Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“Halifelik-Kaza”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Halifeler Kureyş’tendir mealinde bir hadîs-i şerif bulunduğuna göre, Osmanlı padişahlarının halifelikleri sahih olmuyor mu?
    Cevab:

    Bazı İslâm hukuku kaynaklarında devlet başkanının (halîfenin) Kureyş kabîlesinden olma şartı zikredilir. Bu da, Hazret-i Peygamber'in “İmamlar, halîfeler Kureyştendir” hadîsine dayanır. Ancak, Iraklı Ebû Bekr Bakıllânî (403/1012) ve Buharalı Sadrü’ş-şeria es-Sânî (747/1346) gibi sonra gelen hukukçular, halîfenin Kureyşîliğinin artık şart olmadığı görüşündedirler. Büyük tarihçi ve hukukçu, Mısır’da Mâlikî kâdısı İbn Haldun’un (808/1405) Mukaddime’sinde, bu husus güzel izah edilmiştir. Nitekim halîfenin Kureyşîliğini şart görmeyenler, bunu Kureyş'in asabiyyetiyle açıklar ve o zaman için en şerefli kabîlenin Kureyş olduğunu, halkın bunlardan başkasına itaat etmeyeceğini, halka söz geçirmeye ancak Kureyş'in muktedir olduğunu söylerler. Nitekim Hazret-i Ömer'in “Halk Kureyş'den başkasına boyun eğmez” sözünde de bu husus îfâde edilmiştir. Çünki halîfenin en mühim hususiyeti, kudret sahibi olmasıdır. İslâm hukukçularının bir kısmı da, zikredilen prensibi, halîfeliğe lâyık kimseler arasında Kureyşli de varsa, onun öne alınması şeklinde anlarlar. Bazı hukukçular ise bu prensibin sadece Hulefâ-yı râşidîn için söz konusu olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Hazret-i Peygamber “Başınızda Habeşli bir köle bile olsa onu dinleyiniz ve itaat ediniz” buyurmuştur. Zaten Sahâbe ve Ehl-i beyt, Hazret-i Peygamber'in vefatından sonra dünya yüzüne dağılarak İslâmiyeti yaymaya çalıştığı için, bir süre sonra neseben Kureyşli olanların tesbiti de zorlaşmıştı. Hulefâ-yı râşidîn, Emevî ve Abbasî halîfelerinde bu şart gerçekleşmiş; bundan sonra gerçekleşmesi ise neredeyse muhal bir hale gelmişti. Bu prensip, yirminci asır başlarında, Osmanlı hânedânının halîfeliğinin gayrı meşruluğunu ileri sürerek, halîfenin dünya müslümanları üzerindeki nüfuzunu yok etmek isteyen emperyalistler tarafından propaganda maksadıyla sıkça gündeme getirilmiştir. Osmanlı hükûmetinin bunu fazla ciddiye almadığı anlaşılıyor. Bu arada ulemâ, halîfelik için Kureyşîliğin şart olmadığını bir kere daha ifâde etmişler; hatta Arap ulemâsından Osmanlı hânedânının Ehl-i beyt-i nebevîden olduğunu, dolayısıyla Kureyşîliğini müdâfaa eden zâtlar çıkmıştır. Çelebi Sultan Mehmed'in annesi Devletşah Hâtûn, Germiyan âilesindendir. Bunun da annesi Mutahhara Hâtûn, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin oğlu Sultan Veled'in kızıdır. İşte Sultan I. Mehmed ve kardeşlerinin çelebi ünvanıyla anılması da buradan gelmektedir, çünki Mevlânâ soyundan gelenlere çelebi denir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî de Sıddıkî olup, Hazret-i Ebû Bekr'in 12. kuşaktan torunudur. Ayrıca anne ve nine cihetlerinden soyu, İbrâhim bin Edhem yoluyla Hazret-i Ömer’e; İmam Serahsî yoluyla da Hazret-i Fâtıma’ya, böylece Hazret-i Peygamber’e ulaşıyor. Buna rağmen, hânedânın, tarih boyunca bu hususiyetini ön plana çıkarma ihtiyacı duymadığı da rahatlıkla söylenebilir. Çünki ulemâ, artık hilâfet için Kureyşîliği bir şart olarak görmemektedir.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: İslâm ülkesinde tek bir halife olması lâzım gelirken tarihte çeşitli İslâm devletleri var olmuş ve bunlar halifeyi hükümdar olarak tanımamıştır. Bu meşru mudur?
    Cevab: Aynı zaman içinde tek bir halîfenin halîfeliği meşru iken, zamanla sınırların genişlemesi ile çeşitli beldelerde emîrü’l-mü’minîn veya halîfe adıyla müteaddit hükümdarlar ortaya çıkmıştır. Bu hâdise ilk defa Abbasî halîfesi Râdî zamanında (325/937) vuku’a gelmiştir: Bağdad’da Râdî, Endülüs’de Abdurrahman ve Kayruvan’da Mehdî emîrü’l-mü’minîn olarak tanınmışlardır. Bunun üzerine ulemâ, hilâfetin tek bir şahsa münhasır olmadığını söylemiş; her beldenin hükümdarının meşru olarak başa gelmesi ve hilâfet için aranan şartları hâiz olması durumunda, meşru halîfe sayılacağına fetvâ vermiştir. İki halîfenin bir arada bulunmasının memnuiyyetinin, aynı zamandaki bir hükümete, bir beldeye mahsus olduğunu beyan etmişlerdir. İslâmiyette halîfelik, papalık gibi ruhânî bir makam değildir; yalnızca devlet başkanlığıdır. Ancak müslümanlar İslâm tarihindeki geleneğe uyarak Bağdad’daki (Moğol istilâsından sonra da Mısır’daki) halîfenin manevî otoritesini tanımışlar, hakikatte devlet idaresi görünüşte halîfeye bağlı hükümdarlar tarafından icra edilmiştir. Zamanla (XVIII. asırdan itibaren) Müslümanların yaşadığı bazı toprakların gayrımüslimlerin eline geçmesiyle, Osmanlı padişahı bu topraklarda yaşayan Müslümanların dinî ve dünyevî menfaatlerini koruma fırsatı hâsıl etmek için, tamamen pratik mülahazalarla, onlar üzerinde halîfelikten gelen bir manevî/ruhânî otorite iddiasında bulundu ve bunu dünya devletlerine de kabul ettirdi. Böylece o zamana kadar ancak kendi toprakları üzerinde yaşayan halkın dünyevî otoritesi bulunan halîfe, bu topraklar dışındaki Müslümanlar üzerinde, Papa’nın kendi devleti dışındaki Katolikler üzerindeki otoritesine benzer bir şekilde ruhânî bir mevki iktisap etmiş oldu.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Halifenin seçimle gelmesi gerekirken, Emevîlerden itibaren bu usul terk edilmiştir. Bunun meşru bir mesnedi var mıdır?
    Cevab:

    İslâm hukukunda devlet başkanı (halîfe) “ehlü’l hall ve’l akd” denilen yüksek seçmenler heyetinin seçimi (bi’ati) ile veya halîfenin istihlâfı, yani yerine veliahd göstermesi yoluyla başa gelir. Hukukçular, cebren, zor kullanarak başa geçen bir kimsenin halîfeliğini, eğer halîfelik şartlarını taşıyorsa, zaruret ve maslahat sebebiyle meşru görmüşlerdir. Aksi takdirde devletin dirliği ve milletin birliği bozulacaktır. Hulefâ-yı râşidîn devrinde, Asr-ı saadete yakınlığı itibariyle, insanlar din ve ahlâk prensiplerine hürmetkâr idiler. Adaletten ayrılmaz, hukuka kendiliklerinden itaat ederlerdi. Ancak bu devrin sonunda vuku bulan feci hâdiseler, bilhassa üç râşid halîfenin katledilmesi, artık insanların ancak zor kullanarak yola getirilebileceğini göstermiştir.
    Şah Veliyyullah Dehlevî diyor ki: Nitekim Hazret-i Peygamber’in üç türlü vazifesi vardı: Birincisi, Kur’an-ı kerîm ahkâmını bütün insanlara tebliğ etmek, bildirmek idi. İkincisi, Kur’an-ı kerîmin manevî ahkâmını, yani Allah’ın zâtına ve sıfatlarına ait marifetleri, yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalblerine yerleştirmektir. Buna ihsan (irşad, tasavvuf) denir. Üçüncüsü, Kur’an-ı kerîmin  ahkâmını, vaaz ve nasihat ile yapmayan müslümanlara, kuvvet kullanarak, zor ile yaptırmaktır. Buna saltanat denir. Hazret-i Peygamber’den sonra gelen dört halîfeden her biri, bu üç vazifeyi tam olarak başardı. Hazret-i Hasan’ın halifeliği zamanında, fitneler çoğaldı. İslâmiyyet üç kıt’aya yayıldı. Resûlullah’ın nuru, yeryüzünden uzaklaştı. Sahâbe-i kirâmın sayısı azaldı. İnsanlar artık baştakilere gönülden itaat etmemeye başladı. Böylece bu üç vazifeyi, bir kişi yapamaz oldu. Bu üç vazîfe, başka başka üç sınıfa ayrıldı. Usul ve fürû’ ahkâmını tebliğ vazifesi, din imamlarına, yani müctehidlere verildi. Bu müctehidlerden iman bilgilerini bildirenlere mütekellimîn; fıkıh bilgilerini bildirenlere fukahâ denildi. İkinci vazife, Ehl-i beytin oniki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Üçüncü vazife, yani dinin ahkâmını kuvvet, satvet ve saltanat ile yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara, yani hükûmetlere verildi. Böylelikle hilâfet saltanata dönüşmüş oldu. Bu halifelere melik-i adûd denildi. Bunlara mecâzen halîfe denilmiştir (İzâlet’ül-hafâ). Melik-i adûdun ne demek olduğu Ömer Nasuhi Bilmen’in Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları adlı kitabında güzel izah edilmiştir.
    Hilâfetin saltanata dönüşeceğine, çeşitli hadîslerde de işaret vardır. Nitekim bunlardan “Benden sonra hilâfet otuz senedir, sonra melikler gelir” hadîsi meşhurdur. Bu söz, Hicret’in otuzuncu senesinden sonra fitnenin zuhur edeceğine, insanların adaletten ayrılacağına, onların zorla yola getirilebileceğine delâlet eder. Halîfeliğin saltanata dönüşmesi, sulh ve sükûnun sağlanmasından sonra yeni fetihler ve medeniyetin inkişafını temin ettiği için İslâm tarihinde çok müspet bir rol oynamıştır. Öyle ki, İslâm devleti, maddî bakımdan, Dört Halîfeler devrinden bile çok daha yüksek bir seviyeye gelmiştir. Bunun için hukukçular, zorla başa geçen kimse, halîfelik sıfatlarını taşıyorsa meşru halîfedir; taşımıyorsa da cemiyetin büyük zarara uğramaması için kendisine ısyan  edilmez, hükmünü vermişlerdir. Çünki zulmünden dolayı sultana isyan, her iki taraftan da çok kan dökülmesine ve sultanın zulmünden daha çok zarara sebep olur (Berika). Kaldı ki zorla başa geçen kimse, halîfelik için lüzumlu olan ilk ve en önemli şart olan kudreti hâiz olduğundan, eğer halîfelik için gereken, müslüman, erkek ve vücud tamamiyetini hâiz olmak gibi asgarî şartları da taşıyorsa ve bilahare ehl-i hal ve akd tarafından kendisine bi’at da edilmişse, artık ittifakla meşru halîfe hâline gelir. Kur’an-ı kerîmde Tâlût kıssası anlatılırken, hükümdar olmak için asgarî şartlar, “kudret ve siyaset ilmi” olarak tayin edilmiştir (Bakara 247). Müfessirler: “Hükümdarlık, kumandanlık için esas olan şartlar bu ikisidir, yani bilgi ve güçtür; peygamberlik veya irsen intikal şart değildir” diyor (Cessâs). Mecelle’deki şu maddeler bu prensibe delâlet eder: “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” (m. 29) [İki kötülükle karşı karşıya kalındığında ehven olanı tercih olunur]; “Def’-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır” (m. 30) [Kötülüklerin giderilmesi, menfaatlerin celbedilmesinden önce gelir]; “Zarar-ı âmmı def için, zarar-ı has ihtiyar olunur” (m. 26) [Umumî zararı gidermek için, hususî zarar tercih edilir]; “Zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur” (m. 27) [Şiddetli bir zarar, daha hafif bir zararla giderilir]; “İki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a'zamının çaresine bakılır” (m. 28) [İki kötülük karşı karşıya geldiğinde, hafif olanı işlenerek büyük olanının giderilmesine çalışılır].
    İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde, halîfeliğin saltanata dönüşmesinin hangi zaruret ve ihtiyaçlar altında gerçekleştiğini güzel anlatmaktadır. Bununla beraber, modernistlerden ılımlı gibi görünenlerin bile alâmeti neredeyse İslâm dünyasındaki inhitatı, başlıca hilâfetin saltanata dönüşmesi ve mezhebler hukukunun hâkimiyeti ile izah etmek olmuştur. Halbuki İranlı Şiî bir yazar Seyyid Hüseyn Nasr bile, dört halîfeden sonra Emevîlerin umumiyetle dünyevî yöneticilere benzediğini söyledikten sonra, “Bunlarla modern bir tiran arasındaki fark, günümüzde pekçok ülkede bizzat İslâm ahkâmını yıkma girişiminde bulunulurken, Emevîler devrinde yine de İslâm hukukunun tatbik edilmiş olmasıdır” diyor.
    Emevî halîfeleri, yaygın propagandanın hilâfına, bir-ikisi hâriç, kötü kimseler değillerdi. İçlerinde II. Muaviye, Abdülmelik, Ömer bin Abdülaziz gibi âlim ve müttekileri ekseriyetteydi. Hânedânın kurucusu ise, Hazret-i Peygamber’in kayınbiraderi ve vahy kâtipliği yapmış olan bir sahâbîdir. Bunların idaresiyle İslâm ülkeleri her cihetten maddî ve manevî terakkîler göstermişti. Vatandaşlar sulh ve refah içerisinde idiler. İstanbul ilk defa bunların zamanında kuşatılmış ve Hazret-i Peygamber’in “Kayser’in şehrine ilk sefer eden ordu mağfiret olunmuştur” hadîsinin müjdesine kavuşulmuştur (Buhârî). Bilhassa İspanya, daha önceleri Gotlar elinde vahşi bir belde iken, Endülüs Emevî sultanlarının emri altında, en güzel şekilde imar edilmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmıştı. İlim, sanat, ticaret, ziraat ve güzel ahlâka çok ehemmiyyet verilmişti.  Avrupa’ya ilim ve estetik kıvılcımı, ilk defa buradan sıçramıştır. Evet, Emevîler arasında sefih bir hayat sürenler vardı. Ama bunların da millete bir zararları olmamış; ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdir. İslâm hukukçuları bunların zamanında serbestçe ilmî faaliyette bulunarak fıkhı meydana getirdiler. Abbasî tarihçileri, zamanlarının hükümetine yaranmak için, Emevîlerin hatalarını şişirmiş, hatta bunları kötülemek için hadîs bile uydurmuşlardır. Bazı Osmanlı tarihleri de, zaman yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından Abbasî tarihlerinden tercüme edilmiş ve onların tesiri altında kalmış olduğundan, aynı yanlışlıkları tekrarlamıştır. Şurası muhakkaktır ki, Abbasîler, Ehl-i beyte karşı düşmanlıkta, Emevîleri kat kat geçmiştir.

    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Dinî açıdan son halife Sultan Vahideddin mi, yoksa Abdulmecid Efendi midir?
    Cevab: Halife devlet reisi demek olduğundan ve Abdülmecid Efendi'nin elinde idare etme ehliyeti bulunmadığından dinen son halife Sultan Vahideddin'dir.
    9 Kasım 2010 Salı
  • Sual: Hazret-i Ömer devrinde zekât toplayan memurların kadın olduğu rivâyeti ne derece doğrudur?
    Cevab: Kadı Ebu'l-Abbas Ahmed bin Said'in et-Teysîr fî Ahkâmi't-Tes'îr adlı eserinde şöyle deniyor: "Muhtesibde bulunması gereken şartlardan biri de erkek olmasıdır. Çünkü bu hususta erkek oluşu gerektiren sayılamayacak kadar sebep vardır. Bu hususta, Hazreti Ömer'in pazarlardan birinde Şifâ el-Ensâriyye adlı bir kadını -ki Süleyman bin Ebî Hasme'nin annesidir- hisbe vazifesine getirdiği karşı delil olarak ileri sürülemez. Zira hüküm gâlibe göredir, nâdire değil. Bu ise nevâdirdendir ve muhtemelen kadınların işleriyle alâkalı hususî bir mevzuda olmuştur."
    İbnül-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'ân'da "Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum" (Neml 27/23) âyet-i kerimesi ile alâkalı der ki: Hazret-i Ömer'in bir kadını pazarda hisbe ile vazifelendirdiği rivayet edilir ki sahih olmayan bu rivayete iltifat edilmez. Bu rivayet, bid’at ehlinin hadislerde yaptıkları desiselerdendir.

    İbn Abdilber el-İstîâb'da şöyle der: “Semra bint Nehîk el-Esediyye, Resulullah aleyhisselâm zamanına ulaştı. Pazarlarda dolaşır, emri maruf ve nehyi münker ederdi. Bunu temin için de yanında taşıdığı bir kamçı ile insanlara vururdu”. İbn Abdilberr’in Semrâ’nın terceme-i hâline bakılırsa, Kadı İbni Sa'id'in "O kadının vazifesi kadınlarla alâkalı hususî bir mevzudaydı” sözü, İbnü’l-Arabî’nin sözündeki müşkili çözebilir.

    Nitekim kadının tesettürsüz olarak cemaat içine çıkması, erkeklere karışması, onlarla görüşmesi kendisi için kolay ve rahat değildir. Zira o eğer gençse kendisine bakmak ve onunla konuşmak haramdır. Eğer örtüsüz olarak dolaşıyorsa, bu câiz değildir. Belki de Semrâ hicab âyetinden evvel bu işi yapardı. Veya tayin edilmeksizin, kendi inisyatifiyle yapardı veya İstîâb’da da geçtiği üzere çok yaşlıydı. (Kettânî, Terâtib)
    22 Eylül 2011 Perşembe
  • Sual: Bazı İslâm büyüklerinin insanları imamlık ve müezzinlik yapmaktan, başkasına kefil ve vasi olmaktan men eden ifadelerine rastlıyoruz. Bu ifadelerde ne anlatılmak istenmektedir?
    Cevab: Bunlar veballi işlerdir. Ehliyet ve adalet gerektirir. Herkes bunu beceremez. Kul hakkına ve günaha düşer. Nitekim Hazret-i Ömer, vasi olmak ilk defasında saflık, ikinci defasında ahmaklık, üçüncü defasında hâinlik demektir buyurmuştur. Ancak bu işler yerine göre farz veya sünnet-i kifâyedir. Yapılmazsa, herkes günaha girer veya kerâhate düşer. Onun için kendine güvenenin böyle bir işe girişmesi, girişmeden evvel de fıkıh kitaplarındaki hükümlerini öğrenmesi ve mümkün mertebe adalete riayet ederek vazife yapması gerekir. İmam, müezzin, kadı, kefil, vekil, vasi olmak çok sevaplı işlerdir. Nitekim İmam Ebu Hanife, kendisine yapılan kadılık teklifini adaletle hükmedemeyeceğinden korkarak kabul etmemiş, bu yolda işkencelere maruz kalarak vefat etmiştir. Talebeleri İmam Ebu Yusuf, Züfer ve Muhammed ise kadılık vazifesi kabul edip insanlara faydalı olmayı tercih etmiştir. Herkesin ve her devrin hâli başkadır. Demek ki hakkıyla vazife yapamayacağından korkan kimsenin böyle işleri kabul etmemesi takvâ, etmesi fetvâdır. İhlâsla hareket edene Allah yardım eder. Nitekim "Kim Allah'ın dinine yardım ederse, Allah da ona yardım eder; ayağını sağlam tutar" âyet-i kerimedir.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Hazret-i Ömer, Sa’d ibni Ubâde’yi Hazret-i Ebu Bekr’e biat etmediği için katletmekle korkutmuş mudur?
    Cevab: Sa'd ibn Ubâde’nin ictihadı halifenin Ensar’dan olmasıydı. Hazret-i Ebu Bekr halife olunca, Medine’de kalmadı. Şam’a gitti. Sa'd, Hazret-i Ömer’den korkacak biri değildi. Müctehid ictihadına uymalıdır.
    16 Kasım 2011 Çarşamba
  • Sual: Osmanlı padişahlarından halifelik ne zaman başlamıştır?
    Cevab: Halife devlet reisi demektir. Bu meyanda Osman Gazi de, Sultan Fatih de halifedir. Halifeliğin bir de bütün Müslümanların manevi birliğinin mümessili gibi bir mahiyeti vardır. Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlılar bu sıfatı da taşıdı. Bu sıfatı iddia edecek bir makam kalmadı. Kahire’deki Abbasî halifesi de meşru halife değildi. Çünki iktidar Memlûk sultanlarının elinde idi. Gerçek halîfe onlar idi. İslâmiyet’te ruhanî liderlik yoktur. Halifeliğin Sultan Selim’e merasimle devredildiği rivayeti de zayıftır. Hakikat şudur ki, Sultan Selim, kılıcının hakkıyla İslâm dünyasının en güçlü hükümdarı olmuştur. Bu bakımdan bütün dünya tarafından halife olarak görülmüştür.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Osmanlı Devleti'nde işkence yapıldığı, bu işkencelerin türlü türlü olduğuna dair bazı kitaplardan nakiller yapılıyor. Bunların aslı var mıdır?
    Cevab: İslâm hukuku işkencenin her türlüsünü yasaklar. Hayvanlara bile eziyet câiz değildir. Güya Osmanlılardaki işkence resimlerini ecnebi seyyahlar muhayyilelerinden çizmiştir. Harem gibi. Aslı yoktur. Gerçi bir cemiyette salahiyet ve güçlerini suiistimal edenler, sadistler her zaman bulunur. Suçlunun cezası bellidir. Suçu itiraf ettirmek için işkence yapılmaz. Çünki işkence korkusundan yalan söyleyebilir. Bu itiraf da makbul olmaz. Ancak bazı hallerde suç sâbit olduktan sonra, meselâ silahı veya cesedi yahud suç ortağını göstermesi için suçluya dayak atılabilir. Dayak zaten aslî bir cezadır. İşkencenin ustası İtalyan ve İspanyollardır. Engizisyonun işkenceleri pek meşhurdur.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Türkiye’nin dünya lideri veya dünyada sözünün geçmesi için en modern silahları, mesela atom bombası yapması mı lâzımdır? Dinimiz bu konuda ne diyor. Dünya liderliği için İslâm birliği şart mıdır?
    Cevab: Zamanımızda güçlü olmak için modern ve ileri silahlara sahip olmanın yanında, güçlü veya istikrarlı bir ekonomi ile sakin bir cemiyet yapısı da lâzımdır. Modern silah olsa bile, diğer iki şart gerçekleşmemişse, bir şey ifade etmez. Ama modern silahı olmayıp, diğer ikisine sahip olan devletlerin, güçlü devletlerle yaptığı ittifaklar sayesinde dünya siyasetinde söz söylemesi mümkündür. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki birkaç devlet (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) dünyayı idare etmektedir. Bunlar arasına girmemek ve bunlarla iyi geçinmemek, dünya siyasetinde söz sahibi olma ihtimalini ortadan kaldırır. Gerçekçi (realist) ve akıllı (rasyonel) olmak lâzımdır.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Dinde zorlama yoktur meselesi gayrımüslimler için ve İslâm ülkesi sayılmayan ülkeler için değil midir?
    Cevab: Dinde zorlama yoktur demek, gayrımüslimler müslüman olmaya zorlanamaz demektir. Müslümanın, dinin emirlerine uyması mecburidir. İslâm devleti umumi hayatta bunu takib eder.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Kuran-ı Kerim’e baktığımızda bilhassa miras hukuku sahasında detaylı bir tanzim olduğunu görüyoruz. Rabbimiz Nisa suresi 11. âyetinde bunların bize farz kılındığını, ayrıca 14. âyette de bu sınırları aşanların ebedî cehennemde kalacağını buyuruyor. Şu halde, beşerî kanunları tatbik eden bir hukukçu olarak ne gibi bir vebal altındayız?
    Cevab: Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Mevkıfü’l-Akl isimli eserinde, bunlara inanarak ve isteyerek hükmederse imanı gider. İnanmadan isteyerek hükmederse günahkâr olur. İnanmadan ve istemeden hükmederse, mesul olmaz, diyor. Hukuku, şer’î hükümlere dayanmayan memleketlerde hâkimlik ve avukatlık yapmak bu çerçevede câiz ve insanların hakkını korumaya yardımcı olacağı için makbuldür.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: “Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları” isimli kitapta, Yunus Emre'nin şiirleri/ilahilerini okuyanların öldürülmesi gerektiğine dair Ebussuud Efendi’ye izafe edilmiş bir fetvâ var. Böyle bir fetvâ var mıdır? Varsa eğer, Şeyhülislam bu şiirleri neden tecviz etmemiş olabilir?
    Cevab: Bahsi geçen ilahiler şathiye kabilinden ve vahdet-i vücuda dairdir. Şeriatın hükümlerine aykırı ve küfr mahiyetinde sözler ihtiva eder. Bazısı da iki mânâya gelebileceğinden, basit insanların yoldan çıkmasına sebebiyet verebilir. Bunları söyleyenler tasavvufî cezbe ve sekr halinde olabildiğinden mazurdur. Ama bunları okuyup dinlemek mahzurludur. Bunlar zındıklığı sebebiyle ta’ziren öldürülmesine fetvâ verilmiştir. Fetvâ verilmesi öldürüldüğünü göstermez. Tehdid ve sakındırmak için böyle fetvâ verilir. Tevbe eder ise, kurtulurlar.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Hazreti Mehdi zamanında tüm dünya İslâmiyete göre mi idare edilecektir? Bu hilâfetin yeniden kurulacağı mânâsına mı geliyor?
    Cevab: İslâm inancına göre, kıyamete yakın Hazret-i Mehdi gelince, İslâm devleti kuracak, halife olacak ve İslâmiyete göre devleti idare edecektir.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Say bil fesad nedir? Buna dayanarak ölüm cezası verme salahiyeti kimdedir? Bunun için bir mahkeme kararı şart mıdır?
    Cevab: Say bil fesad, fesad hazırlığı yapmak demektir. Bunlar fesad çıkarmadan önce cezalandırılabilir. Çünki fesad doğduktan sonra cezalandırmak fayda etmez. Her ceza için mahkeme kararı gerekir. Padişah, başhâkim olduğu için, bu cezayı mahkemeye götürmeden verebilir. Verdiği hüküm, mahkeme hükmü sayılır.
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Kadın hâkim olabilir mi?
    Cevab: Şahidlik yapabileceği had ve kısas dışındaki davalarda hâkim olması meşru ise de, erkeklerle ihtilat ve sair sebeplerle uygun görülmemiştir. (İbni Abidin)
    13 Şubat 2012 Pazartesi
  • Sual: Kanuni Sultan Süleyman Kanunnamesi’nde birkaç kez hırsızlığı zâhir olmuş kimse için, esir çalan ve dükkân açan (dükkâna delik açıp soyan) için katl cezası öngörülmüş. Mumcu ve Üçok da bu hükümlerin İslâm ceza hukukuna aykırı olduğunu iddia etmişler. Esir çalmak hadd grubuna giren hırsızlık suçunu teşkil eder mi?
    Cevab: Küçük hür çocuğun, yahut mecnûn hâlinde veya âmâ olsa bile kendisinin kim olduğunu anlatabilecek derecede büyük kölenin çalınması ile sirkat haddi (hırsızlık suçu) teşekkül etmez. Büyük köle zorla götürülürse gasb, hileyle götürülürse aldatma olup, çalma olmaz. Böyle kimseyi ta'ziren idam etmek câizdir.
    Bir kimse bir ev veya dükkânı delip oradan içeri girerek nisab mikdarı malı yola attıktan sonra çıkıp onu alsa eli kesilir. Çünkü bu gibi şeyler hırsızların âdet edindiği hilelerdendir. Delme, içeri girme, içerdeki malı dışarı atma sonra çıkıp onu almanın hepsi bir iş sayılır. Eğer attığı malı almasa yahut başkası alsa bu kimse malı zâyi edici ve telef edici sayılır, hırsız sayılmaz. Kendisine bu malı ödemek vâcib olur, eli kesilmez.
    Hükümdarın bir kaç defa hırsızlık yapan kimseyi, çocukları kaçırmayı adet haline getirenleri siyaseten öldürmesi caiz olur. Bunların hiç birisi İslâm ceza hukukuna aykırı değildir. Zira mevcut bir şer’î hükmü kaldırmış veya değiştirmiş değildir. Hükümdar, kendisine tanınan salahiyeti kullanmaktadır. (İbni Abidin)
    17 Şubat 2012 Cuma
  • Sual: İslâm devletinde hükümdarın nassların boşluk bıraktığı sahalarda hüküm koymasının mahiyeti nedir? Bir hocamız, taaddüd-i zevcat (çok kadınla evlenme) mevzuunu anlatırken, hükümdarın birden fazla evliliği yasaklaması sedd-i zerâi mahiyetindedir. Kişi tek eşliyken zinaya düşme tehlikesi doğarsa, harama düşmemek için sedd-i zerâiyi dikkate almaz; dörde kadar evlenebilir demişti. Bu beyan sahih midir? Sahihse, dinin serbestlik tanıdığı sahalardaki tüm hükümdar emirleri aynı mahiyette midir? Bu emirlere uymayanlar günaha girmez denilebilir mi?
    Cevab: Hükümdar, dinin mübahlarını emredebilir veya yasaklayabilir. Bunu yaparken keyfî davranamaz; maslahatı, umumun menfaatini gözetir. Hükümdarın bu emrine uymak vâcibdir. Keyfî ise, uymayan, uymadığı için değil, kendisini tehlikeye attığı için günaha girebilir. Hâlihazırda taaddüd-i zevcatın yasaklanması, keyfî bir tatbikattır. Aksine emredilmesi umumun faydasınadır.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: Fıkıh kitaplarının küfr bahsinde “toplanan vergiler sultanın mülkü sanmak küfr olur” diyor. Bu hüküm İslâm devleti için mi câridir?
    Cevab: Her çeşit devlette toplanan vergiler idarecilerin mülkü olmaz. İslâm devletinde beytülmâle, diğerinde hazineye aittir. Haksız toplanan vergiler ise lukatadır. Yani sahiplerine ait olmaya devam eder.
    22 Nisan 2012 Pazar
  • Sual: Bir hocamız İslâmiyette saltanatın olmadığını, Osmanlıların, idareciliği babadan oğla devrederek yanlış yaptığını söylemişti. Ben O'na Hz. Ali'den sonra Hz. Hasan'ın halife olduğunu örnek vermiştim ama cevap verememişti. Acaba başka ne gibi örnekler verebilirim?
    Cevab: Halîfelerin yerlerine yetiştirdikleri ve nasihat verdikleri oğullarını veya güvendikleri başkalarını halîfe yapmaları İslâm hukukuna aykırı değildir. Nitekim Kur’an-ı kerîmde, Hazret-i Dâvud’un yerine oğlu Hazret-i Süleyman’ın hükümdar olduğu anlatılmaktadır. Halifenin yerine halifelik şartlarını taşıyan herhangi birini geçirmesi caizdir. Hazret-i Ömer böyle halife olmuştur. Yabancı birini yerine halife bırakmak caiz ise, aynı vasıfları taşıyan oğlunun veya ailesinden bir başkasının halife bırakılması da sahih olmak gerekir. Üstelik tarih göstermiştir ki, hükümdarın belli bir aileden olması, siyasî ihtilafların önüne geçmektedir.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Bir hocamız Osmanlıların İslâmiyetteki şûrâ prensibini tatbik etmediğini iddia etti. Bu doğru mudur?
    Cevab: Divan-ı Hümayun ve şeyhülislâmdan fetvâ almak şûrâ demektir. Bu sözleri, kendisinin İslâmiyetten de, tarihten de haberi olmadığını; son zamanlardaki reformist Arap yazarlarının tesiri altında kaldığını gösteriyor.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: İslâm hukukuna göre, devlet idaresi için bir seçim yapacaksa, oy verenlerde de bir liyakat aranır mı? Hazret-i Ebubekir'in seçimi buna örnek midir?
    Cevab: İslâm hukukunda halifenin seçim ile başa gelmesi idealdir. Halifeyi seçecek olanlara ehlü’l-hall ve’l-akd denir. Bunların şahidlik hususiyetlerine sahip olması; yani erkek, akıllı, Müslüman ve ilim sahibi olması gerekir. Herkesin seçime katılması gerekmez. Merkezdeki âlimlerin ve kumandanların seçmesi kâfidir. Nitekim Hazret-i Ebu Bekr ve Hazret-i Ali böyle seçilmiştir. Önceki halifenin yerine veliahd seçmesi ile de halife olmak sahihtir. Hazret-i Ömer böyle halife olmuştur. Başta meşru bir halife yoksa, zorla da başa geçenin halifeliği sahihtir. Hazret-i Muaviye böyledir.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Osmanlı millet sistemi çerçevesinde bir Yahudi ile bir Rum arasındaki ticarî veya başka bir meselenin halline hangi mahkeme bakacaktır?
    Cevab: Osmanlı Devleti’nde, bir dâvânın tarafları aynı milletten Osmanlı vatandaşları ise, salahiyetli merci o kişilerin ruhanî mercii, yani piskopos veya hahamdır. Burada o kişilerin kendi dinlerinin hükümlerine göre dâvâya bakılır; Osmanlı makamları müdahale etmek şöyle dursun, verilen hükmü icra ve infaz eder. Taraflar sizin sorduğunuz şekilde ayrı milletten ise, o halde dâvâlının ruhanî mercii veya tarafların anlaştığı bir hakem salahiyetlidir. Taraflar bunda anlaşamazlarsa, dâvâya Osmanlı mahkemesi, bunların dinini de nazara alarak bakar. Taraflardan biri Müslüman ise, salahiyetli merci mecburen Osmanlı mahkemesidir ve şer’î hukuka göre bakılır. Gayrımüslimin dini de icabında nazara alınır. Tabiî bu, dâvânın hususî hukuka veya ahvâl-i şahsiye denilen şahıs, aile ve miras hukukuna dair olması hâlindedir. Dâvâ ceza veya vergi yahud arazi dâvâsı ise, mutlaka Osmanlı mahkemesi bakar. Taraflar ecnebi ise, salahiyetli merci konsolosluktur. Taraflar iki farkı devlet vatandaşı ecnebi ise, dâvâya dâvâlının konsolosluğunda bakılır. Taraflardan biri Osmanlı ise, Osmanlı mahkemesi salahiyetlidir.
    15 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Osmanlı Devleti’nde Trablusgarb'da Mâlikî mezhebinden Müslümanların dâvâlarına hangi mezhebe göre bakılmaktaydı?
    Cevab: Her yere Hanefî müftü ve kadısı tayin edilir. Başka mezhepler de yaygın ise, taraflar isterse, bu mezhepten bir âlim, nâib (vekil) tayin edilir. Tarafların hiç mahkemeye gitmeden, kendi mezheplerindeki bir hakeme de gitmeleri mümkündür.
    15 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Anayasası İslam Hukuku üzerine inşa edilen bir demokratik sistem sizce bugün mümkün müdür? Mesela, yemekhanede rakı içen bir Müslümana had cezası verilir mi?
    Cevab: Demokrasi, tam mânâsıyla İslâmî bir sistem değildir. İslâm hukuku bütün aksamıyla tatbik edilecek olsa, demokrasi ile çatışır. İslâm hukukunda, halife seçimle gelir. Adaylar farklı görüşlere (partilere) mensup olabilir. Farklı programları müdafaa edebilir. Ama seçilince ölene kadar kalır. Seçimle gelen meclis kanun hazırlayabilir. Ama bu kanunlar şer’î hukuka aykırı olamaz. Şer’î hukuku, halkın tamamı bir araya gelse, değiştiremez. Devlet dinin yayılması ve tatbikine nezaret eder. Dinin emirlerini gerekirse zorla infaz eder. Bu bakımdan İslâm demokrasisi denildiği zaman, modern demokrasilerden farklı bir yerde durur. Had cezalarının tatbiki çok sıkı esaslara tâbidir. İslâm devletinde müslümana içki satışı ve servisi mümkün değildir. Nitekim bugün bazı Arap ülkelerinde içki satışı hususî dükkânlarda ve yalnızca gayrımüslimlere yapılır. Lokantalarda da içki servisi için gayrımüslim olmak şarttır. Ama evinde içki içen birisini de devlet takip etmez.
    17 Mayıs 2012 Perşembe
  • Sual: Anayasa İslâm hukukuna göre şekillendirilse, hilâfet gibi bir temsil makamı veya şeyhülislâmlık teşkil etme mecburiyeti var mıdır?
    Cevab: Hilâfet devlet başkanlığı demektir. İsterseniz adına sultan, padişah, emir, melik deyin, fark etmez. İslâmiyette patrik gibi bir ruhanî merci veya sembolik temsil makamı değildir. Şeyhülislâm, pâyitaht müftüsüdür. Halkın şehirlerde dini ve hukuki suallerini sorabileceği bir makam bulundurmak halifenin vazifesidir. Şeyhülislâm da başşehirde bu işi yapar.
    17 Mayıs 2012 Perşembe
  • Sual: İslâm devletinde meclis olabilir mi? Karar alırken İslâm hukukunu gözetmek mecburiyetinde midir? Ehl-i kitap veya Ehl-i kitap olmayan gayrimüslim halkın da mecliste temsil edilme hakkı var mıdır?
    Cevab: İslâm devletinde meclis bulunabilir. Tarihte de olmuştur. Burası bir istişare makamıdır. Kararları bağlayıcı değildir. Âzâları tayinle de, seçimle de gelebilir. Müslüman veya gayrımüslim, erkek veya kadın olabilir. Nitekim Osmanlı meclisi, padişahın kanun yapma salahiyetini kullanan müşterek mercilerden birisidir. Kanunları hazırlar, ama bunlar padişahın tasdikiyle meriyete girer. Halifenin uygun görmediği bir kanunu neşredemez. Bu bakımdan bir parlamentonun varlığı, İslâm hukukuna zıt değildir.
    17 Mayıs 2012 Perşembe
  • Sual: Osmanlı Hukuku adlı kitabınızda, hukukun eşitliği değil, adaleti temin için olduğunu söylemişsiniz. Sultan Fatih'in elini kestirttiği mimardan dolayı kadı tarafından elinin kestirilmesine hükmedilmesinde, adalet yerine eşitlik ağır basmıyor mu?
    Cevab: Yalnızca Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde geçen ve Sultan Fatih’i bir psikopat olarak tasvir eden bu menkıbe uydurmadır. İran mitolojisinden alınmadır. Din büyükleri ve Osmanlı padişahları hakkında, gûyâ onları yüceltmek için böyle saçma sapan yüzlerce menkıbe anlatılmakta; ne yazık ki insanlar da bunları ciddiye almaktadır. Kadı, her meselede padişahı muhakeme edemez. Çünki kadı, padişahın vekilidir. Kadı ancak hususî hukuka dair davalarda hükümdarı muhakeme edebilir. Had suçlarında muhakeme edip, mahkûmiyet veremez. Bu gibi dâvâlara, Divan-ı Mezâlim’de, Osmanlılarda Divan-ı Hümâyun’da hususî usul kaidelerine göre bakılır. Kısas, kasden öldürme ve yaralamada verilen cezadır. Burada bir siyaset cezası mevzubahistir.
    20 Mayıs 2012 Pazar
  • Sual: Hükûmetin fiyatlara kâr haddi koyması câiz midir?
    Cevab: İslâmiyette serbest piyasa ekonomisi câridir. Herkes malını dilediği kişiye ve fiyata satar. Hükûmetin fiyatlara kâr haddi koyması câiz değildir. Hadis-i şerifte “Sakın başkasının malına kâr haddi koymayınız. Fiyatları koyan Allahü teâlâdır” buyuruldu. Enes bin Mâlik rivayet etti: Medine-i münevverede pahalılık oldu. Ya Resûlallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize si’r, yani kâr haddi koyunuz denildi. Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur” buyurdu. (İbni Mâce, Ebu Davud, Tirmizî, Müsnedü İmamı Ahmed, Bezzâr, Ebu Ya’lâ ) İbni Âbidin der ki: Esnafın hepsi fiyatları fâhiş olarak [mal oluş fiyatının iki misline] arttırdığı, pahalılığın millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükûmetin tüccârlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması câiz olur. Hükûmetin koyduğu bu fiyata uymak vâcibdir. Yükseğe satılmışsa akid muteberdir; alıcının ücrette tenkis yaptırma (indirtme) hakkı vardır. İmam Mâlik buyurdu ki: “Vâli kıtlık senesinde eşyaya narh koymaya memurdur”. Burada İmam Mâlik, narh için fâhiş bir fiyatın varlığını aramamıştır. Bazı âlimlere göre narh yalnızca ekmek ve ette olur. (Reddü’l-Muhtar, Alışveriş bahsi). İmam Şa’rânî Mizanü’l-Kübrâ’da Hazret-i Ömer’in narh koyduğunu rivayet eder.
    8 Haziran 2012 Cuma
  • Sual: Hanedanlık sistemi İslâmiyete uygun mudur?
    Cevab: Halife, bu iş için gereken asgari şartları taşıyorsa, hanedanlık sistemi İslâmiyete uygundur. Kur'an-ı kerimde Davud'un yerine Süleyman'ın aleyhimesselam geçtiği anlatılır. Benim Osmanlı Hukuku kitabımda etraflı malumat vardır.
    26 Haziran 2012 Salı
  • Sual: Daha doğru bir cevap elde edebilmek için dinî suallerimizi birkaç yere sorabilir miyiz?
    Cevab: İlmine ve takvâsına itimad edilen kimselere sormalıdır. Meşveret bereketiyle hakikat zuhur eder. Âyet-i kerimede mealen "Her bilenden daha çok bir bilen vardır" buyuruluyor. Ne kadar iyi Arapça bilirse bilsin, klasik kaynaklara vâkıf olmayan, usul-i fıkıhtan habersiz kimselere sual sormak, hüsrana sebebiyet verir.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Selim Cihangir Han'a yazdığı üçüncü cild, 47. mektubunda kendisini fazlaca aşağı tutup, sultanı da fazlaca övmesindeki hikmet nedir?
    Cevab: Hindistan’da hüküm süren Gürgâniye Devleti’nin hükümdarlarını, Osmanlı padişahları kadar yüksek seciyeli zâtlar olarak görmek doğru değildir. İçlerinde dine ve insanlara hizmetleri kadar, daha ziyade muhitlerinin tesiri altında kalarak haksızlık yapanları da vardır. Ekber Şah’ın hâli ehline malumdur. Hindu asıllı eşinin ve vezirlerinin tesiriyle dinden çıkmış; hatta İslâmiyeti yasaklayarak din-i ilahî adında bir kurmuş; kendisini de ilahlık mertebesine yükseltmişti. Bunun oğlu Selim Cihangir, babası gibi değildi. Bununla beraber Şiî asıllı karısı ve vezirinin telkinleriyle Ehl-i sünnet mensuplarına çok sıkıntılar vermiş; hatta İmam Rabbânî’yi, kendisine secde yaparak selâm vermemesini bahane edip haksız yere üç sene Guvalyar Kalesi’nde hapsetmiştir. Bunun oğlu Şah Cihan babasından daha iyi bir hükümdar ise de, zevcesine olan aşırı aşkı, devlet işlerini yüzüstü bırakmasına sebep oldu. İsrafa varan harcamalarla zevcesi için Tac Mahal adlı muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Bu sebeple oğlu Âlemgir Evrengzib tarafından tahttan indirildi. Âlemgir, hem âlim ve fâzıl, hem de hem İmam Rabbânî’nin halifesinin halifesi Seyfeddin Fârukî’ye hürmetkâr idi. Buna rağmen, zâhir ulemasının reaksiyonundan çekindiği için Mektubat’ın okunmasını Hindistan’da yasaklamıştı.

    Bu devirde Hindistan’da gerek Hindular, gerekse Şiîler büyük güç ve nüfuz kazanmıştı. İmam Rabbânî’nin Ehl-i sünnet çizgisindeki faaliyetleri bunlar arasında büyük bir düşmanlık uyandırdı. Bu arada zâhir ulemâsının Mektubat’taki tasavvufî sembollere dair itirazları İmam Rabbânî ve talebelerine karşı bir muhalefeti güçlendirdi. Kendisini tekfir edenler bile oldu. Tam bu sırada bir Şiî âliminin öldürülmesinden o mesul tutuldu. İşte, İmam Rabbânî, bütün bu nâmüsait şartlar altında irşad faaliyetini yürütebilmek için, ilm-i siyasete çok riayet etmiş; icabında sultanlara karşı alttan almıştır. Mektubat’ta tarihin en haşin hükümdarlarından olan Emir Timur, Nakşî büyüklerine hürmeti ve başka hayırlı işleri bakımından “Timur mürd iman bürd” (Timur öldü, imanı veya emniyeti beraberinde götürdü) sözüyle övülür. Hakkında “Nakşî büyüklerine olan hüsnü zannı sebebiyle iman ile gitmiş olması umulur” denir. Böylece hâlihazırdaki sultanlar, büyük dedeleri övülerek ve onun Nakşî büyüklerine olan hürmeti dile getirilerek insafa davet edilmektedir. Kaldı ki bu husus da tarihi olarak problemlidir. Nitekim Şahı Nakşibendi'nin mürşidi Emir Külal'in torunu büyük dedesine dair menakıbnamesinde, Emîr Külâl’in Timur için dua etmekten çekindiğini ve onu Semerkant’ta ziyaret etmeyi reddettiğini söyler. (Menâkıb-ı Emîr Külâl-i Sûhârî, vr. 29b-31a)

    Emir Timur hakkındaki Mektubat’ta geçen bu söz Şah Nakşbend’e nisbet edilirse de, Şah-ı Nakşibend, Emir Timur’dan 16 sene evvel vefat etmiştir. Üstelik kendisiyle görüşmemiştir. Emir Timur, gençliğinde Emir Külâl’e hüsnü zan ederdi. Şah Nakşibend’in türbesinden geçerken halılarının silkindiği görüp, bereketlenmek için altından geçtiği rivayet olunur. Bu hüsnü zannın hâsıl ettiği manevî destek, Emir Timur’a büyük bir dünyevî şan ve şöhret kazandırmıştır. Emir Timur’un torunu Bâbür Şah ve bunun oğlu Hümâyun da Ubeydullah Ahrar ve halifelerinin muhibleriydi. Gürgâniyye sultanlarında inhiraf Ekber Şah ile başlamıştır. Şah Cihan, İmam Rabbânî’yi hapiste ziyaret edip, babasına ayaklanmak için desteğini istemişse de, İmam Rabbânî babasının az zaman sonra ölüp saltanatın kendisine kalacağını söyleyerek engellemiş; dediği gibi de olmuştur. Bu sebeple Şah Cihan ve halefi Âlemgir zamanında İmam Rabbânî ve müridleri rahat etmiştir.

    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: Gadîr-i Hûm hutbesi ile alâkalı olarak Ehl-i sünnet kaynakları ne söylemektedir?
    Cevab: Vâli olarak gittiği Yemen’den dönen Hazret-i Ali’nin bir muamelesinden dolayı halk arasında dedikodu çıktı. Bu dedikodu, kendisini kötülemeye kadar vardı. Vaziyete muttali olan Resulullah, Mekke ile Medine arasında Gadîr-i Hûm denilen mevkide “Ali benim dostumdur, ben onun dostuyum” mealindeki sözü söyledi ve Ehl-i beytine riayeti tavsiye buyurdu. Bu hadis-i şerifte geçen ve dost manasına gelen mevlâ kelimesi, aynı zamanda vâris, veli gibi ma’nâlara da geldiğinden, Şiîler bu sözün halifelik için olduğunu iddia ettiler. Bu sebeple Hazret-i Ali'nin yerine Hazret-i Ebu Bekr'i halife yapıkları için kendisine biat eden sahabilerin imanını kaybettiğini söylediler.
    31 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual: İslâmî bir sistemde, talâk ile alâkalı kararı kadı mı, yoksa müftü mü verir? Bunlara talâkı işiten şâhidler müracaat etse ne olur?
    Cevab: Kadın mahkemeye giderse kadı karar verir, erkek uymak zorundadır. Müftüye danışsa, müftü talak olmuş dese, erkek kabul etmese evlilik devam eder. Müftü fetvası zorlayıcı olmadığı gibi, müftü vaziyetin doğruluğunu araştırmaz, anlatılana bakar. Kadın mahkemeye gider, talâkı ispatlarsa kadı kararı verir, erkeğin niyetine değil, sözüne bakar. Kadıya ancak kadın müracaat edebilir.
    31 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual: Osmanlılarda padişahın ve padişahtan davacı olanların davalarına bakacak mahkeme hangisidir?
    Cevab: Padişahla alâkalı davalar, normalde kendi beldesinin kadısının salahiyet sahasına girer. Ama İslâm tarihinin ilk devirlerinden kalma bir geleneğe göre, hükümdar bu iş için hususî mahkemeler kurar. Divan-ı mezâlim denen bu mahkemede muayyen zamanlarda hükümdar davacı sıfatıyla bulunur. Halk buraya müracaat eder. Zira sıradan mahkemeler, bu gibi yüksek rütbeli kişilere ait davalara bakmakta zorlanır; mazlumların hakkını elde etmesi mümkün olmayabilir. Osmanlılarda divan-ı mezâlimin yerini Divan-ı Hümayun almıştır.
    15 Aralık 2012 Cumartesi
  • Sual: Bugün için mahkeme kararıyla boşanma, dinen de boşanma sayılır mı?
    Cevab: Kadın ve erkek anlaşarak boşanmışlarsa, evrakı imzaladıkları anda bir ric’î talâk olur. Davayı erkek açmışsa, hâkimi hakem/vekil tayin etmiş olur. Hâkim boşanmaya karar verirse, bir ric’î talâk olur. Davayı kadın açmışsa ve hâkim de boşanmaya karar verirse, dinen talâk sayılmaz. Kadın için boşanma sebebi varsa, kocanın deliliği, iktidarsızlığı, kötü muamelesi, nafaka vermemesi, evi terk etmesi, gaipliği gibi, o takdirde şer’î hükümleri bilen ve İslâm hukukuna göre şahitlik yapma vasıflarını taşıyan birini hakem yapar. Bu hakem, kadının talebini şer’e uygun görürse, aralarını ayırır.
    28 Şubat 2013 Perşembe
  • Sual: Halifelere Allahu teâlânın halifesi demek caiz midir?
    Cevab: Caizdir. Kur’an-ı kerimde, insanın, yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğu bildiriliyor. Davud aleyhisselâmın yeryüzünde hak ile hüküm vermek üzere halife tayin edildiği anlatılır. Allah’ın halifesi demek, Allah’ın emir ve yasaklarını yeryüzünde tatbik eden kimse demektir. Müslümanlar için de, Müslüman hükümdarlar için de kullanmak caizdir.
    16 Nisan 2013 Salı
  • Sual: Bir hükümdar, bir kanun koysa, mesela tütünü yasaklasa veya bir yere bir vali tayin etse, sonra da vefat etse, o kanun veya o tayinin hükmü devam eder mi?
    Cevab: Emirülmüminin (müminlerin emiri) insanların maslahatı, yani umumun iyiliği için bir şeyi emreder veya yasaklarsa, mesela tütün içmeyi yasaklarsa, öldükten sonra da bu yasak devam eder. Yeni emirülmüminin bunu kaldırırsa, o zaman başka. Aynı şekilde hükümdarın yaptığı tayinler de böyledir. Bir halifenin vefatıyla tayin ettiği vâli, kâdı azledilmiş olmaz (İbni Abidin).
    16 Nisan 2013 Salı
  • Sual: Muhammed Ebu Zehra'nın, eğer karşı taraf Müslüman esirleri köle yapmaz ise, İslâm devletinin de esirleri köle yapamayacağına dair görüşü doğru mudur? Şu halde İslâm devleti kendi kendine politika tayin edemez hâle düşmüyor mu?
    Cevab: Milletlerarası münasebetlerde mütekabiliyet esası caridir. Esirleri köle yapıp yapmamak, zaten hükümdara verilmiş bir salahiyettir. Hükümdar, mütekabiliyeti nazara alarak esirleri köle yapmayabilir. Bu, maslahat, yani umumun menfaati icabıdır. Hükümdar, bütün müslümanları düşünmek zorundadır. Kendisi esirleri köle yaparsa, karşı taraf da köle yapar. Öldürürse, karşı taraf da öldürür. Bu ise Müslümanların aleyhinedir.
    28 Nisan 2013 Pazar
  • Sual: Cuma hutbesinde sultana dua etmek bid’at midir?
    Cevab: Ebu Nuaym’dan gelen haberde Abdullah bin Abbas radıyallahü anh, Basra’da minberde hutbe okuduğu zaman, sultan için, “Allahümme aslih abdeke ve halîfeteke bilhakkı emîrelmü’minîn”
    (Ey Allahım! Senin kulun ve hak üzere müminlerin emiri olan halîfeni ıslah eyle!) diye dua ederdi. Sultana ve onun vâlilerine, ıslah, hakka yardım, adaleti yerine getirme ve düşmana karış muzaffer olmaları için dua etmek mendubdur. Hasan Basrî der ki: Benim müstecab bir duam olduğunu bilseydim, muhakkak onu sultana tahsis ederdim. Çünki onun hayrı umumidir.” (Berika, Lisan Âfetleri, II/366). Görülüyor ki, hutbede sultana hayır dua etmek bid’at değil; sahâbeden kalma bir âdettir. Şu halde müstehabdır. Osmanlılar zamanında hatib ikinci hutbede salli ve bâriklerden sonra zamanın halîfesi için şöyle dua ederdi: “Allahümme eyyid ve’nsur ve’hfaz abdeke ve halîfeteke essultanel-a’zâm vel-hakânel-muazzam mevlâ mülûki’l-arabi ve’l-acem hâdimel-haremeyniş-şerîfeyn elâ ve huvessultanübnis-sultanübnis-sultan Abdülhamîd Hân ibnüssultan elgâzî Abdilmecîd Hân ibnüssultan elgâzî Mahmûd Hân halledallahü hilâfetehu ve eyyede bil’adli saltanatehu ve efâde alelâlemîne birrehu ve ihsâneh.” (Mecmua-i Hutbe-i Şerîf, 1284 tarihli taşbaskısı, sahife: 7)
    4 Mayıs 2013 Cumartesi
  • Sual: Emîre itaat farz iken, Hazret-i Osman zamanında Ebu Zer Gıfarî’nin halifeyi tenkit etmesi nasıl izah edilir?
    Cevab: İctihad, emîre itaatsizlik demek değildir. Ebu Zer, kenz âyeti kerimesi hususunda umumun ictihadından farklı bir ictihada sahip idi.
    20 Haziran 2013 Perşembe
  • Sual: Veled-i zinânın, yani gayrı meşru çocuğun velîsi kimdir?
    Cevab: Veled-i zinânın nesebi babasından sâbit olmaz. Mahkeme (kadı) veli olur veya münasip bir kimseyi veli tayin eder. Dârülislâmda velîsi olmayan kimsenin velîsi, veliyyülemr, yani hükümdar ve onun vekilleri olan hâkimlerdir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: Hazret-i Ömer’in oğluna ceza verip, öldükten sonra da kalan cezayı tatbike devam ettiği doğru mudur?
    Cevab: Fetâvâ-i Zâhiriyye’de diyor ki: Hazret-i Ömer’in oğlu Ebû Şâme Abdurrahman, bir suç işlediği için had cezasına çarptırıldı. Ceza infaz edilirken, dayağın şiddetinden öldüğü, babasının kalanı ölü bedenine vurduğu veya vurdurduğu iddiası, Muhammed bin Temîm er-Râzî’nin uydurduğu yalanlardan biridir. Kendisi yalancılığı ve hadîs uydurmacılığı ile tanınırdı. Ebû Şâme, bu cezadan sonra yıllarca yaşadı. (Berika, Âfâtü’l-Lisân)
    20 Temmuz 2013 Cumartesi
  • Sual: Zilhicce hilâli, ilk gün başka ülkede görülüp de, kendi memleketimizde görülemezse, Zilhicce ayı bir gün sonra mı başlar?
    Cevab:

    Hesab da, rüyet de ayın başlaması için birer kriterdir. Kamerî aylar, ayın dünya etrafında bir defa dolaşıp yeniden doğuşu ile başlar. Oruç, kurban ve hac, kamerî ayın başlamasına göre ifa edilen ibadetlerdir. Kamerî ay doğar; ama o beldede görülmeyebilir. Bu sebeple dolunaydan itibaren 14 gece sayılıp 29. gece hilâl güneş batarken garb semasında gözetlenir. Görülürse, yeni ay başlar; herhangi bir sebeple görülmezse, içinde bulunulan ay 30 güne tamamlanır. Buna tekmil-i selâsin denir ve hadîs-i şerif ile emrolunmuştur. Yeni ay hesaba göre o gün doğsa bile, ay otuza tamamlanır ve ertesi gün yeni ayın 1’i olur. Bu sene olduğu gibi, bir ay hesaba göre başka, rü’yete göre başka gün başlayabilir. İbâdetlerde ise, esah kavle göre hesab değil, rü’yet esastır. Osmanlılar zamanında kamerî aylar hesab ile değil, rü’yet ile başladığından, çoğu zaman bu tekmil-i selâsin muamelesi yapılır ve bu, hükümet ve taşrada kadılar marifetiyle ilan edilirdi. Bu bakımdan Osmanlı vilâyetlerinin birinde Zilhicce ayı başlamışken, diğerinde daha 30 Zilka'de hüküm sürüyor olabilirdi. Hatta bu sebeple tarihî hâdiselerin çoğu milâdî güne çevrilirken bir gün kayma olabilmektedir. Zilka’de ayının 29.unu 30’a bağlayan gece Türkiye ve Hicaz’da Zilhicce hilâli görülemediği için, eğer Osmanlı Devleti zamanında olsaydı, bu sene (hicrî 1434) Zilka’de 30’a tamamlanıp, ertesi günü (yani 7 Ekim 2013 Pazartesi günü) Zilhicce’nin 1’i sayılıp, Kurban Bayramı da 16 Ekim Çarşamba günü başlayacaktı. Zilka’de 30 gün olsaydı; 29. gece hilâl görülemediği için, zaten 30’a tamamlanacak ve ertesi günü hilâl gözetlenmeyecekti. Zira kamerî aylar 31 gün olamaz.

    Ramazan hilâli, dünyanın her hangi bir yerinde şer’î esaslara muvafık bir şekilde görülürse, Hanefî mezhebine göre diğer beldelerde de Ramazan ayı başlamış olur. Şâfiî’de her belde kendi gördüğü ile amel eder. Osmanlılar zamanında Bursa veya Edirne’de hilâlin görüldüğü sonradan sâbit olur ve haber alınırsa, İstanbul’da da Ramazan ayı o gün başlamış sayılırdı. Zilhicce hilâli ise böyle değildir. Bunda her beldede ayrı ayrı şer’î esaslara göre görülmüş olması aranır. Bir beldede görülünce, esah kavle göre, başka beldede de Zilhicce ayının başlaması lâzım gelmez. Rü’yet yapılamadığı için kamerî ayın şer’î bir şekilde başlamadığı memleketlerde, kurbanların ihtiyaten ertesi günü kesilmesi, Ramazan’dan sonra da iki gün ihtiyaten oruç tutulması ile mesele hallolmaktadır.

    14 Ekim 2013 Pazartesi
  • Sual: Divan-ı mezâlimde tatbik edilen muhakeme ve tahkikat usulleri, niçin normal kadı mahkemelerinde câri değildi? Şeriat bu usullere izin veriyorsa, bunların kadı mahkemelerinde tatbik edilmemesi adaletin tecellisi bakımından bir kusur değil midir?
    Cevab: İki çeşit delil sistemi vardır. Bazı davalarda kanunî delil aranır. Bu deliller sâbit olmadıkça, o davaya bakılıp karar verilemez. Mesela zina suçunun sabit olması için ya dört defa ayrı ayrı suçun ikrarı veya dört hür, erkek, Müslüman ve âdil şahidin şahidliği lâzımdır. Bu, kanunî delildir. Burada hâkimin o hâdise hakkında bilgisi bile delil sayılmaz. Bir de vicdanî delil sistemi vardır. Burada hâkim mevcut her çeşit delil, karine ve emareyi takdir edip vicdanî bir karar verir. Kadı mahkemelerinde, ekseriya kanunî delil sistemi arayan davalara bakılır. Her dava kanunî delil istemez, vicdanî delil kâfidir. Divan-ı Mezâlimlerde bu vicdanî delil arayan davalara bakılır. Hazret-i Peygamber ve Sahâbe’nin tatbikatı böyle olmuştur. Bu bir kusur değil, üstünlük sayılabilir. Bu şekilde İslâm hukuku, zamanın ve zeminin değişikliğine kolayla adapte olabilmiştir. Osmanlılarda Tanzimat’tan sonra nizamiye mahkemeleri kurulurken, divan-ı mezâlimler örnek alınmış ve bu mahkemelerin bir nevi kurucusu sayılan Ahmed Cevdet paşa, Celâleddin Devânî’nin Divan-ı Def-i Mezâlim adlı risâlesini Farsça’dan Türkçe’ye tercüme edip, meşruluk temeli olarak takdim etmiştir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: İslâm hukukuna göre gayrimuslimler devlet memuru olabilir mi?
    Cevab: Gayrımüslimlerin devlet memuru olması câizdir. Ancak veziriazam gibi karar alma salâhiyeti münhasıran kendisinde olan bir vazifeye getirilemez. Yani tefviz veziri olamaz. Ama bakan, vali gibi tenfiz veziri olabilir. Zira gayrımüslimlerin, Müslümanlar üzerine velî (âmir) yapılması, âyet-i kerime ile men edilmiştir. Hazret-i Peygamber zamanında böyle bir memur bilinmiyor. Hazret-i Ömer, Basra vâlisinden Hıristiyan kâtibini değiştirmesini istemiş ise de, bu hükümdar sıfatıyla ve maslahat sebebiyle aldığı bir karardır; dinin hükmü değildir. Terâtib’de yazdığına göre, bu kâtip, halifeye gönderdiği bir resmî yazıda, “min Ebû Mûsâ” yazarak, Arapça’da bir kâtipten beklenmeyecek bir hata etmiş; bunun üzerine vazifeden alınıp cezalandırılmasını istemiştir. Halifeler gayrımüslim memurlar tayin etmiştir.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Kur’an-ı kerim'de Davud aleyhisselâma gelen iki davacının hikâyesi anlatılıyor. Bunlardan 99 koyunu olan, ortağının 1 koyununu da almak istiyor. Bu hâdise üzerine Davud aleyhisselâmın tevbe etmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Buna dair anlatılan Urya hikâyesi uydurmadır. Davud aleyhisselâm, davanın iki tarafı arasında, delil sormadan, şahit aramadan, bir kişinin beyanına hemen inanıp hüküm verdiği için sonradan ikaz buyurulup pişman olmuştur. Bu hâdiseyle beraber, davacının, iddiasını delille ispatlama mecburiyeti getirilmiştir.
    3 Mayıs 2014 Cumartesi
  • Sual: Hâkimin, muayyen sebeplerin varlığı hâlinde evliliği feshetme salahiyeti var. Burada yanlış hüküm verirse, meselâ şahidler yalancı ise, kadın ve erkeğin vaziyeti ne olacaktır?
    Cevab: Bu hüküm diyâneten ve kazâen muteberdir. Eğer hâkim yanlış karar vermişse veya meselâ şâhidler yalancı ise, hüküm yine muteberdir; ancak bu hükme kasten sebep olanlar günahkârdır. Meselâ, yalancı şâhid ile bir kadının zevcesi olduğunu isbat eden veya zevcesini boşadığını inkâr eden erkek, zinâ etmiş olur. Kadın bakımından mesuliyet yoktur. Veya kocasında, evliliğe mâni kusur veya hastalıklar olduğunu iddia eden kadın, haksız bir hüküm elde ederse, boşanmış olmaz. Bunu bilmeden kadın ile evlenen başka bir erkek, günahkâr olmaz.
    23 Kasım 2014 Pazar
  • Sual: Bir akid sebebiyle karşı taraf bize zarar verse, mahkeme de tazminata değil, ama faize hükmetse, bunu almak caiz olur mu?
    Cevab: Bir akidde uğranılan zararı herhangi bir şekilde almak caizdir. Mahkemenin hükmettiği faiz, paranın değer kaybını, mahkemenin hakiki masraflarını karşılamaya bile zor yeter.
    22 Şubat 2015 Pazar
  • Sual: Şer’î mahkemelerde yahut İslâm hukukunda, bugunki kriminal laborutuarından alınan bilgiler  (parmak izi, DNA testi vs.)  yahut kamera kayıtları delil olarak vasıflandırılabilir mi? Yine de şahid aranır mı?
    Cevab: Kanunî delil sistemine tâbi hadd cezaları hâricinde, vicdanî delilin câiz olduğu her davada her delil muteberdir. Bunlar müstakil delil olmasa bile, karine veya delil başlangıcı olarak değer taşır. Had cezalarında, aranan delil şahidlerdir veya zina için ikrardır. Bunlar varsa ve elverişli ise, hâkimin yapacağı bir şey yoktur. Kul hakkına dair davalarda, iki elverişli şâhid varsa, yine hâkimin yapacağı bir şey yoktur. Mesela bir alacak davasında, davacı iddiasını iki âdil şâhid ile veya makbul bir sened ile ispat ederse, hâkimin bunu reddetme hakkı yoktur. Ama edememişse, her çeşit delil, davanın neticelenmesinde kıymet taşır. Ta’zir cezalarında da böyledir. burada vicdanî delil sistemi câridir.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Avukatlık yapıyorum. Şer’en boşandığını bilmediğimiz bir kadın boşanma talebiyle geldiğinde bunu geri mi çevirmek gerekir mi?
    Cevab: Eğer kadın evlenirken boşanma hakkını eline almışsa, açtığı davada hâkimi hakem tayin etmiş olur ve mahkemenin kararıyla da boş düşer. Böyle değilse, kadının talebi ile mahkemenin boşaması, şer’en boşanma sayılmaz. Ancak bazen kadın şer’en boşanmış olur da, resmî kaydın silinmesi için müracaat eder. Koca boşamış, ama yalan söylüyor olabilir. Mürted olmuş olabilir. Nikâh fesh olmuş olabilir. Bunun için vekil olmak, davasını takip etmek caiz olur. Araştırmak lâzım değildir. Bu niyetle davası alınabilir. Kadın, yalancı ise, vebali ona aittir.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Hilafetin ilgası esnasında esasen hilâfetın kaldırılmadığı, TBMM’nin şahs-ı manevisinde mündemiç olduğuna karar verildiği doğru mudur? Şu halde, bir meclis tarafından hilafet müessesesi deruhte edebilir mi veya tekrar getirilebilir mi?
    Cevab: Meclis, halife olamaz. Elbette ki bir şahıs olmalıdır. Kanunda kast edilen, “Halife esasen devlet başkanı sayılığına göre, bizim de devlet başkanımız meclis olduğuna göre (o zaman meclis hükümeti sistemi vardı), artık bizim halifeye ihtiyacımız yoktur” demektir. Bir İslâm devletinde, sıfatı ne olursa olsun, devletin başındaki şahıs, halife hükmündedir. İslâm devleti değilse bunun şer’î bir kıymeti yoktur, halife bulunsa bile meşru halife değildir. Nitekim Abdülmecid efenndi, meşru halife değildi. Çünki icraî salhiyetten mahrum idi.
    12 Mart 2015 Perşembe
  • Sual: Saltanat İslâmî bir sistem midir?
    Cevab: İdeal olan, devlet reisinin, ulema ve ileri gelen devlet adamlarının seçimi ile başa gelmesidir. Hazret-i Ebu Bekr gibi. Ama saltanat da meşrudur. Kur’an-ı kerimde Davud aleyhisselamın tahtına Süleyman aleyhisselamın geçtiği yazar.
    27 Mart 2015 Cuma
  • Sual: Mahkemenin bir akdin ifa edilmemesi sebebiyle hükmettiği tazminatı almak caiz midir?
    Cevab: Bu tazminat, maddî bir zarar tazminatı ise problem yoktur; almak caizdir. Manevî tazminat ise, İmam Ebu Yusuf’a göre hükümet-i elem adıyla bunu almak câizdir. Bedenî tazminat (diyet) ise, dârülharbde İmam Ebu Yusuf ve diğer üç mezheb imamına göre almak câiz olur. Mahkemenin hükmettiği fâiz ise, alacağın altın üzerinden değer kaybını karşılıyorsa mesele yoktur; adı fâiz de olsa almak câizdir. Bunun haricinde ise, borcunu ödemeyip işi mahkemeye sürükleyen kimsenin müstehak olduğu bir cezaî şart çerçevesinde alınabilir.
    8 Temmuz 2015 Çarşamba
  • Sual: Dünyadaki müslümanlar bir halife seçebilirler mi?
    Cevab: Teorik olarak bile mümkün değildir. Zira halife için şer’î hukuka göre idare edilen bir memleket ve burada şer’î hukuku tatbik edebilmek için fiili bir güç olması gerekir.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Padişahların kendilerini "Allahın yeryüzündeki gölgesi" olarak görmeleri mahzurlu mudur?
    Cevab: “Sultan, yeryüzünde Allah'ın gölgesidir; mazlumlar ona sığınır” hadis-i şeriftir. Osmanlı padişahlarının, şimdiki basit Müslümanlar kadar bile dinden haberi yok muydu?
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Tarihte Müslümanların kurduğu hiçbir devletin isminde  (Emevî, Abbasî, Selçuklu, Osmanlı vs. misallerinde olduğu gibi)  "İslâm" tabiri kullanılmadığına göre, İslâm devleti tabiri sonradan uydurulmuş bir şey midir?
    Cevab: İslâm hukukuna göre idare edilen devletler için böyle bir şeye ihtiyaç yoktur. Çünki İslâm hukukunun bir ahkâmı vardır. Buna göre kurulmuş ve idare edilen devlet, İslâm devletidir. Sonradan modern terminolojide, buna göre kurulmuş ve idare edilir olmayan devletlerden ayırmak için İslâm Devleti tabiri kullanıldı. Bugün siyasî konjonktürde, şeriat tabiri gibi bu da farklı manalara çekilmektedir.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Bir kimse, "Müslüman Sosyal Demokratım" veya "Müslüman Liberalim" dese, bu dinden taviz midir?
    Cevab: Sadece sosyal ve politik statükoyla alakalı fikrini beyan etmek üzere, itikadî bir cihette olmadıktan sonra, sosyal demokrat, demokrat veya liberal olduğunu söylemenin dinen bir mahzuru yoktur. Mesela Fransa'da, Türkiye'de yaşayan bir Müslümanın, küfre sebep olan bir şekilde inanmadıktan sonra, sosyal demokrat veya liberal olduğunu söylemesinin dine zararı yoktur. Ama dünyevî bir sistemi, İslâmî bir sisteme alternatif görmek, hele bunun İslâmî olduğuna inanmak mahzurludur.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: İslâm dinine göre, Müslümanlar tek bir devlet çatısı altında toplanmak zorunda mıdır? Yoksa Avrupa Birliği gibi bir birlik kursalar ve yakın ilişkiler kursalar yeterli midir?
    Cevab: Müslümanların, İslâm hukukunu tatbik eden bir devletin çatısı altında yaşamaları ideal sistemdir. Bu mümkün değilse, dine hürriyet veren memleketlerde yaşamaları caiz olur. Bunun dışında şimdiki gibi kendisine İslâm devleti diyen devletlerin hiçbirisi İslâm hukukuna göre işleyen bir sisteme sahip değildir. Birleşseler ne olur, birleşmeseler ne olur, suali hatıra gelmektedir.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Osmanlı padişahlarının genç yaşta tahta geçmesi, devletin çöküşüne sebep olan âmillerden sayılabilir mi?
    Cevab: Monarşilerde, devletin dirliği ve milletin birliği adına, küçük çocuğun tahta geçmesi mümkündür. Bunun çok misalleri vardır. İslâm hukukunda da böyledir. Velîsi veya vekili devleti idare eder. Sistem oturduktan sonra tahtta kimin oturduğu mühim değildir. Padişah, saltanat sürer; ama hükümet etmez. Devleti, devlet adamları, vezirler idare eder. Mamafih Osmanlı tarihinde genç yaşta tahta geçen padişah sayısı azdır.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: İslam hukukunda gayrimüslimler neye göre muhakeme edilir ve cezalar neye göre verilir?
    Cevab: Ceza hukukunda, İslâm fıkhına tâbidirler. İslâm mahkemesine giderler. Ancak içki içmekten dolayı ceza verilmez. Ceza dışındaki davalarını kendi mahkemelerine, yani ruhani reislerine götürebilirler. Burada kendi dinlerinin hukuku tatbik edilir.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Yazılarınızdan meşrutiyet ve saltanatın caiz olduğunu; ama cumhuriyetin caiz olmadığını okudum. Cumhuriyet hangi cihetten caiz devlet reisinin seçimle gelmesi neden câiz olmasın?
    Cevab: İslamiyette bir devlet şekli emredilmemiştir İslâm hukukunda halife ve hilâfet vardır. Halife, ister seçimle gelsin, ister babadan oğula geçsin, ister zorla başa otursun, farketmez. Şer’i şerifi icra ediyorsa meşrudur ve ölünceye kadar vazife yapar.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Sultan 1. Mustafa Han için aklî dengesi yerinde değil idi diyorlar. Aslı var mıdır?
    Cevab: Hayır. O zamanki tarihlerde, dervişmeşrep ve cezbe hâli galipti diyor. Tasavvufla meşguliyet bazen başkalarında dengesiz gibi idrake dilen hareketlere sebep olabiliyor. Belki de beyninde ur vardı; mental bir rahatsızlığı olması da mümkündür. Ama böyle olsaydı, ulema onu padişah yapmazdı.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Osmanlıların cizye vergisi için gayrimüslimlerin Müslüman olmasına engel olduğu ifadesi doğru mudur?
    Cevab: Gayrı Müslimlerden cizye almak ve onları Müslüman olmaya zorlamamak, Kur’an-ı kerimin emridir. Buna rağmen Osmanlılar vesilesiyle çok sayıda insan kitle hâlinde Müslüman olmuştur.
    28 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: İslam hukukunda halifenin salahiyetleri tahdid edilebilir mi? Mesela bir kanunun çıkması için meclis ya da şurânın tasvib etmesi şartı getirilebilir mi?
    Cevab: İslam hukukunun halifeye tanıdığı salahiyetler tahdid edilemez. Kendisi tahdid edebilir ise de, neticeden yine de mes’uldür. Osmanlı Devleti’nde son zamanlarda kanunları parlamento yapar ama padişahın tasdiki olmadan meriyete girmezdi.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: “Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’in hilafete seçilmeleri haklı değildi demek, bid’attir. Hilafete hakları yok idi demek ise küfürdür” ifdaleri arasındaki farkı nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Halifelik yapabilecek vasıfları vardı; ama Hazret-i Ali’nin halife olması gerektiği için bunların halife olmamaları lâzımdı derse ve yanlış da olsa bir delili te’vil ederek böyle söylerse küfr değil, bid’at olur.
    27 Mart 2017 Pazartesi
  • Sual: Bir kitapta “muhsine kadın mahkemeye çağrılmaz” sözü ne manaya geliyor?
    Cevab: Doğrusu muhsana olacaktır. Muhsine de olur. Temiz ve iffetli kadın demektir. Cemiyette böyle tanınan kadın mahkemeye çağrılarak rencide edilmez; icab ederse, evine gidilip ifadesi alınır.
    27 Mart 2017 Pazartesi
  • Sual: İslâm Hukuku kitabınızda, kadınların hadd ve kısas dâvâlarında hâkim olamayacağı yazıyor. Şimdi hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra bir hanımın hâkimlik mesleği icra etmesi, dinen mahzurlu mudur?
    Cevab: Bu hüküm, şer'î esaslara göre idare olunan bir devlet içindir. Şimdiki hâkimlerin, kadı statüsünde sayılmayacağı çok açıktır. Nitekim gayrimüslimler de hâkim olabilmektedir. Halbuki gayrımüslim, Müslüman üzerine kadılık yapamaz. Kadınların bugün hâkimlik yapmasının, bu hükümde alakası yoktur. Başka cihetlerden uygun olup olmaması ayrıdır.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: Peygamberimizin Medine’de kurduğu devlete Medine Devleti demek mahzurlu mudur?
    Cevab: İlk ve ortaçağda devletlerin adı yoktur. Başkaları bunlara birer isim vermiştir. Osmanlı Devleti’nin de adı yoktu. Devlet-i Aliyye olarak anılırdı. Avrupalılar Osmanlı Devleti demişlerdir. Resulullah aleyhisselamın kurduğu devlet, diğerleriyle mukayese edilemez ki bir ismi olsun. Devlet-i Muhammediyye gibi bir tabir kullanılmış değildir. Devlet-i İslâmiyye olur. Şer’î hukuka göre idare olunan bütün devletlere bu isim ıtlak olunur. Medine Devleti demenin de mahzuru yoktur. Melmeketlerin coğrafyaya göre ayrı ismi olması tabiidir.
    29 Mayıs 2017 Pazartesi
  • Sual: Fas, Osmanlı hilâfetini kabul etmiş midir?
    Cevab: XVI.asırda bir ara evet.
    1 Ağustos 2017 Salı
  • Sual: Osmanlı’da ilm-i sima diye bir ilim var mıdır? Bu ilim sayesinde mesela birinin yalan söylediği anlaşılabilir mi?
    Cevab: İlm-i sima, insanın fizikî görünüşünden, karakterinin anlaşıldığı bir ilimdir. Ehli tarafından bakıldığı zaman, o kişinin hangi karaktere sahip olduğu anlaşılır. Müslüman memleketlerinde mahkemelerin davaları çözerken ve devlet ofislerinin memur alırken itibar ettiği bir ilimdir. Manifetname’deki meşhur şiir, ilm-i sima literatürünün şaheserlerindendir. Bunun yalan veya doğru söylemekle bir alakası yoktur.
    1 Ağustos 2017 Salı
  • Sual: Bir kişi haksız yere birini öldürse, müracaat ettiği avukat bunu müdafaa edebilir mi?
    Cevab: Mahkemede hüküm verilene kadar kişi masum sayılır. Suçlu da olsa insanların kanunî ve şer’î hakları vardır. Avukat bunları müdafaa eder. Caiz ve lazımdır.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Hilâfetin ve İslâm devletinin yeniden kurulması için elimizden bir şey gelmez mi?
    Cevab: Bu mevzuda sitemde çok sayıda yazı ve cevap vardır Önce Müslüman bir cemiyet teşkil etmek lazımdır Nitekim Peygamber aleyhisselâm böyle yapmıştır. Şu anda Müslümanların yapacağı hizmet ve cihad, insanlara İslamiyeti doğru olarak anlatmak ve ulaştırmaktır. Bu da en önce kendisi yaşayarak ve örnek olarak olur. Ondan sonra, kendi ailesi, yakın çevresi ve diğer insanlara sıra gelir. Silahlı cihadı, ancak İslâm Devleti yapar. Şu anda böyle bir devlet yoktur. Bu haliyle Mehdi aleyhirrahme zuhur edene kadar olacağı da yoktur. Silaha sarılmak, silahlı mücadele yapmak, fitne çıkartmaktır; caiz değildir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Yezid, Seffah, Mansur, Memun gibi kişilerin halifelikleri Ehli Sünnette kabul ediliyor mu?
    Cevab: Hepsi meşru halifedir. Ehl-i sünnete göre, sâlih olsun, fâcir olsun, her hükümdarın arkasında Cuma kılınır, bununla cihada gidilir. Dine uygun emirlerine uyulur; olmayanlara uyulmaz, ama isyan da edilmez.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: İslam hukuku, inancı gereği kızkardeşiyle evlenen mecusiye karışır mı?
    Cevab: Hayır. İslâm beldesinde, herkes kendi dinine tâbidir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: İslâm Hukuku adlı kitabınızı okuyorum, İslâm hukukunun Anglo-Saxon hukuk sistemine benzerliği kısmında, (mahkemedeki jüriler gibi) demişsiniz. İslâm hukukunda mahkemelerde jüriler var mıydı?
    Cevab: Hayır. İngiltere’de vardır. Bunlar, kadı mahkemesindeki şühudü’l-hâle benzer.
    28 Aralık 2017 Perşembe
  • Sual: Sultan Fatih’e bir darbe olsaydı, bebek yaştaki kardeşi Şehzade Ahmed  mi padişah olacaktı? O zaman devleti kim idare edecekti?
    Cevab: Evet. Bütün monarşilerde çocuğun, hatta bebeğin hükümdarlığı mümkündür. Devleti vekili, yani vezir idare eder.
    3 Ocak 2018 Çarşamba
  • Sual: Sultan Reşad, meşru bir halife midir?
    Cevab: Sultan V. Murad ve Sultan Reşad, meşru halife değildir. Zira meşru halifenin haksız yere tahttan indirilmesi, şer’en muteber olmaz. Üstelik bu ikisinin elinde halifelik otoritesi yoktu. Abdülmecid Efendi de böyledir. 93 Harbi'nin, Trablusgarb, Balkan ve Cihan Harblerinin kaybedilmesini de ulema buna bağlarlar.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Hanefi mezhebinde olan evlilerin, mahkeme tarafından Şâfiî mezhebine göre boşanabilmesi için, nikâhlarının Şâfiî mezhebine göre olması gerekir mi?
    Cevab: Mahkeme tarafların hangi mezhebe göre evlendiğine bakmaz. Kadı'nın mezhebine göre hüküm verir. Zira kadı'nın hükmü hilafı ortadan kaldırır. Taraflar hangi mezhebe göre evlenmiş olursa olsun, kadı tefrika karar verince ayrılırlar, bir bâin talâk meydana gelir.
    1 Şubat 2018 Perşembe
  • Sual: Hazret-i Ali, Hz. Ebubekir e ne zaman biat etti? Hazret-i Fâtıma’nın vefatına kadar biat etmediği doğru mudur?
    Cevab: Hazret-i Ali, halife seçildiği gün gelip biat etti. Herkesin halifeye biat etmesi lazım gelmediği gibi, hanımların biati de aranmaz.  Birkaç ehil kişinin biati (seçimi) ile halife akdi tamam olur. Sonraki biatler, tayin değil, sadakat (bağlılık) biatidir. Biat etmese de, meşru halifeye itaat lazımdır. Hazret-i Fâtıma, biat etmemiş olsaydı, halifenin huzuruna çıkıp, babasının mirasını İstemezdi.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Seyyidlerin Şeriflerden üstün olmasının sebebi nedir?
    Cevab: Hazret-i Hasan, iki yaş büyük olduğu için Hazret-i Hüseyn’den üstündür. Ama 12 imam gibi büyük zâtlar geldiği için Hazret-i Hüseyn'in nesli daha üstündür.
    26 Temmuz 2018 Perşembe
  • Sual: Tarihte birden fazla halifenin olduğu bir devir olmuş mu?
    Cevab: Evet. Abbasiler devrinde bir müddet Bağdad, Kâhire ve Kurtuba’da 3 ayrı halife vardı.
    16 Aralık 2018 Pazar
  • Sual: Bazı liberaller, İslâmî idarenin (hilafetin) de sosyalist idare gibi baskı rejimine evrilmesinin çok kolay olacağını iddia ediyorlar. Kanunların giderek sertleşmesine mani bir sınır-otorite yok diyorlar. Buna delil olarak da İslâm âlimlerinin pek çok mevzuda farklı içtihadlar yaptıklarını, halifenin inisiyatifine göre istediği zaman sert olan, istediği zaman hafif olan içtihadı kanunlaştırmasının önünde engel yok diyorlar. Buna ne cevap verilir?
    Cevab: Hilafette hiç kimsenin kaldıramayacağı ve değiştiremeyeceği ve esnetemeyeceği sınırlar vardır. O da şeriat ve maslahattır. Halife, şeriata aykırı davranamayacağı gibi; şeriatin hüküm koymadığı sahalarda maslahata, yani ammenin menfaatine aykırı, yani keyfi bir kaide koyamaz. İslâm hukukuna göre, dünyanın en ideal rejimi budur. Burada ne idarecilerin, ne idare olunanların heva ve hevesine bakılmaz.
    1 Nisan 2020 Çarşamba
  • Sual: Peygamber Efendimizin fakir yaşayıp fakir öldüğüne göre, sonraki Müslüman hükümdar ve valilerden bazıları lüks bir hayat sürmüşlerdir. Bu bir tezat değil midir?
    Cevab: Helalinden olduğu ve zekâtı verildiği müddetçe herkes servetinin icabını yaşamakta serbesttir. Lüks bir hayat sürmenin İslamiyet'e aykırı bir tarafı yoktur. Peygamberler arasında çok zenginler vardı. Keza ashab-ı kiram arasında da. Peygamber Efendimiz dünyanın en zengin insanı idi. Ganimetin beşte biri onundu. Fakat o, mütevazı yaşamayı tercih etti. Bu onun kendi isteği ile idi. Böylece memurları da böyle davrandılar. Herkes içtimai hayatta kendisinden beklendiği gibi yaşamalıdır. Hükümdarın mütevazı yaşaması halk gözündeki vakarını yok eder. Onun için hükümdarlar adeta ihtişamlı bir hayat sürmek mecburiyetindedirler. Cemiyetin icabı budur. Emeviler devrinde cemiyet, Hz Peygamber devrindeki gibi değildi. Osmanlılardaki şatafat, devletin büyüklüğü ile ve sarayın devleti temsil edip dosta düşmana bu ihtişamı göstermek gerektiğindendir. Pembe İncili Kaftan hikâyesini hatırlayınız. Hususi hayatlarında basit ve mütevazı hayattan hoşlanırlardı. Zaten ruhu geniş bir kimse, ihtişamdan zevk almaz; mevkii itibarıyla katlanır. Kerderî’nin beyanına göre, İmam Muhammed, âlimlerin bile hükümdara, valiye ayağa kalkmasını münasip görmüş; halkı hükümdara meylettirmek ve düşmana korku vermek için kalkılır, demiştir.
    24 Mayıs 2020 Pazar
  • Sual: Harb ile alınan bir yerdeki her şey ganimet mi olur?
    Cevab: Menkul, gayrı menkul ve esirlerin hepsi ganimet olur. Esirlerin ve gayrı menkullerin statüsü hakkında halifenin alternatifli salahiyeti vardır.
    20 Ağustos 2020 Perşembe
  • Sual: Devlet reisi isterse beytülmalin dört kalemi yanında farklı kalemler açabilir mi?
    Cevab: Halife, yeni amme varidatı tespit edip farklı kalemlere (fonlarda) biriktirerek lazım gelen yere harcayabilir.
    21 Ağustos 2020 Cuma
  • Sual: Siyasette dini hiç kullanmamak mı gerekir?
    Cevab: Siyasette kazanmak için dininden taviz veya dine zarar verecek işler men edilmiştir. Dini, siyasete âlet etmek budur. 
    21 Ağustos 2020 Cuma
  • Sual: Halife ya da hükümdarın sahip olması gereken dini bilgi seviyesi nedir?
    Cevab: Bazı âlimler halifenin âlim, hatta müctehid olmasını ileri sürmüşse de, ulemanın ekseriyetine göre teorik olarak bilgi sahibi olmaları gerekmez, zira icabında müşavirlerine sorarak öğrenebilir. Ancak pratikte monarşilerde tahta geçecek olan hükümdar namzedi, zamanın en geniş bilgileri ile donatılır; en iyi hocalardan ders alması temin edilir. İslam halifelerinin hemen hepsi zamanında bilmesi gereken bilgileri bilen kişilerdir. İçlerinde âlim sıfatı taşımaya layık olanları az değildir.
    17 Aralık 2020 Perşembe
  • Sual: İslâm hukukunda halifenin vazifesinin muayyen bir müddet ile tahdit edilmesi mümkün müdür?
    Cevab: Bu, İslamiyet'e uygun değildir. Çünkü Eshab-i kiram zamanında halife kayd-ı hayat şartıyla başa geçmiştir. Bu hususta icma hâsıl olmuştur. Kaldı ki halifenin müddetle kayıtlanması, işin mahiyetine de aykırıdır. Suistimallere sebebiyet verir, siyasi tefrikaya ve rekabete yol açar, diye düşünülmüş. Nitekim cumhuriyetlerde hükümetler 4-5 sene için gelir; bu zaman zarfında mensuplarına mevki ve iş dağıtmak, menfaat temin etmekle meşgul olur, keselerini doldurmaya bakarlar. 1940 senesinde bir gün Fransız sefiri René Massigli, Seyyid Abdülhakim Arvasî’nin Eyüp’teki dergâhını ziyarete gelir. O günlerde Alman ordusu Paris’e girmişti. Laf arasında Abdülhakim Efendi, “Almanlar Paris’e niçin girdi, sebebini biliyor musunuz?” diye sordu. Aynı zamanda Ortadoğu mütehassısı olan ve iyi Türkçe bilen sefir, bir ihtiyar hocadan bu sözleri duyunca şaşırdı. “Ben sefir olduğum halde bilmiyorum. Siz biliyor musunuz?” dedi. Abdülhakim Efendi, “Onun sebebi çok meydanda! Paris’in elden gitmesine sebep, Fransız ordusunun mağlup olmasına sebep, Fransız hükümetidir. Eskiden Fransa krallıktı. Krallar, memleketin sahibiydi. Memleketi mülkü; teb’ayı da ailesi olarak görürdü. Baba gibi memleketi için çalışırlardı. Şimdi cumhuriyet idaresinde dört senede bir hükümet değişiyor. Hiç kimse memlekete, halka sahip çıkmıyor. Nasıl olsa gideceğim diyor. Cebini doldurmaya bakıyor. Sahip çıkmadılar halka, sahip çıkmadılar orduya, sahip çıkmadılar memlekete!” deyince sefir ayağa kalktı. “Bravo, çok doğru söylediniz!” dedi. Macar edip Sandor Marai, Bir Burjuvanın İtirafları kitabında (s. 314-315), 1924’lerin cumhuriyet Fransa’sını şöyle tasvir ediyor: Ellerini çabuk tutmalıydılar, ülke büyüktü, hısım-akraba açtı ve bakanlar çabuk düşüyordu. III. Cumhuriyetin yüz on ya da yüz yirmi hükümeti, olsa olsa elli yıl içinde son derece aç kuşakları işle ve bahşişle beslemek zorunda kalmıştı. Kadife koltuklarda ancak birkaç saat oturabilen bakanlar, ateşli bir acımasızlıkla akrabalarını, o yere gelmelerine yardım eden propagandacılarını çeşitli mevkilere atayıp emekli paraları ve ikramiyeler tahsis etmişlerdi.”
    25 Aralık 2020 Cuma
  • Sual: Hilafete inanmamak küfr müdür?
    Cevab: Hilafete inanmamak küfürdür. Ama bu şartlarda gelemeyeceğini düşünmek küfr olmaz.
    28 Şubat 2021 Pazar
  • Sual: Dinimizde liyakat mühimdir. Fakat padişahlıkta saltanat babadan oğula geçiyor. Eğer şehzadelerin hiçbiri padişah olacak liyakat ve ehliyete sahip değilse ne olur?
    Cevab: Hükümdar olmak için asgari liyakat (erkek, sağlıklı ve müslüman olmak) kâfidir. Böyle olmayan zaten hükümdar olamaz.
    28 Şubat 2021 Pazar
  • Sual: Halife seçiminde kadınların rey hakkı var mıdır?
    Cevab: Halifelikte seçim olabileceği gibi, evvelki halifenin veliaht bırakması veya halife yoksa tahta zorla geçmek de meşrudur. Seçimde kadınların değil, her erkeğin bile rey hakkı yoktur. Halifeyi âlimler seçer. Nisa suresinde 83’nci âyet-i kelimede ulülemrin fıkıh âlimleri olduğu beyan ediliyor. Nitekim Hazret-i Ebu Bekr’in halife seçilmesinde eshab-ı kiramın ileri gelenleri dışındakilerin reyleri aranmadı.
    28 Mayıs 2021 Cuma
  • Sual: Sultan Reşad niçin meşru halife değildir?
    Cevab: Meşru bir halife varken bir başkası halife olamaz. Sultan Hamid meşru halifedir. Tahttan indirilmesi caiz ve meşru değildir. Kaldı ki iktidar padişahta değil, bâgilerdedir. Halife, hem meşru surette başa gelmiş olmalı, hem de siyasi iktidar elinde bulunmalıdır. Sultan V. Murad ve Abdülmecid Efendi de meşru halife değildir.
    31 Mayıs 2021 Pazartesi
  • Sual: Halife, beytülmalden istediğine borç ya da karşılıksız para verebilir mi?
    Cevab: Hayır. Halife, beytülmale (devlet hazinesine) ait bir malı veya gelirini, ancak beytülmalden hakkı olan, kadı, gazi, yetim, dul gibi kimselere bedelsiz verebilir. Bunun haricinde ancak lüzumu hâlinde rayiç bedeli ile satabilir.
    13 Haziran 2021 Pazar
  • Sual: Halife, beytülmalden istediğine borç ya da karşılıksız para verebilir mi?
    Cevab: Beytülmalden hakkı olmayana karşılıksız para veya mal veremez. Borç verirse, kefil sayılır.
    5 Temmuz 2021 Pazartesi
  • Sual: “Zamanının halifesini görmeden ölen, cahiliye ölümü ile ölür” hadis-i şerifini nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Buhari, Müslim, Nesai ve İbn Mace’de geçen bu hadis-i şerifin muhtelif rivayetlerinde “zamanının imamını bilmeden” veya “boynunda biat ağı olmadan” yahut “cemaatten bir karış ayrılan” şeklinde geçer. Ulema Müslümanlar üzerinde bir halifenin varlığının zaruri vacib olduğunda ittifak etmiştir. Nitekim Resulullah’ın vefatı üzerine Beni Saide çardağında toplanan sahabe-i kiram dedi ki: “Fahri kainat hazretleri, ‘Bir kimse ölse, halbuki zamanının imamını bilmese, onun ölümü cahiliyye devrindeki ölüm gibidir, buyurdu. O halde bizim üzerimizden bir gün imamsız geçmesi caiz olmaz. İmamdan murad halifedir. Onun için, kendi zamanında mevcud olan imamı bilmemek büyük günahtır. Zira dinin ahkamından bazı şeylerin caiz olması imam ile [halife ile] olur. Cuma ve bayram namazları ve yetimlerin nikâhı gibi. İmamın lazım olduğunu inkâr eden bir farzı inkâr etmiş gibidir.” Âlimler, bu hadis-i şeriflerde geçen “cahiliye ölümü ile ölür” ifadesini, “cahiliye devrinde bir rehberi olmayan başıbozuk kimseler gibi ölür” şeklinde anlamıştır. (Nevevî). Bu şekilde şiddetli bir ifadenin kullanılması, insanları fitneden ve hükümete isyandan sakındırmak içindir. (İbn Hacer) Şu halde hadis-i şerifin manası, müslümanların mutlaka bir halifeye biat etmesi, ona itaatten ayrılmamısı, hükümete isyan etmemesi demektir. Nisa suresinin “Doğru yol kendisine belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü cihete döndürüp cehenneme sokarız” mealindeki 115.ayeti kerimesi bunu tefsir etmektedir. Halife olmadığı ve bir halifeye biat edilmesi mümkün olmadığı veya çok zor olduğu zaman, Müslümanlar kendi içlerinden bir emir seçerler. Bu emir, ahkâm-ı şer’iyyeyi icra eder. Bu da mümkün olmazsa esaret hayatı olur. Zamanın ve beldenin en büyük âlimi, halife mevkiini ihraz eder, yani halifenin yerini tutar. İnsanlar, emir ve yasaklarda bunun sözüne itaat ederler.
    30 Temmuz 2021 Cuma
  • Sual: Şer’î bir devlette mevcut halifeyi sevmeyip bunu açıkça dile getirmenin veya eleştirmenin cezası var mıdır?
    Cevab: Hayır. Fiiliyata geçmedikçe veya fitne çıkarmadıkça fikir hürriyeti çerçevesinde değerlendirilir. Nitekim Hazret-i Ali’ye, idaresini tenkid edenler bildirildiği zaman, fiile geçmedikçe bir şey denemeyeceğini söylemişti. Bir kimse, Halîfe Muaviye’nin huzuruna gelerek ağır tenkitlerde bulunduğunda, bir şey dememiş; “Buna müsamaha mı göstereceksin?” diyenlere, “Saltanatımıza saldırmayanların sözüne ilişmeyiz” demişti. Osmanlılar zamanında ulema, gerek doğrudan idarecilere karşı, gerekse umumî yerlerde vaaz yoluyla siyasî icraatları tenkit edebilmiş; bundan dolayı bir takibata uğramamışlardır. Yavuz Sultan Selim gibi celâlli padişahlara bile şeyhülislâmların serbestçe fikir beyan ettikleri, padişahın buna karşı çıkmak şöyle dursun, hüsnü kabul gösterdiği meşhurdur. Hele meddahların, ortaoyuncuların, hayalîlerin (Karagözcülerin) mizahî bir dille hükûmet icraatlarını tenkit ettikleri; devlet adamlarının bunları tolerans ile karşıladıkları çok bilinen bir keyfiyettir. Kanunî Sultan Süleyman zamanında, bir vaiz, Cuma vaazında, Malta şövalyelerinin hacıları taşıyan gemileri taciz ettiklerinden bahisle, korsanları takipte ihmal gösterildiği gerekçesiyle padişah ve hükûmetini tenkid etmişti. Buna benzer misaller çoktur. Bkz. İsmail Hami Danişmend: “Batı Kaynaklarına Göre Eski Türk Demokrasisi”, Tarihî Hakikatler, İst. 1979, II/583 vd.
    16 Ağustos 2021 Pazartesi
  • Sual: Kadılık yapmak ruhsat, yapmamak azimet ise, herkes yapmasa kadı nasıl bulunacaktır?
    Cevab: Bir yapan mutlaka bulunur. Bulunmazsa azimeti terk eder ve kadılık yapar. Herkes azimeti tercih etmez. Kadılık, farz-ı kifayedir. Bir beldede bir kişi yaparsa, diğerlerinden bu vecibe düşer.
    29 Ağustos 2021 Pazar
  • Sual: Bir İslâm devletinde, mahkemede hangi mezhebe göre karar verilir?
    Cevab: Kâdı mücethid ise kendi içtihadına, değilse mensup olduğu mezhebe göre karar verir. Tarafların mezhebi dikkate alınmaz. Ancak halife, bu meselede muayyen bir ictihad veya mezhebe göre hüküm verilmesini emretmişse, hâkim hangi mezhepte olursa olsun, o ictihada/mezhebe göre karar verilir. Çünki kaza işi halifenin salhiyetindedir. Kâdı ise vekildir. Müvekkil, vekili bir şart ile kayıtlarsa, o şarta uyması icap eder. İmam Ebu Yusuf’tan beri Abbasilerde kadılar ekseri Hanefi meznhebindendi. Bu sebeple Abbasi devletinin resmi mezhebi neredeyse Hanefi mezhebi olmuştu. Eyyubi ve Memlukler Şafii iidi, ama memleketlerinde Şafii kadısı yanında Hanefi kadısı da bulunurdu. Türkler Hanefi olduğu için kadılar umumiyetle Hanefi idi. Osmanlılarda Kanuni Sultan Süleyman zamanından itibaren kadılar Hanefi mezhebine göre hüküm vermekle emrolundular. Hanefi olmayanların bulunduğu Şam, Mısır, bağdad, Hicaz, Tunus gibi beldelerde, Hanefi kadısının yanında ya başka mezhepten naipler tayin edilmiş; ya da Hanefi kadısı tarafların talebi üzerine o davada bu mezhepten naip tayin etmiştir. Bu istisna, ahval-i şahsiyye (şahıs, aile ve miras) hukuku davalarına mahsustur. Diğer davalarda herkes Hanefi mezhebine göre verilmiş hükümlere tabidir.
    10 Ekim 2021 Pazar
  • Sual: Hukuk devleti ne demektir?
    Cevab: Kanunlar ve idarenin tasarrufları mahkemenin kontrolüne tabi ise, yani vatandaş idarenin yaptıklarını mahkemeye götürebiliyorsa, hukuk devletidir. Değilse polis devletidir.
    13 Mart 2022 Pazar
  • Sual: Müslüman bir kimse liberal olabilir mi? Liberalizmi destekleyebilir mi?
    Cevab: Müslüman, kaideten liberal olamaz; ama şartlar ve bulunduğu vasat itibariyle Müslümana faydası olduğu için liberalliği destekleyebilir.
    13 Mart 2022 Pazar
  • Sual: Bir kimse rey verdiği partinin yaptığı iyi veya kötü işlerden mesul müdür?
    Cevab: İnsanların Müslümanlar için hayırlı işler yapacağını zannettiği veya ehven-i şer gördüğü partiye rey vermesi, bu partinin yaptığı kötülüklerden mesul olmak neticesini doğurmaz.
    30 Mart 2022 Çarşamba
  • Sual: Bir gayrı müslim amir, Müslüman memura emir verebilir mi?
    Cevab: Verebilir. Bu, gayrı müslimin, Müslümana amir olmaması kaidesine girmez. Mesela “Şu saatte mesai başlayacak” diyebilir. Çünki gayrı müslim amir, hükümdar ve veziriazamın vekilidir. Bu kişi, veziriazamın vekili olarak bu emri veriyor, kendi inisiyatifiyle değil.
    20 Haziran 2022 Pazartesi
  • Sual: “Halifeler Kureyştendir” hadisinin kaynağı nedir?
    Cevab: “Halifeler Kureyştendir” veya “Emirler Kureyştendir” veya “İmamlar Kureyştendir” veya “Hilafet Kureyştedir” ibaresiyle muhtelif mehazlarda geçer. Mesela: Buhâri, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 4; Müsnedü Ahmed; Heysemi, Mecmau’z-zevâid; Hâkim, Müstedrek.
    13 Temmuz 2022 Çarşamba
  • Sual: Osmanlı meclis-i mebusanı, İslam amme hukukundaki ehlü’l-hall ve’l-akd sayılır mı?
    Cevab: Her ne kadar meclis-i mebusandaki bazı müzakerelerde bu dile getirilmişse de, meclis-i mebusan bir meşveret meclisidir. Halifeyi seçmeye ve azletmeye salahiyettar ehlü’l-hall ve’l-akd denilen heyetten sayılmaz. Hall ve akde salahiyettar değildir. Ehlü’l-hall ve’l-akd ulemadır. Mecliste ilimden bibehre müslümanlar yanında gayrı müslim mebuslar da vardır ki ehlü’l-hall ve’l-akden sayılamayacağı açıktır.
    13 Temmuz 2022 Çarşamba
  • Sual: Tarikatlere bu kadar göz yumulması laikliğe aykırı değil midir?
    Cevab: Türkiye’de laiklik yoktur. Olsaydı, tarikatlere, medreselere, camilere, kiliselere, halkın başörtüsü ve serpuşuna, alfabesine, medresesine, papaz okuluna, kadılara, cemaat mahkemelerine, din adamlarının kıyafetlerine, imamın okuyacağı hutbeye, vaizin vaazına, Kur’an-ı kerim kurslarına devlet dahil kimse müdahale edemezdi. Laiklik, devletin bütün dinlere eşit mesafede olmasını, hiçbir dine ve din mensubuna karışmamasını icap ettirir.
    13 Temmuz 2022 Çarşamba
  • Sual: Sultanın emri İslamiyete uygun olursa itaat edilir, eğer kendi görüşüyle verdiği bir emir ise itaat vacip değildir sözünü nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Kendi görüşünden kasıt, haram veya keyfi emir demektir.
    14 Temmuz 2022 Perşembe
  • Sual: Dinen Mekke ve Medine’de harb edilebilir mi?
    Cevab: Evet. Zaten edilmiştir. Düşman ve asilerle harb, dinin emridir. Mescid-i Haram müstesnadır. Buraya sığınanlarla harbedilmez, dışarı çıkmaları için abluka altına alınıp tazyik edilir.
    22 Temmuz 2022 Cuma
  • Sual: Harbde alınan esirlerin öldürülmesi caiz midir?
    Cevab: Bir ordu bir yerden bir yere sefer ederken yanlarındaki esirleri taşıyamacak olsa veya düşman saflarına katılma veya orduyu arkadan vurma ihtimali varsa, caizdir. Buna maslahat icabı halife/hükümdar/kumandan karar verebilir
    6 Eylül 2022 Salı
  • Sual: Fiilen muktedir değilse Sultan Vahiddeddin nasıl meşru halife olabilir?
    Cevab: Sultan Vahideddin, meşru halife idi ve fiili kudreti vardı. Şartlar müsaade etmedi. Mütareke sebebiyle bazı mıntıkaların askeri işgal altında olması buna mani değildir. Padişah/halifenin düşman elinde esir olarak tanıtılması, Ankara hükümetinin meşruluk zemini hasıl etmek için halka verdiği mesaj dolayısıyladır.
    22 Ekim 2022 Cumartesi
  • Sual: Monarşi, İslamiyete uygun bir idare şekli midir?
    Cevab: Evet. Hükümdarın aynı aileden olması, liyakate mani değildir. Hatta bu iş için yetiştirilmiş ve karizması tarihe dayanan birinin iktidara gelmesi, halktan birinin gelmesinden daha elverişlidir. Bu, emaneti ehline veriniz, emrine aykırı değildir. Tarih boyunca bütün İslam devletleri monarşidir. Böylece bunun cevazında ümmetin icmaı vardır. Ayet-i kerimede Davud’un yerine Süleyman’ın (aleyhimesselam) hükümdar olduğu anlatılır ve red edilmez.
    1 Kasım 2022 Salı
  • Sual: Halifede bulunması lazım gelen vasıflardan biri de köle olmamak ise, Resulullah’ın “Başınızda Habeşli bir köle bile olsa ona itaat ediniz” hadisini ve Hazret-i Ömer’in “Hayatta olsaydı Huzeyfe’nin kölesi Sâlim’i halife bırakırdım” sözünü nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Habeşli bir köle gibi cemiyette aşağı görülen bir kimse başa geçerse, ona da itaat ediniz, demektir. Belagat vardır. Hazreti Ömer ise, Huzeyfe’nin azatlısı diyor, kölesi değil.
    1 Kasım 2022 Salı
  • Sual: Halife esarete düşünce onu kurtarmak müslümanlara vacib değil mi?
    Cevab: Evet. Nitekim Yıldırım Sultan Bayezid, Timur’a esir düşünce, oğlu Çelebi Sultan Mehmed kendisini kurtarmaya teşebbüs etti. Hatta ona taht nasib olmasını, babasını kurtarmaya çalışmasına bağlarlar. Bu teşebbüs Neşrî’de anlatılır. O bunu Menakıb-ı Sultan Mehemmed bin Bayezid Han isimli bir eserden iktibasla anlatır. Hadiseyi Neşrî'den daha tafsilatlı anlatan, Dukas’tır. Hülasaten Şehzade Mehmed’in Bolu taraflarına kaçtığını, oradan bulduğu madencilerle Kütahya’da bulunan Timur karargahına gelip tünel kazdırdığını, nöbetçilerin boş bir anına denk geldikleri anda Sultan Bayezid ile beraber bulunan Hoca Firuz’un yardımıyla babasını buradan kaçıracakken, yolda veya tam o tüneldeyken yakalandıklarını anlatır. Şâmî ile Yezdî, Zafername’lerine Hoca Firuz’un idamından bahseder, ama sebebini söylemez. Muhtemelen bundan dolayıdır. Bazı modern yazarlar, Osmanlıları istihfaf gayesiyle, bunu görmezden gelip, kaçırma işini Osmanlı tarihçilerinin Şehzade Mehmed’in meşruiyeti için kurguladıklarını söyler. Halbuki rivayet sadece Osmanlı menşeli değildir.
    1 Kasım 2022 Salı
  • Sual: Hükümdarın ahd yoluyla kendisinden sonra birisini tayin etmesine rağmen, bu kişiyi tahta geçirmemek meşru mudur?
    Cevab: Veliahd var ise bunun tahta geçmesi icap eder. Geçirmemek, gasp olur. Meşru değildir. Çünki şeriat hükümdara veliahdini tayin hakkını vermiştir.
    2 Ocak 2023 Pazartesi
  • Sual: Meşru hükümdarın aklı gitse, tabipler mesela 3 ay ila 1 yıllık bir tedavi ile iyi olur deseler, dinen ne lazım gelir?
    Cevab: Naip tayin edilip beklenir. Düzelmezse hal’ edilir.
    16 Şubat 2023 Perşembe
  • Sual: İslamiyetin insanların siyasetle ugraşmasını pek tasvip etmediğini düşünüyorum. Haksız mıyım?
    Cevab:

    Siyaset, yani bugünkü politika kötü bir şeydir. Dinin beğenmediği iki şey, yalan ve dilencilik üzerine kurulmuştur. Yani bu ikisi olmadan en iyi insan bile muvaffak olamıyor. İslamiyet bunu beğenmez, tefrikayı hiç beğenmez. Siyaset, İslami bir sistemde bile siyaset adamının işidir. Ona nasihat vermek de alimlerin işidir. Alimler de sıradan insanlar da siyasete karışmamalıdır. Selamet buradadır. Hulefayı râşidin devrinin son zamanında olup bitenler ortadadır.

    28 Şubat 2023 Salı
  • Sual: Akşemseddin, "padişah devletin ruhudur" der. Fakat bu herşeyi, devlet reisinden beklemek, aksaklıkları onun düzeltmesini istemek demek midir?
    Cevab:

    Ruh, özdür. İşi organize, koordine ve kontrol eder, bizzat yapmaz. Aklın ve ruhun kontrolü altında, el, ayak, göz iş yapar; ruh mesul olur. 

    8 Mart 2023 Çarşamba
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder