesi lâzım olan hâlleri mürşidine arz eder. Aldığı cevapla amel eder. Mürşidi vefat ederse hâl-i hayatında şart koştuğu emirlere hareketlerini uydurması lâzımdır. Üçüncüsü; sefâret-i mahzâdır. Sefîr, mürşidin, halîfe olabilecek vasıfları taşıyan ve yetişme safhasında olan talebesidir. Tarikat işlerinin hepsinde emre uyar, re’yine hiçbir şey verilemez. Sefir, tedricen terakki eder ve mukayyed halîfeliğe hak kazanır. Mecazen buna da halife denir. Bir de halifelik ve sefirlik namıyla değil de yalnız hatm-i hâcegânı okuyup müridleri zikr ve âdâba teşvîk ve tergîb hususunda izin verdikleri vardır. Tarikata talip ve rağbetli kimseler bulunur ise isimlerini yazarlar, ahvâlini bildirirler. Her nerede bulunur ise, tarikat edeblerini tafsilatlı olarak yazar, gönderir. Onlar da mûcibince amel ve istifade ederler ve ediyorlar. Bunlara da şimdi halife deniyor ki, şimdiki tekke şeyhlerinden, sahtekâr olmayanlarının çoğu bu kabildendir.
    7 Kasım 2021 Pazar
  • Sual: İbadetlerden zevk almayan, vazife yerine gelsin kabilinden namaz kılan ne yapmalıdır?
    Cevab: İbadete devam eder; dua eder. Allah dostlarının hayatlarını, mesela Reşehat kitabını okumak ihlas hâsıl eder.
    3 Aralık 2021 Cuma
  • Sual: Dinde aşırıya gitmek nedir?
    Cevab: Dinin emretmediği şeyleri dindendir diye yapmak; dinde vesvese etmek; dinin hükümleri arasındaki hiyerarşik sıralamaya riayet etmemek; nafile ibadetleri yapacağım diye farzları kaçırmak veya haram işlemek; cevazları bırakıp hep azimetle amelde ısrar etmek; halk arasında dini amelleriyle parmakla gösterilmek aşırılıktır. Kur’an-ı kerim Müslümanları ortalama olarak över. Dinde ortalama (vasat) olmak sünnettir. “Dinde aşırı gitmeyin. Öncekiler bu yüzden helak oldu. Allah aşırı gidenleri sevmez.” mealinde âyet-i kerimeler vardır. Cenab-ı Peygamber, hac esnasında İbn Abbas’tan, taş toplamasını istedi. O da şahadet ve başparmaklarla atılabilecek büyüklükte ufak taşlar topladı ve avucuna koydu. “İşte böyle; dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helâk etmiştir” buyurdu. Enes bin Mâlik rivayet eder ki: Peygamber Efendimiz mescide girdiğinde, iki direk arasında gerilmiş bir ip gördü. “Bu ip nedir?” diye sordu. “O ip, Zeynep binti Cahş’ındır. Namaz kılarken yorulduğu zaman ona tutunur” dediler. Resûlullah, “Onu çözünüz. Namazı zevkle kılınız. Yorulduğunuz zaman da yatıp uyuyunuz” buyurdu. Bir sahabi, geceleri namaz kılmak; diğeri bütün seneyi oruçla geçirmek ve diğeri de hiç evlenmemek üzere kavilleştiler. Cenab-ı Peygamber, “Allah’tan en çok korkan benim. Bazen oruç tutarım, bazen iftar ederim. Bazen nafile namaz kılarım, bazen uyurum. Ve evlenirim. Sünnetim budur. Sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurdu. Gündüz oruç tutup gece ibadet eden bir zâta, “Böyle yapma! Bazen [nafile] oruç tut; bazen ye. Gecenin bir kısmında uyu. Şüphesiz bedenin, insanın üzerinde hakkı vardır. Zevcenin, zevci üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını verin!” buyurdu. Yılın her gününü oruçla geçirmek isteyen bir sahabiyi bundan men etti.
    28 Ocak 2022 Cuma
  • Sual: Müridin tarikat ve şeyh değiştirmesinin hükmü nedir?
    Cevab: Bir şeyhten nasibi yoksa, başka şeyhe bağlanmak, öncekini inkar etmemek ve kötülememek şartıyla caiz görülmüştür.
    1 Mart 2022 Salı
  • Sual: Evliya olmayı istemek caiz midir? Yoksa hadsizlik midir?
    Cevab: Caizdir ve lazımdır. Evliyalığın birinci basamağı müslüman olmaktır.
    1 Mart 2022 Salı
  • Sual: Takvimlerde bugün kullanılmadığı halde Rumi takvimin de gösterilmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Bir Osmanlı tatbikatıdır. Unutulmasın diye yazmak âdet olmuştur. Tabiat hadiseleri, halk arasında bu takvime göre bilinir ve anılır.
    5 Nisan 2022 Salı
  • Sual: Günahkar kişileri Allah korur mu?
    Cevab: Allah herkesi korur. Ancak iyi kimseler inayet-i rabbaniyeden ayrı bir koruma ile korunur.
    19 Mayıs 2022 Perşembe
  • Sual: İçimizde bir ses, şunu niye böyle yaptın, şeklinde bizimle konuşuyor gibi geliyor. Bunun izahı nedir?
    Cevab: Bu herkeste olan tabii bir şeydir. Nefsin, şeytanın veya aklı selimin telkini olabilir.
    19 Mayıs 2022 Perşembe
  • Sual: Namaz kılarken rabıta yapılır mı?
    Cevab: Müridler namazı şeyhi kılıyormuş gibi düşünürler. Rabıta-ı telebbüsiyye denir.
    8 Haziran 2022 Çarşamba
  • Sual: Hakiki şeyhler nasıl anlaşılır?
    Cevab: Altının hakikisini ve sahtesini sarraf ayırt edebildiği gibi, âlimin ve evliyanın sahtesini ve hakikisini de ancak ehli anlayabilir. Bugün pek çok kimse kendisini şeyh veya âlim olarak tanıtıyor. Bu işte ustadırlar. Saf insanlar kanmaktadır. Bunu anlamak için evvela dinini iyi öğrenmek lazımdır. Cenab-ı Peygamberin hayatını ve sünnetini iyi bilen, ilmihalini iyi öğrenmiş bir kimse doğru şeyhle sahte şeyhi birbirinden ayırt edebilir. Hakiki şeyhin peygambere kadar ulaşan yazılı icazetnamesi olması lazımdır. Bugünkü şeyhlerin çoğunda bu yoktur. Olsa bile sahtedir, kendileri uydurmuşlardır. Böyle olmayanların çoğu da hakiki mürşid değil, vekildirler. Bunlar ihlasla müridleri ilme ve salaha tevcih ediyorsa, ehl-i sünneti müdafaa ediyorsa, büyüklerden bahsediyorsa, kendisine rabıta yaptırmıyorsa, faydası ve hizmeti olabilir. İkincisi şeyhin vilayet-i hassa-yı Muhammediye makamında, yani evliyalığın en üst makamında olması lazımdır ki müridin manevi hallerini anlasın ve Allaha giden yolda vasıta olabilsin. Bugünkü şeylerin çoğu salih Müslüman bile değildir, nerede kaldı ki veli olsun. Üçüncüsü şeyhin fıkıhta müctehid olması lazımdır ki, müridini hakka tevcih etsin. Bugünkü şeyhlerin çoğu ilmihalden haberdar değildir. Bu sebeple bu gibi zamane şeyhlerinden uzak durmalıdır.
    2 Temmuz 2022 Cumartesi
  • Sual: Evliyaları imtihan etmenin kötülüğünden bahsediliyor. Kişinin feyz alacağı kişiyi öncelikle kendi bildiğince tartması lazım değil midir?
    Cevab: Lazımdır. Burada kötülenen, niyetin kötü olduğu hallerdir. Veliliği herkesçe sabit olmuş birini açığa düşürmektir.
    14 Temmuz 2022 Perşembe
  • Sual: İmam Ebu Hanife hazretlerinin sabah namazının farzında Kur’an-ı kerimi hatmettiği doğru ise bu nasıl mümkün olabilir?
    Cevab: Kerameten. Allah dilediğine zamanı dürmeye kadirdir.
    14 Ekim 2022 Cuma
  • Sual: Abdülhakim Efendi'nin “Büyükler, sonradan gemiden atılacakları gemiye almazlar” sözünün hikmeti nedir?
    Cevab: Yani talebelerini mayası temizlerden seçerler. Ufak bir hatası ile tard etmezler.
    9 Aralık 2022 Cuma
  • Sual: Çeşitli Nakşi topluluklarda altın silsile adıyla farklı silsileler vardır. Bunun sebebi nedir?
    Cevab: Nakşibendilerin Resulullah’a kadar ulaşan üstadlarının silsilesi aynıdır. Ancak bir şeyhin birden fazla halifesi olabilir. Bu takdirde bunlardan ayrı kollar devam eder ve ayrı ayrı silsileler teşekkül edebilir. Bir adamın birkaç oğlundan soyunun devam etmesi gibidir. Ancak zamanımızda şeyh diye bilinenlerin çoğu, bu silsileye kendilerini bağlamışlardır.
    16 Aralık 2022 Cuma
  • Sual: Kerametin nasslarda delili var mıdır?
    Cevab: Kur’an-ı kerimdeki Meryem ve Asaf kıssasından başka, sahabeden çok sayıda mutemed haber ve eser nakledilmiştir.
    16 Aralık 2022 Cuma
  • Sual: Tarikat silsilelerinde sadece Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ali yer alırken diğer sahabiler neden yoktur?
    Cevab: Hepsine böyle bir vazife verilmemiştir. Verilenlerin de silsilesi devam etmemiştir.
    15 Ocak 2023 Pazar
  • Sual: Velayet makamına gelince kişiye imanı bağışlanır mı?
    Cevab: Vilayet-i hassa-yı muhammediye makamına gelenlerin imanının küfürden mahfuz tutulacağı rivayet olunur. (Mektubat-ı Rabbani) Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de mealen “onların imanları geri alınmaz” buyuruluyor. Muhtemelen bu ayet-i kerimede kastedilen odur. Yani masum değil, mahfuzdur.
    15 Ocak 2023 Pazar
  • Sual: Tarihte veli oldukları tevatürle sabit insanların aralarında, şahsi problemler olduğu müşahade edilir. Veliler, birbirlerine nasıl soğuk olabilir?
    Cevab: Evliya da olsa insanın nefsi ölmez, binaenaleyh insanlık halleri gitmez. Bu tarz hadiselerin kim bilir ne hikmetleri vardır. Din gayreti sebebiyle böyle hareket etmiş olabilirler. Başkalarının bilmediği şeylere muttali olmuş olabilirler. Kaldı ki her duyulana da inanmamak lazımdır. Yalan veya mübalağalı veya eksik veya tevilli olabilir.
    21 Ocak 2023 Cumartesi
  • Sual: Mürşid-i kamil ile evliyanın farkı nedir?
    Cevab: Evliya, Allah’a kavuşmuş, onu tanımış, yani onun ahlakı ile ahlaklanmış zat demektir. Mürşid, hem alimdir, hem evliyadır, hem de üstadı tarafından başkasını da evliya yapmakla vazife ve salahiyetlendirilmiştir.
    21 Ocak 2023 Cumartesi
  • Sual: Eskiden günah izlediğimde pişman olurdum, şimdi pişmanlık olmuyor ne yapmalıyım?
    Cevab: İhlası arttırmaya çalışmalıdır. Bunun için evliya hayatları okumalı, iyi insanlarla arkadaş olmalı, zikretmelidir.
    7 Şubat 2023 Salı
  • Sual: Basit fıkhi hükümlerde farklı hareket edenler arasında bunca seyyid şeyh seyda bilinen ehli sünnet itikadında insanlar vardır. Bunları nasıl görmelidir?
    Cevab: Seyyid şeyh seyda başka, ilim başkadır. Şimdiki şeyhlerin çoğu cahildir. Fıkıh bilgileri olmadığı gibi taassupları da çoktur. Birşey söylememelidir. Allah kime nasıl muamele edeceğini bilir.
    7 Şubat 2023 Salı
  • Sual: Evliyalık makamını reddetmeyip belli bir kişinin evliya olduğuna inanmamanın hükmü nedir?
    Cevab: Keramet ve evliyalık haktır. Ama alametleri vardır. Her evliya geçineni evliya zannetmemek lazımdır. Şimdiki zamanda salih müslüman çok az, evliya nereden olacak!
    16 Şubat 2023 Perşembe
  • Sual: "Sultandan veli olur mu" adlı yazınızdaki kastınız hükümdardan veli olur ama mürşidi kamil olmaz demek değil mi?
    Cevab: Mürşid-i kamil de olabilir. Ama mükemmil olamaz. Yani şartlar icabı tekke açıp mürid yetiştiremez.
    16 Şubat 2023 Perşembe
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder